4 Kasım 2007 Pazar

HUZURA YOLCULUK: NAMAZ (ALİ AKPINAR)

HUZURA YOLCULUK: NAMAZ

Prof. Dr. Ali Akpınar

Namaz Nedir?
Namaz, Yüce Yaratıcının huzu-runa çıkıp O'nun olduğumuzu göstermenin adıdır. Namaz huzu-ra varış, huzura çıkış, huzurda du-ruş, huzurda doluş, huzurda huzu-ra eriş ve huzurdan hayata geliştir. O'nunla söyleşinin, O'na ait olu-şumuzun göstergesidir namaz.
Namaz dinin direğidir, mü'mi-nin miracıdır, müslümanın yolunu aydınlatan nurudur, kişi ile küfür arasındaki en büyük settir. Namaz mümin olmanın gereğidir, imanın pratiğidir.
Niçin Namaz Kılarız/Kılmalıyız?
O'na muhtaç olduğumuz için.. O'nsuz olamayacağımız için.. O'nun huzuruna çıkıp dolmaya ihtiyacımız olduğu için.. O'nun huzurunda huzura erdiğimiz için.. Bunca nimetlerine karşı O'na şük-rümüzü göstermek için..
O'nun huzuruna çıkıp içimizi O'na dökebilmek için.. O'nunla iletişim kurup konuşabilmek için..
Tüm her şeyden kopup yalnız-ca O'nun olduğumuzu ispat et-mek için.. Eninde sonunda O'na döneceğimizi kendimize hatırlat-mak için..
O, bizi seviyor; sevgisini göster-mek için bizi var etti, bunca ni-metlerini bahşetti.. Biz de O'nu se-viyoruz; O'na olan sevgimizi gös-termek için namaz kılar ibadet ederiz.
Nasıl Namaz Kılmalıyız?
Önce Abdest
Mademki Yüce Yaratıcının hu-zuruna çıkacağız, o halde maddî ve manevî tüm kirlerden arınma-lıyız önce. Elimizi yıkarken elimiz-le işlediğimiz günahlardan ve eli-mize bulaşan kirlerden.. Ağzımızla işlediğimiz gıybet, yalan ve kötü söz gibi günahlardan.. Yüzümüzü yıkarken gözümüz ve yüzümüzle işlediğimiz günahlardan.. Başka-larına yüz suyu döküşlerimizden.. Harama bakışlarımızdan.. Başı-mızı mesh ederken, kötü düşünce ve kurgularımızdan.. Duyduğu-muz kötü ses ve söz cürümlerin-den.. Ayaklarımızı yıkarken, ha-rama/günaha adım atışlarımız-dan.. Tüm organlarımızla işledi-ğimiz bütün günahlardan ve onla-ra bulaşan tüm kirlerden arınarak bir abdest almalı önce.
Sonra kıbleye yönelip huzura çıkıyoruz. Kıble, Ka'be'nin bulun-duğu taraf. Ka'be, Allah'ın evi. Tabi ki sembolik anlamda. Oraya yönelmekle, O'na yönelmiş olu-yoruz, O'na misafir oluyoruz, O'nun kutsal evinin konukları ola-rak O'nun huzuruna çıkıyoruz. Anlayan ve bu doluluğu yaşayana bu ne büyük bir saadet!
Fizikî olarak ne kadar uzağında olursak olalım gözlerimizin önüne Ka'be geliyor, gönlümüz O'na açı-lıp yöneliyor, Cenneti sağımıza Cehennemi solumuza alıyoruz.. Sanki ayaklarımızın altında Sırat köprüsü.. Ve ölüm Meleği hemen ardımızda bizim namazı bitirip se-lam vermemizi bekliyor.. Sanki son namazımızı kılıyoruz. İşte hep bu bilinç içerisinde namazı kıl-mak, namazı yaşamak, namazda olmak ve namazla dolmak.
Neveytü en üsalliye lillahi Teâ-lâ diyoruz. Yani niyet ettim Yüce Allah için namaz kılmaya. Evet sadece O'nun için, başka hiç bir kimse ve hiçbir gaye için değil. Zi-ra biz, "benim namazım, iba-detlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan, eşi or-tağı olmayan Allah içindir"(1) diyenleriz.
Ardından tekbirle O'nu anıyo-ruz ve O'nu büyüklüyoruz. Allahü Ekber. Allah, yegane büyüktür. Bununla tüm büyüklük taslayan-ların istikbârını yıkıyoruz ve yal-nızca O'nun büyüklüğünü haykı-rıyoruz. Sadece dilimizle değil, tüm yüreğimizle ve davranışları-mızla bunu ilan ediyoruz. Büyük-sün büyük, büyüksün büyük.. Bü-yükler, senin yanında kalır küçük.. Artık bizi, O yegane büyük olan çekip çevirecek ve yönetecektir.
Tekbirle birlikte ellerimizin ter-siyle dünya ve içindekileri, bizi O'n-dan alıkoymak isteyenleri, O'nun dışındaki her şeyi, O'ndan başka tüm sevgileri ve sevgilileri, O'nun gayrisi olan tüm etkili ve yetkilileri arkamıza atıyoruz. Başlangıç tek-biri olan bu tahrime ile, O'nun huzurunda durmaya ve O'nun ol-maya aykırı olan her şeyi kendi-mize haram/yasak kılıyoruz.
Peygamberimizin bize öğrettiği Sübhaneke duasıyla O'nu yücel-tiyor, en anlamlı cümlelerle O'nu anıyor, tevhidi haykırıyoruz.
Ardından çekeceğimiz Eûzü Besmele ile Yaratana sığınıyo-ruz, kovulmuş şeytandan ve tüm kötülük odaklarından. Sonra O'nun rahmet ve merhametine güvenip dayanarak O'nun adıyla başlıyor, O'nun yardımına sığını-yoruz.
Kitabın anası, özü, önsözü, özeti olan Fatiha sûresini okuyo-ruz, yahut o kutlu sûrenin mesaj yüklü ayetleriyle gönlümüzü ve beynimizi dokuyoruz. İçtenlikle okuduğumuz bu dualara melek-lerle birlikte âmin diyoruz. Neyi okuduğumuzu, neye ve kimlerle âmin dediğimizi fark ediyoruz. Çünkü o sûre okunmadan, o sûre ile donanmadan namazımız eksik olacak. Onun için hakkını vererek Fatiha sûresini okuyoruz.
Ardından Kitabımızdan bir başka sûre yahut ayetlerle Yara-tıcımızla söyleşimizi sürdürüyo-ruz. Kitabımızın Fatiha dışındaki sûre ve ayetleriyle de irtibatlı ol-duğumuzu ortaya koyuyoruz.
Yeni bir tekbirle rukû'a varı-yoruz. Tekbirler sürekli tekrarlanı-yor namazın içerisinde. Her bir tekbirle yenilenip kendimize geli-yoruz. Her tekbir yeni bir uyarı ve yeniden kendine geliştir. Yalnızca O'nun huzurunda eğildiğimizi gösterirken, O'ndan başkasına yüzsuyu dökmeyeceğimizi de ilan ediyoruz. O'na yakın olduğumuz bu halde Sübhane Rabbiye'l Azîm diyerek O'nu büyüklüyor ve yüceltiyoruz, hem de tekrar tekrar.
Semiallâhü limen hamideh. Hamdedenin hamdini işitir Allah, sözüyle irkiliyoruz. Çünkü bizim her söylediğimizi işittiği gibi O, şu andaki hamd ve şükrümüzü de işitmiştir. O'na göre, O'nunla ko-nuştuğumuzun farkında ve söyle-diklerimizin doğrudan O'na çıka-cağının bilincinde titreyip kendi-mize geliyoruz. Elbette O, hamd-leri işitir ve O'na yaraşır bir şekilde yapılan hamd ve şükürlerin karşı-lığını verir.
O'nun bizi duyduğunu ve bi-zim O'ndan istediklerimizin gere-ğini yapacağına inanarak en an-lamlı bir şekilde şöyle hamde-diyoruz: Allahümme Rabbenâ ve leke'l-hamd. Allahım, ey bi-zim Rabbimiz, tüm övgü ve senâ-ları yalnızca Sana has kılarız. Sen nasılsan öylece Seni överiz ve ina-nırız ki Sen kendini övdüğün gibi-sin ve nasılsan işte öylesin.
Bu anlamlı ifadeler karşısında, onların ağırlığı karşısında daha fazla ayakta kalamayarak yeni bir tekbirle yenilenebilir ümidiyle yerlere kapanıp secdeye varıyo-ruz. Kul olarak küçülebildiğimiz kadar kıvrılıp küçülüyor, küçül-dükçe O'nun büyüklüğünü kavrı-yor ve şöyle inliyoruz: Sübhâne Rabbiye'l-A'lâ. Sen ne yücesin Rabbim, Seni tesbih eder, Seni Sana yaraşmayan ayıp ve kusur-lardan tenzih ederim.
Secde kulun Rabbine en ya-kın olduğu andır, bu yüzden ola-bildiğince O'na yakın olduğumuz bu ânı uzatmaya çalışıyoruz, birin-ci secde ile yetinmeyip tekrar sec-deye varıyor ve böylece kullu-ğumuzu pekiştiriyoruz.
Sonra ikinci rekat, yeniden Fatiha ve sûre, tekrar rukû ve yine secdeler. Ardından tahıyyâta oturuyoruz. O'nun huzurundaki bu derli toplu oturuşumuzda Ette-hıyyâtü duasını okurken Dilimiz, bedenimiz ve malımızla yap-tığımız ibadetlerimizi Yüce Rabbimize sunuyoruz. Tıpkı Fâti-ha sûresinde İyyâke na'büdü ve iyyâke nesteîn duasını yapar-ken yalnızca Sana ibadet eder ve sadece Senden yardım dileriz de-diğimiz gibi. Önce kulluğumuzu sunuyor sonra O'ndan yardım diliyoruz. Sonra adeta canlı bir bağlantı ile Peygamberimizi se-lamlıyor ve onun selamımıza kar-şılık verişini ruhumuzda hissedi-yoruz. Bu coşku ile salavât dualarını okuyor, Rabbenâ dua-sında iki dünya saadetine sevdalı olduğumuzu itiraf ederek selamla huzurdan ayılmak için izin talebin-de bulunuyoruz.
Sağa ve sola selam. Selam barış ve esenliktir. Selâm, Allah'ın adıdır. Selâm, İslam demektir. Se-lam teslimiyettir. Sağa ve sola se-lam, tüm her yana barış ve esenlik dilemek, her zaman ve her yerde O'na teslim olduğumuzu itiraf et-mektir. En önemlisi de namazın selam ile bitmediğini, selamla başladığını anlayabilmektir. Çün-kü huzurda dolma, yenilenme, ta-zelenme demek olan namaz iba-deti, kulu İslamî hayata hazırlayan ibadettir. Nitekim Şuayb Peygam-berin namazı, insanlara tevhidi haykırıyor, iyilikleri emredip kötü-lükleri yasaklıyordu. Şuayb'in kavmi bu tepkilerini şöyle dile getiriyorlardı: “Ey Şuayb dedi-ler, sana namazın mı emredi-yor, babalarımızın taptıkları putlara tapmamamızı yahut mallarımız hususunda diledi-ğimizi yapmayı terk etmemi-zi..?”(2) Evet, Şuayb'in namazı emreden etkin bir ibadetti. Hem Şuayb peygamberi çizgide tutu-yor, hem de kavmini istikamete çağırıyordu. Demek ki namaz hem sahibini çekip çevirir hem de çevresindekileri. Zira namaz, sahi-bini kötülüklerden, ahlaksızlık ve taşkınlıklardan alıkoyan bir ibadettir. “Kitaptan sana vah-yedileni oku ve namazı da kıl. Çünkü namaz kötü ve iğrenç şeylerden men'eder. Elbette Allâh'ı anmak, en büyük ibâ-dettir. Allâh, ne yaptığınızı bilir.”(3) Ayetin Allâh, ne yaptı-ğınızı bilir ifadesiyle sona ermesi de son derece anlamlıdır. Evet Allah nasıl namaz kıldığınızı iyi bilir. Siz de ona göre kılın namazı. Bu yüzden namazdaki coşku ve yoğunluk namazdan sonra haya-ta taşmalı, davranışlarımıza yan-sımalı ve çevremizi aydınlatma-lıdır. Şimdi şu soruyu bir kez daha kendimize soralım: Namaz kılan-lar olarak namazımız bizi ne kadar yönetiyor, hayatımıza ne kadar et-ki ediyor, çevremize kıldığımız na-maz nasıl yansıyor?
Bu soruların cevabı namazı ne ka-dar ikâme ettiğimizi yahut onu na-sıl zayi/yok ettiğimizin de cevabı olacaktır. Kur'ân sürekli Namazı ikâme ediniz, Onu adamakıllı gereği gibi kılınız derken, na-mazı yok edenlerden bahseder: “Onlardan sonra yerlerine öy-le bir nesil geldi ki, namazı za-yi ettiler, şehvetlerine uydu-lar. Onlar kötülük bulacak-lar/Gayyayı boylayacaklar-dır.”(4) Zaten vahiyden kopan namazı terk eder, namazı terk eden şehvetin esiri olur. Şehvetin kölesi olmaktan kurtulan ise va-hiyle tanışıp namazla buluşur. Na-mazı zayi' etme, bütünüyle onu terk etme yahut vakitlerine riayet etmeme cemaati terk etme ve namazı gereği gibi kılmama (5) olarak anlaşılmıştır.
Namazla O'na yaklaşanlara, O'nunla yakınlığı artıranlara müj-deler olsun!
Ve yazıklar olsun namazların-dan gafil olanlara, namazı bir yük görüp bu konuda tembel dav-rananlara ve namazlarından bî haber olanlara.
Cehennemin Sakar ve Gayya vadileri de beynamazlara olsun!
Namazı gereği gibi kılanlara, namazda dâim olanlara ve nama-zın muhafızı olanlara da müjdeler olsun, Firdevs cenneti onlara öz-lem duyuyor.
Ve ey Müslümanlar! Peygam-berimizin son anlarında yaptığı vasiyeti uygulanmayı bekliyor: “Namaza.. Namaza dikkat edin. Ona gereken önemi ve-rin ve özen gösterin!” (6)


1- 6 Enam, 162.
2- 11 Hûd, 87.
3- 29 Ankebut, 45.
4- 19 Meryem, 59.
5- İbn Kesîr, Tefsîr, III, 127-128.
6- Râmûzu'l-Ehâdîs, II, 562/10.

Hiç yorum yok:

Powered By Blogger