15 Eylül 2007 Cumartesi

NAMAZDA HUŞU 17

HUŞÛ



Allah'a karşı korku ve sevgi ile boyun eğme ve bu duygu ile alçak gönüllülük ve tevazu gösterme.

Nerede olunursa olunsun, Allah Teâlâ'nın her şeye muttali olduğunu azametini ve kişilerin kusurlarını bilmeyi gerekli kılar. Asıl huşû, bu bilgilerden doğar. Bunun için huşû yalnız namaza bağlı değildir. Namazda, namaz dışında, yalnızken de huşû uygulanır.

Huşû, Kur'ân-ı Kerîm'de çeşitli âyetlerde geçmekte ve Peygamber efendimizin hadislerinde çokça zikredilmektedir. Ahzâb Suresi 35. âyette geçen ve bu kelimeden gelen "el-hâşin ve'l-haşiât" kelimeleri "Allah'a boyun eğen erkekler ve Allah'a boyun eğen kadınlar" diye tercüme edilmiştir. Yani "Onlar kibir, gurur ve kendini beğenmişlikten uzaktırlar; O kul olduklarının ve ibadet ve taat etmekten başka bir konumda ohnayacaklarının farkındadırlar. Bu nedenle vücutları ile birlikte kalpleri de, Allah'tan korkarak onun önünde secde eder. Onlar Allah'dan korkmayan ve kibir içinde yaşayanlar gibi davranmazlar" Bu niteliklerin dizilişinden huşû ile, genelde Allah korkusunun yanında, özellikle namazın kastedildiği anlaşılmaktadır. Çünkü sadaka vermek ve oruç tutmak hemen bunun ardında yer almaktadır (Mevdûdî, Tefhimü'l Kur'ân Terc, İstanbul 1987, IV, s. 374).

Huşû ve huzur-ı kalb namazda şarttır. "Zikrim için beni hatırlamak için namaz kıl" (Tâha, 20/14) âyeti buna bir örnektir. Bilindiği üzere emrin zahiri vücuptur. Gaflet zikre münafidir (manidir). Bütün namazı gaflet ile geçen bir insan, namazda Allah'ı nasıl hatırlamış olabilir? Allah Teâlâ "Gafillerden olma" (el-A'raf, 7/205) buyurarak gafleti yasaklıyor. Namazda huşû'un büyük bir önemi vardır. Mü'minûn sûresinin ilk âyetlerinde, mutlaka kurulacak olan kâmil mü'minlerin sıfatları sayılır. Birinci sıfatlar olarak şöyle denmektedir:

"(Öyle mü'minler) ki onlar namazlarında huşûa riâyet ederler." İslâm âlimlerinden bir kısmı huşûu korku gibi yalnız kâlb fiilinden olduğunu söylemiştir. Bazıları ise; namazda sükûn ve sağa sola bakmayı terk etmek gibi, aza ve organlarla ilgili fiillerden kabul etmişlerdir.

Ashâb-kirâmdan Abdullah bin Abbas (ö. 68/687) bu âyetteki "hâşiûn'"u, "Onlar namazlarında korku ve sükûnet içindedirler" şeklinde tefsir ederken, Hz. Ali'den (ö. 40/660) "Huşû'dan maksat kalbin huşûudur." dediği nakledilir (İbn Kesir, Muhtasar Tefsiri İbn Kesir, İhtisak ve tahk: M. Ali es-Sabûnî, Beyrut 1402-1981, II, 558, 559).

Muhammed b. Şirin'den (ö. 110/728) şöyle dediği nakledilmiştir: "Rasûlüllah (s.a.s)'ın ashabı, namazda gözlerini gökyüzüne kaydırıyorlardı. Mü'minûn sûresinin huşû'dan söz eden ilk âyetleri nâzil olunca, gözlerini secde edilecek yere bakacak şekilde indirdiler" (İbn Keseîr, a.g.e, II, 559).

Namazda huşû kalbin tam olarak dış ilgilerden boşaltılıp, Allah'a bağlanması ile meydana gelir. O zaman gönül huzuru duyulur. Nebi (s.a.s) bir hadisinde şöyle buyurmuştur: "Bana güzel koku, kadın sevdirildi. Namaz da gözümün nuru kılındı" (Nesâî, İşretu'n Nisâ l; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 111, 128, 199, 285, 1, 245, 255, 296).

Kişinin iç dünyası ile ilgili olan huşû hali dıştaki davranışlarına yansır. Psikolojik bakımdan da bunun böyle olması gerekir. Çünkü beden, ruhi olayların aynasıdır. Meselâ; ruhunda üzüntü veya sevinç olan kişinin bu ruhi halini, yâni üzüntü veya sevincini mimiklerinden, yüz hatlarından ve davranışlarından anlarız. Bundan dolayıdır ki âlimler namazdaki huşû'u şöyle izah etmişlerdir: "Namazda huşû; bütün himmetini namaz için toplamak, namazın dışındaki her şeyden yüz çevirmek, gözlerini secde yerinden ayırmamak, sağa sola bakmamak, elbisesiyle oynamamak ve parmaklarını çıtlatmamaktır (En-Nesefî, Kadî Beydâvî ve Hak Dini Kur'ân Dili, Mü'minûn, 23/2).

Dikkat edilirse bu izahda kalb ile beden, yani kalb ile aza organlar birlikte dikkate alınmıştır.

Bazı müçtehitler huşûu namazın şartlarından kabul etmişlerdir. Fakat sahih olan görüşe göre; huşû namazın şartlarından değildir, kemâlindendir. Yani makbul ve olgun bir namazın mutlaka huşû ile kılınması lâzımdır. Namaz sırasında kalb kıbleye yönelmiştir. Kalb ve zihin başka şeylerle meşgulse namaz gafletle kılınmış demektir. Böyle namaz, Hakkı hatırlatmaz. Halbuki namaz, Hakkı hatırlatmak içindir. Cenâb-ı Hak bu konuda şöyle buyurur: "Beni hatırlamak ve anmak için dosdoğru namaz kıl" (Tâhâ, 20/14). Bu da ancak namaz ile olur.

Şâmil İA.

Hiç yorum yok:

Powered By Blogger