28 Eylül 2007 Cuma

namaz fıkıh (jale şimşek)

İma ile namaz nasıl kılınır?

JALE ŞİMŞEK
“Kendimi bildim bileli; namaz, abdest benim vazgeçemediğim ibadetim oldu. Seksen yaşıma rağmen hâlâ seccademle sıkı bir arkadaşım. Ama artık bacaklarım beni taşımıyor, dizlerim bükülmüyor. Eski günlerimi özlüyorum; uzun uzun kıyam yaptığım ve yer kadar sakin olan secdeli, huzurlu namazlarımı... Şimdi, vücudumu secde yapması için zorluyorum, ama olmuyor. Gözyaşları içinde kalarak; eskiden olduğu gibi eğilmeyen azalarıma kızıp söyleniyorum. Bu durumu yaşamayan bilemez, Allah kimseyi elden ayaktan etmesin (amin)...
Yaklaşık bir yıldan beri namazıma ayakta kıyamla başlıyorum, sonra bir kürsüye oturuyorum, rüku için biraz eğiliyorum. Secde için biraz daha eğilip ellerimi yüzüme yaklaştırıyor, havada onların üzerine secde yapıyorum. Bu şekilde yapmayı bir yakınım öğretti. Ama geçenlerde beni gören bir komşum ‘secdeyi yanlış yaptığımı ve ayağa kalkıp oturmadan, sadece oturarak işaretle kılmamı’ söyledi. Herkes bir türlü söylüyor. Bu işin doğrusu nasıl oluyor?”


Gerçekten sağlık ve afiyetin yerini hiçbir şey dolduramaz, hiçbir şeyle değişilmez. Sağlıkla yapılan ibadetlerin hazzına, huzuruna ise doyum olmaz. Ağrımayan, sızlamayan azalar ile hayat ne kadar kolay ise ibadetler de o kadar huşûludur. Yüce Allah, gençliğimizde dolu dolu ibadet etmeyi bizlere nasip eylesin (amin).

İslâm dini, Müslüman’dan bir şeyi yapmasını istediğinde onun durumlarını göz önüne alarak her türlü kolaylıkları işaret eder. Yani sorumluluklar, kulun gücü ve içinde bulunduğu zaruri haller göz önünde bulundurularak belirlenmiştir. Zaruri haller, sorumlulukları kolaylaştıran nedenlerdir. Hastalıklar da kolaylaştırma sebeplerinden biridir.

Bir hastalığından veya yaşlılığından ötürü ayakta namaz kılmaya gücü yetmeyen hasta veya yaşlılar namazlarını oturarak kılarlar. Rükû ve secde edemeyen kişiler de bu rükünleri ima ile yerine getirirler.

Ayakta duramayan, rüku ve secde yapamayan kişi oturabiliyorsa öncelikle yere (seccadeye) oturur, bükemediği bacağını veya bacaklarını kıbleye doğru uzatır ve namazını ima ile kılar.

Eğer yerde de oturamıyorsa o zaman bir sandalyeye veya tabureye kıbleye yönelik olarak oturur. Ellerini ve kollarını kullanabiliyorsa; normal şekilde olduğu gibi el bağlayarak namaza durur. Rükû ve secde edeceği zaman bu rükünleri başıyla işaret ederek yapar. Rükû için başını biraz eğer, secde için de başını rükudakinden biraz daha fazla olacak şekilde eğer. Buradayken baş bir yere dayanmaz, bir şey de başa kaldırılmaz. Bir şeyi kaldırarak ona secde etmek caiz değildir. Yani ima ile secde ederken baş boşluktadır. İma ile rükû ve secde yaparken eller, dizlerin üzerindedir.

Bir kişi, ayakta durmaya gücü yettiği halde, rüku ve secdeye gücü yetmiyorsa, yani bedeninin eğilme problemi varsa namazını; ayakta ve oturarak, rüku-secdeyi de tam eğilmeden ima ile kılabilir. Ancak her rekatta ayağa kalkmadan, kıyamı da oturarak ve rüku-secdeyi ima ile kılması daha uygundur.

Burada son zamanlarda camilerimizde sayıları çok artan sandalye ve kürsülere değinmeden geçemeyeceğiz. Öyle görünüyor ki küçük bir mazereti olan genç-yaşlı herkes sandalye üzerinde namaz kılmayı tercih eder oldu. İş böyle olunca her geçen gün sandalye ve kürsü sayıları safları doldurur oldu.

Gerçekten zamanımızda eklem problemleri oldukça fazla. Kimimiz belinden, kimimiz dizlerinden sorun yaşadığından eğilemiyor, doğrulamıyor, ayakta duramıyor, bunun için de hemen bir sandalyenin yardımına başvuruyor.

Fakat bir nokta atlanıyor: Ayakta duramayan, eğilemeyen kişi namaz kılmak istediğinde öncelikle seccadesine oturur ve sorunlu bacaklarını kıbleye doğru uzatır. Ama yerde oturmaya öncelik verilmiyor. Çünkü bu pozisyonda oturarak (ayaklarını kıbleye uzatarak) namaz kılmak ‘uygunsuz ve günah’ sanılıyor. Halbuki sanılanın aksine bir zaruretten dolayı ayakları kıbleye uzatarak namaz kılmak kişiye tanınan kolaylıktır. Asla Allah’a (cc) saygısızlık değildir.

Sonuç olarak denilebilir ki; namazda rüku ve secde edemeyen kişi öncelikle yere oturur. Ancak yere de oturamazsa o zaman bir sandalye veya kürsüden yararlanır. Ayrıca her rekatta kıyam için ayağa kalkmaması daha uygundur. Yani namazına oturarak devam eder.

İbadetlerimizi en doğru ve en güzel şekilde ifa edebilme temennisiyle...

Farz namazı kesmenin caiz olduğu haller nelerdir?

JALE ŞİMŞEK
“Namaz kılarken çocuğumun tehlike arz eden şeye veya yerlere yaklaştığını hissettiğim zaman onun başına bir şey gelecek korkusuyla namazıma devam edemiyor ve o an namazdan çıkıyorum. Bu durumda günaha giriyor muyum? Eskiden büyüklerim; ‘anne-baba çağırınca namaz bozulur’ derlerdi. Doğru mu? Sinirli olan eşim için de bu geçerli mi?”
Namaz kılan kişinin yanında veya yakınında zaruret içeren bir olay veya hayatî bir durum meydana gelse ve o esnada kılınan namaz farz da olsa namazı kesmek vâcip olur.

Bu cümleden olarak, namaz kılmakta olan annenin, sorumluluğunu aldığı çocuğunun, olabilecek tehlikeye yaklaşması durumunda namazını bozarak çocuğuna hakim olması câizdir.


***

Genel itibarıyla farz namazı kesmenin câiz olduğu durumlar şunlardır:

1- Namaz anında annenin çocuğuna bir tehlike gelmesinden korkması veya pişirdiği yemeğin taşmasından, yanmasından korkması,

2- Doğum yaptıracak ebe kadının namaz kılarken doğum olayının başlaması,

3- Kişinin namaz anında can güvenliğinin ortadan kalkması,

4- Namazdayken eziyet ve acı veren hayvanın, insana musallat olması,

5- Kişinin namaz anında kendisinden mesul olduğu malın kaçması, kaçırılması veya hırsız tarafından çalınması,

6- Namazda iken aniden küçük veya büyük abdestin sıkıştırması,

7- Farz namaz kılarken anne-baba veya eşin, bir zararı söz konusu ederek seslenmesi üzerine namazı kesmek câizdir. (İslâm Fıkhı c. 2, s. 170, Zaman Yay.)

Nâfile namaz kılarken, bu durumdan habersiz olan anne ve babanın çocuğuna seslenmesi o namazı bozmak için bir sebep teşkil eder. Böyle bir durumda namazı kesmek câizdir. Ancak farz namaz kılarken herhangi bir zarar söz konusu değilse anne-babaya cevap vermek için namaz kesmek câiz değildir.

Aynı durum eş için de geçerlidir; yani nâfile namaz kılarken eş seslense namazın kesilmesi câizdir. Fakat farz namaz; ancak zaruret varsa kesilir, yoksa namaza devam edilir.

Hamileyim ve zorlanıyorum; oturarak namaz kılabilir miyim?

JALE ŞİMŞEK
“Ben hamileliğimin dokuzuncu ayını yaşıyorum. Vücudum çok ağırlaştı ve kendimi taşıyamaz oldum. Ayakta duramıyor, eğilemiyorum. Yerden de tek başıma kalkamıyorum. Bugünlerde namazlarımı oturarak kılabileceğimi söylüyorlar. Bu namaz kabul olur mu? Oturarak kılınan namazın sevabı eksik mi olacak? Oturarak kılınan namazın kıyamı, rükûsu, secdesi nasıl olacak?”
Sağlığı bozulan veya bir özrü bulunan kişi, namazını gerektiği gibi kılamaz ve oturarak kılmak zorunda kalırsa bu namaz, değer açısından ayakta kılınan namaz gibi tamdır; yani alınan sevap, mükâfat eksiksizdir. Çünkü kişiye ait keyfî olan bir tutum, söz konusu olmayıp ancak vücudun yapabildiği şekilde namaz edâ edilmiştir.

Oturarak kılınan namazda kıyam, yani ayakta duruş yoktur. Bunun için ayakta okunan sûreler de oturuş halinde okunur.

Rükû ve secde ise îma ile yapılır. Daha açık bir ifade ile söylenilecek olursa; oturuş halindeki vücut biraz eğilir; rükû, ondan biraz fazla eğilerek de secde yapılmış olur. Secde anında baş bir yere, bir cisme değdirilmez ve eller de yüze doğru kaldırılmaz. Rükû ve secde anında eller uyluklar üzerindedir.

İma ile namazın nasıl kılındığını Hz. Peygamber (sas) bizzat kendisi öğretmiştir. Buna delil olarak Câbir (ra)’in rivayet ettiği şu hadistir:

“Resulullah’ın (sas) nâfile namazları bineği üzerinde kıldığını gördüm. Rükû ve secde için ima eder, fakat secdeleri rükûlardan daha fazla eğilerek yapardı.” (İslâm Fıkhı Ans. c. 2, s. 184, Zaman Yay

Üzerine bira dökülen elbise ile namaz kılınır mı?

JALE ŞİMŞEK
“Askerden beş ay önce döndüm. Bu zaman zarfında çok iş aradım; fakat bulamadım. Bir yakınımın işyerine girmek zorunda kaldım: Bir birahanede tezgahtar olarak çalışmak bana uygun değil; ama şu an mecburum. İşim gereği bira tepsisi taşıyorum. Çok dikkat etmeme rağmen üzerime bira dökülüyor veya bira ıslaklığına elbisem değmiş oluyor. Namazlarımı vaktinde kılmaya çalışan bir kişi olarak, bu iş elbisem ile namaz kılmam bir engel oluşturur mu? Bazı yakınlarım, ‘bira kolonya gibidir, değdiği yerden bir şey olmaz’ diyor, doğru mu?”
***

Yüce Allah (cc)’ın Kur’ân-ı Kerîm’de şarabı ‘rics’ yani pislik olarak nitelendirmesinden hareketle fıkıh alimlerinin çoğunluğu; şarabı, kan ve idrar gibi necaset-i galiza; yani ağır necaset grubunda mütalaa etmiştir.

Ağır necasetlerin az bir miktarının dahi vücutta, elbisede veya namaz kılınan yerde bulunması namazın sıhhatine ve geçerliğine engel kabul edilmiştir. Namaz kılan kişinin giydiği elbiseye şarap, idrar, kan gibi necis maddeler bulaşmış olsa bu elbise ile namaz kılınmaz. Eğer kılındıktan sonra fark edilecek olsa namaz yeniden iâde edilmelidir. Şarap dışında kalan ve içildiği zaman azı veya çoğu sarhoşluk veren şeylerin necis olduğuna dair ise bir delil yoktur.

Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf’un anlayışına göre; bunlar necis değildir; ama sarhoşluk için içilmeleri haramdır. Bu tür içeceklerin vücuda, elbiseye veya namaz yerine dökülmeleri hali ise namazın sıhhatini, geçerliğini etkilemez.

Çağımız bilginlerinden Muhammed Hamdi Yazır da bu hususu şöyle ifade ediyor: “Üzüm şarabından mamül olmayan ispirto, bira vesair müskirat içilemezse de elbiseye veya bedene sürülmesi de namaza mani olur diye iddia edilemez.” (Hak Dini Kur’an Dili, 1,762-763)

Kolonya da içilmesi dışında temizlik, serinleme, ferahlama, güzel koku alma gibi değişik amaçlarla kullanılması ve elbiseye, seccadeye damlaması durumunda Hanefi mezhebine göre bir sakınca yoktur. (İlmihal, c.2, s.94, İsam Yay.)

Şâfiî mezhebi ise; kolonyayı da necis çerçevesinde mütalaa eder. “İçilmesi gibi kullanılması da haramdır. Vücuda, elbiseye, namaz kılınan yere kolonya dökülmüşse bu durum, namazın geçerliliğini etkiler. Ancak kolonya dökülen yer yıkanırsa namaz geçerli olur” der. (a.g.e. c.2, s.94)

Bu konuda bir diğer nokta; kötü alışkanlıklara kucak açan mekânda her gün bulunup dinin izin vermediği içecekleri müptelalarına sunmaktır. Kişi her ne kadar bu işi istemeden, mecburiyetten de yapsa korkulur ki, zayıf bir anında yasakları çiğneyebilir ve harama alışabilir. Bunun için en kısa zamanda bu mecburiyetten kurtulmanın çaresi aranmalıdır. Yüce Allah (cc) hepimize helâl yoldan para kazanmayı nasip eylesin (amin).

Ameliyatlı hastanın abdest durumu

JALE ŞİMŞEK
“Eşim çok önemli bir ameliyat geçirdi. Bunun sonucu olarak, artık büyük abdestini karnına bağlı bir aparey vasıtasıyla yapmaktadır. Dışkı, kısa aralıklarla torbaya akmakta olup, ancak torba dolduğunda değiştirilmesi gerekiyor. Eşim namazlarını hiç aksatmadan kılan bir insandı. Şimdi üzülüyor; çünkü ibadet saati geldiğinde, abdest açısından ciddi sıkıntılar yaşıyor. Bu haldeki insanın namaz abdesti ne zaman bozulur? Bizi aydınlatır mısınız?”
***

Hastalık da, sağlık da biz insanlar için. Yaşadıkça hastalıklarla ilgili yeni yeni tedavi yöntemleriyle tanışmak tıbbın bir başarısı olduğu gibi aslında Yüce Allah’ın bizlere lütfudur. Rahatsızlığı nedeniyle büyük abdesti, karnından açılan bir noktadan -iradesizce- boşalan kişinin durumu, vücudundaki yaradan devamlı cerahat akan kişinin durumuyla eşdeğerdir. Yani bu kişi de diğeri gibi fıkhen özürlü sayılır ve her özürlü gibi; her namaz vakti çıktığında abdest alması gerekir.

Bununla birlikte, söz konusu hastada olduğu gibi, tabii halin bozulmasıyla kendiliğinden akan idrar, dışkı gibi necasetin dışarıya akmasını, dökülmesini bir aparey aracılığı ile engellemek çok akılcı bir yöntem olmakta ve kullanılan aparey, yaraya bağlanan bağ veya bastırılan tampon tedbirine benzemektedir. Nasıl ki bağ, yerinden kıpırdamadığı, ıslaklık dışına çıkmadığı ve abdest bozan herhangi bir durum meydana gelmediği ana kadar abdest bozulmuyorsa, bu aparey de yerinden oynamadığı ve necaset dışarı taşmadığı ana kadar hastanın abdesti bozulmaz.

Yani aparey, vücuda bağlı olduğu ve yerinden kıpırdamadığı müddetçe alınan abdest bozulmaz. Çünkü necaset apareye akmakla beraber, gerçek manada dışarı akıp bedeni kirletmemektedir. Böylece hades kesilmiş olmaktadır. Yalnız bu arada abdesti bozan başka bir sebebin oluşmamasına çok dikkat etmek gerekmektedir.

Aparey dolduğu vakit yerinden çıkarıldığında ise abdest bozulur. O anda namaz vakti çıkmamış olsa bile sonuç değişmez.

Sonuç olarak diyebiliriz ki; irade dışı akan idrar ve dışkıyı içine toplayan aparey vücuda takıldıktan sonra namaz abdesti alınır ve aparey çıkarılana dek abdest bozulmaz, eğer ki; abdest bozan bir şey meydana gelmemişse

Eşler birbirine dokunduğunda boy abdesti bozulur mu?

JALE ŞİMŞEK
Ben yaklaşık beş aylık evliyim. Benim sorunum -belki de birçok bayanın sorunu ama dile getiremiyor. Eşim beni öptüğünde, dokunduğunda çok etkileniyorum ve akıntım geliyor. O anda guslümün bozulduğu düşüncesiyle sürekli boy abdesti alıyorum. Gün içinde bazen her namaz için boy abdesti almak zorunda kaldım. Bu durum artık çok zor gelmeye başladı. Namazlarımın bazı vakitlerini kaçırdığım için kaza etmeye başladım. Ve maalesef son iki haftadır yarım yamalak kıldığım namazlar içime sinmediği için namazı bıraktım. Bu arada eşimle aram da bozulmaya başladı. Çünkü onu kendimden uzaklaştırıyorum gusül abdestim bozulacak diye. Çok zor durumdayım ne yapacağımı bilmiyorum!..

Sevgili hanımefendinin ve onun durumunda olan herkesin yaşamış olduğu bu tür sıkıntılardan ve bunların sonuçlarından üzüntü duymamak mümkün olmamakla beraber problemin dile getirilip danışılması hataların onarımı adına ümit veren en doğru hareket olmaktadır.

Söze öncelikle önemli bir gerçeği hatırlayarak başlayalım. İnsanın yaşamına değer katan ve gün içinde düzenleyen İslâm dini, kuralları ile Müslüman’ın hayatını hiçbir şekilde güçleştirip zorlaştırmaz. Eğer uygulamalarımızdan dolayı yaşantımızda sıkıntılar yaşıyorsak muhakkak bilgilerimizde eksiklik veya yanlışlıklar bulunduğu içindir.

Hanımefendinin ifade ettiği sıkıntı ve problemlere sebep; eşler arasında gün içinde olagelen temastan gusül abdestinin bozulduğu yanılgısıdır. Çünkü eşlerin birbirlerine sarılması, kucaklaşması, öpüşmesi ile (cinsel haz yaşansa bile) gusül abdesti bozulmaz. Gusül abdestinin bozulduğu haller ise; cinsel temas ve orgazmdır. Bu durumlar eşler arasında meydana gelmedikçe yaşanan aşırı temas ve dokunma şekilleriyle eşlerin gusülleri yani boy abdestleri bozulmaz. Ancak o an, var olan namaz abdestleri bozulur. Daha sonra namaz kılmaya kalkışacak olurlarsa yeni bir namaz abdesti almaları gerekmektedir.

Esas itibarıyla kadın ve erkeğin tenlerinin birbirine -şehevî duygu yaşanmaksızın- değmesi ile namaz abdesti de bozulmaz. Yani eşlerin gün içinde birbirlerine olan yaklaşımlarında bir aşırılık yoksa, duygu açısından bir coşku yaşanmamışsa namaz abdesti bozulmaz. Yakınlaşmanın, temasın aşırılığı noktasında Hanefî fakihlerin çoğunluğu, erkeğin cinsel organının sertleşmesini ölçü alırken, İmam Muhammed; mezi gibi bir yaşlık çıkmadıkça namaz abdestinin bozulmayacağı görüşündedir. (Diyanet İlmihali, c.1, s.199)

Şâfiîler’e göre; erkek ve kadının tenlerinin birbirine değmesi ile namaz abdestleri bozulur.


Dokunmayla namaz abdesti bozulmaz


Kısaca belirtmek gerekirse cumhura göre; erkek ile kadının normal şekilde sadece birbirine dokunmaları ile namaz abdesti bozulmaz. (İslâm Fıkhı Ansiklopedisi, c.1, s.195) Fakat fâhiş yani aşırı temas ve çıplak olarak dokunma, arada bir giysi bulunmaksızın erkek ve kadının teması; kucaklaşma ve şehevî duygu yaşama sonucu mezinin gelmesi, yani çamaşırda yaşlık oluşması namaz abdestini bozar.


Eşler arasında sevgi hiç eksilmemeli


Abdest konusu açıldığında önümüze çıkan ‘eşler arasındaki temas’ aslında ‘aile saadeti’ açısından çok önemli bir yer tutmaktadır. Bilinmektedir ki; birbiri için yaratılmış olan erkek ve kadının meşru bir şekilde karşılıklı olarak birbirlerinden faydalanabilecekleri yegane ortam aile yuvasıdır. Bunun farkında olan eşler dinleri ve kültürleri çerçevesinde huzurlu bir ömür geçirme adına; kurdukları aile hayatına uyum sağlayarak mutluluğu yakalamak ve her durumda hoş vakit geçirmek isterler. İşte bu isteğin gerçekleşmesi yani aile hayatının mutlu, mesut ve huzurlu geçmesi için eşlerin öncelikle birbirlerine olan ilgilerini, sevgilerini, şefkatlerini, memnuniyetlerini ve istem dışı oluşan hataların onarımı için ‘özür beyanlarını’ her fırsatta ama muhakkak ifade etmeleri zaruri bir ihtiyaçtır. Ayrıca karşılıklı hoşa giden, zevk alınan yakınlaşmaların; aile yuvalarında manevî değerlerin ışığında ve edep ölçülerinde paylaşılması da eşlerin birbirleri üzerindeki haklarındandır. Her iki hâl için temas (dokunma) bir araç, bir köprü vazifesi görerek eşlerin kendilerini ifade etme, diğerine sevdirerek kabullendirme ve uzlaştırmayı sağlar. Âdeta bir lisan gibi… Nasıl ki lisan güzel kullanıldıkça muhabbet artarsa, temas da güzel kullanıldıkça muhabbet artar.


Makyajlı yüzle abdest alınabilir mi?

JALE ŞİMŞEK
“Ben, çok bilinen büyük bir kuruluşta sekreterim. Mesleğim gereği el, yüz bakımı çok önem taşıyor. Bunun için her zaman makyajlı olmak zorundayım. Ben dindar bir insan olarak namazlarımı da kılıyorum. İşyerinde makyajımı silemiyorum ve o şekilde abdest alıyorum. Çevremdeki arkadaşlar, aldığım abdestin olmadığına hükmediyorlar. Bu doğru mu, doğruysa ben vaktinde nasıl namaz kılacağım?”
Çalışan bir bayan olarak, iş yerinizde bile vaktinde namaz kılma gayretiniz takdire şayandır. Allah gayretinizi artırsın, işinizi kolay kılsın (amin).

Makyajlı yüze değinmeden evvel namaz abdestinin olmazsa olmaz şartlarından bahsetmek gerekir.

Abdestin dört farzından olan yüz ve ellerin dirseklerle beraber su ile bir defa yıkanması şarttır. Başka bir deyişle söz konusu uzuvlar, sınırları dahilinde kuru bir yer kalmadan ıslanmalıdır.

Örneğin; yüz sınırları içinde (kaş, kirpik, sakal başı, yanak, dudak, burun) kalan bölgede suyun temasını engelleyen; suda erimeyen ağır bir makyajın varlığı abdestin sıhhatini engeller.

Bundan dolayı yüze yapılan makyajda kullanılan ürünlerin suda eriyen (su bazlı) türden olmasına çok dikkat etmek gerekir. Çünkü suya dayanıksız olan ürünler, altına su geçirir. Aksi takdirde yüzdeki süs ürünleri kaplayıcı olduğundan cildin ıslanmasına izin vermeyeceğinden alınan abdest geçersiz olacaktır. Abdest azalarının tamamen ıslanması gerektiğine delil olarak gösterilen hadislerden biri şöyledir:

İmam Ahmed ve Müslim Ömer b. Hattab (ra) rivayet ediyor:

“Bir adam abdest aldı ve ayağında bir tırnak yeri kadar kuru kısım bıraktı. Peygamber (sas) onu gördü ve dedi ki; ‘Dön ve abdestini güzelce al.’ Döndü sonra da namaz kıldı.”

Hadisten de anlaşılacağı üzere abdest alırken dikkat etmemiz isteniyor. Ancak abdest azalarının herhangi birinde suyun değmesini engelleyen yara vb. gibi dinen kabul edilen bir zaruret hali söz konusu ise o zaman bu bölge ıslak el ile meshedilir. Eğer sağlık açısından mesh de edilemezse; o vakit uzuv tamamen atlanıp kuru bırakılır.

İslâmiyet’i tam bir samimiyetle; edinilebilen doğru bilginin ışığında, tam bir saflık ve durulukla beslenen ‘istem’le kulluk yaşamak Müslüman’ın esas görevidir. Bu noktada Hz. Peygamberimiz’in, İmam Ahmed, Müslim, Neseî ve İbni Mace’nin Ebu Hureyre’den sahih olarak rivayet ettiği şu hadisi çok güzel açıklayıcı bir şekilde son noktayı koymaktadır:

“Size bir şey emrettim mi ondan gücünüz yettiği kadarını yapın.”

Abdest hangi hallerde bozulur?
JALE ŞİMŞEK
“Benim yarım saat, bir saat aralıklarla yellenme, tuvalete gitme rahatsızlığım var. Bu o kadar çok rahatsız edici bir şey ki yaşantımı altüst ediyor. Bu yüzden toplantılarım, aile sohbetlerim azap haline dönüşüyor. Abdestliyken ansızın tuvalet yapma ihtiyacı veya yel sancısı gelmesi de başka bir sıkıntı. Benim sormak istediğim, bazen tuvalet yapma veya yellenme istemine girmişken hissin geri gitmesinde abdestim bozuluyor mu? Abdest bozmayı düşünmek, istemek sonra vazgeçmek durumlarında abdest bozulur mu?”


--------------------------------------------------------------------------------

Öncelikle çok geçmiş olsun… Yüce Allah, hastalığınız için acil şifalar ihsan etsin (amin).

Hayatımızda maddî ve manevî temizlik özelliği taşıyan namaz abdestini bozan kirlilik sebeplerinin başında; idrar, dışkı, gaz (yellenme), kan, irin veya herhangi bir necis maddenin bir şekilde vücudumuzun dışına çıkması veya akmasıdır.

İdrar, dışkı, yellenme gibi durumlar için daha açık bir deyişle; kişinin abdestliyken tuvalet veya yellenme ihtiyacını fiilen gidermiş olması durumunda abdest bozulur. Fakat tuvalet ihtiyacını hissetmek, düşünmek; ama ihtiyacı gidermemek abdesti bozmaz; çünkü necis maddenin vücuttan dışarı çıkması veya akması hali meydana gelmemiştir..

Bu konuda Kur’ân-ı Kerîm’in ne buyurduğuna göz atarsak;

- “Veya içinizden biri ayakyolundan (tuvaletten) gelmiş ise…”(el-Mâide, 5/6) diye buyrulduğunu görürüz.

Buharî ve Müslim’in Ebu Hureyre (ra)’den rivayet ettiği hadiste de Peygamberimiz (sas) de şöyle buyurmuştur:

- “Sizden herhangi biriniz hadeste bulunacak olursa, abdest alıncaya kadar Allah onun namazını kabul etmez.” Bunun üzerine Hadremevt ehlinden birisi kalkıp:

- “Hades dediğin şey nedir, ey Ebu Hureyre? diye sormuş, o da:

- “Sesli veya sessiz yellenmektir, diye cevap vermiştir.”( İslâm Fıkhı Ans. c. 1, s. 187, Zaman Yay.)

Âyet ve hadisten anlaşıldığı gibi; abdest kirlilik oluşturan durumlar neticesinde bozulur; ama kirliliği oluşturacak hali sadece düşünmüş olmak-niyetlenmekle; fiilin meydana gelmemiş olmasıdır ki, bu durumda namaz abdesti bozulmaz.

Hayatımızda sık sık rastladığımız abdest bozmayan diğer durumlardan da kısaca bahsedecek olursak:

Abdestli kişinin bir yarası kanasa, cerahat patlasa; ama vücuttan çıkan kan, irin gibi sıvı cinsi şeyler akmaz veya çıkış yerinin etrafına dağılmadan o halde kalırsa abdest bozulmaz. Ayrıca ağızdan gelen kan, tükürükten fazla değil veya eşitse abdest yine bozulmaz. Bir yiyeceği ısırma anında veya diş fırçası kullanma sonrası görülen kan izleri de abdest bozmamaktadır.

Hepimizin sağlık, âfiyet içinde; yaşam ve kulluk sürdürmesi dileğiyle

Şükür secdesi nedir? Ne zaman yapılır?

JALE ŞİMŞEK
“Ben, sevinç yaşadığım, huzur bulduğum zamanlar şükür secdesi yapmayı çok seviyorum.
Geçenlerde bir hoca; bu tür şükür secdesinin câiz olmadığını söyledi. Doğru mu söylüyor,
ben bugüne kadar yanlış mı yaptım?”
Hayatımız içinde zaman zaman çok önemli olaylar yaşarız. Bu olaylar sonunda; kimi zaman tarifsiz sevinçlerin yeşerttiği sonsuz tad ve huzur için, kimi zaman da zarar ve ziyandan kurtulduğumuz için, coşkulu minnettarlık ve gönül dolusu şükürler ile Allah’a hamdimizi sunarız, secdeye vara, vara…

* Örneğin: Beklenen çocuğumuzun doğması,

* Önemli bir makama getirilmemiz,

* Ümitle beklediğimiz nimetin gelmesi,

* Kötü bir hastalıktan kurtulup şifaya kavuşmamız,

* Çevremizde dönen kötülüklerden sıyrılıp kurtulmamız,

* Yangın-sel gibi felaketten sağ çıkabilmemiz,

* Başkasında gördüğümüz çok kötü bir alışkanlığın veya durumun kendimizde olmadığını fark etmemiz gibi hayatımızı etkileyen çok önemli olaylar yaşayabiliriz.

Bu tür durumlarda insan, her şeyin sahibi; hiçbir şeye muhtaç olmayan yaratanı Yüce Allah (cc)’a olan sonsuz şükranlarını sunmak, gönül dolusu hamdini, şükrünü ifade etmek ister. O vakit yapılabilecek en ilk ve en güzel teşekkür şekli; Yüce Rabb’imizin huzurunda eğilerek başımızı secdeye koymaktır. İşte sevinçle yeşermiş, muhabbetle huşu bulmuş bu secdeye şükür secdesi denir.

Şükür secdesi yapmak; âlimlerin çoğunluğuna göre sünnet olup müstehaptır. Çünkü bu secde kulu Allah’a yaklaştıran bir harekettir ve bundan dolayı da sevap işlenmiş olur. Buna delil teşkil eden Hz. Ebu Bekir’in şu rivayetidir:

“Hz. Peygamber (sas) sevindirici bir haber aldığı zaman yahut kendisine bir müjde verildiği vakit secdeye kapanırdı.” (İslâm Fıkhı Ans. c. 2, s. 251, Zaman Yay.). Şükür secdesi, şekil itibarıyla tilâvet secdesine benzer; kişi, kıbleye dönerek tekbir alıp secdeye varır, secdede iken Allah’a hamd ve şükür ettikten sonra yine tekbir alarak ayağa kalkar. Yalnız, şükür secdesinin namazdan hemen sonra yapılması mekruhtur. Çünkü bilmeyen bir kişi, bu secdeyi namazın bir sünneti veya bir vâcibi olarak düşünüp yanılabilir. Bunun için namazın peşi sıra yapılması doğru bulunmaz. Ayrıca nâfile namaz kılmanın mekruh olduğu vakitlerde; güneş doğarken, güneş tepe noktasındayken, güneş batarken şükür secdesi yapmak yine mekruhtur.

Hayatımızdan şükür secdeleriyle onlara vesile olan hayırlı rızık ve selâmetin eksik olmaması dileğiyle…

Hiç yorum yok:

Powered By Blogger