26 Eylül 2009 Cumartesi

sabah namazına nasıl kalkılır dinle veya oku


"Sabah Namazına Nasıl Kalkılır?" kitabını pdf formatında bilgisayarınızda okumak için lütfen resmin üstüne tıklayın...
.



Sabah Namazına Nasıl Kalkılır ?
Sabah Namazına Nasıl Kalkılır ? Cemil Tokpınarın kaleminden sabah namazına nasıl kalkılır adlı kitabı Kubilay Aktaş'ın sesinden dinleyeceksiniz.
» 12. Bölüm
Sabah Namazına Nasıl Kalkılır?
Eklenme Tarihi 0000-00-00
Düşük Kalite(56K-100K)
Dosyayı izlemek için tıklayın.. Dosyayı indirmek için sağ tıklayıp Hedefi Farklı Kaydeti Seçin...



Boyut İzlenme Sayısı 11189

» 11. Bölüm
Sabah Namazına Nasıl Kalkılır?
Eklenme Tarihi 0000-00-00
Düşük Kalite(56K-100K)
Dosyayı izlemek için tıklayın.. Dosyayı indirmek için sağ tıklayıp Hedefi Farklı Kaydeti Seçin...



Boyut İzlenme Sayısı 2509

» 10. Bölüm
Sabah Namazına Nasıl Kalkılır?
Eklenme Tarihi 0000-00-00
Düşük Kalite(56K-100K)
Dosyayı izlemek için tıklayın.. Dosyayı indirmek için sağ tıklayıp Hedefi Farklı Kaydeti Seçin...



Boyut İzlenme Sayısı 1708

» 9. Bölüm
Sabah Namazına Nasıl Kalkılır?
Eklenme Tarihi 0000-00-00
Düşük Kalite(56K-100K)
Dosyayı izlemek için tıklayın.. Dosyayı indirmek için sağ tıklayıp Hedefi Farklı Kaydeti Seçin...



Boyut İzlenme Sayısı 1612

» 8. Bölüm
Sabah Namazına Nasıl Kalkılır?
Eklenme Tarihi 0000-00-00
Düşük Kalite(56K-100K)
Dosyayı izlemek için tıklayın.. Dosyayı indirmek için sağ tıklayıp Hedefi Farklı Kaydeti Seçin...



Boyut İzlenme Sayısı 1485

» 7. Bölüm
Sabah Namazına Nasıl Kalkılır?
Eklenme Tarihi 0000-00-00
Düşük Kalite(56K-100K)
Dosyayı izlemek için tıklayın.. Dosyayı indirmek için sağ tıklayıp Hedefi Farklı Kaydeti Seçin...



Boyut İzlenme Sayısı 1533

» 6. Bölüm
Sabah Namazına Nasıl Kalkılır?
Eklenme Tarihi 0000-00-00
Düşük Kalite(56K-100K)
Dosyayı izlemek için tıklayın.. Dosyayı indirmek için sağ tıklayıp Hedefi Farklı Kaydeti Seçin...



Boyut İzlenme Sayısı 1464

» 5. Bölüm
Sabah Namazına Nasıl Kalkılır?
Eklenme Tarihi 0000-00-00
Düşük Kalite(56K-100K)
Dosyayı izlemek için tıklayın.. Dosyayı indirmek için sağ tıklayıp Hedefi Farklı Kaydeti Seçin...



Boyut İzlenme Sayısı 1592

» 4. Bölüm
Sabah Namazına Nasıl Kalkılır?
Eklenme Tarihi 0000-00-00
Düşük Kalite(56K-100K)
Dosyayı izlemek için tıklayın.. Dosyayı indirmek için sağ tıklayıp Hedefi Farklı Kaydeti Seçin...



Boyut İzlenme Sayısı 1750

» 3. Bölüm
Sabah Namazına Nasıl Kalkılır?
Eklenme Tarihi 0000-00-00
Düşük Kalite(56K-100K)
Dosyayı izlemek için tıklayın.. Dosyayı indirmek için sağ tıklayıp Hedefi Farklı Kaydeti Seçin...



Boyut İzlenme Sayısı 1970

» 2. Bölüm
Sabah Namazına Nasıl Kalkılır?
Eklenme Tarihi 0000-00-00
Düşük Kalite(56K-100K)
Dosyayı izlemek için tıklayın.. Dosyayı indirmek için sağ tıklayıp Hedefi Farklı Kaydeti Seçin...



Boyut İzlenme Sayısı 2817

» 1. Bölüm
Sabah Namazına Nasıl Kalkılır
Eklenme Tarihi 0000-00-00
Düşük Kalite(56K-100K)
Dosyayı izlemek için tıklayın.. Dosyayı indirmek için sağ tıklayıp Hedefi Farklı Kaydeti Seçin...



Boyut İzlenme Sayısı 11768




ses kaydı : müminin miracı namaz c.tokpınar

Mü'minin Miracı Namaz Programı

Cemil Tokpınar, Dost TV'de Mü'minin Miracı Namaz isimli programı hazırlayıp sunuyor. Her hafta farklı bir namaz konusunun işlendiği programı Cuma günü saat 10.10'da izleyebilirsiniz.
Ayrıca, Cemil Tokpınar'ın Cumartesi günleri saat 17:00'de Moral FM'de yayınlanan "Mü'minin Miracı Namaz" isimli programını dinlemek için lütfen tıklayın...



Mü'minin Miracı Namaz
Moral Fm de yayınlanan Mü'minin Miracı Namaz programının kayıtları
» 08 / 10 / 2006 tarihli program
3.bölüm
Eklenme Tarihi 2006-11-01
Düşük Kalite(56K-100K)
Dosyayı izlemek için tıklayın.. Dosyayı indirmek için sağ tıklayıp Hedefi Farklı Kaydeti Seçin...



Boyut 3.07 MB İzlenme Sayısı 8468

» 08 / 10 / 2006 tarihli program
2.bölüm
Eklenme Tarihi 2006-11-01
Düşük Kalite(56K-100K)
Dosyayı izlemek için tıklayın.. Dosyayı indirmek için sağ tıklayıp Hedefi Farklı Kaydeti Seçin...



Boyut 3.24 MB İzlenme Sayısı 1421

» 08 / 10 / 2006 tarihli program
1.bölüm
Eklenme Tarihi 2006-11-01
Düşük Kalite(56K-100K)
Dosyayı izlemek için tıklayın.. Dosyayı indirmek için sağ tıklayıp Hedefi Farklı Kaydeti Seçin...



Boyut 3.38 MB İzlenme Sayısı 1549

» 01 / 10 / 2006 tarihli program
3.bölüm
Eklenme Tarihi 2006-11-01
Düşük Kalite(56K-100K)
Dosyayı izlemek için tıklayın.. Dosyayı indirmek için sağ tıklayıp Hedefi Farklı Kaydeti Seçin...



Boyut 2.75 MB İzlenme Sayısı 1030

» 01 / 10 / 2006 tarihli program
2.bölüm
Eklenme Tarihi 2006-11-01
Düşük Kalite(56K-100K)
Dosyayı izlemek için tıklayın.. Dosyayı indirmek için sağ tıklayıp Hedefi Farklı Kaydeti Seçin...



Boyut 3.84 MB İzlenme Sayısı 655

» 01 / 10 / 2006 tarihli program
1.bölüm
Eklenme Tarihi 2006-11-01
Düşük Kalite(56K-100K)
Dosyayı izlemek için tıklayın.. Dosyayı indirmek için sağ tıklayıp Hedefi Farklı Kaydeti Seçin...



Boyut 3,04 MB İzlenme Sayısı 632

» 24 / 09 / 2006 tarihli program
3. bölüm
Eklenme Tarihi 2006-10-31
Düşük Kalite(56K-100K)
Dosyayı izlemek için tıklayın.. Dosyayı indirmek için sağ tıklayıp Hedefi Farklı Kaydeti Seçin...



Boyut 3,48 MB İzlenme Sayısı 611

» 24 / 09 / 2006 tarihli program
2. bölüm
Eklenme Tarihi 2006-10-31
Düşük Kalite(56K-100K)
Dosyayı izlemek için tıklayın.. Dosyayı indirmek için sağ tıklayıp Hedefi Farklı Kaydeti Seçin...



Boyut 3,47 MB İzlenme Sayısı 658

» 24 / 09 / 2006 tarihli program
1. bölüm
Eklenme Tarihi 2006-10-31
Düşük Kalite(56K-100K)
Dosyayı izlemek için tıklayın.. Dosyayı indirmek için sağ tıklayıp Hedefi Farklı Kaydeti Seçin...



Boyut 3,05 MB İzlenme Sayısı 2129






namaz kitapları

NAMAZIN ÖNEMİNİ, ŞUUR VE DUYARLILIĞINI İŞLEYEN KİTAPLARDAN SEÇMELER

1- Risale-i Nur'da Namaz ve Hikmetleri, Bediüzzaman Said Nursî, Yeni Asya Neşriyat

2- Sabah Namazına Nasıl Kalkılır, Cemil Tokpınar, Nesil Yayınları

3- Niçin Namaz, Vehbi Karakaş, Timaş Yayınları

4- Namaz: Bir Tevhid Eylemi, Abdullah Yıldız, Pınar Yayınları

5- Namaz Gözaydınlığım, Mehmed Göktaş, İstişare Yayınları

6- Namaz Bilinci, Hasan Büyür, Denge Yayınları

7- Gece İbadeti, Abdülhakim Yüce, Işık Yayınları

8- Nur Dede Anlatıyor, Mehmed Paksu, Nesil Yayınları

9- Namazla Dirilme, Mustafa Meşhur, Ravza Yayınları

10- Namazın Hayatî Özellikleri, Süleyman Arif Emre, Kitap Dünyası Yayınları

11- Namazı Yaşayanlar, Said Demirtaş, Nesil Yayınları

12- Namaz Benim Huzurum, Nurullah Çörek, Timaş Yayınları

13- Hadislerin ve Hadiselerin Diliyle Namaz, Veysel Akkaya, Muştu Yayınları

14- Namazın Sırları, Haluk Nurbaki, Damla Yayınevi

15- Namaz ve Karakter Gelişimi, Esma Sayın Ekerim, İnsan Yayınları

16- Namaz Akılları Durduran Mucize, Dr. Kerim Buladı, Kayıhan Yayınları

17- Namaz Cenneti 2 cilt, Medine Balcı, Ebrar Yayınları

18- Çocuklarını Namaza Nasıl Alıştırırsın, Ahmed Abdülaziz el-Kettan, Polen Yay.

19- Namaz, Said Havva, Yenda

20- Namaz Şuuru, Mustafa Çelik, Yenda,

21- Niçin Namaz Kılıyoruz, M. Ahmed İsmail el-Mukaddem, Polen Yayınları

22- Gözümün Nuru Namaz, Osman Ersan, Erkam Yayınları

23- Mü’minin Miracı Namaz, Süleyman Kösmene, Yeni Asya Neşriyat

24- Haydi Namaza, Abdullah Yıldız, Pınar Yayınları

25- Yeni Başlayanlar İçin Namaz Rehberi, Birun Yayınları, Münib Engin Noyan

26- Namazda Huşûya Götüren 33 Etken, M. Salih El-Müneccid, Karınca Kitap

27- Nasıl Namaz, Vehbi Karakaş, Timaş Yayınları

Bu yazı 46259 kez okundu.

Kitap: Kur’ân Işığında Namazın Ruhu: Huşû

Kur’ân Işığında Namazın Ruhu: Huşû
Dr. Mehmet Yolcu`nun `Kur’ân Işığında Namazın Ruhu Huşû` isimli kitabı İkbal yayınları arasında çıktı.

Mücahit Fırat

Dr. Mehmet Yolcu, İnkâr Psikolojisi, Kur’ân’ın Cahiliye Zihniyetini Değiştirmesi, Tanrıyı Sevmek Kadar Güzel Yaşamak ve Cennetten Kalan Miras kitaplarının yazarıdır. Şimdi de bize Kur’ân Işığında Namazın Rûhu Huşû’u takdim etmektedir.

Kitap bir Giriş ve iki Bölüm’den oluşmaktadır. Giriş’te namazın İslam’daki yeri ve önemi izah edilmiştir. 1. Bölümde Huşû’un Kavramsal alanı ve muhtevası işlenmiştir. 2. Bölümde ise namazın iç dinamizmi (Bâtınî cephesi) ele alınmıştır. Kitap özet sayılabilecek bir Değerlendirme ve Sonuç ile sona ermektedir. Şimdi kitabın birkaç pasajına bir göz atalım:

Ezan, bir manada “dünyaya, madde âlemine, menfaat, maslahat ve dünya güzelliğine, ziynetlerine o kadar dalmayınız. Onları er geç terk edeceksiniz. Şimdi gelecek hayatınıza yer verme zamanıdır. Şimdi elinizdekileri terk edin; gelin rabbinizin huzuruna dizilin. Ruh ve zihninizi istikbale çevirin. Onu gözlerinizin önüne getirin. Gelecek hayata ne hazırladığınıza bir bakın. Eksikleri, kusurları gözden geçirin. Kendinizi yenileyin ki, Allah’ın huzuruna çıkarken hüsran içinde, hızlan havasında kalmayasınız” der gibidir.

İbadetin en büyük sembollerinden biri namazdır. Namaz her tür ibadet formlarını içine alabilecek, hepsinin verdiği derûnî hissiyat ve vâridâti kuşatabilecek kadar geniş ufukları olan nadide bir ibadet türüdür. Ne Yahudilikte Ağlama Duvarı, Kilisedeki ekmek-şarap ayini onunla kıyas edilebilir ne de Budizm’in dev tapınaklarında sergilenen ayinler onunla yakın bir manaya ulaşabilir.

Namaz [Salât]: Sözlükte, asıl anlamı belin ortasıdır. Belini doğrultma, bele dayalı hareketler yapma ayrıca art arda gitme, izleme, takip etme manası da vardır. Mecâz olarak en asaslı manası duadır. Araplar daha önceleri rükû ve secdeyi bilirlerdi ama bu tam anlamıyla İslâm’daki namazın rükû ve secdesi gibi değildi.
Namazı gerçek manada ikame etmek, onu şaibe ve illetlerden arındırmak, tertemiz bir gönül ve ihlâs ile Yüce Allah’a adamak, zahiri şartları kadar huşû ve hudû gibi bâtınî şartlarına da riayet ederek kılmak, gönül nurlarının elde edilmesine yol açar. Bu nurlar mükâşefe ilminin anahtarlarıdır. Göklerin ve yerin melekûtunu ve Rububiyetin sırlarını keşfeden Yüce Allah dostları yalnızca namazda; özellikle de secdede keşfederler. Zira insan Rabbine secdelerle yaklaşıp, yakınlaşır. “Kişinin Rabbine en fazla yaklaştığı hal, secde ederken bulunduğu haldir. Orada duayı arttırınız.” Onun için: “Secde et ve yaklaş” (96/Alak 19) buyrulmuştur.
Namazda akıl tefekkür, tedebbür, tefehhüm ve tefakkuh içindedir. Kalp huşû, havf, reca, hudû ve umut içindedir. Kul, Yüce Allah’ın rahmetine gözünü dikmiş, gönlünü bağlamıştır. Dil, Kur’ân kıraati, tilaveti, tertili, dua, zikir, tesbih, tehlil, teşehhüd, salâvat ve selam ile meşguldür. Bedenin diğer azaları bütün olarak rükû, secdeler, ayakta durma, doğrulma, bekleme, eğilme ve diğer hareket ve rükûnleri eda etmekle derin bir uğraş içindedir. Namaz kılan çoktur ama onu ikame eden azdır. Fiziğe bakan zahiri olayları önemseyen çok ama gönüllere, kalplere değer veren neredeyse yok gibidir.
Ebû Bekir (İbnu’l-Arabî) der ki: Namazına dikkat eden ve onun üzerinde titreyen binlerce adam görmüşümdür. Fakat huşû’ ve gerçek bir ikbal ile kılanların sayısının beş kişiyi geçtiğini hatırlamıyorum.
Namazda yapılan tüm ameller tevhîde yöneliktir ve Yüce Allah için birer ta’zîm ve saygıyı simgeler. Muhammed b. Nasr el-Mervezî (v.294) der ki: “Yüce Allah’a tevhid ile imandan sonra en üstün amel Yüce Allah için namaz kılmaktır. Zira namaz ‘tekbîr’ ile başlar. Bu Yüce Allah için bir tevhîd ve ta’zîmdir. Bundan sonra ‘Fâtiha’ gelir. Fâtiha da Yüce Allah için hamd, sena, yüceltme ve duadan oluşmaktadır. Rükû’ ve sücûd’ta getirilen tesbihatta Yüce Allah kutsanır, noksanlıktan tenzih edilir. Her kıpırdamada, her harekette getirilen ‘tekbîrler’ de bir anlamda Yüce Allah için tevhîd ve ta’zîmdir. Namazın sonuna doğru gelindiğinde ‘tehiyyât’ okunur. Bu eylem kelime-i şahadet ile sona erer. Burada da tevhîd vardır, Peygamberinin risaletine şahitlik etmek vardır. Namazın rükû’ ve secdeleri Yüce Allah için huşû’dur, tevazudur. Ellerin kaldırılması da Yüce Allah için ta’zîmdir, Onu yüceltmektir. Ellerini mesnûn biçimde bağlamak, Yüce Allah’a kulluk amacıyla boyun eğmek ve bağlanmak manasını içerir.”
Fâtiha acaba her kapıyı açtığından dolayı mı bu adı almıştır? Bu onunla açılmayacak kapı yok mu demektir?
Ey her kapıyı açma kabiliyeti olan Fâtiha, feth et zihnimizi, fethet gönlümüzü, çöz düğümlerimizi, kes at kördüğümlerimizi.”
Burada Mana ile madde temas halindedir. Yer ile Gök birbirine el uzatmaktadır. Ufuk çizgisi gibi bir yakınlık ve temas çizgisi arz-ı endâm etmektedir. El, El’e değiyor. Göz, Göz’e geliyor. Var Eden ile varlık şimdi karşı karşıya, yüz yüze’dir. Aradan mesafeler, uzaklıklar, buutlar, perdeler kalkmıştır. Kul söyler; söylediği Allah’ın söylediğidir. Kul dilek tutar, dilediği Allah’ın dileğidir. Dua eden kul, Allah’ın sözleriyle dua eder. Dil kelam eder, ağız şimdi söylemektedir: Söylediği Allah’ın Kelamıdır; Onun aziz sözüdür.
Muhammed b. el-Münkedir çok manidar bir tespitte bulunmuştur. Der ki: “Yirmi yıl boyunca namazın ruhuna ulaşmak için var gücümle çalıştım. Ondan sonra da yirmi yıl boyunca şevk, zevk ve iştiyakla namaz kıldım.
KİTAP BİLGİLERİ
Kitabın Adı: Kur’an Işığında Namazın Ruhu Huşû
Yazan: Dr. Mehmet Yolcu
Sayfa Sayısı: 390
Yayın Yılı: 2009 - İkbal Yayınevi
Dağıtım Adresi: Beka Yayın Dağıtım 0 212 5124543

hatemi zahidin namazı

Hatemi zahid hazretleri Asim ibni Yusuf hazretlerinin yanina geldiginde, Asim kuddise Sirruh ona sordu:
- Ey Hatem güzel namaz kilmayi becerebiliyor musun?
O da "Evet" deyince, Asim kuddise sirruh:
- Peki, nasil kiliyorsun? diye sordu.
Hatemi Zahid Hazretleri anlatmaya basladi:
- Namaz vakti yaklasinca abdestimi sünnet üzere tazeliyorum ve namaz kilacagim yere dikiliyorum.

Sonra Kabe`yi iki kasimin arasinda, Makam-i Ibrahim`i gögsümde görüyorum. Ve Allah`in Tealanin kalbimdeki herseyi bildigini hissediyorum.

Sanki ayagim sirat köprüsünün üzerinde, Cennet sagimda, Cehennem solumda, ölüm melegini de arkadamda hissediyorum ve kilacagim namazin son namazim oldugunu düsünüyorum.

Sonra ihsan ile iftitah tekbirini aliyorum, tefekkürle okuyorum, tevazu ile rukua egiliyorum, tazarru ile secdeye kapaniyorum.

Sonra tamamiyla oturuyor, ümitle tesehhütte bulunuyor ve sünnet üzere selam veriyorum.

Sonra da o namazi ihlasa teslim ediyor, korkuyla ümit arasinda kalkiyorum ve bu hal üzere sabra devam ediyorum.

Namazın annelik eder sana - s.demirci

Namazın annelik de eder sana..Ana-çocuk gibi,namazla aramızda asimetrik bir ilişki vardır;karşılık beklemez bizden…Yanında olmamız için şart koşmaz.Onun bizi terk etmesi söz konusu değildir;belki biz haylazlığımızdan zaman zaman onu terk ederiz..Dönüşümüzü bekleyen hep o olur..Kırıklarımızı yüzümüze vurmaz;eksiğimizle ayıplamaz bizi.Acizliğimizi bilir,elimizden bir şey gelmemesi daha çok hoşuna gider gibidir..Aksine daha bir sevimli kılar bizi beceriksizliklerimiz..Bize başarılarımıza göre kıymet verenlerin aksine,namazın kucağında kendimizi sonsuz onaylanmış olarak buluruz..Farkımızı bilir namaz,elimizde bir şey olmadığını herkesten çok görür.Sahip olamadıklarımız yüzünden azarlamaz bizi,aksine yoksunluğumuz daha da tatlı kılar yüzümüzü..Dudağımız kıpırdadıkça,hiç katıksız bir ana sütüyle beslenmiş gibi oluruz namazda.Biz ağladıkça,bize verdiği artar.Biz acıktıkça,bize sunduğu güzelleşir.Bedenimizle varırız namaza;bedenimizden sâdır olan cümle günahları tiksinmeden temizler,hesap sormadan aklar.Emzirir,besler,büyütür,temizler bizi namaz;ana gibi yâr olur..

Her kadının masum/temiz bir bebeğe sancısı,her çiçeğin güzel bir kokuya hevesi/zarif bir dokuya dönmesi,her kıyamın/selamın bin günahı örtmesi gibidir namaz…..

Senai Demirci/Kıl Beni Ey Namaz

Hazret-i Mevlana'nın namaz Değerlendirmesi

Hazret-i Mevlana'nın namaz Değerlendirmesi

Gönül ustası Hazret-i Mevlânâ, insanı ilâhî huzura ulaştıran tekbir, kıyam, rükû, secde, selam ve dua gibi namaz rükünlerine oldukça düşündürücü mânâlar kazandırır.

Namaza tekbirle girmek, “İlâhî, biz senin huzurunda kurban olduk” demektir. (Tekbir getirerek kurban kesildiği gibi, tekbirle namaza başlamak da ‘Allah’ım, canımız sana feda olsun’ anlamındadır.)

Namazda kıyama durmak, Allah’ın huzurunda kıyametteki muhasebeyi hatırlatır. Kul, biraz sonra hakkıyla yerine getiremediği kulluğundan ve işlediği günahlardan dolayı, utancından ayakta durmaya dermanı kalmaz, rükû’a eğilir.

Başı rükû’da iken “Hakk’ın sualle-rine cevap ver!” diye İlâhî ferman gelir. Kul, rükûdan başını mahcup olarak kaldırır. Ayakta duramaz, yüz üstü secdeye kapanır.

Tekrar ona “Secdeden başını kaldır! Yapmış olduklarından haber ver!” diye ferman gelir. O, yine mahcup bir halde başını kaldırırsa da, tekrar yüzüstüne kapanır.



O ağır yükün tesirinden dizleri üstüne çöker. Sağa selam verir; peygamberler ve melekler tarafına bakar, onlardan şefaat talep eder. Onlar derler: “Çare ve yardım günü geçti. Çare, ancak dünyada olabilirdi. Orada salih amellerde bulunmadınız, o günler gitti.”

Sola selam verir; akraba ve yakınlarının tarafına bakar. Onlardan da bir fayda göremez.

Herkesten ümidini kesince, dua için iki elini kaldırır. “Ya Rabbi, herkesten ümidimi kestim. Kuluna melce ancak Sensin. Senin rahmet ve mağfiretine sınır yoktur.

namaz - senai demirci

çocuksu neşelerde yitirirdin kendini. Üşüdüğün aklına düşmezdi. Toprak kiri ellerini küçük sevinçlerin yumağına sarıp ısıtırdın. Gece, kuzgunî bir şal gibi ağır ağır omuzlarına çökerdi; aldırmazdın. Oyunun heyecanıyla aydınlatırdın yüzünü, gözlerini. Acıktığını fark etmezdin. Oyuncak zaferleri kut ve gıda eylerdin kalbine. Evi unuturdun. Sıcak odalardan uzaklığına yanmazdın. Bilmezdin ki sen pencere önü çiçeğisin. Derken, ılık bir anne sesi çekerdi kulağını. “Hadi oğlum eve gel!” “Bak yemeğin soğuyor!”

Ezanı öyle sıcacık bir ana çağırışı say işte! Ardında sakladığı mutlulukları unuttuğun, aydınlığını özle(ye)mediğin ulvî pencerelerin pervâzından salkım saçak taşan ana merhametidir. Hasretlerine mukabele edemeyecek, kalbine gıda vermeyecek oyunların telaşını durduran, yumuşak, tatlı, munis, âşina bir sesleniştir ezan… “Akşam oldu; ömür bitiyor, eve dön, varlığını sonsuzlayacağın kapıyı aç… Hava karardı; gönlüne teselli veren renkler çekildi. Hüzün ve korkuların ellerinin nereye vardığını göremeyeceğin kadar koyulaştı. Yüzüne varacağın, huzura konacağın pencerenin önüne gel. Bak, iyice soğudu da hava, üzerin tiril tiril, kaygıların kışında sıkışan göğsünü sarabileceğin bir yakınlık şalın bile yok… Yuvaya dön, sonsuz yumuşaklıkta bir yastığa başını dayar gibi secdeye var; namazın avuçlarına dök eteğinde biriken yetimlikleri, yabanlıkları…. Sımsıcak bir çorbayı yudumlar gibi, dudağının arasına al dualarını, damağına değdir suskunluğa zincirli fısıltılarını.. Çamura bulanmış ellerini, dünyanın kiriyle kararmış yüzünü kara(n)lıkların tozuna bulaşmış gözlerini, abdestin çeşmesinde yu…”

Kalbine bir ana bakışıdır namaz.

De ki:

iyi ki geldin sıcak yanım

ölümü sol köşede eritti bakışların*

Apansız, teklifsiz gözüne girip girip gönlüne asla teselli sunmayan billboard resimleri gibi yolunu kesen, gönlünün mah/pus fısıltılarını duymaktan seni alıkoyan fırsatçı bezirgânlar gibi habire sa/taşan, seni durmaksızın koşturan ama menzil vaad etmeyen yürüyüş bantları gibi yoran “büyük” işlerden çekip alır seni namaz. Hırslarının hazlarının yapışkan kuytusuna itip unuttuğun, kentlerin kuru gürültüsünde ninnileyip uyuttuğun, ağzına gündelik telaşlarını kapatıp susturduğun yetim çocuğu hatırlatır sana. İçindeki çocuğun elinden yeniden tutar. Namaz, küçük bir kız çocuğu yumuşaklığında sokuluverir yanına. Küçücük yüzdeki tebessüm içinde saklı kuşları nasıl sonsuz genişlikte bir göğe çağırıyorsa, daracık seccadenin yüzünde saklı vaadler de kalbini sonsuz genişlikte bir göğüse yerleştirir. Küçük kız çocukları gibi, gözlerine toplar cümle çığlıklarını. Tepeden tırnağa bir bakış olur, gök mavisi gözlerini üzerine yağdırır şefkat kurağı çöllerinin. Bir damla gözyaşının seline kapılır; yıkılır, yok olur, silinir sığ haritalarda çizdiğin öncelikli ülkelerin/ilkelerin. Bakışına dayanılmaz o meneviş gözlerin. Menziline girdiğin dem vuruldu bil yüreğin.

Küçük ve yumuşak elinin çekimine karşı konulmaz kız çocuğunun. Küçük bir gayretle çekip alabilirsin elini elinden gerçi. Yüzünü azıcık çevirip gözlerinin hapsinden firar edebilirsin kolayca.. Ama.. Kalbini sarıp sarmalayan avuçlar, gönlüne kelepçeler takan bakışlar seni sana sürükler. Kendi kıyında bulursun kendini yeniden. Hatırla ki, Medineli bir kız çocuğu Peygamber’in [asm] elinden tutacak olursa, kız çocuğu O’nun elini bırakıncaya kadar O elini çekmezdi. Namaz, gözleri menevişli, saçları kıvır kıvır bir kız çocuğu gibi, ardı sıra koşturduğun-sözüm ona-büyük işlerden koparır seni. Kalbinin yanına çağırır nefesini. Hesapsız, kıyısız neşelerin köşesine oturtur sesini/sessizliğini. Sonsuz, vedasız baharların renk/ahenk çiçekleri dibinde yatıştırır iç çekişlerini. Sade, duru bir tebessümün yanağında durultup süzer cümle gönül kırışıklıklarını/karışıklıklarını. Sever seni, sevindirir, sevildiğini bilir, sevildiğine sevinir. Cismi şefkatinin yanında pek sönük kalır. Bedeni yüreğinin göğünde pek cılız durur. Sarılır göğsüne, yüzünü yüzüne değdirir. Ama içinde parlattığı incilerin üzerini kapatır, derûnunda beklettiği sözleri senden sakınır. Suskundur; yarım ağız konuşur gibidir; lâkin söyleyeceği ne çoktur, ne çoktur…

Gözlerine bir kız çocuğu ağlayışıdır namaz.

De ki:

gözlerin ışık seli senin

al kara(n)lıklarımı gözbebeklerinde yıka

SENAİ DEMİRCİ

seccadem - bir yazı

Seccadem…

Sevdalı gönlünü, tertemiz endamınca açarken ve tevazu kanatlarını sererken sere serpe, beni de bas bağrına, beraber kurban olalım Sevgilinin uğruna…

Yaradan’la buluşma anlarımda, buseler konduruyorsun anlıma. Şairin dediği gibi; “öp beni anlımdan, öp beni seccadem…” Dudakların dokunsun kalbime, ellerim değsin avuçlarına, benim vefalı yârim seccadem…

Göz pınarlarım sana aşina, gözlerim sana tutsak, gönlüm Hak katında, birkaç damla gözyaşım düşerken avuçlarına, rengarenk desenlerinin arasında kayboluyor ıslak duygularım, sırılsıklam hicranım…

Canım seccadem…

Burağımsın, mîracımın her vaktinde, anne kucağı gibi sararken yumuşacık tebessümün bütün azalarımı, seninle hakka varışın, Hakkın huzuruna duruşun, dupduru rahmetin ve huzurun yoğunluğunu yaşarken, senin şefkatli kucağına ve kollarına, hüzünlerimi ve kaygılarımı bırakıyorum. Seninle beraber olmak ne güzel, ne ulvi, seninle dostla buluşma ve kaybolma anlarımız…

Kucakla beni seccadem! Sarmala beni!.. Al götür nisbet kokulu ve gül rengi yarınlara!..

Ötelerden bir pencere aç seccadem!… Üfür buhurunu, tütsüler gönder canıma.

O rengarenk desenlerini anlıma işlerken, gönül gergefime doku ipliklerini, dokundur ruhuma yumuşacık tenini.

Seccadem; sen sadık bir dostsun biliyorum, seni ve sende namaz kılmayı çok seviyorum.

Bana şahadetlik eder misin mahşerde? … Bazen öylece kalakaldığım, rabbimle baş başa secde anlarımda, günahlarım için af dilerken, ne olur şahidim olur musun o zor günde…

Beni yalnız bırakma, bu köhne zamanlarda! Çok muzdaripim, yaralıyım… Çağır her dem yanına!.. Dostum, namazlığım, seccadem…

ZEKERİYA MARAL / gülistan dergisinden

namazmı kılmak istiyorsunuz?

Hayatımızı kelimelere dökecek olsak onu şu şekilde tanımlaya biliriz . Hayat , vesileler toplamıdır . Dikkatle bakacak olursak hayatımızın vesilelerle örülü olduğunu görmek hiç de zor olmayacaktır .Bir vesileyle doğduk , doğumumuzun vesilesi anne - babamızdı . Bir vesileyle öğrendik , bu vesile öğretmenlerimiz / hocalarımızdı . Bir vesileyle işe girdik , bu vesile bir ahbabımızdı . Bir vesileyle en yakın arkadaşımızı tanıdık . Görüyorsunuz ya hayat hep bir vesile . Bu yazı da niçin sizin namaza başlamanıza vesile olmasın ki . Vesileler bazen fırsattır ve bu fırsatlar iyi değerlendirilmelidir ki sonunda kocaman bir KEŞKE olmasın . İşte bu yazı sizin namaza başlamanıza vesile olması için yazıldı . Bu yazıyı sakin bir kafayla ve sakin bir mekanda okumanız yazıdan alacağınız verimi artıracaktır .. Şimdi sizi hayatınızın kararıyla baş başa bırakıyorum . Ve kararınızın bizi sevindirmesini ümit ediyorum .

Namaz kılmayı çok istiyorum ama bir türlü kılamıyorum . Bir ara çok güzel namaza başlamıştım ama şimdi kılmıyorum diyorsanız lütfen bu yazıyı çok dikkatli okuyunuz . Merak etmeyin size çok kötü şeylerden bahsetmeyeceğim bilakis size sevineceğiniz ama çok sevineceğiniz bir haber vereceğim . Neyi mi haber vereceğim ? Yazıyı sonuna kadar okuyun anlayacaksınız haberin ne olduğunu .

Duydunuz mu ? NLP diye bir bilim var . NLP yani başarının bilimi . İnsanlar nasıl başarılı oluyorlar ? Başarıya ulaşmanın yolu nedir gibi konuları içermekte bu bilim . Yalnız bu bilim daha çok dünyevi ( zengin olma , kariyer sahibi olma gibi ) amaçlar için kullanılmaktadır . Biz de bu bilimin temel prensiplerini kullanarak namaz kılmayan / kılmak isteyip de bir türlü namaza başlayamayan Müslümanlara , bu temel prensiplerle namaz kılmanın hiç de zor olmadığını göstermek istedik . Eğer bir kimse bu prensipleri uygularsa KESİNLİKLE AMA KESİNLİKLE NAMAZ KILANLARDAN OLACAKTIR !

Şimdi bu bilimin temel prensiplerini belirtelim .

1 – “ Bir şeyi bir insan yapabiliyorsa siz de yapabilirsiniz . ” Evet namaz kılan milyonlarca insan var . Bu insanlar namaz kılabildiklerine göre bunu siz de başarabilirsiniz . Söyler misiniz sizin namaz kılan insanlardan neyiniz eksik ? Bakınız o kadar insan namaz kılıyor siz niçin kılmayasınız ki ?

2 – “ Bir şeyi başarabilmek için onu gerçekten istemelisiniz . ” Unutmamak gerekir ki hayatımız isteklerimizden ibarettir . Size istemediğiniz bir şeyi hiç bir baskı kullanmadan kim yaptırabilir veya istemiş olduğunuz bir şeyi kim engelleyebilir ? Şimdi kendi kendinize bir sorun bakalım gerçekten namaz kılmayı istiyor musunuz ? % kaç istiyorsunuz ? % 10 mu , % 20 mi , % 40 mı , % 70 mi yoksa % 100 mü ? Şunu unutmayınız ki bir şeyi başarabilmek için onu % 100 istemek gerekir . Yolda giderken bir mağazada çok güzel bir kazak gördüğünüzü ve onu çok beğendiğinizi düşünelim . O kazağın sizin olması için ne yapmanız gerekir ? O kazağı beğenmek yetmez % 100 istemeniz gerekir ki o kazağı alasınız . Yoksa sadece beğenmek yetmez değil mi ? Beğenip de almadığımız o kadar çok şey var ki .

3 – “ Başarabilmek için o yolda her türlü engeli aşmanız gerekir . ” Her şeyi isteyebilirsiniz ama bazı engellerden dolayı bu isteklerinizi gerçekleştiremezsiniz . Ama istiyorsanız , çok istiyorsanız o engeli aşar ve o isteğinizi yerine getirirsiniz . Başarı yolunda VAZGEÇMEYENLER BAŞARIR . Mağaza örneğine dönersek , çok istiyorsunuz ama kazak pahalı bu sizi engeller mi ? Çok istiyorsanız HAYIR . Veya yanınızda o kadar para yok , ne yaparsınız ? Vaz mı geçeceksiniz ? Hani çok istiyordunuz ? Çok istediğiniz için o kazağı ya mağazaya borçlanıp alacaksınız ya borç bulup alacaksınız ya da paranızı denkleştirdikten sonra alacaksınız ama hiç bir zaman VAZGEÇMEYECEKSİNİZ eğer gerçekten istiyorsanız . Namaz kılmak istiyorsunuz ama şu abdest olmasa . Abdest almak gerçekten istediğiniz halde namaz kılmanıza engel olabilir mi? Veya namaz kılmayı çok istiyorsunuz ama namaz surelerini bilmiyorsunuz . Namaz kılmak için Fatiha suresi ile Kevser suresi yeterlidir ve bu ikisini ezberlemek sizin az bir zamanınızı alacaktır . Namaz kılmak için az bir zamanınızı veremeyecek misiniz ?

4 – “ Başarı yolunda meydana gelen bazı aksaklıklar sebebiyle başarı hedefinizden ASLA VAZGEÇMEYİNİZ . ” Namaz kılmaya başladınız ama bir vakit namazınızı kılmadınız / kılamadınız . Bu durumda yapılması gereken hiç bir şey olmamış gibi namaz kılmaya devam etmenizdir . Arkanıza hiç bakmayın siz hedefinize yönelin . Araba arka cama bakılarak değil ön cama bakılarak sürülür .

5 – “ Hedefinizi ASLA ERTELEMEYİN ! ” Namaz kılmaya başlayacaktınız ama ertelediniz , ertelediniz ne oldu ? Bir türlü namaza başlayamadınız . Ertelemek isteği öldürür ve başarının en büyük düşmanıdır . Namaza başlamak istiyorsanız HEMEN ŞİMDİ başlamalısınız . Eğer ben yarın başlayacağım , akşama başlayacağım , Cuma günü başlayacağım diyorsanız , ben size söyleyeyim KESİNLİKLE BAŞLAYAMACAKSINIZ ! Hz . Peygamber ( s .a .v ) şöyle buyurdu : “ ERTELEYENLER HELAK OLMUŞTUR . ”

6 – “ Başarıya ulaşmak için hedefinizi her zaman canlı tutunuz . ” Namaza başladınız , sizin hedefiniz bu değildi . Siz 5 vakit namaz kılmak istiyordunuz . İşte bunu gerçekleştirebilmek için hedefiniz her zaman canlı olmalı . Bu tıpkı cep telefonuna benziyor . Cep telefonunuz şarzı bulunduğu müddetçe işe yarar . Şarz bitti mi onu şarzetmek lazım ki işe yarasın öyle değil mi ? Namaz da öyle , şarzı bitirmemek lazım , şarz bittiğinde kendimizi namaz konusunda şarzetmemiz gerekir ki bunu yapmazsak işte o zaman namazı bırakırız . Kendimizi bu konuda şarzetmek için sohbetlere gitmeli , namaz kılanlarla birlikte olmalıyız . Sohbetlere gitmek ve namaz kılanlarla birlikte olmak bize her zaman namaz kılma hedefimizi canlı tutacaktır . Hedefinizin canlı kalması için elinizden geleni yapınız çünkü o canlılığını kaybederse hedefiniz can verecektir .

7 – “ Hedefinize ulaşmak için çevrenizdekilere karşı sağır olunuz . ” Siz şimdi namaza başladınız ; arkadaşlarınız , aileniz sizinle dalga geçebilir . “ Ooo Hoca mı oldun? Sen asla 5 vakit namaz kılamazsın . Tamam şimdi kılarsın ama gör bak 3 gün sürmez .” gibi bir sürü laf işitebilirsiniz çevrenizden işte bütün bunlara karşı sağır olun hatta cevap bile vermeyin . Siz hedefinize yoğunlaşın boş verin böyle şeyleri . Siz hedefinizden ASLA AMA ASLA VAZGEÇMEYİN .

Evet işte o tarihi an geldi . Şimdi kendi kendimize söz vereceğiz ve böylelikle namaza başlamış olacağız bundan sonra söylediğimiz gibi

Namaz kılma idealiniz için , ÜŞENMEYİN , ERTELEMEYİN ve ASLA VAZGEÇMEYİN .

“ Şimdi kendi kendime söz veriyorum . Namaz kılacağım ve hiç bir zaman namazı bırakmayacağım . Hiçbir zaman namaz kılma hedefimden vazgeçmeyeceğim ..”

Söz mü ? SÖZ . Ben inanıyorum ki SEN sözünü yerine getireceksin . Çünkü SEN istedin mi YAPARSIN.

asker ve namaz - bir hikaye

Bir asker,namaz kılan (en zor şartlarda bile terk etmeyen) diğer askere
sordu:

Arkadaş kaçıncı asırda yaşıyoruz ? Niçin kendini zahmete sokup her
gün 5defa namaz kılıyorsun.

Namaz kılan asker, tam o sırada uzaktan görünen teğmeni gösterdi:
-Şu insan; niçin yanından geçerken toplanıyor,
selam veriyor ve bütün emirlerine itaat ediyorsun. 'yat'dese yatıyor, 'kalk'dese
kalkıyorsun? O da senin gibi iki ayağı, iki eli ve bir başı olan birinsan
değil mi?'

Diğer asker cevap verdi:

-'Evet! O da benim gibi bir insan ama rütbesi var,omuzun da yıldızı
var'

Namaz kılan askerin cevabı müthişti:

-Ey arkadaş!Sen omuzun da bir tane yıldızı var diye senin gibi bir insana
itaat ediyorsun da ben, yerdeki kumlar adedince yıldızları olan ve hepsini
tespih tanesi gibi kudret eliyle çeviren birzata niçin itaat etmeyeyim?
Niçin namaz kılıp emrini yerine getirmeyeyim?

seccaden alnını öpmeye geliyor - şiir

işte sabah...
Lal dudaklı bir sevgili zaman seni alnından öpüyor
Her şafak gözlerini açtığında yerde buluyorsun kendini
işte bi kez daha varsın
Bikez daha var edilmişsin işte
Elinden tutuyor zaman
Taze vir güne yolculuyor seni sevgili
Kendini unuttuğun yerde yeniden hatırlanıyorsun
Kendini unutturduğun demde yeniden insan oluyorsun
Uyanıyorsun ete kemiğe büünüyorsun
insan oluyorsun...
Anlaki sen kendine ait değilsin
Bir göz kapağının ardında yitebilirdin
Gecenin koynunda sevdiklerinden kopabilirdin,
Zaman nehri ayırabilirdi,beni benden canı bedenden...

Pek zayıfsın,pek kolay inciniyorsun
Seni yaralayan ne çok şey var
Kanadı kırık kuşlar önce senin kanadını kırıyor
Düşen yapraklar önce senin yüreğine hüzün düşürüyor
Hüznün için bin bir bahane var
Uçurumlar önce seni yutuyor
Hep dağların ardına savruluyorsun

Kerem seni arıyor,aslı sana özeniyor
Leyla çölde seni bekliyor,mecnun sana ağlıyor
Zaman seni senden alıyor
Sürekli uçurumlar açıyor önünde
Yangınlar sunuyor göğsüne
Dağlar dağlardan uzaklaşıyor
Kalpten kalbe çöller büyüyor
Hayır...hayır elin birşeye yetişmiyor
Parmaklarının arasında dökülüyor an
ömrün sevdalarına yetmiyor
öyle ki...
Her an ayaklarına batan cam parçası gibi kanatıyor seni
Yüreğini kanatıyor,acıtıyor

Bak vakit sabah,taze gün seni bekliyor
Ama yüklerin ağırlaşacak bil,belin bükülecek
Dünya seni çağırıyor,ömrün azalacak,zaman tenini yoklayacak,
Ruhun sıkılacak
şimdi şu halde elini eline veren,güneşi sabaha gönderen
Yağmurları alnına değdiren,sonsuz kudret sahibine
Halini arz etmeyecekmisin...
şimdi şu halde...
En ince dertlerini bilen,belli belirsiz fısıltılarını işiten
içinin ve içini bilen,sonsuz rahmet sahibinin huzuruna varıp
içini dökmeyecekmisin....

Bak seni bekliyor sevgilin...
Yangınını ona sunsan,bütün yangınlar söner
Gözlerini ona açsan,bi de onunla yansan
Alnına serinliğini dokundursan,yaralarını onunla kanatsan
Onunla ağlasan…

Ağla,ağla ki göz yaşlarına tek kanıt olsun
Ağlaki sevdalarını onun başucuna toplayasın
Aşklarını toplasın alnında
Ağlayasın,ağla!
Ağla ki kanayan kalbinden sızılar vursun yüzüne
Ellerin sevgilinin yüzüne koşsun
Dağ dağa kavuşsun
Yüzler yüzlere baksın
Sular sularda boğulsun
Yüzün sevdiğinin yüzünde kalsın
Ağla,ağla ki zaman sana kalsın
Zaman içinde kıvrım kıvrım yol olsun sonsuzluğa uzansın
Ağla göz yaşın yüzünü yıkasın
Haydi sevgiline koş,gecenin örtüsü dağılsın
şafağın saçları dökülsün,bütün küsmeler küsüşsün
Yalnız kalsın kavga kavgaya,tutuşsun,kalbinden vurulsun
Hüzün hüzne bölünsün,azalsın sıfırlansın
Ağla ağla ki,gurbet gurbeti gurbete göndersin
Ağlaki gözünün yaşı ırmağa kavuşsun

işte sabah,zamanın nehri göğsüne sokuluyor
Anlamını sende arıyor varlık
Yüzünü yüzünün ianesinde seyrediyor
Alnına RABBiN ışıklar dokunduruyor
işte seccaden alnını öpmeye geliyor
Secdeler seni uçurumlardan uçuruyor
Sevgilinin diyarına taşıyor
Anla artık anla!
Ağla hilal dudaklı bir sevgili yolunu gözlüyor
Zaman seni sensiz kılıyor
Namaz seni sen kılıyor
Namaz insanı insan kılıyor
Namaz insanı kılıyor
Namaz insanı insan kılıyor…..

Kanadı kırık kuşlar gibisin,mecnun sana ağlıyor
Bülbül seni her gün gülden soruyor
Kanadı kırık kuşlar gibisin,mecnun sana ağlıyor
Zaman seni senden çalıyor…
Ağla yüreğinle,ve ağla göz yaşın sana ağlıyor…


Senai DEMiRCi

secde yerinde - bir şiir

Secde Yerinde

Gözlerim uzağa bakamaz artık
Hülyalar gerçeğin çok ötesinde

Vazgeçtim dünyadan kaldırmam artık
Aşınsada alnım secde yerinde

Gönlüme hazanlar değmesin artık
Baharı yaşarken kış mevsiminde
Senin sevdalınım ben yak beni artık
Kalbim son kez atsın secde yerinde

Namazın hakikati ve ruhu - imamı gazali

Namazın hareketlerinden her bir bilginin ve zikirlerinden her zikrin kendine mahsus bir ruhu ve hakikati vardır.Eğer ruh asıl olmazsa ,ölü insan gibi olur.yani ruhsuz beden gibi olur.Eğer asıl olursa,edepleri ve lazım gelen şeyleri tamam olmazsa,gözü oyulmuş,kulağı ve burnu kesilmiş adam gibi olur.Eğer hareketlerine riayet edilir,ruh ve hakikati onunla olmazsa,gözü olup görmeyen,kulağı olup duymayan insana benzer.

Namazın ruhunun aslı huşu ve kalbin bütün namazda hazır olmasıdır.çünkü namazdan maksat kalbi Allahü Teala ile bulundurmak ,heybet ve tazim yoluyla Allahü Teala’yı yeniden zikretmektir.Hususan Allahü Teala’’Beni hatırlamak için namaz kıl.’’buyuruyor.Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki:’’Bir çok insanlar vardır.Namazdan nasibleri sıkıntı ve eziyetten başka bir şey değildir.’’ Bu da vücudu namazda olup,kalbi gafil olanların namazıdır.Yine buyurdu ki:’’Çok namaz kılanlar vardır ki,namazlarından onda bir veya altıda birden fazlası yazılmaz.Herkesin namazından yazılan,kalbi hazır olduğu kısımlardır’’.Yine buyurdu ki:’’Bir kimseden ayrılır gibi namaz kıl.’’Yani kendine ve isteklerine veda et,onlardan ayrıl.Hatta Allahü Teala’dan gayrı her şeyden uzaklaş,bütün varlığını namaza ver.Bunun içindir ki,Hz. Aişe(r.anha)buyuruyor:’’Resüllah (s.a.v.) bizimle konuşuyordu.Biz de onunla konuşuyorduk.Namaz vakti gelince ,bizi tanımadığını söyledi.Bu ,Allahü Teala’nın azameti,büyüklüğü ile olan meşguliyet ve Allahü Teala’ya tutkunluğu sebebi ile idi.!’’

Peygamber Efendimiz s.a.v. buyurdu ki:’’Kalbin hazır olmadı namaza Allahü Teala bakmaz.’’İbrahim-aleyhisselam-namaz kıldığı zaman kalbinin darabını iki mil uzaktan duyuluyordu.Hz. Ali (r.a.) namaz için kalktlığı zaman vücudunu bir titreme alır,yüzünün rengi değişir ve ‘’yedi kat göklere ve yere arz edilen ve onların taşıyamadıkları emanetin zamanı geldi’’derdi.Süfyan-ı Sevri der ki:’’Namazı huşu ile kılmayanın,namazı doğru olmaz.’’

O halde buradan anlaşıldı ki,namazın ruhundan maksat,kalbin daima hazır olmasıdır.Tekbir alırken hazır olmaktan başka kalbi hazır olmayanın namazın ruhundan nasibi bir nefesten fazla değildir.Nefes almaktan başka hayat eseri olmayan kimseye benzer.

NAMAZDAKİ AMELLERİN HAKİKATİ

Sana ilk ulaşan ezandır.Ezanı dinlerken kalbini ona ver.Bir şeyle meşgul isen bırak.Çünkü selef (geçmiş büyükler) böyle yapardı.Ezanı duyduğu zaman,demircilik yapanın çekici havada ise,örse vurmaz,indirirdi.Ayakkabıcı iğneyi sokmuş ise,çıkarmazdı,öyle bırakırdı.Yerinden fırlar kalkardı.Çünkü bu sesten ,kıyamet günündeki sesi işitmesinden başka bir şey anlamazdı.Eğer bu sesi,yani ezan sesini duyduğun zaman kalbinde bir sevinç ve istek dolmuş görüyorsan,kıyamet günündeki sesi duyduğun zamanda öyle olacağını anla!..

uçan balon - bir namaz hikayesi

Uçan Balon
sumeyra kabze

Nisan ayının sonlarıydı, mailime bir resim konuverdi. Bir cami, üç beş tane orta yaşlı amca, arka safta aralarına sıkışmaya çalışan, uçan balonunu sıkı sıkıya tutmuş, yüzünü göremediğim ama mutluluğuna gülen balonu ile şahit olduğum bir çocuk. Resim bazılarına göre sıradandı. Bu resimde beni etkileyen, yüzüme gökkuşağı tebessümlerini mesken ettiren neydi? Yüzlerce camiden bir tanesi ve yüzlerca çocuktan bir tane çocuk. Benim için öyle değildi. Camiydi; ruhların doğuşuna , dirilip olgunlaşmasına ve insanlar arasında muhabbet köprülerinin kurulup yeni kararların alınşına şahit, ezan gibi enfes bir musiki ile huzur bulunan mekan. Çocuk ; ah ki çocuk... Emanet verilen, emanetimizi bırakacağımız. Günahsız ağzından tebessümle bir kez "Allah" deyişinde milyonlarca meleğin masum gözlerinin hizasında saf durup, yerüzüne yağmur ferahlığı bıraktıran sevimli, masum gelecek. İki güzelliğin sevgiyle buluşması ve temelleri sağlam bir muhabbet evinin kurulması ne kadar şirin ve ne kadar mukaddes.

Camiler uçan balonlu, tombul yanaklı çocuklarla dolsun. Aklı yetip sevgisi yetişemeyen büyüklerin dolduramadığı, parça parça seccadelerin bir olduğu camilerde, parçalanmış saflara rengarenk yamalar, taptaze nakışlar olsun çocuklar. Meleklerin ellerinden tutsun saflar boş kalmasın diye..

Yüreğiniz tombul yanaklı bir masumu sevmenin kefaretiyle huzura kavuşsun.

işte benim ailem - bir namaz hikayesi

Üzgünüm Çocuk
Bekir Sağlam

-Bu yazı câmide yazılmıştır.-

Çok üzgünüm güzel çocuk, elimde şekerden eser yok!

İkindinin, günbatımının bir öncesinin yani, tam da uyuşukluğun başımıza çöreklendiği sıralar. Fakülte kütüphanesinin hemen önündeki mütevazi kare binaya girmek için telefondaki dosttan izin istiyorum. Burası, 16.yy eseri küçük bir câmicik. Restore ediliş hikâyesini hatırlıyorum. Gerçek ilim adamlarının kıymetini hissediyorum iliklerimde. Şükrediyorum içimden gele gele ve abdest!.. Hızlı bir selâm verip abdest musluğu başındaki orta yaşlı amcalara, içeri yöneliyorum. Elimdeki mavi çantayı câminin pencerelerinden birinin iç taraf betonuna koyuyorum usulca. Gözlüğümü çıkarıp hafifçe oturuyorum. Kimseyi incitmeden, câmideki ruhaniyatı delmeden oturuyorum. Sadece oturuyorken ve bir şey yapasım da yokken, aklıma gelen dua etme fikrini benimsiyorum. Mavi çantamdan özenle kaplanmış cevşenimi çıkartıyorum. Mescidlerde oturmanın bile sevap oluşunu daha iyi idrak edip, cevşenimi açıyorum, sonsuz bir mutlulukla. "Efendimizin (selâm üzerine olsun) ettiği dualar" diyorum. Ne kadar güzel ki, Efendimin dilinden dua ediyorum.

Namaz vakti yaklaşıyor. İçerisi hareketleniyor. Ben okumam gereken parçaya odaklanmışım. Elimdeki "şey", kimine göre bir "dua rehberi" ya da bana göre bir "dua şiiri" olan bu "şey"in içine dalmaya çalışıyorum. Geçmişte çok kereler, taze alınmış bir yudum abdestten hemen sonra ele almış olduğumu anlıyorum, su zerreleri hattı bozmuş. Bazı dua cümleciklerinin altı çizilmiş, bazılarının yanına işaret konulmuş, falan filan...

Ezan vakti gelip de başımızın tâcı oluyor.

Güzelimsi bir ezan. Ezan her şeyden güzel de, kıraate ve makama titizlik gösterilmemesi içimi burkuyor. Sonra görevlilere, onları yetiştirenlere laf söyleyesim geliyor. Susuyorum. Yine de camide ezan dinlemek güzel. Ezan duasına sevdiklerimin ismini de katıştırıp, elimi yüzüme sürüyorum, bereket ve hayır tanecikleri yüzüme şekil versin diye.

Cemaât çok kalabalık değil. İki-üç saf oluyoruz. Câmi küçük, vazife büyük. Her şey normal seyrinde giderken ürpertici bir şey oluyor. Hayır, bu ne ruhani bir ses, ne de iç gıdıklayan bir nağme. Bu olsa olsa bir çocuk sesi. Hem de yaşını beş ya da altı diye tahmin ettiğim bir çocuk sesi. Kıraâtı düzgün, kelimeleri yutmadan okuyor. Kâmet getiriyor. Küçük şeytanlar, bu küçük meleğin sesiyle uzaklaşıyorlar aramızdan. Aman sen büyüdün de namaz mı kılıyorsun, bir de müezzinlik yapıyorsun ha, çocuk! diyorum içimden. Tombul yanakları nasıl da şişiyor, hayyâl essalâh derken... Bir anda cemaâtte bir tebessüm meltemi esiyor. İmam da dahil bu cemaâte. Keyfim yerine geliyor. Sıkıntılarım cerrahi operasyonda temizlenen tümör gibi, kesilip atılıyor. Sonra o tombul yanaklı, gül yüzlü çocuk yanıbaşımızda saf tutuyor. Saftaki dikkatine ve özenine hayran kalıyorum. Aklıma Taliban esaretinden sonra kısa bir araştırmadan sonra kendi isteğiyle müslüman olan İngiliz kadın gazeteci Yvonne Ridley'in hac deneyimlerini anlattığı söyleşide söylediği cümle geliyor: "Orası harikaydı, inanılmaz güzeldi. Bir gün namaza geç kalmıştım. Mekke sokaklarında rüzgar gibi koşuyordum. Haremüşşerif'in kapılarından birinin önüne geldim. Önümde onbinlerce hacı vardı ve tam bir kaos yaşanıyordu. Hepimiz Camii'ye girmeye çalışıyorduk. Geç kalmıştık. Birden namaz başladı. Bir kaç saniye içinde herkes şeritler halinde sıraya dizildi. Yanıma baktım çizgi kusursuzdu. Onun önündeki de, onun önündeki de. Düşündüm, bu ordu kadar hızlı hazırol pozisyonuna girebilecek başka bir ordu yoktur bu dünyada. Kendi kendime işte benim ailem dedim. Düşünürken bile duygulanıyorum. Gözyaşları boğazıma dizildi."

Namaza duruyoruz sonra. Namaz içinde değişik düşünceler, düşler...

Namaz, bu!
Her güzel şey gibi bitiveriyor.
Ardından yine tombul bir ses!
Ne hoş, ne hoş...
Sonra tombul bir dua, semiz bir tesbih yankılanıyor câmide.
Şişman şişman gülümsüyorum.
Bu zengin gülümsememe, buruk bir dua konduruyorum.
Ağlasam, gözyaşıma dokunur musun çocuk?
Cem Karacaların, Münir Özkulların ve daha nicesinin câmiden kopuşunu hatırlıyorum. Onlar da senin gibi sevimli, zengin hayâlli çocuklardı. Kötü adamlar, yahut büyüklerin tabiriyle bilinçsiz insanlar taş koydular onların namazlarına.

Sonra ne mi oldu çocuk?

Birini hazan vurdu, kendine ancak onyıllarca sonra gelebildi.
Diğerinin kış'ı geçmek bilmedi, gitti öylece!
Bir buruk sevinç şimdi, içimdeki.
Ağlasam mı, gülsem mi?

Elimde-avucumda çikolatam yok çocuk.
"Allah kabûl etsin" desem, beni affeder misin?!

13.09.2005
Ankara

Namaz koridoru

Namaz Koridoru: Aşk Koridoru

Koridor.. Geçiş.. Çölden suya kaçış. Zakkumken gül olmak. Kulluğun o en güzel hâli olan namazla sevgiye ve Sevgili'ye koşmak. Kavuşmak diyemem çünkü kavuşma'yı yaşayamadım. Ayaklarımın feri, dizlerimin bağı yetmedi daha oralara. Ama koşmak, yönelmek. Belki de sadece iyi niyet benimkisi.

Âşık olana aşk bahçesinden çiçekler derer namaz. Mâşuktan haberler getirir, dinleyene. Hani Mecnûn'un yanında çiçekten böcekten bahsedilince, "Size ne oluyor ki, Leylâ varken başka çiçeklerden anlatıyorsunuz" demiş ya.. Aynen misâle uymakta "namaz ufku"muz.


Namaz Koridoru: Çile Koridoru

Aşk'ın çilesizini ya da çilesiz bir aşığı gören olmuş mudur hiç ?! Hani zâta sormuşlar: "Efendim, insanlar arasında eşek tipli olan da var mıdır?" O da ne dese buyurursunuz: "Olmaz mı. Çilesizin eşekten ne farkı var ki!"

Secde ânını çile'nin fotofinişi olarak hissetmeli belki. Çile'de yoğrulmak çileyle yoğrulmak ve yorulmak bu niyetle. Belki o zaman yağar rahmet ve bereket bulutları üzerimize.

Namaz Koridoru: Sabır Koridoru

Dervişin ancak sabredeni muradına ermiş. Sabır, kardelen coşkusu yaşamakla eşdeğer. Aynalara bakıp güzelleşmeyi ummak gibi, biraz delice! Yalnız, veren O olduktan sonra, ölsek ne gâm. "Dönen alçak olsun" deyip söz vermişsek, sabır mihenk taşımızdır artık. Bütün heveslerimizi kırsa da ahvâlimiz, çamurun bile şekil aldığını, alıp da ahsen-i takvim sırrına mazhar olduğunu hatırlamak ümitlerimizin yağız atı oluyor.

İşte namaz, çile ve aşk koridorunda sabır taşı gibi elimizden tutan, tutup da arş-ı âlaya yükselten bir helezon oluveriyor yakalayabilene!

Sıtkı Sarper Sağlam

Sevgiye çağıran davet: Ezân





..:: YERYÜZÜNDEN EVRENLERE YANSIYAN MÜJDE: EZÂN ::..

Biliyorsunuz ezânın tam ismi Ezân-ı Muhammedî’dir. İnşirah Sûresi’nde Allah, Muhammed Peygamber’e “Senin şanını yücelttik” emri ile ezanı kastetmektedir. Dünya dönüyor ve 24 saat boyunca dünyamız üzerinde ezân çağıldıyor. Böylece her ân İlâhî Dâvet yeryüzünden evrenlere yansıyor.

Ezânla ilgili ilginç bir hatırlatma:

* Ezânda dört kez -AllahuEkber- denmesi insanın dört önemli unsuruna hitap eder:
Beden, Ruh, Kalb, Nefs.
* İki kez kelime-i tevhid (kelime-i şahadet): Biri ruha, biri kalbedir.
* İki kez namaza ve huzura davet: Biri nefse, biri gönledir.
Son olarak söylenen tevhid cümlesi ise bütünümüze birden hitap eden bir sentezdir. Yani ezânı dinleyen insanın dört unsuru birleşmiş, tevhide hazırlanmıştır.

Ezân Allah’ın Rahîm isminin bir yansıması olduğu için, yeryüzünün ve bütün evrenlerin rahmetidir. Dünyadaki bütün nimetlerin; havanın oksijenindeki dengenin bile sırrıdır. O olmazsa yalnız mânamız değil maddemiz de perişan olur.

Ezândan öncesini soranlara sözümü şudur:

Ezân mâna itibariyle hep vardı ve elestten beri okunur. Hz.Muhammed’in dünyaya gelişinden itibaren minarelere yansıdı. Bunu doğrulayacak bir kanıt bile var: Neil Armstrong Ay yüzeyine ayak bastığında ilginç, melodili bir ses işittiğini söylemiş. O ânda tanımlayamadığı bu sesin benzerini beş yıl sonraki Ortadoğu gezisinde işitmiş ve o zaman bu sesin EZÂN SESi olduğu ortaya çıkmıştır. Zaten NASA tarafından o âna ait kayıtlar incelendiğinde astronot Armstrong’ un ezân benzeri sesler duyduğu kesinlik kazanmıştır.

Kısaca ezân, yeryüzünden evrenlere yayılan müjdedir. Onu işitenler, kalblerinde ne derin bir huşû duyduklarını hatırlasınlar.

Ezânı yaratana binlerce hamdolsun.

5 vakte yazılası 5 yazı - senai demirci

.:: SENAİ DEMİRCİ'DEN BEŞ BEŞLİK BİR YAZI::..



Kerim Balcı'ya muhabbetle..

Şimdi şafak vakti: Uyanmayı sadece gözünü açmak olarak bilen için, bir şafak vakti ne kadar da sıradandır.

Hayranlık duygusunu her gece iki göz kapağının ardına sakladığı gözleri gibi her daim uykuda bırakan için, bir gün doğumu "sabahın körü" olasıcadır. Kulluk heyecanını avucunda tutamadığı bir kor gibi savurup söndüren için, bir seher vakti eğreti ve tanımsız bir vakitsizliktir. Saatlerimizin kadranı güneşi görmüyor, aydan habersiz, göğe dargın gibi... Her birimiz küskün bir coğrafyanın vadilerinde yitirmiş gibiyiz kendimizi. Adımlarımızın gittiği yere, kalbimiz varmıyor gibi. Gözlerimizin değdiği yere, gönlümüz dokunmuyor gibi. Yürüyün ama ruhunuz geride kalmasın. Bakın, güneş doğdu bile...

Vakit öğle... Görmeyi, sadece gözünün gördüğünü görmek bilen için, bir öğle vakti ne kadar da ışıksız ve ıssızdır. Varlığımızı buraya, şimdiye razı olmayacak kadar derin oysa. Yoksa neden, tepemizdeki güneş, yeryüzündeki gölgemizi kısalta kısalta ayaklarımızın altına savuruversin? Kendi varlığımıza dair tanığımız kalmaz gibidir öğle vakti. Bakışımız gördüklerimizde kalmaya değil, gördüklerimizin ardına düşmeye ayarlı. Zirveye ulaşmak, zirvede kalmaktan çok daha uzun; zirvede kalmanın ömrü ise kısa mı kısa. Kararsızlık anıdır zirvede olma hali, her an ya beriye ya öteye yuvarlanabilir insan. Günün başına tacını geçirdiğinde güneş, günün saltanatı yıkılmaya başlıyor. Güneşin batışı zirvede başlıyor. Zirveye eren her şey gibi alçalmaya başlıyor. Azalan gölgelerimiz zevâlimizi haber veriyor.

Telaşlarımız sımsıcak.. ikindi ise telaşsız. Günün bağrına usulca sokulmuş bir hançer gibi. Sanki içini kanatıyor. Günün yüzü soluyor. Renkleri usulca yitiyor. Elleri yana düşüyor ışıkların. Günden ve güneşten nasibimiz azalıyor. Cismimiz yerinde duruyor, ancak gölgelerimiz uzamaya başlıyor. Topraktaki ömrümüzün toprağın üzerindekinden daha uzun olduğunu hatırlatıyor gölge. Işığımız azalıyor, gölgemiz çoğalıyor. Gün kısalıyor, gölgeler uzuyor. İkindi, "asr" dediği vaktin Sahibinin. "Kesin ki, hüsranı insanın." Dediği gibi oluyor. Kayıplarımız başlıyor. Hayatın yırtık ceplerine cevherler sokuşturuyoruz. Yarım kalacak şiirlere kafiyeler tutturmaya çabalıyoruz. Heceler dağılıyor. Harfler düzen tutmuyor. Ses kesiliyor, ışık dağılıyor. Gelip geçtiği o kadar âşina ki zamanın. Yarım kalıyor hayatın şiiri. Yeryüzündeki nasibimiz dara düşüyor. An gölgeleniyor, gün toza bulanıyor.

İkindinin sapladığı hançer, akşamın ufkunda nasıl da belli olur. Ufuklar kızarır, hüsranımızın kanı dışarı sızar. Gün akşamlıdır. Güller solmak üzere açılır. Binalar yapılır ama nasılsa yıkılacaktır. İnsan doğar ve ölür. Ötelere çevirir yüzümüzü akşam. Yıldızlar dünyadan sonrasını muştular gibi başlarını uzatır. Işıklar, kayıplarımızın gittiği yeri, sevdiklerimizin yittiği yeri işaretler. Biliriz ki, dünya dünyadan ibaret değil. Anlarız ki, kalacağımız yer burası değil. Bulduğumuzu yitirmeden, yitiklerimizi bulmak mümkün değil. Akşam siyah kefenini dolar renklerin üstüne. Karanlık çöker güzellerin yüzüne. Şimdi akşamın hükmü geçiyor gözlerimizden. Gölgeler bile gölgeye düşüyor. Elimizde olanlar elimizde kalası değil. Arkası var gördüklerimizin. Perdeler hep böyle kapalı kalası değil.

Ve gece... Karanlık elimizi koynumuza gönderir çaresiz. Biçimler hükümsüz kalır. Renkler çaresiz. Köşeler köşeye çekilir; biçimsiz. Odalar sessiz, sofalar ıssız. Dünyadan yüz çevirir gözlerimiz. Perdeler kapanır şehre. İçe döner bakışlar. Bizi içimize gömer gözlerin perdeleri. Göz kapağının ardında ipe dizilir dünyanın mazlumları ve zalimleri, muktedirleri ve çaresizleri. Kirpiklerin tene değdiği yerde, belli belirsiz bir çizgiye iner varlığımız. Mezar taşında olduğu gibi. Unutulmuşluğu hatırlatır gece. Ve unuttuklarımız hatıra düşer hece hece. Hani, unutulanlar vardır ya, yine de hatırlanırlar, özlenirler. Bir de öyle unutulanlar vardır ki, unutuldukları da unutulmuştur. Hatırlanmalarına sebep yoktur. Onları hatırlayacaklar da yoktur yahut hatırlarında hatıraları yoktur. Öylece zevâlin üzerimizdeki örtüsü kalınlaşır geceleri. Kabrinde hiç özleyeni olmayan ölüler gibi eyler bizleri. Toprağa sakladıklarımız gibi saklar bizi geceler koynuna. Kimine göre katran karası... Kimine sonsuz aydınlıkların miracı, hiç bitmez sabahların duası...

Ve sabah gelince yeniden, tenimize dokunur ötelerin hülyası. Göğsümüzde İsâ nefhası. Yeniden dirilir gibiyiz. Unuttuğumuzu unuttuğumuzu hatırlarız yastığımızın kuytusunda. Rüyâlardan döneriz. Yeniden yükleniriz hicranları. Biriktirmeye başlarız yeniden. Lâkin, hâlâ yırtıktır hayatın cepleri... Ayaklarımızın ucuna dökülür zamanın parçaları...



15.08.2004
SENAİ DEMİRCİ

25 Eylül 2009 Cuma

Ruhussalat Aynulhayat

1 Ruhu's-Salat Aynu'l-Hayat Tercemesi
2 Namazın Ruhu,Hayatın Pınarı
3 Taarruzun Sureti
4 Kalbin Marifeti
5 Namazı Kılanın Anlayacağı İnce Mana
6 Namazın Mertebeleri
7 Namazı Terk Etmenin Manası
8 Niyetin Devamı
9 Abdeste Elleri Yıkamak
10 Setr-i Avretteki İnce Mana
11 İstikbal-i Kıble
12 Tekbirin Beyanı
13 Kulub-i Safiye
14 Tekbirde Elleri Kaldırmak
15 Sağ Eli Sol Elin Üzerine Koymaktaki Hikmete İşaret
16 Fatiha
17 Tekbirde Ellerin Kaldırılması
18 Kıyam Ruku Ve Secdede İncelik
19 Kavmeyi Eda Etmenin İnceliği
20 Namazın Dereceleri
21 Tehiyyat
22 Kemal Sıfatlar
23 İbadete Devam Etmek
24 Son Söz
25 Bu eserin terceme ve tahşiyesinde faydalandığımız eserler



Mütercimin Önsözü

İslâmiyet binası; imân sahasına açılan namaz, oruç, hac ve zekât temelleri üzerine kurulmuştur. Namaz, ehemmiyet bakımından, diğer vazifelerden önce gelmektedir. Zira zengin ve fakir, sağlam ve hasta herkes namaz kılmakla mükellef bulunmaktadır. Hayata veda eden kimse ile aklını kaybeden mecnundan başka her mü'minin kılmak mecburiyetinde olduğu namaz, İslâmiyetle birlikte tekemmül etti, mirâc gecesi beş vakte yükseldi.

Namaz, imân sahihlerinin gözünün ve gönlünün nurudur.

Namaz, ilâhî visale nâilliyyetin sebebidir.

Namaz, nefs düşmanını kahr u perişan eden, ruhu. İlâhî füyûzatla pür heyecan kılan ulvî bir vazifedir.

Namaz kalb kâ'besinde çöreklenen nefs ejderini imha eden keskin bir kılıçtır.

Namaz, vücut iklimindeki menfî kuvvetlere esir düşmüş kalb yûsüfünü kurtaran ilâhî imdâd ve vücut iklimine sultan kılan Rabbânî bir ikramdır.

Ateşten harareti, buzdan soğukluğu ayırmak nasil mümkün değil ise namazsız Müslümanlık düşünülemez.

Namaz, bedenî vazifelerin en faikı ve Islâmın lâzım-i gayri müfârıkıdır.

Namaz, bizden önceki ümmetlerin hepsine emrolunmuş; Hz. Âdem'den Efendimize kadar gelip geçen her peygamber, namaz kılmakla mükellef bulunmuştur.

Güneşin doğması, gündüzün olması için nasıl şart-ı lâzım ise, olgun bir Müslüman olabilmek için de namazın edası şarttır.

Namazın diğer vazifelerden üstünlüğüne bir misâl verilecek olursa «vücuda nisbetle, baş» gösterilebilir.

Namaz, insanı, manevî âlemlerde seyran ve lâhûtî fezada tayaran ettiren «Mirâc» tır.

Namaz, küfre karşı çekilmiş manevî bir sınırdır. «Bir adamla küfrün arasında(ki sınırın kalkması) namazın terkidir.» Namazın kılınması da bu hududun korunması ve vücud şehrine sızmak isteyen düşmanı defetmektir.

Kristâlize edilmiş bir elmas, güneş karşısında rengârenk pırıltılar verir.

İslâm güneşinin ziyası altında tetkik ve müşahede edildiğinde, namazın ne kadar güzellikleri ve hikmetleri varsa ortaya çıkar.

İşte muhterem okuyucu, elinde bulunan bu eser, tasavvufî ölçüler içinde, namazın hikmetlerini inceleyen bir risaledir. Geniş olmayan hacmi içinde büyük değer gizleyen bu kitap, Zeynüddin oğlu Yûsuf tarafından kaleme alınmış olup nâçiz tarafımızdan, umûmun istifadesine sunulmak üzere dilimize çevrilmiştir.

Tercemede metne bağlı kalmaya çalıştığımız İçin, izah ve tefsir mahiyetindeki ifadeler, parantez içine alınmıştır.

Kitabta geçen âyet-i kerîmelerin âid olduğu sûreler ve rakamları ile, hadîs-i şeriflerden tesbit edebildiklerimizin me'hazları dipnot olarak gösterilmiştir.

Bundan başka, kitabta mevcut tasavvufî tâbirlerin tarif ve izahları haşiye olarak gösterilmiştir.

Hayırla anılmaya lâyık bir şey yapılmış ise ancak Rabbimin lûtfudur. Hidayet ve tevfîk mutlaka O'ndandır.



2- Namazın Ruhu,Hayatın Pınarı

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adiyle (başlıyorum)

Mektubat'ın sırları ile münâcâtda (1) kullarına perdeyi kaldıran, dinin nurları ve vâcib olan vazifelerle göğüslerin (deki letâif kandillerin) i mâmur kılan, zikrin zevkleri ve müşahede lezzetiyle kalblerini yumuşatan Allah'a hamd-ü senalar olsun.

Kendisine «cevâmiu'l - kelim» (2) in hayırlısı ve son (kitab olan Kur'ân) âyetler(i) verilen, (muânzlara) gâlib çıkaran mucizelerin (3) sahibi Efendimiz Muhammed (s.a.v.)'e; hayırlara koşan ve (yüce) dereceler (e erişmekte) yarışan âl ü ashabına salât ü selâm olsun.

Bu (kudsî vazifeyi îfâ) dan sonra Zeynüddin oğlu Yûsuf —Allah, onu zihin noksanlığından ve dîni anlamakta zekâ eksikliğinden korusun— der ki :

— Allah Teâlâ'nın : اَقِمِ الصَّلاَةَ ِلذِكْرِى

Bu emrin zahiri, vücub ifade etmektedir. Gaflet, zikrin zıddıdır.

Salât, Rabbi ile kulu arasında ulaşma (vasıtası) dır. Bu sebeble Hak Teâlâ şöyle emretmektedir :

Beni zikretmek için namaz kıl, (4) emri hatırıma geldi.

Bu emrin zahiri, vucub ifade etmektedir. Gaflet zikrin zıddıdır. Salat, Rabbi ile kulu arasında ulaşma vasıtasıdır.

Bu sebeble hak Teala şöyle emretmektedir. وَقُومُو الِلّهِ قَانِتِينَ

Mânâsı :

«Allahın (divanına) tam huşu ve tâatle durun.» (5)

Namaz, kul ile Allah arasında (rızâya) ulaşmanın vesilesi olunca, Rubûbiyet tecellilerinin (6) ubudiyet üzerine gelmesi için, namaz kılan kimsenin tevazu' (7) üzerine bulunması vâcibtir.

Kime namazda huşu hâli cezbesiyle (ilâhi bir tecelliye) ulaşmak müyesser olursa, kendisine Rabbânî tecellinin doğuşu parıldamaya başlar. Halbuki insanların çoğu bundan gafil bulunmaktadırlar.

Ben, ihlâs üzere bulunan kullar için namazın sırlarından (bilinmesi) zarurî mes'elelerden bir kısmını; huzû, hûşû, ihlâs (8) ve niyyet gibi namazın hayatiyetinin tamamlanması mânâsmdaki bâtını mânâlarını, bir araya toplamaya —Allah'tan yardım dileyerek— kendimce karar verdim.

Allah Teâlâ «Beni zikretmek için namaz kıl» (9) buyurmuştur. Yani beni zikredici olarak (namaz kıl) demektir. Zira Allahü Teâlâ'-yı, lâyık olduğu gibi zikir; dilin tilâvet (-i Kur'ân) iie meşgul obuası, kalbin huzuru ve huşûun tam yapılmasından ibarettir.

(Bu cihetler dikkate alındığında) mânâ : «Seni zikr (yani lütfûmla mukabele) etmekli-ğim, devamlı tecellîmi ve (o tecellîde senin vücûdunun arzularını) ifna için benim huzurumda vücûdunu (ibadete) vererek münâcâta devam et» olur. Bu mânâya göre, namazın dosdoğru
kılınması, vakitlerinde rükû ve secdesini tam yaparak edaya devamdan ibarettir. Münâcâtm devamı, murakabeye (10) devam ve va'd olunan ilâhî lütûflardan istifade etmekte bütün gayretini toplamaktır. Zira

Peygamber (s.a.v.) efendimiz «Sizin zamanınızın günlerinde Allah için nef'ha (rahmânî koku) vardır. Gözünüzü açın ve ona taarruz ed(ercesine istifade ed)in.» (11)





(1) Münâcât : Dergâhı ilâhîden niyazda bulunmak: Ce-nâb-ı Hakkın mağfiretini niyaz yollu yazılan manzumelere de bu isim verilmiştir.

(2) Cevamiu'l - Kelim : Az lâfızda çok mânânın toplanmış olmasına verilen bir isim olup, bu ibarede Kur'ân-ı Kerîm kasd olunmaktadır. Zira Kur'ân-ı Kerîm'in her âyetinde ve hattâ kelimeleri içinde az lâfızda çok mânâlar gizlenmiştir. «Bana cevamiu'l -kelim verildi» hadis-i şerifinde de Kur'ân-ı Kerîm mûrad olunmuştur. (Nihâye, 1/295)

(3) Mucize : Peygamberlik iddia eden kimseyi, dâvasında doğru çıkarmak için Allah Teâlâ'nın izhar ettiği harika işe denir.

(4)Sûre-i Tâhâ, 14

(5) Sûre-i Bakara, 238.

(6) Tecellî : Gayb nurlarından kalbte zahir olan şey'e denir.

(7) Tevazu : Hakka teslim olup hükmüne aykırı hareketi terk etmeye bu isim verilmiştir.

(8) İhlâs : Safasına keder veren şeyden, kalbi kurtarmaktır. İhlâs, kul ile Rabbi arasında bir sırdır.

(9) Sûre-i Tâhâ, 14.

(10) Mâsivâ'dan alâkayı keserek Cenâb-ı Hakk'a teveccüh etmek, Allah'ın ilminin bütün kalbleri kuşatmış olduğunu düşünüp, ibadete devamla nefsi terbiye ve derûnunu tasfiye etmek manasınadır.

(11) اِنَّ لِلّهِ فيِ ايَّامِ دَهْرِكُمْ نَفَحاَتٍ اَلاَ فَتَعَرَّ ضوُالَهَا




3 Taarruzun Sureti

Namazla emr olunmak; suretini, ubûdiyyetin gayrisi şeylerde kullanmaktan çekmekle Hak cezbesinin sureti (ne yönelmek) dir.

Namazın suretinin şartlarından, rükünlerinden, sünnetlerinden, âdabından, hey'etlerin'den, zikirlerinden her birinde taarruzun hakikatine bir işaret vardır.

Bu mânâlara ve kalbten geçen sırlara nüfuz, kalbi ubûdiyyetin gayrisi ile iştigalde kullanmaktan çekmek, ihlâs ve huzura incizabta taarruzun hakikatini idrâk; namaz kılanın yakıyninin (12) kuvveti, tâate olan kasdının üstünlüğü ve Rabbine münâcaatda kalbinin doğruluğu ve fikrinin alışması, Halikının huzurunda durmanın nasıl olacağına fikrini kullanması mikdarınca hâsıl Olur.

Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöylee buyurmaktadır : اِذَا قَامَ الْعَبْدُ اِلىَ صَلاَتِهِ فَكَانَ هَوَاهُ وَوَجْهُهُ وَقَلْبُهُ اِلىَ اللّهِ تَعَلىَ عَزَّوَجَلَّ اَقْبَلَ اللَّهُ بِوَجْهِهِ فَلاَ يَنْصَرِفُ عَنْهُ حَتىَ يُحدِثَ اَمْراً مُخَالِفَاً لِلدِينِ

Mânâsı:

«Bir kul, namazın (ı eday)a kalktığı vakit onun nefsi, yüzü ve kalbi Azîz ve Celîl olan Allah'a yönelir. Allah da ona zâtı (13) ile ikbal eder ve dine muhalif bir şey yapmadıkça ondan (rahmetini) geri çevirmez.» (14)

Yüce Allah şöyle buyuruyor : حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ وَالصَّلَاةِ الْوُسْطَى وَقُومُوا لِلَّهِ قَانِتِينَ

Mânâsı :

«Namazlara ve (hususiyle) orta namaza devam edin. Allanın (divanına) tam huşu ve tâatle durun.» (15)

Yani huzû ve huşûa devamla, O'nu zikrederek, temizliğin şartlarını ve rükünlerini ikmal ederek kıyamda durun demektir. Bu açık hakikatleri görebilen basiret sahihleri, (bu inceliği) iyi anlasın.

Muhakkak olan bir şey var. O da; işlerin en mühimmi, kalblerdeki sırları temizlemektir.

Zira Peygamber (s.a.v.) efendimizin bir hadîs-i şeriflerinde : اَلطَّهُرُ نِصْفُ الْاِيماَنِ

Manası

«Temizlik imânın yarısıdır* (16) buyrulmaktadır Bu Hadîs-i Nebevîdeki murad (ın yalnızca zahiri temizliğin olması aklen) uzaktır. İçini harap vaziyette ve pisliklerle dolu olarak bırakıp dışını su ile temızliyerek çalışmak... Heyhat!! Bu anlayış, kasd mânâdan ne kadar uzaktır.

Temizliğin mertebeleri dörttür :

a)Dısını manevî ve maddî pisliklerden temizlemek,

b)Uzuvlarını suçlardan ve günâhlardan temizlemek,

c) Kalbi, kötü ahlâktan temizlemek,

d)Sırrı, Allah'tan gayrisinden temizlemektir.

Sonuncusu; Peygamberlerin, velîlerin, salihlerin ve sıddîklerin temizliğidir.

Sen, dışını zahirî pislikten temizlediğin zaman kalbini de temizlemekten gaflet etme. Önce tevbeye ve eksik bıraktığın şeylere nedametle temizlenmeye; gaflet gösterdiğin şeylere, irtikâp ettiğin suçlara, gelecekte de yapılması vacip olan hususları, terk etmeye kesin olarak karar verdiğin vazifelere karşı ağlamaya; hakikî hidayetin başlangıcı olan mücâhede (17) yolunu bilmeye çalış.




(12) Yakîn : Hüccet ve burhanla değil, imân kuvvetiyle bir şey'i açıkça görmektir. Diğer bir tâbirle, kalbin saf ası üe gaybi müşahede; fikrî muhafaza ile sırrı mülâhaza etmektir.

(13) Burada zatdan murad, rahmet ve fazl-ı ilâhîdir.

(14) İbni Mace, c. I, 1523 rakamlı hadîs.

(15) Sûre-i Bakara, 238.

(16) Feyzü’l-kadir, c.V, s.290

Not Kitabta ve ihyaü’l- ulum c. 1/94 de (nısfü’l- iman) olarak geçmektedir. Müslimde ve bir çok hadis kitaplarında (nısf) yerine (şatr) zikredilmiştir.

(17) Mücahede : Nefsi, vücudla ilgili meşakkatlerle yormak ve nefsânî heveslere muhalefette bulunmakt



4 Kalbin Marifeti

Kalbin marifeti; sıfat ve hallerini bilmek, dinin aslı ve sâlihler yolunun esasıdır. Kul, mârifeti

ilâhiye ile kabiliyet kazanır, diğer uzuvları ile değil... Namaz, kalbleri temizlemesi ve bezemesi itibariyle, ibadetlerin şeref ve faziletçe üstünü, (sevabca) en büyüğü ve kâmilidir. Ruhların yükselmesi ve kemâle ermesi, Yüce Allah'ın zikrine devam ve huzurla Kur'ân okumakladır.

Zira Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur : اِنَّ هَذِهِ الْقُلُبَ لَتُصْدَ أُ كَمَا يُصْدَأُ الْحَدِيدُ قَيلَ وَمَا جِلاَئُهاَ يَارَسُولَ اللهِ قَالَ كَثْرَةُ ذِكْرِ اللَّهِ تَعَلَى وَتِلَاوَةُ الْقُرْانِ

Mânâsı :

«Hakiykat, demirin paslandığı gibi kalbler de pas tutar.»

Ashab tarafından :

— Ey Allah'ın Resulü, onun cilâsı nedir?, denildi.

Resûl-i Ekrem :

— Allah Teâlâyı çok zikretmek ve Kur'ân okumaktır, (18) buyurdu.

Kalb, Allah'tan gayrisine meyi etmekten salim kaldığı vakit, Allah katında makbul olur. Allah'dan gayri (şeylerin sevgisin) e dalıp gittiği zaman Allah'ın rızasından perdelenmiş bir halde kalır. Kalb, temiz kaldığı zaman, Allah'ın rızasına yaklaşmaya kabiliyet kazanır. Kirlendiği zaman da şekavete düşer, hüsranda kalır.

Kalb, hakikatte, Allah Teâlâ'ya itaatkârdır. Ancak onun ubudiyet sıfatlarından âzâlara nurlar yayılır. Kalb (bozulduğu zaman) Allah'a isyan ve kötülükte İsrar eder. Kötülüklerden uzuvlara geçen şey, kalbin eserleridir. Zira her mayi, içinde durduğu kaba bulaşır. Allah'ın huzuruna selîm bir kalble gelenden başkası kurtulamaz.

Hâsılı kelâm (şudur) : Kalbin huzuru, namazın ruhudur. Bunun en azı da tekbir vak-tindeki huzurdur. Bundan azı helake sebepdir. Bundan daha fazla olunca ruh, namaz içinde ferah duyar.

Hareketsiz ne kadar canlı vardır ki ölüye yakm (bir durumda) dır. Gafilin namazı, —tekbirden başka— her yerinde kıpırdamayan canlı gibidir. Allanın yardımını ve (böyle fena duruma düşmemek için) tevfikını dileriz.

Huzur, kalble münâsebeti olan ve ilham veren şeylerin gayrisinden kalbin boşalmasıdır. Kalb temizlenince; bilgi, iş ve söze yakın olur.

Düşünce, bu ikisinden başkasına çevrilemez. Fikir, bunlardan gayriye dönse de gene onun içinde olur. Bir kimsenin meşgul bulunduğu şey'in zikri, kalbinin içinde hâsıl olur. Kalbin huzuru, (ibadetle ilgili) şeylerden gaflet gösterilmediği zaman tahakkuk eder. Fakat sözün mânâsını anlamakla ilgili emir, kalb huzurunun da ötesindedir. Çok kere kalb, lâfızla beraber bulunur da mânâda hazır olmaz. Lâfzın mânâsmı anlamaktan maksat, o mânâyı kalbin kuşatmasıdır. Bu, halkın farklı bulunduğu bir makamdır. Zira bazı kimseler, Kur'ân-ı Kerîm'in ve teşbihlerin mânâlarını anlamakta ortak (bir kabiliyet ve bilgiye sahib) olmaz.

(18) Râmuz, 134.




5 Namazı Kılanın Anlayacağı İnce Mana

Bir kimse, namaza durmazdan önce anlıyamâdığı, bir çok ince mânâları namaz kıldığı sırada anlar. Bu sebeple namaz, (insanı) zinadan ve îslâm dinine aykırı şeylerden alıkor. Gafillerin namazı, sahibini, bu fenalıklardan alıkoyamaz. Zira namazın hakikati, (Allah'ı) zikreden kalbin huzuru ve fikirle sıfatlanan murakabe ile tahakkuk eder.

Namazdaki zikir, gafleti kovar ki o «Fahşâ» diye anılmış olan şeydir. Fikir de, zem olunmuş havatırı (19) tard eder ki, (kitab-ı ilâhide) «münker» diye geçen şeydir.

Bu (şekilde kılman) namaz, sahibini, ibadetin içinde kötülüklerden alıkoyduğu gibi namazın dışında da kendi işini (değerli bir şeymiş gibi) görmek ve karşılığını istemek gibi (akla ve dine aykırı) şeylerden muhafaza eder.

Denildi ki : Bu şekilde kılman namaz, arifler (20) in gözünün nurudur. Çünkü bu namaz müşahede üzerine kılınmıştır.

Namaz, —farz veya nafile olsun— bedenle ilgili ibadetlerin faziletçe en üstünüdür. Çünkü fenalıkların hepsinin kaynağı bulunan nefsin ıslâhında namazın büyük bir te'siri vardır.

Yüce Allah bir hadîs-i kudsîde buyuruyor ki : َبِالْفَرَائِضِ نَجاَمِىِّ عَبْدِى وِبِالنَّوَافِلِ يَتَقَرَّبُ اِلَىَّ

Mânâsı :

«Kulum, farzlarla ben (im azabım) dan kurtulur, nafilelerle bana. yaklaşır.» (21)





(19) Havâtır : Kalbe gelen bir hitap olup şu kısımlara ayrılır :

a) Rabbânî olur. Buna «inayet ve lûtf-ı ilâhî» adı verilir.

b) Melekin kalbe bırakması suretiyle olur. Buna «ilham» adı verilmektedir.

e) Şeytanın kalbe atması ile olur. Buna «vesvese»denilmektedir.

d) Nefsânî olur. Buna da «hatır» ismi verilmektedir.

Rahmani olan; Rahmet ile gelirse kalbde «Ünst; azametle gelirse «Heybet»; Hikmetle gelirse «sükûn» bırakır. Melekî olan hatır; mübeşşir olarak gelirse kalbte «best» hâli, münzîr olarak gelirse «kabzı hâli, münebbih olarak gelirse «ilim» bırakır.

Şeytanî olan hatır; günâha teşvik eder, fakirlikle korkutur ve fuhşu emreder.

Nefsânî olan hatır, insanı boş emellere, şehvanî arzulara ve kötü huylara davet eder.


(20) Arif : Düşünmeye hacet kalmaksızın gördüğünü bilen ve anlayan kimseye denilmektedir. Arif, zevk ve maneviyat yolu ile irfana sahiptir.


(21) Müsned-i Ahmed b. Hanbel c. VI, s. 260'da bu met ne yakın bir hadîs mevcuttur.


6 Namazın Mertebeleri

(Şu hususu) bil : Namaz, bir takım mertebeler üzerine tertip olunmuştur :

Bedenin namazı, malûm olan rükünleri dosdoğru yapmaktır.

Nefsin namazı, havf ve recâ (22) haletleri arasında, sükûnet ve tevâzû ile eda edilmesidir.

Kalbin namazı, huzur ve murakabe ile kılınmasıdır.Sırrın namazı, münâcat ile; ruhun (23) namazı ise müşahede iledir.

Hafi mertebesindeki kimsenin namazı, sevinç ve (ilâhî) latifelere nail olmak suretiyledir.

Yedinci makama mahsus bir namaz tarzı yoktur. Zira o makam, vahdette fena (24) ve mahabbet-i sırfa makamıdır.

Sûrî namazın son bulması, yakînin sureti bululan ölümün zuhura gelmesi iledir.

Hak Teâlâ buyuruyor ki : وَعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَاْتِيَكَ الْيَقِينُ

Mânâsı :

«Sana ölüm gelesiye kadar Rabbine ibadet et.» (25)

Hakikatte namazın son bulması ise, fenâ-i mutlak iledir. O, Hakku'l - yakın (26) derecesidir. Bu namazlardan her biri, kendi mertebesinde şahsı kötü işlerden alıkor.





(22) Havf ve Reca : Havf, haramdan daha aşağı derecede ger'an yasak

olan şey'i islemekten sakınmaya denir. Reca, taleb olunan sevimli bir sey'in husulüne kalbin taallukudur. Bu kelime ye'sin zıddıdır. Recânın üç derecesi vardır

a) Güzel bir şeyi işleyip kabulünü ummak,

b) Bir günâhtan tevbe edip kabulünü ümid etmek,

c) Günahta devam etmekle beraber yarlığanmasını reca etmektir.

Bu sonuncuya recâ-i kâzib adı verilmektedir. Tasavvuf yolunun sâliki, hafv ve reca arasında bir yaşayış tara takib etmelidir. Süleyman-ı Dârânî Hazretleri demiştir ki : «Kulun havf ile recâ arasında bulunması gerekirse de, kalbinin dâima korku ile çarpması daha muvafıktır».

(23) Ruh : Canlılarda ve bu cinsin en kâmili bulunan insanda hayat maddesi olan ulvî unsurdur Ateşin kömüre; suyun yeşil bir filize sereyânı gibi bedenin her tarafına sâridir. Sofiyyûn, ruhu .Müdrik ve âlim olarak insanda mevcut bir lâtifedir ki ruh-ı hayvaniye râkibtir» diye tavzih etmişlerdir.

Bu manâdaki ruh, âlem-i emirden inmiş olup akıllar onun künhünü anlamaktan âcizdir.

(24) Fena : Yok olmak ve yokluk manâsına olup, tasavvuf ıstılahında eşyanın nazardan silinmesi manasınadır.

(25) Sûre-i Hicr, 99.

(26) İlmü'l - yakin, fikir ve nazardan meydana gelen ilme denilir. Aynu'l - yakin, açıkta hâsıl olan bilgiye isim olmuştur. Hakku'l - yakin, bu ikisinin birleşmesinden doğan bilgiye denilmektedir.



7 Namazı Terk Etmenin Manası

Zikirle ve huzuruna durmak suretiyle, Allah'a yönelmeyi terk etmektir. Bu husustaki esas, kâmil surette bir uyanıklıktır. Bir şahıs, gaflete düştüğü vakit hayat damarı kopar ve —bu sebeble— namazı geçirir. Bu, zikirde gafil olan zümreye nisbet olunmuştur.

Salât-ı dâimede olanlara gelince, ölüm onların zahiri varlıklarına arız olur. Yoksa iç âlemine gelmez. Bu kimseler, ölümle bir haneden diğer bir eve nakü yaparlar. Eserlerde bahsi geçen ve akla gelen de budur.

Peygamber (s.a.v.) efendimiz buyuruyor ki: كَمْ مِنْ قاَئِمٍ حَظُّهُ مِنْ صَلاَتِهِ اَلتَّعْبُ وَالنَّصَبُ

«Namaz için ne kadar ayakta duran vardır ki namazdan nasibi zahmet ve yorgunluktur.» (27)

Bu hadîs-i şerif de ancak gafil kimse kasd olunmuştur.

Yine bir hadîs-i şerifte buyrulmaktadır ki :

لَيْسَ لِلْعَبْدِ مِنْ صَلاَتِهِ اَلاَّ مَا عَقَلَ مِنْهَا

«Kulun namazdan (kazandığı ecir) ancak aklı ererek kıldığıdır.» (28)

Namaz kılana yaraşan, bilginin söze ve işe yaklaşması (bildiği ile âmil olması) dır. Huşu, huzur ve namazın hayatı ancak bu şekilde hasıl olur.




(27) İhyâu Ulumi'd - Dîn, c. h s. 116.

(28) îhyâu Ulumi'd-Dîn, c I. s- U8-

8 Niyetin Devamı

Abdestin evvelinden itibaren, namaz için olan niyyetinin devamı, abdestin bâtınî mânâ-larmdandır. Zira niyyet, her türlü işte asıldır. Bu hususta

Peygamber (s.a.v.)'in hadîs-i şerifi de bulunmaktadır : اِنَّمَاالْاَعْمَالُ بِالنِّيَاتِ

«Ameller (in sıhhati) ancak niyyetlere göredir...» (29)

(29) Buhârî ve Müslim.



9 Abdeste Elleri Yıkamak

Abdestde elleri temizlemekte, ruhu günâhla kirlenmekten ve kalbi kötü sıfatlara bulaşmaktan temiz tutmanın lüzumuna işaret vardır.

Yüzü yıkamakta, himmet yüzünü dünya sevgisi zulmetinin kirinden temiz tutmaya işaret bulunmaktadır. Zira abdest, hakiykatde, müstakil bir ibadetdir. Kul, onunla Allah Teâlâ'nın gayrisin (e köle olmak) dan ayrılır, Azîz ve Gaffar (yarlığaması çok olan) ME-LÎK'in huzuruna girmeye hazırlanmış olur



10 Setr-i Avretteki İnce Mana

Setr-i avretin mânâsı, vücudunun çirkinliklerini halkın gözünden örtmektir.

Hiç şüphesiz vücudun zahiri, halkın baktığı bir mahaldir. Azîz ve Celîl olan Rabbinden başkasının muttali olamadığı gizli hallerini açığa çıkmasında hâlin nice olur? Bunu düşün ve o rüsvaylıkların kalbinde yok edilmesini hazırla ve bunların örtülmesini de nefsinden iste.

Şu muhakkaktır : Allah'ın basar-i ilâhisinden (kusurları) gizleyebilecek hiçbir şey yoktur. Bu hususları ancak nedamet, hâyâ, (Allah'tan) korkmak ve ağlamak örter. Bunlarla nefsini zelil eder ve Halikının rızasını, kalbleri temizlemesi ve bezemesi bakımından, ibadetlerin en şereflisi ile ister, kalbini utanç altında gizliyerek Yüce Allah'ın huzurunda durursun.



11 İstikbal-i Kıble

Yüzünü kıbleye dönmeye gelince, yüzünün zahirini diğer cihetlerden çevirip Yüce Allah'ın Beyti istikametine döndürmektir. Senden istenen, kalbi diğer işlerden ayırıp Allah'ın emri istikametine çevirmek değilmiş gibi bir zanna kapılmaktasın). Heyhat! Senden bunun gayrisi bir şey istenilmiş değildir.

O halde, kalbinin yüzü vücudunun yüzü ile birlikte (ibadete yönelmiş) olsun. (Şu ciheti iyi) bil : Yüz, diğer yönlerden çevirilmedikçe Beyt-i Şerife dönmüş olamıyacağı gibi, kalb (masiva)dan boşalmadıkça Allah (Azze ve Celle)'ye dönmüş olmaz. Azîz ve Celîl Allah'ın huzurunda bulunduğunu hiç unutma. Allah Teâlâ senin durumuna muttalidir. Bak artık (iyi düşün), kim, nasıl ve ne ile kurtulur?

Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur .

اِذاَ قَامَ الْعَبْدُ اِلَى صَلاَ تِهِ فَكَانَ هَواَهُ وَوَجْهُهُ وَقَلْبُهُ اِلىَ الّلهِ تَعَلىَ عَزَّ وَجَلَّ اِنْصَرَفَ كَيَوْمِ وَلدَتْهُ اُمُّهُ

Mânâsı :

«Kul; namazını kumaya kalkınca nefsi, yüzü ve kalbi ile birlikte Azîz Ve Celîl olan Allah'a yönelirse anasından doğduğu gündeki gibi (temiz olarak namazdan) ayrılır.» (30)

(30) İhyâu Ulumi'd - Dîn. c. I. s. 121.



12Tekbirin Beyanı

Namaz kılan, iftitah tekbirini alınca îblis on (a zarar yapmak) dan perdelenir. O kimse, Kerîm olan Allah'ın zâtına yönelir. Onun kalbinde olana (yanındaki) melek muttali olur. Kalbinde Allah'tan gayri bir şey bulunmadığı zaman, melek (şöyle) der : «Sen dilinle söylediğin gibi kalbinle de Allah'ı tasdik ettin.»

O kimsenin kalbinde parlayan nur, Arş'ın saltanatına kadar ulaşır. Bu nur ile kendisine göklerin ve yerlerin melekûtu (31) açılır ve kendisine bu nur büyüklüğünde sevap yazılır.




(31) Melekût: Ervah ve nüfusa muhtaa olan gayb âlemi.



13 Kulub-i Safiye

Kalıpların kemâli sebebiyle edebini kâmil kılan «kulûb-i safiye», semavî (yüceliğe nail) olur, iftitah tekbiri ile namaza girdiği gibi (yükselerek) semâya girer.

Peygamber (s.a.v.) اَلصَّلاَةُ مِعْراَجُ الْمُؤْمِنِينَ

«Namaz, mü'minlerin miracıdır» hadîs-i şerifinden murad (olunan mânâ da) budur.

Namazda miracın sırrı, kalblerin miracı olup, şahısların ve vücutların miracı değildir. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır :

اِنَّ مِنْ خِيَارِ اُمَّتىِ قَوْماً يَضْحَاكوُنَ جَهْراً مِنْ سِعَةِ رَحْمَةِ اللّهِ وَيَبْكوُنَ سِراً مِنْ خَوْفِ عَذاَبِهِ اَبْداَنُهُمْ فِى الْاَرْضِ وَقُلوُبُهُمْ فِى السَّماَءِ اَرْواَحُهُمْ فِى الدُّنْياَ وَعُقُولُهُمْ فِى الْاَخِرَةِ يَتَمَشَّوْنَ بِالسّكِينَةِ وَيَتَقَرَّبُونَ اِلىَ اللهِ بِالْوَسِيلَةِ

Mânâsı :

«Ümmetimin hayırlılarından bâzı kimseler vardır ki —Allah'ın rahmetinin genişliğinden— arktan gülerse de azabının korkusundan dolayı, gizli gizli ağlarlar. Vücudlârı yerde, kalbleri de gök(ler)dedir. Ruhları dünyâda, akılları âhirettedir. (Yer yüzünde) sekine (31) ile yürürler, vesile (32) ile Allah'a yakın olurlar. (33)

Buradaki yakınlıktan maksat, manevî derece ve şeref olup mesafe ve mekân yakınlığı değildir. Allahü Teâlâ, gök yüzünü şeytanların tasarruf ve tasallutundan korumuştur. Kalb de semavî olduğundan, şeytan için ona tesire yol yoktur.



(31) «Sekîne = Kalbde bir nurdur. Kalb o nûr üe sükûnet bulur, mutmain olur.» Ruhu'l - Beyân, c. IX.

s. 12.

(32) Vesîle: «Vesile ulema-i hakikat ve tarikat şeyhleridir.» Ruhu'l - Beyân, c. II, s. 388.

(33) İhyâu'l - ulûm, c. I. s. 57.

14 Tekbirde Elleri Kaldırmak

îftitah tekbirinde elleri kaldırmakta, niyyet ve düşüncelerini dünya ve âhiret (heveslerin) den uzak tutmaya işaret vardır.

Tekbir; kulun, Cenâb-ı Hakkı —her şeyden büyük olması cihetiyle— kalbinde istek, sevgi ve izzetle tazim etmesidir.

Niyyetin iftitah tekbirine yakın olarak atamasında, istekte niyyetin doğruluğuna işaret vardır. Böyle olunca, niyyetin Cenâb-ı Hakkı tekbir ve tazim ettiğimiz zamana yakın olması uygun olur. (Namazda) Allah'tan başkasın(ı hatırlayarak) bir şey isteme. Dilinin söylediğini kalbin yalanlamasın. Azîz ve Celîl olan Alah'ın huzurunda bulunduğunu bil. Allah senin durumuna vâkıftır. Bu hâlinde (Kur'ân «knman ve) Allah'ı zikretmen, Azîz ve Celîl Allah'ın huzurunda sana suâl arz (edilip aba çekildiğin) sıradaki duruşun korkuşa olsun.



15 Sağ Eli Sol Elin Üzerine Koymaktaki Hikmete İşaret

Sağ eli, sol elin üzerine ve her ikisini göbeğin alt kısmına koymakta kulun, Halikı huzurunda ikâme ettiği ibadetin çürüklüğüne ve kalbi Allah'tan başkasının sevgisinden korunmaya işaret vardır, Kur'ân okumaya başlamakta, Hakkın gayrisini talep etme şirkinden temiz olarak Hakk'a yönelmenin lüzumuna işaret vardır.

Fâtiha'nın vâcib oluşunda, okunmasında ve onsuz namazın caiz olmayışında; kulun, âlemlerin Rabbine hamd, sena ve şükür ile Rubûbiyet lütûfları rayihalarının kendine arzım istemesinin hakikatına işaret vardır.

Hidayeti istemeye gelince; o, ilâhî cezbelerdir ki kul, onunla (ilâhî lütûfların kendine) arzına; namazda, kalbinin Allah'a yönelerek, münâcât makamının cezbesine tutulmasına, Yüce Mevlânın gayrisinden ayrılıp, Allah kelâmını okumaktan tad almaya kabiliyet ve istidat kazanır.



16 Fatiha

Fatiha, «Seb'ul - mesânî» ve Kur'ân-ı azîmdir. O'na seb'ul - mesânî, adı verildi. Çünkü bu sûre bir defa Mekke'de bir defa da Medine'de olmak üzere Resûl-i Ekrem'e iki defa inmiştir. (34)

Resûlullah (s.a.v.) için Fatiha'yı her okuyuşunda —uzun zaman geçmekle beraber— başka bir mânâ hâsıl olurdu. Bu, Fâtiha-i şerifimin mânâlarındaki sırlara işarettir.

Resûl-i Ekrem'de olduğu gibi, onun ümmetinden namaz kılan ehl-i hakikate de Fatihanın esrarından (hayret verici mânâlar) inkişaf eder. Ümmetlerine, her Fatiha okuyuşta onun feyz ve nûr denizinden inciler saçılır ve münâeât lezzetleri(ni duyar).

Peygamber (s.a.v.) buyuruyor ki : اِذاَ صَلَّيْتُ فَصَلِّ صَلاَةَ مُوَدِّعٍ

Mânâsı :

«Namaz kıldığın zaman, (hayata) veda eden kimsenin namazı gibi (ihlâslı elarak) kıl» (35)

Namaz kılan, kalbiyle Allah (in rızâsın) a seyr (36) etmekte olduğundan nefsinin (37) hevâsına, (38) dünyaya ve Allah'tan gayri her şeye veda eder.

Salât (kelimesi) lûgatta «duâ» (mânâsına) dır. Bu itibarla namaz kılan kimse, uzuvlarının tamamı ile Allah Teâlâ'ya duâ etmektedir. Sanki onun uzuvlarının tamamı dil olmuş, zahir ve bâtın (müşterek) olarak, duâ etmektedir. Zahir, tazarrûda bâtına iştirak eder. Bu (müşterek) hey'etlerde tevâzû gösteren ve muhtaç olarak isteyen bedenin tamamı ile duâ ettiğinde Mevlâsı kabul eder. Çünkü O, bunu va'd edip şöyle buyurmuştur : اُدْعُنىِ اَسْتَجِبْ لَكُمْ

Mânâsı :

«Bana duâ edin, size icabet (duanızı kabul) edeyim.» (39)

(İsteklerinde) doğru olan ve kime duâ ettiğini bilen kimse, Allah'a yakın nuru ile hacetini arz eder. Bu halde duâ edince perdeler yırtılır; duâ, Allah'ın huzuruna hacetinden geniş olarak durur.

Yüce Allah, Fâtiha'yı indirmek ve namaza tahsis etmek suretiyle (yapılan) bu münâcatı, sadece bu ümmete mahsus kılmıştır. Duâ, daha çabuk kabul olsun diye Fâtiha'da (hamdü) sena, duadan önce gelmiştir. Bu, duanın nasıl yapılacağının ve bir kitap yazmadaki usulün Allah tarafından kullarına bir talimidir.





(34) Fâtiha'nın Mekke'de nazil olduğuna dair rivayetler ekseriyettedir. Ancak Medine'de indiğini söyleyenler de vardır. Nasr b. Muhammed b. İbrahim, tefsirinde, bu sûrenin hem Medine'de hem de Mekke'de nazil olduğunu nakletmistir. (Kurtubî, 1/115)

35) İhyâu'l - ulûm, c. I, s. 124.

36) Seyr : İntisap edilen tarikatte, o yolun müessisinin vaz'ettiği usûl dairesinde yürümektir.

37) Nefs : Şehvet ve gadabin mebdei olan kuvvei nefsâniye; kulun ahlâk-ı merdûdesine verilen isimdir.

(38) Heva : Nefsin, tabiatının iktizasına meyi etmesi ve ulvî cihetten yüz çevirip süflî tarafa yönelmesidir.

(39) Sûre-i Mü'min, 60.



17 Tekbirde Ellerin Kaldırılması PDF Yazdır E-posta
İnce Kitaplar - Ruhus-Salat

Bir kul, namaza başlamak için ellerini kaldırdığında iki elini her iki âlemden yıkamış ve bu âlemleri arkasına atmış olarak «Allahü Ekber» deyip Celîl olan Allah'ın huzuruna durmuş ve kendini hakir görmüş olur.

Allah'ın azameti yanında hiçbir şey (in değeri) yoktur. Azâz ve Celîl olan Allah buyuruyor ki :

إِنَّ الَّذِينَ عِنْدَ رَبِّكَ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِهِ وَيُسَبِّحُونَهُ وَلَهُ يَسْجُدُونَ

Mânâsı :

«Şübhe yok ki Rabbinin katındakiler ona kulluk etmekten asla kibirlenmezler, onu tesbîh ve yalnız ona secde ederler.» (40)

Kelâm-ı ilâhîde mukarreb meleklerin ve sâlih kulların, Rableri katında bulunduğu ifade edilmektedir. Bu yakınlık, mesafe ve mekân itibariyle değil, şeref ve derece cihetiyledir.

Bunlar, emrolundukları şekilde, ihlâs ve huşu ile ibadetlerini yaparlar, Cenâb-ı Hakkı tesbîh ederler. Bu âyet-i kerîmede, diğer mükelleflere ilâhî bir ta'riz bulunmaktadır.

(40) Sûre-i A'râf, 206, (Dikkat: Bu âyet secde âyetidir.)



18 Kıyam Ruku Ve Secdede İncelik

Kıyam, rükû ve secdede —ervah âleminden geldiği gibi— hem ervah âlemine ve hem de gayb meskenine dönüşe işaret vardır.

Okuyuş sırasında, hibe olunmuş (ruh) ile bu mukaddes mertebede bulunur ve Cenâb-ı Hak ile, (onun kelâmını okuyarak), konuşmuş ve mukaddes mahalden hitap etmiş olur. Bu münâcattan ve bu huzurdan manevî zevk alarak kıraet(i- Kur'ân)dan feyz (41) alır. Cesedinin tamamı, bu zevklere dalmış ve sarılmış, (Vücud) kalıbı (nı)n tamamı, dile gelmi olur. Bu nisbet —büyük ve geniş olmakla beraber— kemâlâta tâlîk ve bilhassa müşahed olunan Kabe'nin hakikatine nisbet edilmi olur.

Rükûa eğildiği vakit, huşûun sonuna varıda manevî yakınlığın fazlalığından, teşbihler okurken başka bir şerefle mümtaz olur. Şübhe siz, eriştiği bu nîmet üzerine, başını rükûdan kaldırırken, hamd eder ve rükû edenlerle birlikte Hak Teâlâ'nın huzurunda kırılmış (gönü ile) durur. Gayp alemindeki meleklere ve şühûd âleminde mevcud sâlih kullar (ın ulaştığ sırlar) a nail olabilmek için vücudunu bezleder.



19 Kavmeyi Eda Etmenin İnceliği

Kıyamdan secdeye gitmek, tevazuda en yüce mertebeye ulaşmaktır. Hangi şey secde vaktinde hâsıl olan manevî zevkten daha açık olabilir? O kadar ki akü bu zevki anlamakta acze düşer.

Ancak, anlayan kimse için, namazın hülâsası; secde, huzûr-i ilâhîde halvet, huzur ve rızaya vuslattır. Allah Teâlâ'nın : وَاسْجُدْ وَاقْتَرِبْ

Mânâsı :

«Secde et yaklaş» (42) kelâm-ı ilâhisi buna işaret etmektedir. Secde ve namazınla, üstünlük taslamadan, bu vazifene devam et ve secde ile Rabbine yaklaş. Bir hadîs-i şerifte şöyle varid olmuştur : اَقْرَبُ مَا يَكُونُ الْعَبْدُ مِنْ رَبِّهِ وَهُوَ سَاجِدٌ فَاَكْثِرُوا مِنَ الدُّعَاءِ فِى السُّجُودِ

Mânâsı :

«Kulun Rabbişine en yakın olduğu hâl, secdede bulunduğu vakittir. Secdede duayı çok yapınız.» (43) Diğer bir hadîs-i nebevide de buyrulmaktadır ki اَلسَّاجِدُ يَسْجُدُ عَلىَ قَدَمِي اللّهِ

Manası

«Secde eden, Allah'ın iki kademi (celâl v cemâli) karşısında secde eder.»

Bu izahattan hâıl olan netice şudur : Secde eden, kendisini kâinatın tamamından aşağı indirip tevhîd ve ihlâs eşiğine düşürmüş de mektir. Azîz ve Celîl olan Allah, şöyle buyuırmaktadır :

ذَلِكَ دِينُ الْقَيِّمَةِ وَمَا أُمِرُوا إِلَّا لِيَعْبُدُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ حُنَفَاء وَيُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ وَ

Mânâsı :

Onlar, Allah'a onun dininde ihlâs (\ samimiyet) erbabı ve muvahhidler olarak ibı det etmelerinden başkasıyla emr olunmamışlardı.» (44)

Kul, ihlâs ile (ibadet yaparak) şeytan: şerrinden korunmuş olur. Bu hususta, şeyt nın durumundan bahsedilerek, şöyle buyrulmaktadır : لَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَعِينَ اِلاَّ عِبَادَكَ مِنْهُمُ صِينَالْمُخْلَ

Manası:

Onların hepsini, toptan, muhakkak ki azdıracağım. Ancak onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların müstesna.» (45)

Bir hadis-i Kudside de şöyle buyrulmaktadır. اَلْاِخْلاَصُ سِرٌّ مِنْ اَسْراَرِى اِسْتَوْدَعْتُهُ فىِ قَلْبٍ مِنْ اَحِبِّ عِباَدِى

îhlâs, benim sırlarımdan bir sırdır ki onu, kullarımdan en sevimlisinin kalbine korum. (46)

(Ey mü'min, şu hakikati iyi) bil : Secde, tevazûun son noktasıdır. Secde, ancak noksanı ıslâh mevkiinde meşru kılınmıştır. Küffara muhalefet ve Müslümanlara uymak için yapılan sehiv secdesi ile şeytana muhalefet için ifâ edilen tilâvet secdesi gibi...

Resûlullah (s.a.v.) tilâvet secdesinde şöyle duâ ederdi : سَجَدَ وَجْهىِ لِلذِى خَلَقَهُ وَصَوَّرَهُ فَاَحْسَنَ صُراَتَهُ وَشَقَّ بَصَرَهُ بِحَوْلِهِ وَقُوَّتِهِ فَتَباَرَكَ اللّهُ اَحْسَنُ الْخَلِقِينَ اَللّهُمَّ اكْتُبْ لىِ بِهاَ اَجْراً وَضَغْ عَنىِّ بِهَا وِزْراً وَاجْعَلْهاَ لى عِنْدَكَ ذُخْراً وَتَقَبَّلَهَا مِنىِّ كَماَ مِنىِّ تَقَبَّلْتَ مِنْ عَبْدِكَ داَوُدَ عَلَيْه السَّلاَمُ

Mânâsı :

«Yüzüm (ü) yaratan ve güzel olarak sûre veren, kudretiyle gözü (mü) açana secd< etdi(m). (Bu cümleyi —birkaç defa— tekrarlardı.)

«Suret yapanların en güzeli olan Allah'u şânı (bak) ne yücedir.» (47)

«Yâ Allah, benim için ilâhî katında ecir yaz. Bununla üzerimden (günah) yükünü indiriver. Bu secdeyi, nezdinde, bir azık kıl. Dâvûd aleyhisselâmdan kabul ettiğin gibi, bunu ben den kabul eyle.» (48)

Şu ciheti iyi bil : Âdem oğlunun namaz daki hallerinden şeytan üzerine secdeden dahi ağır gelen hiçbir şey yoktur. Zira şeytanu merdut olmasını intâc eden hata, secdeyi terk etmesidir. Hâl böyle olunca, secdenin çok yapılması ve uzatılması, şeytanı mahzun ve Rahmanı hoşnud eder.Kalb, «Namaz, mü'minin miracıdır» (49) hadîs-i şerifi gereğince, semavî (yücelmeye mâlik) değilse insan, kılmış olduğu namazında geytanın tecavüzünden korunmuş değildir. Secde hâli bundan müstesnadır. Namaz kılan, secdeye vardığında (onu gören) şeytan, isyanını hatırlar da mahzun olur. Kendi nefsi ile meşgul olarak senden uzaklaşır. Bu sebeple Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmaktadır :

اِذَا قَرَأَبْنُ اَدَمَ السَّجْدَةَ فَسَجَدَ اِعْتَزَلَ الشَّيْطَانُ يَبْكِى وَ يَقُولُ يَا وَيْلَتَا اُمِرَ ابْنُ اَدَمَ بالسُّجُدِ فَسَجَدَ فَلَهُ الْجَنَّةُ وَاُمِرْتُ باِلسُّجُودِ فَاَبَيْتُ فَلِىَ النّارُ

Mânâsı :

«Ademoğlu, secde âyetini okuyup da secdeye vardığında şeytan, ağlıyarak, uzaklaşır ve "Eyvahlar olsun! Âdemoğlu, secde ile emrolundu da secde etti. Ona Cennet (verileceğine ilâhî va'd) var. Ben ise secde ile emr olunmuş idim de dayatmış (ve secde yapmamışdım. Bana da Cehennem var" der.» (50)

Secdede kalbten geçen şeyler, ya Rahminîdir, yâ melekîdir, yahud nefsânîdir. Şeyta için (secdede) kalbe vesvese yapmaya yol yoktur.

Namaz kılan kimse, secdeden kalktığında şeytandan bu hâl kaybolur da üzüntüsü gider (ve ona vesvese ile) meşgul olmaya başla Şayet kıyamı huzur ve huşûa; kalbi de kıyamı kırâet, rükû ve secdelerde Arş cihetine dönük olur ise Allah Teâlâ'nın :

«Secde et yaklaş» (51) buyurduğu gibi tekbirlerde ve kırâette âhireti hatırlamakla meşgul olarak Allah Teâlâ'nın kendine nazar ettiği ve kalblerde dolaşanları bildiğini muraka edecek olursa bu takdirde ondan vesvese kesilir.

Bu mülâhaza, vesveseyi uzaklaştırmakta, kalb için bir tedavi olur.

Bundan sonra, (kul) o derece (Allah'ı) ta'zim eder ki, kalbinde Allah'tan daha büyük ve daha sevimli bir şey olmaz. Nefsinde (kendini) o kadar küçük tutar ki yoklukta, zerreden daha küçük olur.

Kur'ân okuyuşunda, kırâeti kalbine duyurur ve okuyuşunda sanki Allah'tan dinliyormuşcasına müşahede eder veya Allah'ın huzurunda tam bir haşyetle beraber okur. Namazdan (selâm verip) çıkınca, namazdaki kalb huzuru hâline (tekrar) dönerse sanki dâima namazda gibidir.

Namazın dışında mü'minin düşüncesi, nefsinin hevâsını kovup Allah Teâlâ'nın birliğini isbat etmek olmalıdır. Tevhîdden maksat da budur.

Tevhîdden daha faziletli hiçbir şey yoktur. Bu sebeble tevhîd, (Allah tarafından kula) yüklenilmiş vazifelerin ilki olmuştur. Tevhîd kabul edildikten sonra namaz, daha sonra oruç ile mükellef olur. Çünkü bunlarda (insan) tabiatım ıslâh yolu vardır.

Bunları takiben zekât ile mükellef olur. Zekâtta, cimrilikle hırsı gidermek ve nefsi ıslâh vardır. Daha sonra hac ile vazifelendirilir. Hacda bir cihetten (insan) tabiatın (in), malını harcamak cihetinden, faydalanması vardır.

Üç evvelkiler (Tevhîd, namaz ve oruç), öne alındı. Çünkü bunlar, zengin ve fakirin hepsine (emredilmiş) tir. Zekât ve hacca gelince, fakirler bu mükellefiyetten selâmette kalmışlardır.

Namaza devamda imamlık yapmak, namazı Hakka (yükselmekte) miraç kılman ve (cemaattaki üstün) derece ile yükselmeye devam ederek —âhirette müşahede edeceğin gibi— Hak Teâlâ'yı müşahede edesiye kadar yücelmeye devam etmendir.





(41) Feyz : Nefsi insaniye vâki olan manevî ilkâata, fey adı verilmektedir.

(42) Sûre-i.'Alâk, 19. (Dikkat: Bu âyet, secde âyetidir.

(43) Feyzü'l - kadîr, c. II, s. 68.

(44) Sûre-i Beyyine, 5.

(45) Sûre-i Hicr. 39 - 40.

(46) Risâle-i Kuşeyriye, 113.

(47) Sûre-i Mü'minûn, 14.

(48) Tesbit edilememiştir.

(49) Tesbit edilememiştir.

(50) Feyzü'l-kadîr, c. I, s. 415.

(51) Sûre-i 'Alâk, 19. (Dikkat: Bu âyet secde âyetidi



20 Namazın Dereceleri

Namazın dereceleri; kıyam, rükû, secde ve teşehhüd olmak üzere dörttür. Derekelerine göre, illiyyîn'in yüceliklerinden ve Rabbü'l âlemin'in civarında esfel-i sâfilîne inersin. O, insan kalıbının yaratıldığı dört unsurdur. Bunlardan dört kısım doğmaktadır.Her kısmın bir hâli ve Hakk'ı müşahede etmekten sonra hicab (52) olan bir zulmeti vardır. Onlar :

a) Cemâdiyet. Bunun hâli, teşehhüddür.

b) Nebâtiyet. Bunun hâli secdedir.

c) Hayvâniyet. Bunun hâli rükû'dur.

d) İnsaniyet. Bunun hâli de kıyâm'dır.

Kıyam, insanlık vasıflarını perdeliyen şeylerden kurtulmayı sana işaret ile göstermektedir. Bu haldeki zulmetlerin en büyüğü» kibirdir. Bu sıfat, ateş unsurundan doğmaktadır. (53)

Rükû, hayvanlık sıfatlarından kurtulmakta sana yol gösterir. Hayvaniyet sıfatının en büyüğü şehvet olup, o da hevâ unsurundan doğmaktadır.

Sücûd, nebatî tabiatın perdelerinden kurtulmakta sana işaret verir. Bir şey'i kendi üzerine çekmek ve büyütmekte, nebatî tabiatın en büyüğü, hırstır. Bu, su unsurunun tabiatından doğmaktadır.

Teşehhüd, cemâdlara mahsus tabiat perdelerinden kurtuluşta sana yol gösterir. Cemâdî tabiatın en büyüğü, donukluk ye gaflettir. Bu hâl, toprak unsurundan doğmaktadır.

Teşehhüd, hey'etlerin mesafelerini aştıktan sonra, vuslat karargâhıdır. Şühûd makimi, semâ tabakaları gibi, derece derecedir.





(52) Hicab : Hakikat tecellilerini kabule mâni olan kevnî suretlerin kalbe tesir etmesidir.

(53) Ateş, yandığı zaman, alevler havaya baş kaldırır. Şeytan, ateşten yaratıldığı için Cenâb-ı Âdem'de tecellî eden kudret önünde ihtiramla baş eğmeyi red edip büyüklük taslamıştır. iklim-i vücuda ateş unsuru galebe ederse bu istilâdan insanda kibir hâsıl olur.



21 Tehiyyat

Tehiyyât, insanlara Rablerinden bir selâmdır. Hakkiyle namaz kılan kimse, söyliyeceğini iyi düşünmeli ve edeble hitab etmelidir. Nasıl söyliyeceğeni bilerek Peygamber (s.a.v.)'e ve Allah'ın sâlih kullarına, gökte ve yerde Allah'ın kullarından bir ferd kalmamak üzere, ruhî nisbetle ve yaratılış hâli ile hepsine selâm verir.

Kâmil bir mü'min, teşehhüdde heybet (54)

ve celâl hâlinde olur. îsm-i ilâhiden (feyz) almaktan dolayı üns (55) ve cemâl hâlinde olur.

îsm-i ilâhîden tefeyyüzle kıldığı namazda, mükellef bulunduğu ibadette zatının muvazenesi olduğundan dolayı huzur ve murakabe hâlinde genişlik olur.

Bu dört sıfattan, geri kalan beşerî sıfatlar hâsıl olur. Bu dereke ve perdelerden kurtulduğun, bu yollardan Rabbü'l -âleminin civarına ve (manevî) yakınlığına döndüğün zaman Rabbine münâcat ederek ve onu müşahede ile namazı dosdoğru kılmış olursun. Peygamber (s.a.v.) buyuruyor ki : اُعْبُدِ اللّهَ كَاَنَّكَ تَراَهُ

«Sanki sen onu görüyormuş gibi Rabbine ibadet et.» (56)

îmam, namaz kılarken, şeytanla muharebede safların önünde bulunur. Bu itibarla imamın, namaz kılanların huşûa en elverişlisi, ilim ve takva sahibi olması, adâbla ilgili vazifeleri yapması, zahir ve bâtın (kemâlâtını) toplaması gerekir.

Uyanık olarak namaz kılanlar, zahirleri derli toplu oldukça, bâtınları (57) da derli toplu olur; birbirine yardım ederek kuvvet kazanırlar. Bâzısından diğerine nurlar ve bereketler geçer. Arz küresinin her tarafında namaz kılan müslüman toplulukları, kendi aralarında birbirine kuvvet kazandırırlar. Kalb itibariyle, Islâmî yakınlık ve imân bağı ile yardımlaşırlar. Yüce Allah da melekleriyle imdat eder Allah Teâlâ (harbte) nişanlı nişanlı melekleri Resûl-i Ekrem'e imdada göndermişti. Mü'min-erin, şeytanlarla muharebede (ilâhî yardıma) duydukları ihtiyaç, ashabın kâfirlerle yaptı.:-lan harpte hissettikleri ihtiyaçtan şiddetlidir Zira şeytanla yapılan (cihad) cihad-ı ekberdir.





(54) Heybet: Bir kimsenin veya bir şey'in haddi zâtında celalli olmasından sakınıp korkmak; büyüklük, dehşet veya ululukla korku vermek manasınadır.

(55) Üns : Cemâlü'l - Celâl; kalbte cemâl-i ilâhiyi müşahede etmek.

(56) Feyzü'l - kadir, c. I, s. 551.

(57) Bâtın : İç âlem, gizli ve görünmeyen şey manâla rina gelmektedir. Lâm-i tarifli olarak el-Bâtın» de nildiğinde, esmâ-i hüsnâdan biri ifade edilmiş



22 Kemal Sıfatlar

Kemal sıfatları; huşu (58), korku, huzur, verâ (59) ve takva (60)'dır. Her hatânın başı bulunan dünya sevgisi zulmetinin kirlerinden nefsini temizleyen (bu sıfatlara) mâlik olabilir.

Dünya sevgisini terk, her faziletin bağı ve her ibadetin başlangıcıdır. Her saadetin anahtarı da devamlı olarak çok mücahede etmektir. Hakkı hak, batılı bâtıl görüp şerefli veya düşük herkesi hak yolunda eşit tutma*; (kendisinin) iyi işleri(ni> başkasının) kötü fiillerini) gizlemektir.

Sehl b. Abdullah Tüsterî (61) şöyle demiştir :


«Bir kimsenin cesedindeki her bir kıl huşfr (a iştirak) etmedikçe huşu yapmış olamaz

Bu, övülmeye lâyık olan (en yüksek) huşû'dur. Ekseri kimseler, kalb temizliğinden e çekip zahird ki işlerinden dolayı korku çekerler. Çünkü âzâ ile yapılan şeyler kolay, kail amelleri ise oldukça zordur. Acı bir ilâcı, içmekte zorluk çeken kimsenin (onu bırakıp] vücudunun dışına merhem sürmesi, ağrısın arttırır. Merhemi artırdıkça hastalık da o nisbette artar.

Zahiren yaptığı işlerle yetinip kudsî ve manevî (yollarla) hakikat mücahedesini terkeden bir kulun durumu da buna benzemekte dir. Onun da kalbî hastalıkları kat kat arta çaktır.





(58) Huşu : Cenâb-ı Hakk'a boyun eğmek (Risale-i Ku-şeyriye).

(59) Verâ: İbrahim b. Edhem şöyle açıklamaktadır: Verâ, şüphe (veren) her şey'i ve malâyâni'yi terk etmektir. (Risale-i Kuşeyriye)

(60) Takva: Allatın emirlerine muhalefetten ve haramları irtikâp etmekten sakınmaktır.

(61) Sofiler zümresinin meşhurlarından olup lâkabı, Ebû

Muhammed'tir. H. 200 tarihinde Huzistan'ın Tüsteı şehrinde doğmuş Basra'da yaşamış ve 283 tarihindi vefat etmiştir. Mekke-i Mükerreme'de Zünnûn-i Mis rî ile konuşmuştur. Kendileri, verâ ve keramet sahibi bir zattır.



23 İbadete Devam Etmek

Şunu (iyi) bil : Şeriat (62), dâima ibadetle emretmiştir. Hakiykat, (63) Tarikatın (64) neticesi (nde ulaşılacak yüce bir mertebe) dir. Tarikat, şeriatın mizanıdır ve ayn-ı hakikattir.
Tasavvuf (65) kapısını açtığın vakit, hakikatin sırları açığa çıkacaktır. Şeriatın her hükmü, hakikatle müeyyed bulunmaktadır. Hakiykat, şeriat ile mukayyet olmaz ise asla kabul olunmaz. Her hangi bir yol ki onun hakiykat (ile alâkas) ı yoktur; o hükümsüzdür.

Herbir tarikat ve hakiykat (iddiası taşıyan yol) ki şeriatle ilgisi yoktur; bâtıldır.
Şeriat, süt gibidir. Tarikat ondaki kaymak; hakiykat da kaymaktan çıkarılmış (tere) yağ gibidir. Süt olmadıkça diğerlerini elde etmek mümkün olamaz.
Şeriat, tarikat ve hakikat (lâfızların) dan murad; ibâdet, ubudiyet ve ubûdet (66) vazifelerini dosdoğru yapmaktır.
Şeriat, hak (yolu) dur. Hakiykat de o yolun hakiykatıdır. Şeriat, Şâri'i Hakîm'in emrini (îfaya) kıyam etmektir. Hakikat da, Allah'ın emrindeki inceliği gözüyle (görürcesine) müşahede etmektir. Bunları, Allah Teâlâ'nın :
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ

kavl-i celîli toplamaktadır. Mânâsı :

«Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz.» (67)

«Ancak sana ibadet ederiz» kavli, şeriatdır. «Ancak senden yardım dileriz» cümle-i mübârekesi hakiyyattir.
Bu dereceye iki yokuşu aşmadan ulaşılamaz. Onlar : Faydalı ilim ve hâlis ameldir.
«Ancak sana ibadet ederiz» cümlesinde; işin yapılması ve kazanılmasının kula isbatı, ibadetlerin Allah'a izafesi bulunmaktadır.
«Ancak senden yardım dileriz» cümlesinde ise, işi Allah Teâlâ'ya isbat vardır. (Her türlü yardım ve hattâ) ibadeti yapabilmek bile Allah'ın tevfikı ve yardımı iledir.

Birincisinde iş, Allah içindir ve sevabı gerektirir; bu, tefrik makamıdır. İkincisinde ise fiil, Allah (in yardımı) iledir; yakınlığı icab ettirir. Bu (Cemu'l-cem) (68), yâni yaratılmış olmadan Hakk'ı müşahede etmektir. Bu, «Fenâ»dan sonra «Bakâ» (69) dır.
«Ancak senden yardım dileriz» derecesinsine yedi yokuş çıkmadan ulaşılamaz.

Bunlardan birincisi, «Ancak sana ibadet ederiz» derecesine ulaşmakta (karşılaşılan) il yokuşu (faydalı ilim ve hâlis emel) i aşmaktadır.

İkincisi, şeriata muhalif hareketleri uzuvlarından uzaklaştırmaktaki engeli aşmaktır.

Üçüncüsü; nefsi, alıştığı âdî şeylerde kesmektir (70).

Dördüncüsü; kalbi, beşerî (arzular) uçurumundan kesmektir.

Beşincisi, tabiat (-ı bedeniyye)nin bulanık (ve karanlık) larından sırrı kesmektir.

Altıncısı; aklı, boş vehimlerden kesmektir.

Yedincisi; ruhu, Rabbül âleminden gayı şeylerden uzak tutmaktır.

Bu temsilî yokuşları aşmaya başladığında, ilk yokuştan sonra ilme dayanan ameller karşılığında (hâsıl olan) hâlis niyyetle müşerref olursun.
İkinci yokuş (aşıldığın)da senin kalbinde hikmet (71) çeşmeleri açığa çık (ip ağzından taşmaya başl)ar.
Üçüncü yokuşu aştıktan sonra dinî ilimlerin inceliklerine muttali olursun.
Dördüncü yokuşta (n sonra) meleklere mahsus münâcatın işaretleri gösterilir.
Beşinci yokuş (aşılmak)la sana sevgi müşahedelerinin kamerleri parlamaya başlar.
Yedinci yokuştan (aşıp) kudsî yakınlık bahçelerine inersin.

Burada üns (billâh) lütuflarmı müşahede ile kendini gayb edip huzur vaktinde, tehay-yürde; zuhur hâlinde, dehşette kalırsın. Bu nuru müşahede ile hiss(-i basar)mdan sen gayb olursun. Zâtın, (bu hâl içinde) fânî olur, sıfatın da (silinir) giderse fena bulan zâtın, onun başkası ile, sıfatların da onun sıfatları ile kaaim olur. Bu hâlde sana bir hü'at giydirilir. «Ancak benimle işitir ve sadece benimi görür» (72) sırrı tecelli eder.

Ancak O'nun zikriyle konuşur; sadece O'nun envârı ile bakarsın. Hareket edeceğindi ancak O'nun kudret vermesiyle; yapıştığın za man, O'nun iktidar vermesiyle kıpırdarsın, tu tarsm. Bu halde iken, kullar (a mahsus taba kalar)ın en yükseğinde olursun.
Fakat insanlar bir ırmakta imtihan olunurlar. Bu, cismânî tabiat pınarıdır. Kim ondan kanmak için hırsla ve ifrat (a vararak içerse, o kimse hakıykat ehlinden değildir. o tabiatının ehli ve Allah (a kulluk) dan meşgul eden şehvetin kuludur. Dünya metâmdan, ancak, zaruret mikdarı ile kanâat eden kimse müstesnadır. Bu kimse Allah'ın velîlerinden (ve marifet(73) ehlinden)dir. O da azın azıdır. Ehl-i dünyâ'nın adedi, sayılamayacak (kadar çok) tur. Allah Teâlâ bizi, kanâatle rızıklandırsın ve bizi ehl-i sünnet vel-cemâat (yolun) dan ayırmasın.

(Bir gün) ölecek olan kimseye kâfi miktardaki rızık, çoktur. Dünyâ, tuz gibidir. Fazla olursa susatır. Akıllı olan, dünyâ menfaatini toplamakta nefsine zahmet vermez. Şiir :

«Rızık taksim olunmuştur»
«Kötü zanna kapılmak fayda vermez»

Kendisinde fena (fillâh) ve baka (billâh) sırrı (74) tahakkuk eden kâmil bir mü'min, mümkinâtın kendisi tarafına yönelmesine açıktan şahid olur.
Bundan sonra, Kur'ân-ı Mecîd'in hakıykâtini murakabe gelir. Bu hakikat, Kur'ân'ın münşi'i bulunan, misli bulunmayan zât-i ilâhî deri feyzin vücudunu mülâhaza suretiylediı Bu makamda kelâm-ı ilâhînin esrarı zahir oluı Allah Teâlâ'nın kelâmından her bir hari Kâbe-i maksûde ulaştıran bir deniz; kırâe edenin dili, okuduğu sırada, Asâ-i Musa git olur da kalbinin tamamı Kur'ân-ı okuyan bi dil hâline gelir.
Kur'ân-ı Mecîd'in nurlarının inkişâfın alâmet, çok kere, arifin içine bir ağırlığın çöl mesidir. Allah Teâlâ'nın kavlinden (Kur'ân Kerîm'de) şöyle vahy olunmuştur :


اِنَا سَنُلقىِ عَلَيْك قَوْلاً ثَقِلاً

Mânâsı :
«Hakıykat biz sana ağır bir söz vahyedi yoruz» (75).

Bundan sonra, cidden büyük bir mertebe vardır. O da namazın hakıykati(ne ulaşmakdır. Burada murakabe, salâtın hakıykatını münşi'i bulunan, misilsiz zât-i ilâhîden kemâl vüs'atle gelen feyzi mülâhaza ile olur.Bu makamın genişliği ve yüceliğinden, hakıykat-i Kur'ân, namazın bir cüz'ü; hakıykat-i Kabe de diğer cüz'ü oldu diyoruz. (76)

Bu kudsî hakıykate ulaşan sâlik, (77) namaz kıldığı sırada bu fâni yurttan çıkar ve baki bir yurda girer. Kendisine, kâmil bir surette ve şübheye mahal olmaksızın, «Allah'a

sanki sen O'nu görüyormuşçasına ibâdet edersin» (78), hâdis-i şerîfindeki incelik açılır Peygamber efendimiz «Namaz, mü'minin mırâcıdır» hâdis-i şerifinde bu şerefli ibâdete ve yüce rütbeye işaret buyurmuştur. Kulun Rabbine (manen) en yakın olduğu zamanın, namazda bulunduğu vaktin olduğu haber verilmistir.
Namaz olmasa, maksudumuzun, yüzünde nikaab açılmazdı. Namaz olmasaydı, (rızâ ilâhiye) talip olan kimseye, sevimli matlubun (vuslatta) hangi şey yol gösterirdi?
Namaz, (ilâhî) yolda yürüyenlerin tad aldıkları, hastaların rahatladıkları bir ibâdettir.

بِلاَلُ يَا اَرِحْنَا



«Bizi râhatlandır yâ Bilâl (79) hâdîs-i şerifi, bu mânâya bir remzdi:r

وَجُعِلَتْ قُرَّةُ عَيْنىِ فىِ الصَّلاَة
«Benim gözümü parlaklığı namazdadır» (80), mealindeki hi dîs-i şerifi arzulanan şey’e bir pırıltıdır.




(62) Şeriat: Allah tarafından vaz edilen ve Peygamber vasıtasiyle tebliğ olunan hükümleri hâvi ilâhî kanun;
. itikâd, ibadet ve muamelâta müteallik dinî hükümlerin hey'et-i mecmuasıdır. Şeriat» din manâsında da kullanılmaktadır.

(63) Hakiykat: Tasavvuf erbabınca dörde ayrılan mertebelerin üçüncüsü hakkında kullanılan bir tâbirdir. Bunlar; şeriat, tarikat, hakiykat ve marifet'tir.

(64) Tarikat: Allah yoluna sâlik olanların menzilleri aşması ve makamlara yükselmesine tahsis olunan bir seyr'dir.

(65) Tasavvuf : Ahlâkı ilâhî ile tahallûk etmeyi tâlim eden manevî yol.

(66) İbâdet, avam için tezellülün nihayeti ve Allah Teâlâ-ya kul olmanın zahirdeki faaliyetidir. İbadet, umurr mü'minlerin; ubudiyet, havassın; ubûdet, havassüi havass'ın yaptığı kulluk vazifelerine verilen isimdir. Asılları aynı fasılları ayrıdır. Hepsi ibadet fakat derece ve değerleri farklıdır. Ebû Ali ed-Dakkâk demiştir ki: İbadet, ilm-i yakîn sahibine; ubudiyet, aynü'l-yakîn erbabına; ubûdet, hakku'l-yakîn ashabına mahsustur. (Risale-i Kuşeyriye)

(67) Sûre-i Fatiha. 4.

(68) Cemu'l - cem' : Hak ile kâim olduğu halde, halkı müşahede etmektir.

(69) Baka : Devam ve karar manasınadır. Tasavvuftı mevhum varlıkları nazardan ve fikirden kaldırdıktan sonraki hâle verilen isimdir.

(70) Buradaki kesmek, çocuğu emzikten ayırmak git vaz geçirmek manasınadır.

(71) Eşyanın hakikatlerini; vasıflan, hâssaları ve hükümleri ile olduğu gibi bilmektir.

(72) كنت سمعه الذى يسمع به وبصره الذى يبصر به ... الخ
hadisi kudsisine telmih (işaret) vardır.

(73) Marifet: İnsanı gayriden ayırıp Allah'a döndüre: şeydir. Marifet, bir şey'i tefekkür ve eserini tedet bür ile bilmek manasınadır. Fakat ilimden daha hususidir. Bunun mukabili inkâr ve ilmin karşılığı cehildir. İlim, küllî vecih ile. ma'rifet, cüz'î vecih-le bilmektir. Bu itibarla Cenâb-ı Hakk'a Âlim denir fakat Arif denmez. Marifet, tasavvufta dört mertebenin sonuncusudur.

(74) Sır: İnsanın göğsünde vedla-i Rabbâniye ile
(76) Hakikat-i Kâ'be : Maneviyat erbabının kemâle ulaşmasından sonra, suluk iki kola ayrılır. Bu, mürşidin ihtiyarına göre olur. Biri «Hakayık-ı ilâhiye» tarafı, diğeri de «Hakayık-ı enbiyâ» tarafıdır. Ha-kâyık-ı ilâhî; hakiykat-i Kabe, hakiykat-i Kur'ân ve hakiykat-i salâfdan ibarettir. Hakiykat-ı enbiyâ: Hakiykat-i İbrâhimiyye, hakiykat-i Mûseviyye ve hakiykat-ı Muhammediyye'den ibarettir. Mürşid, hakikat-i Kabe'ye yöneldiği zaman, bu makamda Hak Teâlâ'nm büyüklüğünü müşahede eder ve bâtınını ilâhî heybet kaplar. Kur'ân-ı Mecîdin hakiykatine yöneldiği vakit, azamet perdeleri içinde bir takım sırlan sezer ve müşahede âleminde Kabe'nin hakikat ve keyfiyetini görür de buradan Kur'ân'in hakiykatine yücelir. Salâtın hakiykati dairesinde, Mürşid, kemâlât-ı ilâhîyi misâlsiz olarak ve bütün genişliğiyle müşahede eder.

(77) Sâlik : Târikatlerden birine müntesip olan ve hâl ile makama yürüyen kimsedir.

(78) Et-Tâc, c. I, s. 21.

(79) İhyâu’l – ulûm, c. I, s. 121.

(80) Râmuz, 273.



24 Son Söz

Rabbim olan Allah bana kâfidir. O, ne hoş Rab’dır. Bize Allah kâfi ve O, ne güzel vekildir. Îşimi Allah’a bıraktım. Hiç şüphesiz, Allah, kullarını(n yaptıklarını) görmektedir. (En sonunda) dönüş(ümüz) de O’nadır. Günahtan kaçmaya kudret ve ibâdet yapmaya kuvvet, ancak Yüce ve Büyük Allah (m yardımı) iledir.

•Ruhu’s-salât, aynü’l-hayât» adı verilen bu veciz risale, SİROZ (81) şehrinde tamamlandı. Yüce Allah, orayı ve diğer Müslüman beldelerini her türlü belâ ve âfetlerden korusun.

Bu risalenin bitişi, kendisinden sonra Peygamber bulunmayan Efendimizin, hicret tarihi ile, BİN ÜÇYÜZ DOKUZ senesi Recep ayının Regâib gecesine tesadüf etmiştir. Allah Teâlâ’dan «Vedûd ismi(nin tecellisi) ile onun faydasını çoğaltmasını (halk yanında) sevimli ve kıyamet gününe kadar makbul kılmasını diliyorum. Ey Mâbud(-i hakıykî), ey Samed (olan Allahım!) bizden (bu hizmeti) kabul ediver.

Evvel ve âhir, hamd Allah’a mahsustur. Allah Teâlâ, eyidimiz Muhammed (s.a.v.).e, zahir ve bâtın yoluyla, salât(-ü selâm) eyleye.

Bilecik : 30 Muharrem 1395
12 Şubat 1975 Çarşamba




(81) Siroz : Halen Yunanistan topraklarında kalmış bir beldenin adıdır. Şark tarafında Rumeli, garbında Kosova, cenubunda Selanik ve adalar denizi, şimalinde Bulgaristan'la çevrilir, ekseriyetle arazisi dağlık olan bir yerdir.


25 Bu eserin terceme ve tahşiyesinde faydalandığımız eserler P

1-Tefsîr-i Kurtubî: Dâr-i kitâb-i Arabiyye Kahire,1967.

2-Hak Dinî Kur'ân Dili: Matbaa-i Ebüzziyâ 1935, istanbul.

3-Kur'ân-ı Hakim ve Meâl-i Kerîm : Ahmed Said Matbaası, İstanbul, 1957.

4-Tuhtefü'l - Ahvezî : Matbaatü'l - Fecâletü'l - cedîde, Kahire. 1967.

5-Et-Tâc : Dâr-i İhyâ-i Kütüb-i Arabiyye (2. baskı).

6-Ramûzü'l - ehâdîs :Kışla-i Hümâyun Matbaası 1275. İstanbul.

7-ihyau Ulumi'd - Dîn : Meymeniye Matbaası, Mısır,1306.

8-Risâle-i Kuşeyriye : 1318, Mısır.

9-Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü :Millî Eğitim Basımevi. 1971, İstanbul.

10-Kamûs-i Okyanus :1305. İstanbul.

11-Kamûsü'l - âlâm : Mihran Matbaası, 1311. İstanbul

12-Nihâye :Dâr-i İhyâ-i Kütüb-i Arabiyye, 1965, Kabire.

13-Feyzü'l - kadîr : Matbaa-i Mustafa Muhammed 1938, Mısır.

14-Neseî : Matbaatül - meymene, 1312. Mısır.

15-Câmiu'l - usûl fil - evliya.
Powered By Blogger