15 Eylül 2007 Cumartesi

NAMAZDA HUŞU 48

Namazda huşu’ : Niyet & Ta’dîl-i Erkân


Namazları huşû’ ile edâ edebilmek, hepimizin arzu ettiği birşey...

Rabbim namazdaki, huşû’yu her daim yakalamayı nasip etsin...Âmin...

Huşû’ ne demektir?



“Huşû’ nun aslı kalptedir.

Göntüsüsü ise, bedendedir...



Kalbe bakan yönüyle, Rabbimizin azameti karşısında kendi küçüklüğümüzü görmemizdir huşû’...Edebimizden, tâzimimizden,hürmetimizden dolayı başka düşüncelere iltifat etmeyip, kalbimizin son derece bir saygı hissi duymasıdır...

Görüntüye, bedene bakan yönüyle ise, bedenin âzâlarında bu hissin görünmesiyle, bir sükun ve sâkinliğin hasıl olmasıdır. Gözlerimizin secdeye bakıp, sağa sola meyletmemesidir.



Peki huşû’ ya giden yola nasıl girilir?



Kalpteki Huşû’ , namaza başlarken yaptığımız niyetin kemâline bağlıdır. Sohbetimizin başında niyetin önemini, ve namaza olan doğrudan etkisinden bahsetmiştik.

Bedendeki huşu’ ise, namazın edeplerine, erkânına riayet edilmesinden, yani Ta’dîl-i Erkân’a bağlıdır.”



Ta’dil-i Erkân hususu, çok mühim olduğu halde, aynen niyet gibi, es geçtiğimiz bir farzdır...

Ta’dil-i Erkân, namazı, acele kılmaktan sakınmaktır.

Kıyamı,yani ayakta duruşumuzu, rükûyu, secdeyi, namazdaki her bir hareketi, edebe uygun bir şekilde edâ etmek, hızlı çekime alınmış film gibi edep dışı bir tarzda kılmamak demektir.



Namaz , mü’minin miracı, gözünün nuru, kalp ve ruhunun sevincidir. İnsanın, Sahibine, Râzıkına, Mâlikine, Hâlikına, en yakın olduğu andır. Böyle bir ibadet hâlini bir yük kabul edip, onu acele ile, âdâp ve erkânına tam dikkat etmeden bir an evvel bitirmeye çalışması ne ile açıklanabilir??



Allah Rasûlü, bir hadislerinde şöyle buyurur:

“ İnsan, namazını güzelce kılar, rükû ve secdelerini tam ve itidâl üzere yaparsa, namaz ona şöyle der: ‘Sen beni nasıl koruduysan, Allah da seni öyle korusun.’ Şayet namazı kötü kılar, rükû ve secdelerini eksik ve noksan yaparsa, bu sefer şöyle der: ‘Sen beni nasıl zâyi etti ise, Allah da sana öyle yapsın.”



“Hırsızlığın en kötüsü de, namazını çalmaktır”buyuran Rasûl-i Ekrem(a.s.m) Efendimiz’e, ‘Yâ Rasûlullâh, kişi namazını nasıl çalar? diye sorulunca, Rasûl-i ekrem (a.s.m) Efendimiz, “Rükûsunu ve secdelerini tamamlamaz” buyurmuştur.



Namazda, Rabbimizi her ne kadar göremesek de, Onunbizi gördüğümüzden şüphemiz yoktur. Namazdaki huzur ve huşu’ hâlinda, bu da çok mühimdir. Allah’ı sanki görüyor gibi ibadet etmek gerekir.

Eğer, Allah’ın bizi gerçekten gördüğüne inanmıyorsak, ya da gaflet ediyorsak, başkalarının görmesinden hoşlanırız. Allah muhafaza eylesin, namazımız, Allah için değil, başkaları için olur.



Kur’ân-ı Kerîm’de, Nisâ sûresi 142. âyetinde, Allah şöyle buyuruyor: “Doğrusu münâfıklar Allah’ı aldatmaya çalışıyorlar; halbuki onları kendi hileleri ile aldatan Allah’tır. Namaza kalktıklarınde ise, tenbel tenbel ve insanlara gösteriş olsun diye kalkarlar. Allah’ı da pek az zikrederler.”



Veliyye hanımlardan Râbia el- Adeviyye, namaz kılarken gözüne bir kamış ucu giriyor. Namazını bitirip, selâm verinceye kadar, hiç haberi olmuyor. Selâm verince, “bir bakın gözüme saplanan nedir?”diyor. ve saplanan kamış parçasını güçlükle gözünden çıkarıyorlar.

Büyüklerin namazdaki halleri bir başkaymış... Belki biz, onlar gibi olamayız ama, onlara benzemeye gayret edebiliriz....







Evet.. İmandan sonra en yüksek hakikat namazdır..!

Namaz, imanla İslâm’ın kesişme noktasıdır. Yaşayan bir iman, namazla mümkündür.

İnsanın şu dünyadan götürebileceğien güzel meyve, namazdır.

Bizler eğer kendimizi kurtarmak istiyorsak, namazı ciddiye almamız gerekiyor. Başkaları kurtulsun istiyorsak, namazı ciddiye almamız gerekiyor. Dünya kurtulsun istiyorsak da, namazı ciddiye almamız gerekiyor.

İslâm ne ilk asrında, ne de sonrasında, namazı hayatın merkezine almamış da ellerde yükselmiş değildi...Asr-ı saadet örneği başta olmak üzere, İslâm’ın yükseldiği bütün zamanların temelinde, namaz vardır. Sahabeler, hem kendilerini hem başkalarını, namaz hakikatini dünyalarında merkez almaları neticesinde kurtarmışlardır.



Son olarak önemli husus daha ifade etmek istiyorum ki, farzları kazaya bırakarak bir hata işledik mi? İşledik... Bir de sünnetleri terk edip, neden ikinci bir kabahat daha işleyelim?

Efendimiz (a.s.m) sabahları ayakları şişene kadar namaz kılıyordu.

Hangimiz ayaklarımız şişene kadar, sabahlara kadar ‘aman kazalarım bitsin’ diye namaz kıldık??

Tüm vakitler tükendi ve biz, artık “namazı en az hangi tarzda kılabiliriz?” onun hesaplarını yapıyoruz.. Borçlarımızı edâ etmek niyetiyle, kaza namazlarını bir kılmaya başladık mı, gerisi gelir inşaallah...

Eğer bu şekilde giderken, ömrümüz vefâ etmezse ne olur? O zaman, kılıdığımız sünnet ve nafilelerle, kazalrımız tamamlanacak inşaallah...

Ama önemli olan, başlamaktır...



İsterseniz, bir de Mevlânâ Hz.lerinin Mesnevîsinden, onun namaz hakkındaki ifadelerinden birini paylaşalım...

Hz. Mevlânâ, küçük bir hikayecik anlatarak, konuyu çok veciz bir tarzda ifade eder:

Bir dere kıyısında yüksek bir duvar vardı. Duvarın üstüne de, susamış dertli biri çıkmıştı.

Suya ulaşmasına, susuzluğunu gidermesine o duvar engel oluyordu. Susuz adam da su için balık gibi çırpınıyordu.

Ansızın suya bir kerpiç parçası attı. Kerpicin düşmesi ile suyun çıkardığı ses, kulağına bir söz gibi geldi.

Suyun sesi bir sevgilinin sesi gibi tatlı idi. O su sesi, adamı üzüm suyu gibi mestetti.

Mihnetlere, dertlere uğramış adam, suyun tertemiz sesini duymak için duvardan kerpiç koparıp suya atmaya başladı.

Sudan da ses geliyordu. Su “Ey insanoğlu!” diyordu, “böyle kerpiç atmaktan, beni rahatsız etmekten sana ne fayda var?”

Susamış adam cevap verdi de, dedi ki: “Ey su, bu atıştan benim için iki fayda vardır. Bu yüzden kerpiç atmaktan vazgeçemem.”

“Birinci fayda: Benim suyun sesini duymamdır. O ses, susuzlara rebâb sesi gibi pek tatlı gelir.

Su sesi, İsrâfil’in sesine benziyor. Ölü bile bu sesten dirilmededir.

Kerpiçleir atmamın ikinci faydası da şudur ki: koparıp attığım her kerpiçle, duvar alçalıyor. Ben de suya biraz daha yaklaşıyorum.

Kerpici her koparışımda yüksek duvar, kerpicin azalması yüzünden biraz daha alçalıyor.

Duverin alçalması bir yakınlık; onun ortadan kalkması ise kavuşmak, buluşmak olacak.”

İşte, namaz kılarken secde etmek de “Secde et de yaklaş” âyetinde olduğu gibi, duvardan kerpiç koparmaya benzer.

Bu varlık duvarı yüksek bulundukça, baş eğmeye yani secde etmeye engel olur.

Bu toprak bedenden kurtulmadıkça, eğilip âb-ı hayata secde etmek ve ondan doya doya içmek imnkânı yoktur.

Bu varlık duvarı üstünde bulunanlardan kim daha fazla susamışsa, duvarın taşını, kerpicini o daha çabuk koparır atar.

Suyun sesine daha fazla âşık olan kişi ise, ona engel olan varlık duvarından daha büyük parçalar koparır.









Sohbetimizin sonlarında, B.zman Hz. lerinin, bizlerin, büyüklerin ibadetine bakıp da kendi ibadetimiz hakkında ümitsizliğe düşmemesi için, verdiği bir hurma ağacı misalinden bahsetmek istiyorum.

Kendisi şöyle ifade ediyor:





“Sakın deme, “Benim namazım nerede, şu hakikat-i namaz nerede?” Zira bir hurma çekirdeği, mânen bir hurma ağacı gibidir. İşte, senin ve benim gibi bir âminin de –velev hissetmezse de- namazı, büyük bir velinin namazı gibi şu nurdan bir hissesi var, şu hakikatten bir sırrı vardır. Fakat derecelere göre, inkişafı ayrı ayrıdır. Nasıl ki bir hurma çekirdeğinden, tâ mükammal bir hurma ağacına kadar ne kadar çok mertebeler bulunur, Öyle de, namazın derecelerinde de daha fazla mertebeler bulunur. Fakat bütün o mertebelerde, namaz hakikatının nuru, esası bulunur.”









Evet... namaz bahsinin sonuna geldik, nasıl ki namazdan selam ile çıkılıyor, biz de isterseniz son olarak namazdaki selâmı paylaşıp, sohbetimizi noktalayalım inşaallah...







Namazda tekbirle, dünyadan çıkar, selâmla yeniden dünyaya döneriz.

Evet... aslında, farklı bir âleme, Rabbimizle buluşmaya gidişimiz, miracımız olan namazdan geri döndüğümüzde, öncelikle, sağ ve solumuzdaki melekleri selâmlarız.

Aslında ,selâm, önce insanın kendisine(iç cemaatine) verdiği bir selâmdır. Eğer, cemaatle kılıyorsak namazı, iki yanımızdaki kardeşlerimize de bir selâmdır. Aynı zamanda, yazıcı melekleri bir selâmlamadır.

Hem, geçmişe ve hem de geleceğe verilen bir selâmdır. Yani: Hz. âdem(a.s)’ dan günümüze kadar gelen tüm mü’minlere, enbiyalara, evliyalara verilen bir selâmdır. Hem günümüzden kıyamete kadar gelecek mü’minlere, velî kullara bir selâm vermiş oluruz.

Evet.. nasıl ki, insan şu kainatın bir hülâsasıdır, kainatın terbiyesinin hülâsası ondadır.

Müklelef olduğu ibadet olan namaz bir hülâsadır. Tüm ibadetlerin bir özüdür.

Namaz de okudupumuz Fatiha Kur’ân’ın tahiyyat ise, şükürlerin bir hülâsasıdır.

Namaz vakitleri, zamanın hülâsasıdır.

İşte, namazın sonundaki selâm da yaratılan ve yaratılacak tüm âlemleri, zamanları, makamları ve mekânları bir selâmlamadır.

Ve namazın sonunda okuduğumuz tesbihler de, namazın çekirdekleri hükümündedir....



Vesselâm.....



Allâhümme, Salli ve Sellim alâ men kâle: “Essalâtü imâdüddîn” ve alâ âlihi ve sahbihi ecmaîn.

Âmin...

Hiç yorum yok:

Powered By Blogger