5 Kasım 2007 Pazartesi

namazların birleştirilmesi



Namazların birleştirilmesi


GİRİŞ


Namazların birleştirilmesi konusu Kur'an-ı Kerim’de söz konusu edilmemektedir. Bu konunun hadis-i şeriflerde fazlaca yer bulduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu hadislerin kabulü ve reddi konusunda farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Hanefiler hacc dışında cem’e karşı iken, Cumhur belli şartlarla genişletme eğilimindedirler.


Kur'an-ı Kerim’de namazların vaktine dikkat çeken “Gerçekten namaz, müminler üzerine vakitli olarak farz kılınmıştır”[1] ayeti Hanefilerin en büyük dayanağı olmuştur. Cumhur’un dayanağı ise cem’ ile ilgili yoğun hadis malzemesi olmuştur.


Aslında şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki müctehid ulemayı farklı görüşlere sevk eden usûl ile ilgili tartışmalardır. Hanefilerle Cumhur arasındaki haber-i vahidi kabul şartları bu meselenin kilit noktası olmuştur. Cumhura göre, kabul veya red açısından tek kişi ile çok kişinin rivayet ettiği bir hadis arasında fark yoktur. Onlara göre önemli olan haberin sahih olmasıdır. Hanefilerde ise, haberlerdeki sahih-zayıf ayrımının yerini ferd (haber-i vahid)-meşhur/mütevatir ayrımının aldığını görüyoruz. Bu kriterlerin uygulama alanına giren konulardan biri de namazların birleştirilmesidir. Hanefilerin tesbit ettiği cem’ hadislerinden sadece Arafat ve Müzdelife ile ilgili olanları haber-i vahid olmaktan kurtulmaktadır. Burada ise hac menasikinin uygulanması sırasında ortaya çıkan zorluklar dolayısıyla cem’ yapılabilmektedir. Bu mahaldeki cem’ uygulaması istisnadır; namaz vakitlerini bildiren genel kaideleri bozmaz.


Cumhurun haberleri farklı kriterlere tabi tutmaları, cem’ ile ilgili tartışmalarda yumuşak davranmalarını sağlamıştır. Cem’ haberleri sahih haberler olarak onların önüne gelince onları kabul etmeme gibi bir inisiyatifleri (kendi kriterlerine göre) yoktur.


Cem’ ile ilgili –haber-i vahid de olsa – bunca haberin reddi de kolay bir şey olmadığı için, Hanefiler bu yöndeki uygulamaların Cumhur tarafından hatalı anlaşıldığını söylemişlerdir. Onlara göre aslında birinci namaz ikincinin vaktinin başına yakın bir zamanda kılındığı için Cumhur hatalı anlamıştır. Cumhur ise Hanefileri hatalı anlayışla itham etmiştir.


Çalışmamızın birinci bölümünde cem’ kavramını, kavram olarak çeşitlerini, bu konudaki rivayetleri ve farklı görüşleri ele alacağız. İkinci bölümde ise cem’ ile ilgili yukarıda bahsettiğimiz tartışmaları, cem’in kimlere göre hangi durumlarda ve ne şekilde yapılması gerektiğini sunacağız.


I. BÖLÜM


CEM’ KAVRAMI VE ÇEŞİTLERİ


Cem’ kavramını ilk önce lügatteki kullanımı açısından ele alacağız. Bu kavramın Arap dilinde fazlaca kullanıldığını görüyoruz. Bizim “Lügatte Cem’” konusunu ele alırken vereceğimiz mânâlar ve kullanımları da gerçekte kullanım alanının çok az bir kısmına işaret etmektedir.


Dildeki yoğun kullanımından olsa gerek, bu kelime birçok ilim ve alana da ıstılah olarak yerleşmiştir. Bir nikah altında iki kardeşi toplama ve Alevîlik kültüründe ayine de cem’ denmektedir. Konumuzla alakalı olarak cem’ kavramı, “leyletü’l-cem’” diye Müzdelife için de kullanılmıştır.


A. KAVRAM OLARAK CEM’


1. LUGATTE CEM’


Cem’: ( جَمَعَ- يَجْمَعُ- جَمْع ) Cem’, üçüncü babdan gelir, mastardır. Toplamak, derlemek, birleştirmek, birlik oluşturmak, yığmak, ayrı şeyleri bir araya getirmek, özetlemek, monte etmek… mânâlarına gelir.[2] Sürüyü toplamak, شمل القطيع جمع şeklinde ifade edilir. Ayrıca, جمع ...بين...و... şeklinde iki ayrı şeyi birleştirmeyi ifade etmek için kullanılır.[3] Namazların birleştirilmesini ifade etmek için de bu kalıp kullanılır.


2. ISTILAHTA CEM’


Fukahâya göre cem’den namazların birleştirilmesi murad edilir. Bu ise öğle ile ikindinin ve akşam ile yatsının birlikte, birbirlerinin vaktinde takdim ya da tehir yoluyla kılınması şeklindedir.[4]


Şöyle ki, öğlen namazı vakti girdiğinde öğle ile ikindi birlikte kılınır. Veya öğle namazı ikindi namazı vaktine ertelenip ikindi namazıyla birlikte kılınır. Aynı şekilde akşam namazı vaktinde akşam ile yatsı birlikte kılınabileceği gibi, akşam namazı ertelenip yatsı namazı ile birlikte kılınabilir. Yatsı ile sabah namazı, sabah ile öğle namazı veya ikindi ile akşam namazları arasında birleştirilme yapılamaz; bu konu ileride açıklanacaktır.


B. CEM’İN ÇEŞİTLERİ


Namazların birleştirilmesi, birkaç yönden tasnife tabi tutulabilir. İlk olarak cem’, tartışmalarının en fazla yoğunlaştığı nokta olan hakikilik ya da şeklilik yönünden hakiki ve sûrî diye ikiye ayrılır. Daha sonra birinci veya ikinci namazın vaktinde kılınması itibariyle cem’i takdim ve cem’i te’hir diye ikiye ayrılır.


1. ŞEKİL YÖNÜNDEN CEM’


a. Hakikilik-Sûrilik Yönünden Cem’in Çeşitleri


aa. Cem’i Hakiki: (الجمع الحقيقي)

Cem’, mutlak mânâda hakiki cem’i ifade etmek için kullanılır. Haddizatında cem’ denince akla ilk gelen cem’i hakikidir.[5] Yani bir namazın kendi vaktinde değil de bir önceki veya bir sonraki namazın vaktinde ve o namazla birlikte, fazla ara verilmeden kılınmasıdır. Fasl-ı yesir (kısa ara) ise cem’e mani değildir. Çünkü bundan kaçınmaya çalışmakta meşakkat vardır.[6]


Hanefilerin geneli, Zahiriler ve tabiin ulemasından bazıları cem’in hakiki manada kullanımını kabul etmemektedirler. Bu alimlerin başında ise İbrahim en-Nehaî (v. 95/714) ve Hasan el-Basri (v. 110/728), gelmektedir.[7] Şafiîler, Malikiler, Hanbeliler ve Caferiler cem’i hakiki mânâda kullanmaktadırlar.


ab. Cem’i Sûri: (الجمع الصوري)

Sûri cem’, mânevî veya şekli cem’ şeklinde de kullanılır. Sözlükte gerçekten değil de sadece görüntüde bir araya getirme anlamındadır. Istılahta ise, öğle namazını son vakte kadar erteleyerek kılıp hemen ardından giren ikindi vaktinde de ikindi namazını kılma, aynı uygulamanın akşam ile yatsı arasında da yapılması anlamında kullanılmaktadır.[8] Böylece her iki çift namaz da kendi vakti içerisinde kılınmakta, ancak bir sonraki namaz vaktine yakın ve bir sonraki namazla aralarında fazla fasıla olmadan kılındığı için ikisinin bir vakitte kılınması şeklinde anlaşılmaktadır.


Şunu da belirtmek gerekir ki, bu durum cem’ tehir ile alakalıdır. Cem’i takdimde bir sonraki namazın vakti girmesi söz konusu olmadığı için cem’i sûrî yorumu sadece tehir ile ilgili rivayetlerde geçerlidir. Zaten takdimle ilgili rivayetler hakkındaki eleştiriler fazlaca yer tutmaktadır.


CEM’İ SÛRİYE DELÂLET EDEN RİVAYETLER

İbn Mes’ud’dan rivayet edilmiştir:


“Kendisinden başka ilah bulunmayana yemin ederim ki, Resûlullah (s.a.s.) Arafat’ta öğle ile ikindiyi, ve Müzdelife’de akşam ile yatsıyı cem’ etmenin dışında her namazı kendi vaktinde kılmıştır.”[9]


İbn Ömer şöyle der:


“Resûlullah (s.a.s.) bir defa hariç akşam ile yatsıyı cem’ etmemiştir.”[10]


Ebu Katade’den:


“Uykuda kusur yoktur, asıl kusur namazı bir sonraki namazın vakti gelene kadar


kılmayan kişinin yaptığıdır.”[11]


Nafi’ şöyle demiştir:


İbn Ömer ile onun arazisine gitmek üzere yola çıktık. Bu sırada birisi geldi ve ‘(Hanımınız) Safiyye bintü Ebi Ubeyd ağır hasta, yetişmeye bak’ dedi. Bunun üzerine süratle yola çıktı. Yanında Kureyş’ten bir adam vardı. Güneş battığı halde namaz kıldırmadı. Halbuki benim bildiğim o, namazlarını vaktinde kılardı. Geciktiğini görünce ‘Allah hayrını versin, namaz’ dedim. Bana baktı ve sonra yoluna devam etti. Şafağın son vakti olunca hayvanından indi ve akşam namazını kıldı. Sonra şafak kaybolunca yatsı için kamet getirdi ve bize namaz kıldırdı, sonra bize dönerek ‘Süratle yol aldığı zaman Resûlullah (s.a.s.) böyle yapardı’ dedi.”[12]


Salim, İbn Ömer’den şöyle nakleder:


“Süratle yol aldığı zaman Resûlullah (s.a.s.)’ın yatsı ile cem’ edesiye kadar akşam namazını tehir ettiğini gördüm.”


Salim demiştir ki:


“Abdullah da süratle yol aldığı zaman böyle yapardı. Akşam için kamet getirir ve üç rekat kılar, sonra selam verir, biraz bekler ve yatsı için kamet getirip iki rekat olarak kılar sonra selam verirdi. Ne akşam ile yatsı arasında ne de yatsıdan sonra nafile namaz kılardı. Geceleyin nafile kılana kadar kılmazdı.”[13]


b. Cem’in Sûriliği-Hakikiliği İle İlgili Görüşler


Hanefilerin kahir ekseriyeti, Zahiriler ve bir kısım ulema namazların kendi vakitleri dışında kılınmasını caiz görmezler. Bunun tek istisnası Arafat ve Müzdelife’de öğle ve ikindinin takdim yoluyla, akşam ile yatsının da tehir yoluyla kılınmasıdır. Bu konuda mezhepler arasında ihtilaf yoktur.


Hanefi ekolünün görüşünü benimseyenlerin bu konudaki en önemli delili: “Gerçekten namaz, müminler üzerine vakitli olarak farz kılınmıştır”[14] ayetidir. Bir başka ayette de; “Namazları koruyunuz, ve orta namazı da” buyrulur.[15] Burada kastedilen bilinen beş vakit namazdır. Çünkü ‘namazlar’ kelimesi marife olarak kullanılmıştır. Namaz vakitlerini bildiren İbn Abbas hadisi de Hanefilerce cem’e engel teşkil etmektedir. Bu hadis şöyledir:


Resûlullah (s.a.s.) buyurdu ki:


“Cibril, beytin yanında bana iki kere imamlık yaptı. Birincisinde öğle namazını gölge, pabucun kayışı kadar uzunlukta olduğu zaman kıldırdı. Sonra ikindiyi her şey gölgesi kadar olunca kıldırdı. Sonra akşamı güneş batıp oruçlu iftar ettiğinde kıldırdı. Sonra yatsıyı şafak kaybolunca kıldırdı. Sonra sabahı tan yeri ağarınca ve oruçluya yemek yasak edildiği zaman kıldırdı.


“İkinci günde, öğleyi her şeyin gölgesi kendisi kadar olunca, dünkü ikindiye yakın bir zamanda kıldırdı. Sonra ikindiyi her şeyin gölgesi iki misli olunca kıldırdı. Sonra akşamı ilk seferîndeki vaktinde kıldırdı. Sonra yatsıyı gecenin üçte biri geçtikten sonra kıldırdı. Sonra sabahı yeryüzü aydınlanınca kıldırdı. Sonra Cibril ona yönelerek: ‘Ey Muhammed! Bunlar senden önceki Peygamberlerin vaktidir. Namaz vakti, işte bu iki vaktin arasındadır’ dedi.”[16]


İbn Mesud’un rivayet ettiği “Resûlullah (s.a.s.)’ın hiçbir namazı vakti dışında kıldığını görmedim. Ancak Müzdelife’de hariç …”[17] hadisi de –özellikle Hanefilerde – fakihliği ön plana çıkan bu sahabinin getirdiği, cem’e cevaz vermeyen önemli bir delildir.


İbn Mesud’dan gelen bu rivayete karşı cem’e cevaz verenler de usûlî bir delil getirmektedirler. İmam Buhârî (v. 256/870), “İki kişi rivayette bulunduğunda birisi ‘gördüm’ dese, diğeri de ‘görmedim’ dese gören vakaya şahittir, ama ‘yapmadı’ diyen onun yapmadığına şahit değildir. Çünkü ‘yapmadı’ diyen onun yaptığını hıfz etmemiştir. İşte bunun gibi Bilal ‘Resûlullah (s.a.s.)’ın Kabe’nin içinde namaz kıldığını gördüm’ demesi kabul edilmiş, Fadl b.Abbas’ın ‘kılmadı’ demesi kabul edilmemiştir. Bu yüzden ulema o fiili görmeyen kimsenin ‘kılmadı’ demesine iltifat etmemişlerdir”[18] demektedir. Bunun gibi İbn Mesud’un ‘görmedim’ demesi delil kabul edilmemektedir. Çünkü olaya şahid olan sahabe sayısı fazladır. Onların dediklerinin tercihi usûlen daha uygundur.


Hanefilere göre ayetler ve hadislerin ifadesi ile namazların vakitleri tevatüren sabit olmuştur; ancak cem’ hadisleri âhaddır. Âhadlar yüzünden mütevatir haberlerin terki caiz değildir.[19] Dolayısıyla cem’i kabul edenler mütevatir haberleri terk etmektedirler. Mütevatir haberin terki ise büyük bir mesuliyet gerektirir.


Hanefi alimlerinden Hidâye şârihi İbnü’l-Hümâm (v. 861/1456) da Hanefi delillerinin daha kuvvetli olduğunu, İbn Mesud’un bir karşılaştırma durumunda fakihliği göz önüne alınarak tercih edilmesinin daha uygun olacağını bildirerek şöyle der:


“İki sebepten dolayı bizim görüşümüz evladır:


1- İbn Mes’ud ziyadesiyle diğerlerinden fakihtir; karşılaştırma anında öne geçer.


2- Enes hadisindeki mezkur şafak kırmızılıkla beyazlık arasında müşterek olan ve humre denen güneş batmadan evvelki kızıllığa haml olunur. O zaman bizim cem’i sûrî teayyün etmiş olur.


“Namazları cem’ etmek hakkında çok çeşitli hadisler rivayet edilmiş olup, bu hadislerde ızdırap vaki olmuştur. Mesela o hadislerden bazısında İbn Abbas’tan rivayet olunmuştur ki, ‘Resûlullah (s.a.s.) öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı korku ve sefer olmaksızın cem’ etti.’ Bir başka rivayette de ‘… korku ve sefer olmaksızın cem’ etti’ denir. İbn Abbas’a bununla neyi murad ettiği sorulunca ‘Ümmetinin zorluğa düşmemesini istedi’ demiştir.


“Bizden ve muarızlarımızdan hiçbir kimse bu hadislerle cem’in cevazına kail olmamıştır.”[20]


Bazılarının cem’ hadislerini vaktin tam olarak tesbit edilemeyeceği kadar hava kapalılığı olması neticesinde cem’i sûrîye haml etmeleri ile ilgili olarak Şevkanî (v. 1255/1839) şöyle der:


“Rivayetlerdendir; (Peygamber) hava kapalı iken öğle namazını kıldı. Sonra hava açıldı. Baktılar ki ikindi vakti girmiş, ikindi namazını da kıldılar. Nevevî (v. 676/1277) ‘Bu batıldır, çünkü en düşük ihtimalle dahi böyle bir olay öğle ile ikindi arasında olsa da, akşam ile yatsı arasında böyle bir ihtimal yoktur’ demiştir. ‘Cem’ sûrîdir’ diyenlere gene Nevevî ‘Bu batıl veya zayıftır, çünkü bu zahire muhalefettir, doğruluk ihtimali olmayan bir muhalefettir’ demiştir.”[21]


Hanefilerin mütevatiri terk ile itham ettikleri fukaha ise kendilerini savunmuşlardır. Onlar mütevatiri terk etmediklerini, ancak tahsis ettiklerini, mütevatir haberin sahih bir haberle tahsisinin cevazında ise icmâ olduğunu söylemişlerdir.[22] Ancak âhad haberin mütevatir haberi tahsis etmesi hususunda icma bulunduğu görüşü Hanefilerin usûlleri açısından uygun değildir. Çünkü Hanefilere göre âhad haberin mütevatiri tahsisinin şartları vardır. Bu konudaki icma Cumhurun icmasıdır.


İbn Kudame (v. 620/1223) cem’i sûrî görüşünü iki yönden tenkit etmişlerdir;


“Hadislerdeki cem’in mânâsının ilk namazı son vakte, ikinci namazı da ilk vakte almak olduğu söyleniyor. Biz bunun iki yönden fasid olduğunu söyleriz; birincisi hadisler sarihtir ki, iki vakitten birinde kılmaktır. Zikrettiğimiz Enes hadisi (…ikindi vaktine kadar erteledi…, akşamı da şafak kaybolana kadar…) tevilleri batıl kılar. İkincisi ise, cem’ ruhsattır. Eğer dedikleri gibi olsa her namazı vaktinde kılmaya riayette şiddetli darlık ve büyük bir sıkıntı olurdu.”[23]


Hanefilerin cem’i kabul etmemelerinin bir delili de İbn Abbas tarafından rivayet edilen şu hadistir:


“Her kim özürsüz olarak iki namazı cem’ ederse büyük günahlardan birini işlemiş olur.”[24]


Darekutnî (v. 385/995), Hakim (v. 405/1014) ve Beyhakî (v. 458/1066) de bu hadisi altıncı raviye kadar ortak rivayet etmişlerdir. Ravilerden biri olan Haneş’in zayıf olduğu, Tirmizi (v. 279/892) tarafından hadis zikredildikten sonra belirtilmiştir. Ahmed b. Hanbel (v. 241/855) ve başkalarının da onu zayıf gördüklerini söylemiştir.[25] Mubarekfurî (v. 1353/1934) de Tirmizi’nin sünenine saptığı şerhte müşterek ravi Haneş hakkında bilgi vermiştir; “Ahmed b. Hanbel ve Darekutnî ‘metruktur’ der. Ebu Zür’a ve İbn Maîn ‘zayıf’, Buhârî ‘hadisleri yazılmaz’, Nesaî ‘sika değildir’ demiştir.”[26]


Hadisin senedindeki problem görülmese, sahih kabul edilse dahi cem’i caiz görenlerin iddialarına bir halel gelmemektedir. Çünkü onlar seferî, korkuyu, hastalığı … birer özür kabul etmektedirler.


İbn Şâhin (v. 385/995) ise hadisin senedinin sahih olduğunu, ancak mensuh olduğunu, onunla amel edilemeyeceğini bildirmektedir.[27]


Yukarıda geçen hadis Hz. Ömer’den de rivayet edilmektedir. Ancak İmam Şafiî’den (v. 204/819) nakledilir ki o, sefer ve yağmurun özür olduğunu belirtmiştir. Hz. Ömer’e nisbet edilen bu rivayetin ise mürsel olduğunu, Ebu’l-Aliye’nin Ömer’den dinlemesinin mümkün olmadığını söylemiştir.[28]


Hattabî (v. 388/998) ise cem’in sûrîye hamlinin doğru olmadığı görüşündedir. Çünkü bu şekilde namazların kendi vaktinde kılınması çok zordur. Binaenaleyh namazların ilk ve son vakitleri, avamı bırakın havas için dahi idraki imkansızdır.[29]


Zahiriler de Hanefilerle aynı görüşü paylaşmaktadırlar; hakiki mânâda cem’ sadece Arafat ve Müzdelife’de mümkündür. İbn Hazm (v. 456/1063) tüm hadisleri birleştirme yoluna gitmiştir. Ona göre öğle ya da akşam namazı son vakte bırakılır, ikindi ve yatsı namazları da ilk vakte alınırsa, birincisi kılınıp ardından ezan okunur ve kamet getirilir. Sonraki namazın vakti girdiği için de o namaz kılınır. Böylece hadislerin tümüne riayet edilmiş olur.[30]


Gene onun bildirdiğine göre cem’ ile ilgili en sahih hadisi Abdullah b. Abbas ri­vayet etmiştir. “Rasulullah (s.a.s.) bize öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı bir arada kıldırdı. Ne korku vardı ne yolculuk.” İbni Abbas’a ‘bununla maksadı neydi?’ diye soruldu. Dedi ki: “Ümmetini sıkıntıya sokmak istemedi.”[31]


(İbn Hazm şöyle dedi ki:) Bizim anlattığımız şekilde yapılacak birleştirmenin bu hadisle de çeli­şen bir yanı yoktur.[32]


Caferiler de cem’i hakiki manada anlamaktadırlar. Cem’ ile ilgili rivayetleri birinci namazı son vakte kadar erteleyip, ikinci namazı da ilk vaktine alarak kılmak şeklinde anlaşılması hatalıdır. Çünkü bu cem’ diye isimlendirilmez; her namazın kendi vaktinde kılınmasıdır.[33]


Görüldüğü üzere cem’ tartışmaları daha çok sûrîlik ve hakikilik üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu konuda çoğunlukla iki taraf göze çarpar. Birinci tarafta Hanefiler, ikinci tarafta ise Cumhur yer almaktadır. Hanefilerin nesh ve tahsisle ilgili görüşleri ile Cumhurun bu konudaki görüşleri meseleye bakışı belirlemektedir. Daha önce de zikredildiği üzere Hanefiler, haber-i vahidin (veya garib hadisin) mütevatir haber üzerinde etkisinin olmayacağına kaildirler. Cumhur ise sahih haberin –meşhur, mütevatir ya da ferd olması fark etmez – mütevatir haber üzerine etki edeceğini bildirmektedirler. Cem’ hadisleri ise Hanefilerce ferd haberler şeklinde karşımıza çıktığı için ihtilaf meydana gelmekte, neticede Hanefilerce reddedilmekte, Cumhurca kabul edilmektedir.


Cem’i sûrînin cevazı hakkında ittifak zaten mevcuttur. Cumhur da namazların birinin son vaktine kadar ertelenip kılınması, ardından da o anda giren vaktin namazının kılınmasını kabul etmektedirler. Çünkü bu şekilde her namaz kendi vaktinde kılınmaktadır. Bu konuda ihtilaf olması beklenemez. Ancak bir namazın başka bir namazın vaktinde kılınması anlamında cem’e gelince, yukarıda zikredilen delillerle her iki taraf kendi görüşünü müdafaa etmekte, karşı tarafın delillerini çürütmeye çalışmaktadır. Malzemenin çokluğu da münakaşanın boyutunu genişletmekte, şiddetini artırmaktadır.


Cem’le ilgili rivayetlerin sayısı üç yüz civarındadır ve on iki sahabi tarafından rivayet edilmiştir.[34] Buna göre cem’ hadisleri usûlen meşhur rivayet grubuna dahil olmaktadır. ‘Haber-i vahid’ olmayan yani meşhur ya da mütevatir olan rivayetler de Hanefilerce kabul edildiğine göre, cem’in kabulüne Hanefilerce de bir mani’ yoktur.[35]


Cem’i önceki veya sonraki namazın vaktinde kılınması yönünden cem’i takdim ve cem’i tehir diye ikiye ayrılır:


2. VAKİT YÖNÜNDEN CEM’


a. Takdim-Tehir Yönünden Cem’in Çeşitleri


aa. Cem’i Takdim: (جمع التقديم )

Takdim sözlükte, öncelik vermek, öne almak, sunmak gibi anlamlara gelir.[36] Istılahta ise, ikindi namazını öne almak suretiyle öğle namazı ile ikindi namazının öğle namazı vaktinde, yatsı namazının da öne alınarak, akşam ve yatsı namazlarının akşam namazı vaktinde kılınmasını ifade eder.[37]


CEM’İ TAKDİMİN SIHHATİNİN ŞARTLARI:

Cumhur-u fukaha cem’i takdim için bir takım şartlar koşmuşlardır. Bu şartların başta gelenleri şunlardır:


1. Başta iki namazdan ilk sırada olanını kılmak. Öğle ve akşam namazları kılınmalıdır. Çünkü vakit o namaz içindir; diğer namaz o namaza tabidir. Tabi ise matbuunun önüne geçemez. Eğer ikindiyi öğleden önce veya yatsıyı akşamdan önce kıldıysa sahih olmaz; ilk sıradakinden başlanarak yeniden kılınmalıdır. [38]


2. Cem’e niyet etmek. Niyet için en uygun yer ilk namazın başıdır. Ancak namaz esnasında ve selâm verene kadarki süre içerisinde niyet edebilir.


Müzeni, “Cem’e niyet etmeye ihtiyaç yoktur; önemli olan iki namaz arasındaki fasılanın kısa olmasıdır” demiştir.[39]


3. İki namazı birbiri ardına kılmak. Bu ise iki namazın arasına uzun fasıla girmemesi gerekir. Çünkü bu iki namaz tek namaz gibidir.[40] Ancak kısa bir ara zarar vermez; çünkü bundan korunmaya çalışmak meşakkat doğurur.


Eğer ara uzatılırsa cem’ batıl olur. İki namaz arasında uyumak gibi, unutmak veya başka işlerle meşgul olmak gibi. Fasl-ı yesirin ölçüsü ise örfe göre belirlenir; malı teslim almada ya da korumada olduğu gibi.


Şafiîler ve Hanbelilerden bazıları kamet müddeti kadar belirlerken Hanbeliler bu süreyi abdest süresine kadar uzatırlar.


4. Sefer halinin devamı. Birinci namaza başlayıp bitirmek ve ikinci namaza başlamış olduğu halde halen seferî olmak. Eğer birinci namaz esnasında ikamete niyet ederse, veya birinci namazdayken beldesine ulaşırsa veya iki namaz arasında mukim olursa cem’, sebebin zevalinden dolayı ikinci namazın kendi vaktine kadar tehir edilmesi gerekir.[41]


5. İki namaz arasında nafile namaz kılınmaması. Eğer iki namaz arasına nafile girerse cem’ sahih olmaz. Ancak bunun cem’e zarar vermeyeceğini söyleyenler de olmuştur.[42]


ab. Cem’i Tehir: (جمع التأخير)

Tehir sözlükte, geciktirmek, ertelemek engel olmak anlamlarına gelir.[43] Istılahta ise, öğle namazı ile ikindi namazının ikindi namazı vaktinde, akşam ile yatsı namazının da yatsı namazı vaktinde kılınmasıdır.[44]


Cem’i takdim ve cem’i tehir sadece öğle ile ikindinin ve akşamla yatsının birleştirilmesi şeklinde olabilir. Sabah ile öğle, ikindi ile akşam ve yatsı ile sabah arasında cem’ yapılamaz. Çünkü Resûlullah (s.a.s.)’dan böyle bir rivayet menkul değildir ve bu konuda icma vardır.[45]


CEM’İ TEHİRİN SIHHATİNİN ŞARTLARI:

1. Cem’i tehirin sıhhati için birinci namazın vakti çıkmadan önce niyet edilmelidir. Eğer cem’ etme niyeti olmaksızın tehir edilmesi günahtır ve uygulama ile maksadın karışmasından dolayı kaza olur.


2. Şafiîler cem’i tehir için seferîlik halinin iki namazı tamamlayana kadar sürmesi şeklinde bir şart sürerler. Eğer iki namaz bitmeden mukim olduysa birinci namaz kaza olur.


3. Hanbeliler ise ikinci namazın vakti girene kadar seferîliğin varlığını şart koşmuşlardır. Gene onlardan rivayet edilir ki, ikinci namazın vakti girdikten sonra iki namazı kılmadan seferîlik bitse dahi cem’in sıhhatine zarar vermez.[46]


b. Cem’i Takdim ve Cem’i Tehir İle İlgili Rivayetler:


Muaz b. Cebel rivayet etmektedir;


“Tebük gazvesinde idi. Resûlullah (s.a.s.) güneş zeval vaktine erişmeden önce yola çıkarsa öğle namazını ikindi namazına bitiştirip cem’ ederek kıldırırdı. Güneşin zeval vaktinden sonra yola çıktığı takdirde ise öğle ile ikindiyi cem’ ederek kıldırır sonra hareket ederdi. Akşam namazı girmeden yola çıktığı zaman, akşam namazını yatsı namazıyla birlikte kıldırasıya kadar te’hir ederdi. Akşam namazı vakti girdikten sonra yola çıkarsa yatsıyı öne alır ve akşam ile birlikte kıldırırdı.”[47]


Ayrıca bu hadisi Ahmet b. Hanbel (v. 241/855), Ebû Dâvûd (v. 275/888), İbn Hibban (v. 354/965), Dârekutnî (v. 385/995) ve Beyhakî (v. 458/1066) Muaz b. Cebel’den rivayet etmişlerdir. Gene Ebû Dâvûd bu hadisi İbn Abbas’tan rivayet etmiştir.


Nafi’ şöyle rivayet etmiştir:


“İbn Ömer ile beraber Mekke’den yola çıktık. Beraberinde Hafs b. Asım b. Ömer ve Musahik b. Amr b. Hıdaş da vardı. Bu sırada güneş battı ve o ikisinden birisi ‘namaz’ dedi, o ise buna ses çıkarmadı. Sonra diğeri ‘namaz’ dedi, ona da ses çıkarmadı. Nafi’ dedi ki: ben de ona ‘namaz’ dedim; ‘Ben Resûlullah (s.a.s.)’ı gördüm, yolculuğa çıktığında acelesi varsa bu iki namazı cem’ ederdi. Ben de bu ikisini (akşam ve yatsıyı) cem’ etmek istiyorum’ cevabını verdi. Birkaç mil yol aldık, sonra (hayvanından indi ve) namazını kıldırdı.[48]


(Hadisi Nafi’den rivayet eden)Yahya şöyle demiştir: “Nafi’ bu hadisi bana başka bir defa rivayet ettiğinde ise: ‘Gecenin dörtte birine yakın bir müddet yol aldık, sonra indi ve namazını kıl(dır)dı’ dedi.”[49]


Bu hadisi, Abdurrezzak (v. 211/826) üç ayrı senetle, Buhârî (v. 256/870) iki farklı senetle, Ahmet b. Hanbel (v. 241/855) üç farklı senetle, Ebû Dâvûd (v. 275/888) dört farklı senetle, Nesaî (v. 303/916) dört farklı senetle, Beyhakî (v. 458/1066), beş farklı senetle, Dârekutnî (v. 385) üç farklı senetle Abdullah b. Ömer’den rivayet etmişlerdir.


Farklı bir metinle bu hadis İbn Huzeyme (v. 311/894) tarafından da rivayet edilmiştir.


İbn Abbas’tan:


(İbn Abbas) “Size Resûlullah (s.a.s.)’ın yolculukta nasıl namaz kıldığını anlatayım mı? dedi. ‘Evet (anlat)’ dedik. İbn Abbâs da şöyle dedi: Eğer (yolculuk sırasında) konaklamış ve o esnada güneş de zeval vaktine gelmişse (hayvanına) binmeden önce öğle ile ikindi namazlarını cem’ ederdi. Şayet konakladığı sırada henüz güneş zeval vaktine erişmemişse, yola devam eder, ikindi vakti olunca (hayvanından) iner ve öğle ile ikindiyi cem’ ederdi. (Aynı şekilde) eğer konakladığı sırada akşam namazının vakti girmiş ise akşam ile yatsı namazlarını cem’ ederdi. Konak­ladığı sırada akşam namazının vakti girmemişse yola devam eder, yatsı vakti girince iner ve ikisini cem’ ederdi.”[50]


Bu hadisi Abdürrezzak’tan başka, Dârekutnî –biri Abdürrezzak’tan – dört senetle ve Beyhakî –biri Abdürrezzak’tan – iki senetle rivayet etmişlerdir.


İbn Abbâs şöyle demiştir:


“Size Resûlullah'ın yolculukta nasıl namaz kıl(dır)dığını anlatayım mı? Eğer konakladığı esnada güneş zeval vaktine erişmişse, zeval vakti içerisinde öğle ile ikindiyi cem’ ederdi. Güneşin zeval vaktine erişmesinden önce hareket etmişse, öğle namazım ikindinin vaktinde ikindi ile bir­likte kıldırıncaya kadar tehir ederdi.”


(Kurayb) “Zannedersem (İbn Abbâs) akşam ile yatsı na­mazları hakkında da böyle söylemişti” demiştir.[51]


Enes b. Mâlik şöyle demiştir:


“Resûlullah (s.a.s.) güneşin zevali vaktinden önce hareket ederse öğleyi ikindi vaktine tehir eder sonra (hayvanından) iner ve iki namazı cem’ ederdi. Şayet hareket etmeden önce güneş zeval vaktine erişmişse, öğle na­mazını kıldırır ve sonra yola devam ederdi.”[52]


Ebû Dâvûd’da ise şu ilave vardır: “… ve akşam namazını da şafak kaybolunca yatsı ile birlikte cem’ etmek üzere te’hir ederdi.”


Bu hadisi Ahmed b. Hanbel iki farklı senetle, Buhârî ve Ebû Dâvûd iki farklı senetle, Dârekutnî ve Beyhakî Ebû Dâvûd tarikiyle İbn Abbas’tan rivayet etmişlerdir.


Enes b. Mâlik’ten:


“Resûlullah (s.a.s.) süratle yol almak istediğinde öğle na­mazını ikindinin ilk vaktine tehir eder ve iki namazı cem’ ederdi. Aksam namazını da şafak kaybolunca yatsı ile cem’ edesiye kadar te’hir ederdi.”[53]


Bu hadisi Müslim (v. 261/875) –ikisi İbn Ömer’den – üç senetle, Nesai (303/916) –biri İbn Ömer’den – iki senetle, Beyhakî –biri İbn Ömer’den – iki senetle Enes b. Malik’ten rivayet etmişlerdir.


Abdullah b. Dînâr şöyle demiştir:


“Ben Abdullah b. Ömer ile beraber iken güneş battı, biz yola devam ettik. Akşam olduğunu görünce (ona) ‘Namaz!’ dedik. O yine şafak kaybolasıya ve yıldızlar ortaya çıkıncaya kadar yola devam etti. Sonra (hayvanından) indi ve iki namazı cem’ ederek kıldırdı. Sonra da: ‘Süratle yol aldığı zaman Resûlullah (s.a.s.)’ın benim gibi namaz kıldırdığını gördüm’ dedi. Yani iki namazı gece olduktan sonra cem’ ettiğini söyledi.


(Bir sonraki hadisi İbn Ömer’den rivayet eden) İsmail b. Abdirrahman b. Zueyb, İbn Ömer’in namazları şafak kaybolduktan sonra cem’ ettiğini söylemiştir.


Bu hadisi Ebû Dâvûd ve Beyhakî, İbn Abbas’tan rivayet etmişlerdir.


İbn Ebî Zueyb el-Esedî şöyle demiştir:


“İbn Ömer ile birlikte Hıma'ya doğru yola çıktık. Bu sırada güneş battı. Fakat biz ona ‘(hayvanından) in de namaz kılalım’ demeye çekindik. Ufkun beyazlığı ve yatsının karanlığı gidince (hayvanından) indi ve üç rekat (akşam na­mazı) kıldırdı, sonra selam verdi, sonra iki rekat (yatsı na­mazı) kıldırdı. Sonra bize döndü ve ‘Resûlullah (s.a.s.)’ın bu şekilde yaptığını gördüm’ dedi.”[54]


Bu hadisi Şafiî’den başka Beyhakî, İbn Ömer’den rivayet etmiştir.


Esed b. Abdiluzzâ kabilesinden İsmail b. Abdirrahman b. Zueyb şöyle demiştir:


“İbn Ömer ile Hımâ'ya doğru yola çıktık. Güneş batınca ona ‘Namaz(ı kılmıyor muyuz?)’ demekten çekindik. Ufkun beyazlığı ve yatsının karanlığı gidince indi ve önce üç son­ra da İki rekat olarak bize namazı kıldırdı ve bize dönerek; ‘Resûlullah (s.a.s.)’ın bu şekilde yaptığını gördüm’ dedi.”[55]


Bu hadisi Ahmed b. Hanbel’den başka Nesai de rivayet etmiştir.


Nafi’ rivayet etmektedir:


“İbn Ömer akşam ve yatsı namazlarını şafak kaybolduk­tan sonra cem’ ederdi. O, Resûlullah (s.a.s.)’ın bu iki namazı süratle yol aldığı zaman cem’ ettiğini söylemiştir.”[56]


Nâfi'den:


“İbn Ömer süratle yol aldığı zaman, şafak kaybolduktan sonra akşam ve yatsı namazlarını cem’ eder ve ‘Süratle yol aldığı zaman Resûlullah (s.a.s.) akşam ve yatsı namazlarını cem’ ederdi’ derdi.[57]


İbn Abbâs şöyle demiştir:


“Resûlullah yolculuğu çıkar da süratle yol alırsa, güneş zeval vaktine erişmeden yola çıkmışsa ikindinin ilk vakti girinceye kadar öğleyi tehir eder, sonra (hayvanından) iner ve iki namazı cem’ ederek kıldırırdı. (Keza) akşam na­mazını da şafak'ın kaybolduğu belli olasıya kadar tehir eder, sonra iner ve aksam ile yatsı namazlarını cem’ ederek kıldırırdı.[58]


İbn Abbâs şöyle demiştir:


“Güneş zeval vaktine erişmişse, Resûlullah (s.a.s.) öğle ve ikindiyi cem’ ederek kıldırırdı. Şayet zeval vaktinden önce hareket etmişse öğleyi te’hir eder ve ikindi vaktinde (ikindiyle beraber) kıldırırdı.”[59]


Bu hadisi, Dârekutnî İbn Abbas’tan, Beyhakî Enes b. Malik’ten rivayet etmişlerdir.


Enes b. Mâlik'ten:


“Resûlullah (s.a.s.) süratle yol aldığı zaman, öğleyi ikindi­nin ilk vaktine tehir eder ve ikisini cem’ ederdi. Akşamı da tehir eder ve şafak kaybolduğu zaman yatsı ile birlikte (cem’ ederek) kıldırırdı.”[60]


Ayrıca Ebû Avâne (v. 316/928) ve Beyhakî de bu hadisi rivayet etmiştir.


Nâfi'den:


“İbn Ömer (hanımı) Safiyye'nin durumunun ağır olduğu haberini aldı ve o gece üç gecelik yolu kat etti. Akşam vak­ti giresiye kadar yoluna devam etti. Ben ona: ‘Namaz(ı kılalım)’ dedim. Cevap vermedi ve karanlık basıncaya ka­dar yola devam etti. Bunun üzerine oğlu Salim veya başka birisi ‘Akşam oldu (artık) namazı kıl(dır)’ dedi. Bunun üzerine İbn Ömer ‘Resûlullah (s.a.s.) acele bir iş için yola çıktığında bu iki namazı cem’ ederdi. Ben de bu iki namazı cem’ edeceğim, yola devam edin’ dedi ve yola devam etti. Şafak kaybolunca (hayvanından) indi ve iki namazı cem’ etti.[61]


Bu hadisi Buhârî’den başka Ahmed b. Hanbel ve Beyhakî, İbn Ömer’den rivayet etmişlerdir.


Nâfi’ rivayet ediyor:


“İbn Ömer Mekke'den yola çıktı ve (hanımı) Safiyye bintü Ebî Ubeyd’in (hasta olduğu) haberi geldi. Bunun üzerine süratini arttırdı, güneş batınca beraberindekiler den birisi ‘namazı kılalım’ dedi. Cevap vermedi ve bir müddet yola devam etti. Bu defa (diğer) arkadaşı tekrar ‘namazı kılalım’ dedi, yine aldırmadı. Bunun üzerine o arkadaşı İbn Ömer’e (ilk olarak) namazı hatırlatana ‘O böyle davranması ile ilgili, benim bilmediğim bir şey biliyor’ dedi. İbn Ömer yola devanı etti ve şafak kaybolduktan bir müddet sonra (hayvanından) indi ve kamet getirdi. –İbn Ömer yolculukta namaz için nida etmiyor (ezan okumuyor)du. (Hadisi Dârekutnî’ye rivayet eden) ‘en-Neysâbûrî ... yolculukta namazlar için...’ demiştir – İbn Ömer akşam ile yatsı namazlarını cem’ ederek kıldırdı ve sonra: ‘Resûlullah (s.a.s.) süratle yol aldığı zaman, şafak kaybolduktan bir müddet sonra akşam ile yatsı namazlarını cem’ ederdi’ dedi. İbn Ömer yolculuk esnasında hayvanı üzerinde ve hayvanı ne istikamete dönerse o cihete doğru namazım kılardı. Bu suretle onlara, Resûlullah (s.a.s.)’ın da böyle yapmış olduğunu belirtmek istiyordu.”[62]


Bu hadisi Dârekutnî ve Beyhakî iki farklı senetle rivayet etmişlerdir.


c. Cem’i Takdim ve Cem’i Tehir İle İlgili Görüşler:



Namazların takdim veya tehir yoluyla kılınması hususunda ihtilaf vardır. Bazılarına göre takdim, bazılarına göre de tehir caiz değildir. Bazılarına göre her iki şekilde cem’ caizken, bazılarına göre her iki şekli de caiz değildir.


Ebu Hanife (v. 150/767) cem’in hiçbir şeklinin caiz olmadığını söylerken tabiin alimlerinden de aynı görüş etrafında toplananlar olmuştur. İbrahim en-Nehaî (v. 95/714), Hasan el-Basri (v. 110/728), Muhammed b. Sirin (v. 110/728) ve Mekhul (v. 113/721)’e göre seferî kişi namazını ister takdim isterse tehir yoluyla olsun cem’ ederek kılması caiz değildir. Bu konuda varid olan hadisleri ise şeklen cem’ olarak yorumlamışlardır.[63] Arafat ve Müzdelife’de cem’in caiz olduğu hususunda ittifak olduğunu, bu konuda ismi mezkur zevatın da aynı görüşte olduğunu belirtmek gerekir. İsmi mevzubahis olan yerlerde cem’i takdim veya cem’i tehir yoluyla namazların kılınabileceği hususu ayrı bir başlık altında sunulacaktır.


Ulemadan bazılarına göre yolculukta cem’i takdim caiz değildir. Bunların başında Ahmed b. Hanbel gelmektedir. İbn Hazm (v. 456/1063) da aynı görüştedir. Cem’i takdimin caiz olmadığı görüşü İmam Malik (v. 179/795)’ten de rivayet edilmiştir.[64] Onlar bu hususta şu rivayete istinad etmektedirler:


Enes’ten;


“Resûlullah (s.a.s.) güneşin zeval vaktinden önce hareket ederse öğleyi ikindiye kadar tehir eder sonra hayvanından iner ve iki namazı cem’ ederdi. Şayet hareket etmeden önce güneş zeval vaktine erişmişse, öğle namazını kıldırır ve sonra yola devam ederdi.”[65]


Evzaî (v. 157/774)’den de aynı görüş nakledilmektedir; o da sadece cem’i tehir varlığını yukarıda geçen Enes hadisine mutabaat babından kabul etmektedir.[66]


Bu konuda Resûlullah (s.a.s.)’ın yola çıkmadan önce öğle ve ikindi namazını kıldırıp sonra yola çıktığına dair rivayetler de vardır. Ancak cem’i takdimi caiz görmeyenler bu hadisleri senedlerindeki bazı ravilerden dolayı kabul etmemişlerdir.


Bu hadislerden biri de Kuteybe b. Said tarafından rivayet edilmektedir.[67]


Ebû Dâvûd’a rivayet eden Kuteybe’nin kendisinden hadis aldığı Halid el-Hemedani hakkında hocalarının hadislerine ekleme (derc) suçunda bulunduğu Buhârî tarafından zikredilir.[68]


Ayrıca Ebû Dâvûd da bu rivayeti sadece Kuteybe’de gördüğünü söylemiştir.[69]


Hakim (v. 405/1014) Kuteybe’nin bu rivayeti için mevzu demiştir.[70]


Buhârî’nin sözüne dayanarak İbn Hazm (v. 456/1063), Aynî (v. 855/1450) ve Zurkanî (v. 1122/1710) de bu rivayeti mevzu saymışlardır. El-Muhallâ’yı tahkik eden Ahmed Şakir mezkur hadisin mevzu olmadığını iddia etmiştir.[71]


Tablo 1





























Görüşler


Sahibi


Görüşü


Birincisi


Timizi (v. 279)


Hasen Garib


İkincisi


Ebû Dâvûd (v. 275)


Münker


Üçüncüsü


İbn Hibban (v. 311)


Sahih, Mahfuz


Dördüncüsü


Hakim (v. 405)


Mevzu’


Beşincisi


İbn Hazm (v. 456)


Munkatı’


Bu hadisle ilgili görüşler Neylu’l-Evtar’da beş çeşit olarak bildirilmiş,[72] tarafımızdan yukarıdaki tabloda özetlenmiştir.


Bu hadisin başka senedleri olmakla birlikte, bunların tümü illetli sayılmıştır.[73]


Cem’i takdimin delili sadece Kuteybe’nin rivayeti değildir. Yukarıda bu konuyla ilgili rivayetler sıralanmıştı. Ancak bu hadisler de illetli sayılmış ve kabul görmemiştir. Diğer bir kısım ulema ise bu hadisler için yöneltilen eleştirilerin yeterli olmadığını, hadislerin makbul olduğunu söyler. Bunlardan biri de Kastallani (v. 923/1517)’dir. O şöyle demektedir:


“Bu rivayetlerin hiçbiri olmasa bile, Resûlullah (s.a.s.)’ın Arafat’ta öğleyin, öğle ile ikindiyi cem’ ettiğine dair fiili, yolculukta (takdim yoluyla) cem’in cevazı için kuvvetli bir delil olurdu.”[74]


Tüm bu münakaşalara rağmen fakihlerin çoğunun bu rivayetleri kabul edip ona göre hüküm verdikleri görülmektedir.


Takdimin mi yoksa tehirin mi efdal olduğu meselesine gelince; tehirin asıl vakit olması dolayısıyla tehir efdal kabul edilmiştir.[75]


Şafiîlerde efdal olan cem’in terk edilmesidir. Ancak cem’ yaptığında efdal olan bir durum ortaya çıkacaksa o zaman cem’ etmesi efdaldir. Şöyle ki, iki namazı cemaatle birlikte kılmak için veya elindeki işi bitirmek için ya da elbisesi olmayan avret mahallini örtecek elbise bulması için cem’ yaparsa o zaman efdal olan cem’ etmesidir.[76]


Hareket halinde olması yönüyle ise Şafiîlerde şöyle denmektedir: “Eğer birinci namazın vaktinde hareket halinde ise birinci namazı ikincinin vaktine tehir etmesi efdaldir. Eğer birinci namazın vakti girdikten sonra hareket edecekse cem’i takdim yoluyla kılması efdaldir.[77]


Cuma namazı ise öğle namazı gibi cem’i takdim yoluyla kılınmalıdır.[78]


Vitir namazı ise yatsıya tabi olarak kabul edilmiş ve onunla birlikte takdim yoluyla kılınabileceği belirtilmiştir.[79]


Caferiler takdim ya da tehir yoluyla kılınması arasında fazla bir fark göremiyoruz. Onlara göre: “Efdal olsun diye namazların tehir edilmesi gerekmez. Takdim yoluyla kılınmasına gelince. Bunun bir mahsuru yoktur; bazı yönlerden efdaldir bile.”[80]


II. BÖLÜM


CEM’ İLE İLGİLİ HÜKÜMLER


Namazların cem’i ile ilgili problemleri mazeret yönünden iki başlıkta inceleyebiliriz: Bu da mazerete binaen yapılması ve hiçbir mazeret olmadan namazlarının birlikte kılınması şeklindedir. Birinci madde de kendi içinde birkaç bölümde incelenebilir. Namazların birleştirilmesi ile ilgili en dikkat çekici mazeret seferîlik hâlidir. Daha sonra gelecek mazeretler seferîliğe göre kısmen daha hafif kabul edilebilir.


Kişinin namazı için yağmur-kar-dolu gibi doğa olayları, bireyin beş kutsal değerine (akıl, mal, din, can, namus ve şeref) yönelik bir durum sonucundaki korku ve kişiyi namazdan dolayı zora sokacak bir hastalık yüzünden kişinin namazlarını birleştirmesi söz konusudur. Bunların haricinde çamurun kişiyi zora sokması, karanlıktan dolayı mescide gitmenin veya abdest almanın zorluğu, şiddetli rüzgâr-fırtına veya kişiyi meşgul eden şahsi işleri de namazların birleştirilmesine konu olabilir.


A. SEFERDE CEM’:


Hadis kaynaklarımızda seferîlikle ilgili hadisler geniş yer kaplamaktadır. Bu konuda iki önemli başlık vardır ki, bunlar Tebük ve Benû Mustalik gazveleridir. Tebük gazvesi gerçekten Müslümanların belki de en çok zorlandıkları gazvedir. Buna bağlı olarak da ruhsatlar konusunda bu sefer büyük önem taşımaktadır. Benû Mustalik gazvesinde ise kendisine yönelinen kavmin haberi olmaması için yolu dolaylama ve hızlıca hareket etme söz konusudur. Seferîlikte cem’ ile ilgili hadisler daha çok bu iki başlık altında verilmektedir.


Bunun haricinde Arafat ve Müzdelife’de cem’ ile ilgili rivayetler de seferde cem’e konu olabilmektedir. Bu konu ayrı bir başlık altında incelenecektir.


Bizans’ın, Müslümanların kıtlık durumundan istifade edip onları yok etmek maksadıyla büyük bir ordu hazırladığı haberi üzerine en büyük ve en donanımlı ordu hazırlanmış, Şam’a doğru gönderilmiştir.


Mevsimin sıcak, yolun çetin, imkanların kısıtlı olması bu gazvenin önemini artırmakta idi. Bu yüzdendir ki, bu sefere katılanlara “Ceyşu’l-‘Usra” denilmiştir. Bu zaman Kur'an-ı Kerim’de “Sa’atü’l-‘Usra” diye isimlendirilir.[81] Gazve zamanı hasat zamanına denk gelmektedir. İnsanlar bu mevsimde ağaç gölgelerinde oturmayı sevmektedirler. Ve Hz. Peygamber insanları adeta gölgeleri bırakıp çöllere atılmaya çağırmaktadır. Seferberlik halinin duyulmasının ardından bazı Müslümanlar ağır davranmaktaydılar. Onlara Kur'an-ı Kerim şöyle seslenmiştir: Ey îmân edenler! Size ne oluyor da ‘Allah yolunda cihada çıkın’ denildiğinde yere çakılıp kalıyorsunuz?..”[82] Müslümanlardan bir kısım ihmâlkârların Kur'an-ı Kerim’de belirtilen hikâyelerinde, tüm genişliğine rağmen yeryüzünün onlara dar geldiğinin bildirilmesi ve onlarca gün kendilerine yönelik tecrit hareketinin sona ermesi için yalvarmaları[83] Tebük’ün nasıl bir dönüm noktası olduğunu göstermektedir. Münafıkların orduyu engelleme çalışmaları da meşakkatleri iyice artırdı.


İşte bu atmosferde gerçekleştirilen gazvede Müslümanlara birçok ruhsatlar tanınmıştır. Bu ruhsatların başında aşağıda zikredilen rivayetlerin odak noktasını oluşturan namazların cem’i yer almaktadır. Mestler üzerine meshe de bu seferde izin verilmiştir. İlk defa kaza namazı da bu seferde kılınan sabah namazıdır. Ayrıca abdest organları da su yokluğundan birer defa yıkanmıştır.[84]


Benû Mustalik gazvesinde ise Müslümanların kökünü kazıma niyetinde olan bir takım Arap kabileleri hedef alınmıştır. Peygamberimiz (s.a.s.) ters istikamete doğru yola çıkmış, bir zaman sonra hızlı bir şekilde hedefteki istikamete dönmüştür.[85] Bu sefer namazların birleştirilerek kılındığı, seferlerden biridir.


1. TEBÜK GAZVESİ İLE İLGİLİ RİVAYETLER:


Muaz bin Cebel şöyle rivayet etmiştir:


“Tebük senesi Peygamberimiz (s.a.s.) ile yola çıktık. Peygamberimiz (s.a.s.) öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı namazlarını cem’ ediyordu. Bir gün namazı tehir etti, sonra dışarı çıktı ve öğle ile ikindiyi cem’ ederek kıldırdı, sonra girdi. Sonra tekrar çıktı ve akşam ile yatsıyı cem’ ederek kıldırdı. Sonra şöyle buyurdu: ‘Yarın inşallah Tebük kaynağına varacaksınız. Güneş yükselmeden oraya varmayın. Oraya varanlar, ben gelinceye kadar suya dokunmasın.’


“Oraya vardığımızda iki kişinin bizden önce gelmiş olduğunu ve suyun azar azar akmakta olduğunu gördük. Resûlullah (s.a.s.) onlara, suya dokunup dokunmadıklarını sordu, onlar da, ‘Evet dokunduk’ dediler. Resûlullah (s.a.s.) da onlara ağır sözler söyledi, sonra insanlar elleriyle azar azar su alıp bir kap içerisinde topladılar. Sonra Resûlullah (s.a.s.) bu kaptaki su ile yüzünü ve ellerini yıkadı ve bu suyu kaynağa döktü. Bunun kaynağın suyu çoğaldı, insanlar da su ihtiyacını giderdiler. Sonra Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: ‘Ey Muaz, eğer ömrün olursa, yakında buraların hep bahçelerle dolduğunu göreceksin.”[86]


Bu hadisi, Malik (v. 179/795), Şafiî (v. 204/819), Abdurrezzak (v. 211/826), İbn Ebi Şeybe (v. 235/849), Ahmet b. Hanbel (v. 241/855), Darimi (v. 255/869), Müslim (v. 261/875), İbn Mace (v. 273/886), Ebû Dâvûd (v. 275/888), Nesaî (v. 303/916), İbn Hibban (v. 311/894) ve Beyhakî (v. 458/1066) Muaz bin Cebel’den rivayet etmişlerdir.


Bu hadis Muaz’dan başka iki sahabîden daha rivayet olunmaktadır. Bunlar: Ebu Hureyre ve Cabir’dir. Malik, Ebu Hureyre’den, Abdurrezzak, İbn Ebi Şeybe de Cabir’den rivayet etmişlerdir.


Tebük’te cem’le ilgili Muaz ve İbn Abbas’tan gelen başka bir rivayet vardır ki o da şöyledir:


“Resûlullah (s.a.s.) çıkmış olduğu bir gazvede – ki bu Tebük gazvesidir – öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı namazlarını cem’ ediyordu. (Ebu’t-Tufeyl Muaz’a ve/vaya ibn Abbas’a) ‘Resûlullah (s.a.s.)’ın bunu yapmaktaki gayesi nedir?’ diye sordum, ‘Ümmetine zorluk olmasın diye’ cevabını verdi.”[87]


Bu hadisi, Tayalisî (v.203/818), İbn Hanbel ve Müslim Muaz b. Cebel’den, gene Müslim, İbn Huzeyme ve Ebû Avâne (v. 316/928) İbn Abbas’tan rivayet etmiştir.


2. BENÛ MÜSTALİK GAZVESİ İLE İLGİLİ RİVAYETLER:


Abdullah b. Amr rivayet etmiştir:


“Resûlullah (s.a.s.) Benû Mustalik gazvesinde iki namazı cem’ etti.”[88]


Bu hadisi İbn Hanbel ve İbn Ebi Şeybe Abdullah b. Amr b. el-Âs tarikiyle rivayet etmişlerdir.


Bir diğer hadis de Ebu’z-Zubeyr’den gelmektedir:


“Cabir’e ‘Resûlullah (s.a.s.) akşamla yatsıyı cem’ etti mi?’ diye sordum. ‘Evet, Benû Mustalik gazvesine çıktığımızda’ cevabını verdi.”[89]


Bu hadisi İbn Hanbel ve aynı senedle İbn Ebi Şeybe Ebu’z-Zübeyr tarikiyle rivayet etmişlerdir.


3. SEFERİLİKTE CEM’ İLE İLGİLİ GÖRÜŞLER:


Tüm araştırmamız boyunca ayrı tuttuğumuz gibi, bu bölümde de Hanefileri ayrı tutacağız. Hanefilerin görüşlerini destekleyen Zahirilerin ve müctehid ulemanın varlığını daha önce zikretmiştik. Onları da ayrı olarak belirtmeden Hanefi görüşü çerçevesine dahil ettiğimizi belirtmemiz gerekmektedir. Hiçbir cem’ çeşidini –Arafat ve Müzdelife hariç – kabul etmeyen Hanefiler seferde de bu uygulamayı kabul etmemektedirler. “Çünkü tevatür yoluyla gelen nasslar haber-i vahid ile bozulamaz” görüşündedirler. Verilecek bilgiler cumhuru ulemanın görüşleridir.


Cumhur, Hanefilerin kabul ettikleri Arafat ve Müzdelife hadislerini de seferîlikteki cem’e delil olarak sunmaktadırlar. Onlara göre bu iki yerde namazları birleştirme ruhsatının sebebi hacıların hac ibadetiyle uğraşmalarından dolayı buna muhtaç olmalarıdır. Bu açıktır. Diğer yolculuklarda da bir takım meşgaleler vardır. Bilinen bir şey var ki, o da yolculukta meşakkatten dolayı kasr veya oruç tutmama gibi ruhsatların bulunduğudur. Burada bilinmeyen hacca özel bir ruhsatın bulunduğudur. Bu da seferîlik noktasında Arafat ve Müzdelife ile diğer yerlerin farkı olmamasını gerektirir; illet tahakkuk ettiğine göre cem’ de tahakkuk eder.[90]


Cem’ ile ilgili birçok görüş içerisinde, Cumhurun ittifak noktalarının en fazla olduğu bölümün seferde cem’ olduğunu söylemek mümkündür. Bir sonraki başlık altında belirtilecek olan Hazarda Cem’ konusunun –seferîliktekine göre – daha fazla karmaşık ve ihtilaflı olduğu görülecektir. Seferde cem’ konusunda gelen rivayetlerin sayısı oldukça fazladır. Cem’le ilgili hükümlerin çıkarıldığı rivayetlerin çoğu da gene seferîlikle ilgili hadislerdir. Bu da bu bölümün genişliğini göstermektedir.


Çeşitlerini sunduğumuz (takdim-tehir, hakiki sûrî gibi) başlıkların altında verdiğimiz hadisler aynı zamanda bu bölümü ilgilendirdiği için tekrar edilmeyecektir. Bu bölümde daha çok seferîlik halindeki cem’ ile ilgili detayı ilgilendiren bilgiler verilecektir.


Şafiîler, Malikilerin ve Hanbelilerin aksine ayrı bir şart ileri sürerek, cem’ yapmayı caiz kılan yolculuğun herhangi bir yolculuk değil, namazların kısaltılmasını caiz kılan nitelik, süre veya mesafedeki yolculuk olduğunu söylerler.[91]


Şafiîler kasr ruhsatı bulunan bir seferînin, öğle ile ikindi ve akşam ile yatsının takdim ya da tehir yoluyla kılabileceğini söylemektedirler.[92] Uzun mesafeli yolculuklar için mezhepte tek görüş bulunmaktadır. O da cem’in cevazı yönündedir.


Ancak Şafiîlerin namazların kısaltılması için kasr mesafesi şartı hususunda ittifak sağlayamadıkları gözükmektedir. Mezhebin önde gelenleri bu hususta ikiye bölünmüşlerdir. Kesin olan nokta ise Şafiî ulemasının bu konuda iki yönde de görüş belirttikleridir. Gazali (v. 505/1111) bu ihtilafın Mekke ehlinin hac esnasındaki taksirinin sebebini tesbitten kaynaklandığına işaret ederek şöyle demektedir: “Kısa mesafeli seferlerle ilgili bizde iki görüş bulunmaktadır: İlki ehl-i Mekke’nin kasr mesafesine ulaşmamasına rağmen Müzdelife’de namazlarını kısaltarak kılmalarıdır. Diğeri ise o bölge halkının seferîlikten dolayı değil, hac menasikinin uygulanması esnasında karşılaşılan zorluklardan dolayı namazlarını cem’ etmeleridir.”[93]


Nevevi (v. 676/1277) ise: “Öğle ile ikindinin ve akşam ile yatsının birbirinin vaktinde takdim ya da tehir yoluyla kılınması uzun yolculukta caizdir. Kısa yolculukta ise bir kavle göre (caizdir)” demektedir.[94]


Zekeriyya el-Ensârî (v. 926/1520) Menhecü’t-Tullâb adlı eserinde “Kısa mesafeli seferlerde de iki ikindinin (öğle ile ikindinin) ve iki akşamın (akşam ile yatsının) takdim ya da tehir yoluyla kılınabilmesine cevaz veren kavil, uzun seferde cem’e cevaz veren kavle göre evladır” demektedir.[95]


Mühezzeb sahibi Şîrâzî (v. 476/1083), Hz. Peygamber’in süratle yol almak istediği zaman namazları cem’ ettiğini bildiren İbn Ömer hadisine dayanarak bu sonuca vardıklarını bildirmekte, cem’in cevazı için kasır mesafesine ulaşma şartını dile getirmektedir. Bu konuda var olan “Kasır mesafesi şart değildir” görüşünü ise diğer görüşe göre zayıf bulmaktadır.[96] Şafiî’den kasr ruhsatı olmayan kısa mesafelerde de namazların cem’ edilebileceğine dair görüşler bildirilmiştir. Çünkü Mekke sakinleri kısa sefer mesafesinde olan Arafat ve Müzdelife de namazlarını birleştirmektedirler.[97]


Nevevi, Şafiî’ye isnad edilen bu görüşün şaz ve merdud olduğunu, Şafiî’nin metinleri incelediğinde bu sonuca ulaştığını bildirmektedir. Ayrıca mezhebin diğer önde gelenleri de Şafiî ile ilgili aynı sonuca ulaşmışlardır, kendilerinin de görüşleri bu yöndedir.[98]


Ancak Şafiîlerde tercih edilen görüşün kasr mesafesine ulaşmayan yolculuklarda da namazların birleştirilebileceği yönünde olduğu bildirilmiştir.[99]


Malikilerle Şafiîler arasında bu konuda önemli bir ayrılık vardır. Bu da namazların birleştirilebilmesi için kasr mesafesine ulaşma şartıdır. Çünkü Malikiler sefer mesafesini önemsememektedirler. Onlar için önemli olan mübah bir sefer olmasıdır; namazların birleştirilebilmesi için seferîn kasr ruhsatı kazandıracak bir mesafeye ulaşması şart değildir.[100] İmam Şafiî’nin kısa mesafelerde de namazların birleştirileceğine dair kabul ettiği öne sürülen delil İmam Malik tarafından da delil olarak almıştır.[101] Yani Mekke ehlinin Arafat ve Müzdelife’deki cem’i.


Malikiler ile diğer mezhepler arasındaki “kasr mesafesi” ihtilafının odak noktasında Mekke ehli vardır. Gazali’nin mezhepler arasındaki farklı anlayışın, Mekke ehlinin namazları cem’ etmesindeki illetin tesbit edilememesinden kaynaklandığını söylediğine yukarıda yer vermiştik. İmam Malik de o bölge ahalisinin seferîlik sebebiyle cem’ ettiklerini söyleyerek, meşakkatten dolayı cem’ ettiğini söyleyen diğer mezhep ulemasından ayrılmıştır.


Malikilerde seferîlikle ilgili diğer mezheplerde olmayan “deniz seferînde cem’ caiz değildir” kaydı vardır.[102]


Hanbeliler de bu meselede Şafiîlerle aynı görüşü benimsemektedirler. Yani sefer kasr ruhsatı mesafesine ulaşmalıdır.[103] Merdavi (v. 885/1480) “Mezhepte sahih olan görüş kasr mesafesine ulaşması gerektiği yönündedir. Ancak arkadaşlarımızdan aksi görüşte olanlar da vardır” dedikten sonra, kasrın caiz olduğunu, müstehap olmadığını ve Arafat ile Müzdelife’de cem’e kıyas yaparak cem’in efdal olduğunu söyleyenler olmakla birlikte isabetli olanın caizliği olduğunu söylemiştir.[104]


Hanbelilerden farklı görüşte olanlardan birinin İbn Teymiyye (v. 728/1327) olduğu söylenmiştir. O, cem’ için uzun yolculuktan başka sebepler de bulunabileceğini ileri sürerek, kısa mesafeli seferlerde de namazların birleştirilebileceği görüşünü tercih etmiş ve bu görüşün diğerlerinden daha kuvvetli olduğunu söylemiştir.[105] İbn Teymiyye, kasr ve cem’i birbirine kıyas yapanların hatalı olduklarını belirtir. Çünkü kasrın ruhsatı seferdir, cem’in ruhsatının sebebi ise sıkıntı verecek şeylerin (harac) kaldırılmasıdır. Dolayısıyla kişi ihtiyaç duyduğu zaman kısa mesafeli seferlerinde de namazları birleştirebilir.[106]


Caferiler bu konuyu ehli sünnet mezheplerine göre son derece geniş tutmuşlardır. Onlara göre öğle ile ikindinin seferde veya hazarda birleştirilmesinin cevazı hususunda ihtilaf yoktur. Bu kişinin ihtiyaç duyması halinde ya da kendi tercihine göre –zaruret olmadan– cem’ etmesi hususunda gene bir problem gözükmemektedir.[107]


4. SEFERDE CEM’İN CEVAZI İÇİN ÖNE SÜRÜLEN ŞARTLAR:


Seferîlikte namazların cem’inin caiz olabilmesi için bazı şartlar ileri sürülmüştür. Bu şartlar genelin kabul ettiği şartlar değildir. Sahabeden ve ulemadan bazılarının görüşüdür.


a. Yolculuğun Süratli ve Yorucu Olması


Sahabeden Usame b. Zeyd ve İbn Ömer, imamlardan da Malik b. Enes yolculuğun süratli ve yorucu olması gerektiği yönünde görüş belirtmişlerdir. Onlar bu şartı öne sürerken Hz. Peygamber’in İbn Ömer tarafından bildirilen aşağıdaki uygulamasından yola çıkmışlardır.[108]


Malikilerden bu görüşte olan başkaları da vardır.[109]


Nafi’ şöyle demiştir:


İbn Ömer ile onun arazisine gitmek üzere yola çıktık. Bu sırada birisi geldi ve ‘(Hanımınız) Safiyye bintü Ebi Ubeyd ağır hasta, yetişmeye bak’ dedi. Bunun üzerine süratle yola çıktı. Yanında Kureyş’ten bir adam vardı. Güneş battığı halde namaz kıldırmadı. Halbuki benim bildiğim o, namazlarını vaktinde kılardı. Geciktiğini görünce ‘Allah hayrını versin, namaz’ dedim. Bana baktı ve sonra yoluna devam etti. Şafağın son vakti olunca hayvanından indi ve akşam namazını kıldı. Sonra şafak kaybolunca yatsı için kamet getirdi ve bize namaz kıldırdı, sonra bize dönerek ‘Süratle yol aldığı zaman Resûlullah (s.a.s.) böyle yapardı’ dedi.”[110]


b. Mübah Bir Yolculuk Olması


Bu şart Malikiler tarafından öne sürülmektedir. Namazların birleştirilebilmesi için yolculuğun ya sevap kazandıran bir yolculuk olması (hac ya da sıla-i rahim gibi) veya mübah bir yolculuk olması (rızık için yolculuk gibi) gerekmektedir. Günah işlemek için gidilen bir yolculukta namazların birleştirilmesi caiz değildir.[111]


c. Mesafe Kat Edilmek İstenmesi


Bu şart da Malikilerden İbn Habîb tarafından ileri sürülmektedir. Şafiî’nin de aynı görüşte olduğu söylense de bu hatalıdır. Çünkü Ebu Bekir İbnü’l-Arabi (v. 543/1148)’nin dediği gibi zaten yolculuktan maksat mesafe kat etmektir.[112]


B. HAZARDA CEM’:


Yukarıdaki bölümde seferîlik halinde namazların birleştirilmesi ile ilgili nassları ve bu konudaki görüşleri ele aldık. Bu bölümde sefer hali bulunmadan namazların birleştirilmesi ile ilgili konuları, görüşleri ve delilleri ele alacağız.


Cumhurun genel kanaati namazların birleştirilmesinde seferîliğin tek neden olmaması yönündedir. Sefer haricindeki bir takım mazeretler de namazların cem’ine sebep olabilmektedir. Hadislerde ve klasik kaynaklarda fazlaca yer verilmesi sebebiyle biz de doğa olaylarından yağmur ve kar gibi, namazı vaktinde cemaatle kılmayı engelleyecek korku ve hastalık gibi mazeretleri birer başlık halinde sunduk. Bunların haricindeki mazeretleri – ki birçoğu güncel mazeretlerdir – ayrı bir başlık altında toplamayı uygun gördük.


Ancak Cumhurun cem’in sınırları hususundaki görüşleri farklıdır. Yukarıda sayılan hususlardan bazıları tüm yönleriyle, bazıları da bazı yönleriyle ya da bazı şartlarla Cumhur tarafından kabul edilmektedir.


1. YAĞMUR, KAR, RÜZGÂR, SOĞUK VE ÇAMUR SEBEBİYLE CEM’:


Yağmur, kar, dolu ve şiddetli soğuklar namazın cemaatle kılınmasını bazen zorlaştırabilmektedir. Cemaatle namazın zorunluluğu ya da ehemniyeti mezheplere göre farklılık arz ettiği için bu durumların mazeret olarak kabul edilmesinin seviyeleri de değişiklik göstermektedir. Mesela Hanbelilerde namazların cemaatle kılınması zorunluluğu bulunduğu için cem’in sınırları bu mezhebe göre daha geniştir.


Şafiîler yağmurlu havalarda namazların takdim yoluyla kılınabileceğini hususunu kabul etmişler, ancak tehir yoluyla kılınması hususunda farklı görüşler belirtmişlerdir. Nevevî tehir yoluyla cem’in iki yönü olduğunu belirtmiştir. Cem’i tehirin caiz olmaması yönündeki kavli zikrederek şöyle der: “Çünkü namazlar tehir edildiğinde yağmurun kesileceği kesin olarak bilinmemektedir.”[113] Şafiî’nin kavli cedidine göre takdim caizdir, tehir ise caiz değildir.[114]


Gene Nevevi tarafından bildirildiğine göre Şafiî’nin metinlerinde, Şafiî fakihlerinin yolunda ve mezhebin meşhur görüşlerinde maruf olan, çamurdan ve rüzgârdan dolayı cem’ caiz olmaması yönündedir. Ancak gene onun belirttiğine göre mezhepte İbn Hanbel ve İmam Malik’in yolundan giden fakihler vardır. Ebu Süleyman el-Hattabî (v. 288/998) bunlardandır.[115] Mezhepteki meşhur görüş ise mezkur sebeplerin hadislerde belirtilmemesi dolayısıyladır. Daha sonra gelecek olan hastalıktan dolayı cem’ de bu sebeple kabul edilmemiştir.[116]


Cuma namazına gelince, eğer yağmur ya da sefer durumu varsa ikindi namazının Cuma namazı ile birlikte takdim yoluyla kılınması caizdir.[117]


Hanbeliler de yağmurdan dolayı namazların cem’ edilebileceği görüşündedirler. Ancak ‘işaeyn (akşam ile yatsı) arasında cem’in yapılabileceğini söylerler. Zuhreyn (öğle ile ikindi) arasında yağmur sebebiyle cem’ ise caiz değildir.[118]


İbn Kudame (v. 620/2223) ise yağmurlu havalarda akşam ve yatsı namazlarının birleştirilmesinin sünnetten olduğunu bildirdikten sonra sahabe uygulamalarını örnek göstermektedir. Sahabeden İbn Ömer ve Ebân b. Osman da böyle yapmışlardır. Onların döneminde bu konuda bir muhalefet yoktur; bu bir icma’dır.[119]


Karanlıktan ve elbiseleri ıslatmayacak kadar yağmurdan dolayı namazların cem’ edilmesi caiz değildir. Öğle ile ikindi arasında olmamak kaydıyla kar, soğuk, çamur ve şiddetli yağmurdan dolayı da namazlar cem’ edilebilir. Çünkü bu durumlar hüküm olarak yağmura tabidirler.[120] Ahmed b. Hanbel’den yağmurlu havalarda namazların cem’i için ek bir şart bildirilmiştir. O da, ufuktaki kızıllık kaybolmadan önce yağmurla karanlığın birbirine karışmış olmasıdır.[121] Yani akşam namazı vakti içerisinde yağmurla birlikte zifiri karanlık olmalıdır ki namazların birleştirilmesinin cevazı gerçekleşsin. Akşam ile yatsının da cem’ edilebileceğini söyleyen Hanbeliler de vardır. Onların karanlığa kıyas ederek ’işaeynin cem’ yoluyla kılınabileceğini söylemeleri hatalı bulunmuştur. Çünkü karanlık ve yağmur bir arada oldukları zaman ancak meşakkat doğurmaktadır. Ayrıca İbn Hanbel’den rivayet edildiğine göre yağmurlu havalarda öğle ile ikindi arasındaki cem’in varlığına dair bir bilgi onun eline ulaşmamıştır.[122]


Şiddetli rüzgâr ve soğuktan dolayı cem’ için Hanbelilerde racih olan görüş, Buhârî-Müslim’in İbn Ömer’den rivayet ettiği “Resûlullah (s.a.s) yağmurlu ya da şiddetli rüzgârın olduğu bir gecede müezzinine (duyuru yapmasını) şöyle buyurdu: Namazlarınızı evlerinizde kılın” hadisine dayanmaktadır.[123]


Malikilere göre hazardayken de namazları birleştirilebilir. Cem’ yağmura has ruhsat değildir. Yağmur olmadığı halde karanlık ya da çamur dolayısıyla da namazlar cem’ edilebilir. Bunların yanında veya bunlardan müstakil olarak yağmur varsa bu durumda da namazlar cem’ edilebilir. Akşam namazını biraz geciktirir, sonra akşamı ve onun ardından da şafak kaybolmadan önce yatsı namazını kılar.[124]


Sahnun b. Abdisselâm (v. 240/854) el-Müdevvene’de şöyle yazar: “İbn Kasım’a hazardayken yağmur ve çamurdan dolayı öğle ve ikindi namazlarının birleştirilip birleştirilemeyeceğini sordum. ‘Hazardayken öğle ve ikindi birleştirilemez. (Malik) öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsı gibi görmüyordu’ dedi.”[125]


Malikilerde akşam ile yatsı namazlarını yağmurlu akşamlarda kimlerce birleştirilebileceği hususunda dikkat çekilen bir nokta vardır. Kendisi akşam namazını evinde kıldıktan sonra mescide gelen birisi, mesciddekilerin akşam ile yatsıyı cem ettiklerini görse ve yatsı namazını kıldıklarını görse o da onlara katılıp yatsı namazı kılamaz.[126] Bu İmam Malik’e göre böyledir. Çünkü insanlar kendilerine kolaylık olsun diye namazları cem’ etmişlerdir. O kişi onlarla birlikte akşam namazını kılmadığı için, akşam ile yatsıyı cem’ edenlerle birlikte yatsıyı kılamaz. Yatsı namazının vaktinin girmesini bekleyip yatsıyı kendi vaktinde kılmak zorundadır.[127]


Caferilerde de namazlar yağmurlu havalarda cem’ ederek kılınabilir. Caferi es-Sadık (v. 148/773)’dan rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: “Babamı ve dedem Kasım b. Muhammed’i gördüm, yağmurlu bir akşamda imamlarla birlikte akşam ile yatsıyı cem’ ettiler. Arada da bir şey kılmadılar.”[128]


Hz. Ali’den de Peygamberimiz (s.a.s.)’in yağmurdan dolayı birleştirdiği rivayeti vardır ve bu defalarca yapmıştır.[129]


2. KORKU SEBEBİYLE CEM’:


Korku da namazları birleştirebilme için mazeret oluşturabilir. Bu da namazların cemaatle kılınmasının istenmesi durumunda ortaya çıkan özürlerden birisidir. Mescide ulaşmak için kullanılan yollar güvenli olmayabilir. Ayrıca abdest almak için bulunulan mekandan çıkmak durumunda kişinin canına,dinine, aklına, malına ya da namusuna zarar gelme ihtimali olursa, bu durum da namazların birleştirilmesine konu olabilmektedir.


Şafiîler’de maruf olan görüşe göre rüzgâr ve karanlıktan dolayı caiz olmadığı gibi korku dolayısıyla da caiz olmadığı şeklindeyken, Şafiîlerden Kadı Hüseyn korku ve hastalıktan do.layı cem’in seferîlikte olduğu gibi takdim ya da tehir yoluyla kılınabileceği görüşündedir. Daha sonra gelenlerden de aynı görüşte olanlar çıkmış ve bu görüş kuvvet kazanmıştır.[130]


Hanbelilerden Merdâvî (v. 885/1480)’nin naklettiğine göre Ahmed b. Hanbel’ce korku sebebiyle namazların birleştirilmesi, hastalık vb. mazeretler sebebiyle olduğu gibi açık olarak mübah görülmüştür.[131] Buna izin verilmesinin sebebi de cemaate yetişme gayesi dolayısıyladır.[132]


Malikiler de korkudan dolayı namazların birleştirilebileceğine kail olurken İbn Abbas tarafından rivayet edilen şu hadise dayanmaktadırlar: “Resûlullah (s.a.s) Medine’de öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsıyı korku ve sefer olmadığı halde cem’ etti.” Bu ise korkudan dolayı cem’in evleviyetine delalet etmektedir.[133]


Caferilerde korku namazların birleştirilmesi için bir mazeret sayılmaktadır. İbn Cündeb’den rivayet edildiğine göre öğle ve ikindi namazlarının cem’ edilerek kılınması korku durumu varsa caizdir.[134]


3. HASTALIK SEBEBİYLE CEM’:


Kişinin idrarını tutamaması ve kadınların istihazesi cem’ için başlıca mazeretlerdir. Emzikli kadın da cem’ yönünden yukarıdakilere dahil edilmiştir. Bunların dışında zaaf ve halsizlik, ishal, şuurunu kaybetme korkusu, bayılma korkusu, titremeli sıtma ve baş dönmesi gibi hastalıklar da cem’ için mazeret konusu olabilmektedir.[135]


Hastalık konusunda da Cumhur benzer görüşler belirtmişlerdir. Bu görüşler de hastalıktan dolayı cem’in cevazı yönündedir. Ancak Şafiîler bu konuda ihtilaf etmişlerdir. Hastalığı özür kabul edenlerin temel dayanağı Hz. Peygamber’in Hamne bintü Cahş ve Sehle bintü Sehil adlarındaki iki kadına istihaze kanından dolayı cem’ için izin vermesidir.[136]


Şafiîlerde korku, rüzgâr, çamur ve hastalık durumlarındaki cem’in cevazına ilişkin maruf olan görüşün benzer olduğunu daha önce söylemiştik. Şafiîlerde asıl olan cem’ yağmurdan dolayı yapılan cem’dir (Malikilerin ve Hanbelilerin kabul ettiği diğer durumlar ise mezhep alimleri arasında ihtilaf vaki olmuştur). Hastalık da diğer durumlarda olduğu gibi cem’ için mazeret kabul edilmezken aksi görüşte olanları sayısı da dikkat çekicidir. Hastalığı cem’e mazeret olarak kabul edenlerin en önemlileri Kadı Hüseyn, İbn Makarri, Mütevelli ve Ebu Süleyman el-Hattâbî’dir.


Şafiîlerdeki bu ihtilafın sebebi yağmur dışındaki mazeretlerin Peygamberimiz (s.a.s.)’den nakledilmiş olmamasıdır. Sarih bir ifade olmadıkça kesin olarak bildirilen namaz vakitleri tahsis edilmemelidir. Kaldı ki Hz. Peygamber birçok kere hasta olmuştur, ancak onun namazları cem’ ettiğine dair bir rivayet ulaşmamıştır.[137]


Hanbelilerde hastaların namazlarını cem’ etmelerine izin vardır. İbn Davyan (v. 1353/1934) şöyle demektedir: “Mukim olan hastanın namazları cem’ ederek meşakkatten kurtulması Müslim’in İbn Abbas’tan rivayet ettiği ‘Hz. Peygamber Medine’de korku ve sefer olmaksızın namazları cem’ etti’ bir başka rivayette ‘korku ve sefer olmaksızın’ hadisine göre mubahtır. Özürsüz cem’in caiz olmadığında icma olduğuna göre geriye hastalık kalmaktadır. Çünkü Hz. Peygamber istihazeden dolayı namazları cem’ etmeyi emretmiştir; istihaze ise bir çeşit hastalıktır.[138]


Hanbelilerde, hasta namazları seferîlikte olduğu gibi dilerse takdim dilerse tehir yoluyla kılabilir. Eğer takdim ve tehir yoluyla kılması kendisi için eşit ise o zaman tehir yoluyla kılması evladır. Çünkü tehir, takdime göre evladır. Hastanın her namazı kendi vaktinde kılması için zorlanması onu sıkıntıya sokacaktır.[139]


Malikilerde de hasta namazları cem’ edebilir. Fukaha sefer hali ile hastalığı kıyas ettiklerinde hastalıkta meşakkatin fazla olduğunu görmüşlerdir. Sa’d b. Malik, Said b. Zeyd ve Usame b. Zeyd de seferîlikteki meşakkatin hastalıktakine göre az olduğu kanaatinde olanlardandır.[140] Günümüzde seferîlik ile hastalık arasında meşakkat yönünden kıyaslama yapıldığında hastalığın seferîliğe göre bünyesinde daha fazla sıkıntı barındırdığı görülecektir. Bu da fukahanın bu konudaki isabetini göstermektedir.


Malikilere göre hastalıkta caiz olan cem’, cem’i takdimdir.[141] Eğer namazları cem’ eden hasta ikinci namazın vaktinde hastalıktan kurtulursa ikinci namazı iade etmesi gerekmez.[142]


Caferilerin bu konudaki ruhsatı diğer cem’ çeşitlerinde olduğu gibi daha geniştir. İbn Cündeb’den rivayet edildiğine göre kişinin hastalık ve seferîlik gibi bir özrü varsa öğle namazını kılıp ardından da ikindi namazını kılabilir.[143]


4. MEZKUR SEBEPLER DIŞINDA DİĞER DURUMLARDA CEM’:


Yukarıda sayılan sebeplerin haricinde, hazardayken kişinin namazlarını birleştirmesi için bazı mazeretler oluşabilir. Bu mazeretlerin sıkıntı mertebeleri çok çeşitlilik arz etmektedir. Genelde de bu mazeretlerin güncel mazeretler olduğu göze çarpmaktadır. Bunlardan bazıları aşağıda sıralanmıştır; ancak bu maddelerin hepsinin mazeret olarak kabul edilip edilmemesi tartışmaya açıktır:


v Ameliyat yüzünden doktor, namazını kaçırabilir.


v Ebe doğumda iken namaz vakti çıkabilir.


v Boğulmak tehlikesi olan bir insan kurtarılmaya çalışılırken namaz vakti çıkabilir.


v Ameliyat olan hasta namazları vaktinde kılamayabilir.


v A’mâ olan vakti bilmediği için, bir namazı kaçırabilir.


v Dağda, çölde, kışta kalıp vakitleri anlamaktan zorluk çeken olabilir.


v Namaz kılarken önemli bir malı çalınabilir.


v Güvenlik görevlisi, namaz kılarken canına veya iş yerine zarar gelebilir.


v Bir iş yerinde, namaz kıldırmayabilirler. Başka bir iş araması gerekli olmakla birlikte bu süre içinde namaz kılmak için izin alması mümkün olmayabilir.


v Namaz kılarken düşmanlar, anarşistler veya eşkıyalarca bir zarar verme ihtimali olabilir.


v Yeni Müslüman olmuş kimse, namaz kıldığı görülürse bir zarara uğrayabilir.


v Ailesi ve yakınları kişinin namaz kılmasına izin vermeyebilir.


v Hanefi biri için uçakta abdest alması ve namaz kılması zor olabilir.


v İmtihana giren kimseler namaz vaktini kaçırabilir.


v Mescidi olmayan otel, restoran, havaalanlarında, uluslararası toplantılarda, gayr-i müslimlerin de katıldığı iftar yemeklerinde namaz kılma mümkün olmayabilir.


v Önemli bir toplantıda bulunan bir memur, toplantı esnasında namazı kaçırabilir.


v Trafik problemi çekilen bir yerde, arabası ile giderken trafik sıkışıklığından dolayı eve ulaşamayan kişi için, yolda da abdest alıp namaz kılacak ortam bulmak mümkün olmayabilir.


v Ders saatleri uygun gelmeyen öğrenciler, abdest alacak ve namaz kılacak yer bulamayabilir.


v Abdest alınacak yer bulunamayabilir.


v Esir düşen Müslüman abdest ve namaz kılacak imkan bulamayabilir.


v Elbisesinde pislik olan kişi elbisesini temizleme ya da değiştirme imkanı bulamayabilir.


v Makinistlerin trende namaz kılmaları sıkıntı doğurabilir.


v Hanefi mezhebine mensub biri otobüsü namaz vakti durdurması mümkün olmazsa ya da bu sıkıntı verirse diğer mezhepleri taklit ederek cem’ edebilir.


Caferilerde kişinin ufak ekonomik kaygılar sebebiyle dahi namazların cem’ine izin verildiğini görüyoruz. Ebu Muhammed’e “Elimdeki işi bırakıp (namaza gittiğimde) müşteri de beni terk ediyor” diye şikayette bulunan birine “Öğle ile ikindiyi nasıl kolayına geliyorsa o şekilde birleştir” karşılık vermiştir.[144]


Ali Rıza’dan da benzer bir uygulama nakledilmektedir. O elindeki müşteriyi kaybetmemek için farzları ve nafileleri bir arada ve bir mekanda kılmıştır.[145]


C. ARAFAT VE MÜZDELİFE’DE CEM’:


Ehl-i Sünnet ve Şia mezheplerinin ittifak ettikleri tek nokta bu iki yerde yapılacak cem’dir. Hanefiler ve Zahiriler tarafından sadece Arafat ve Müzdelife’de yapılan cem’in caiz kabul edildiğini görüyoruz. Bu iki mezhebin görüşüne katılan ulemanın varlığından da bahsetmiştik. Hanefiler, namaz vakitlerini bildiren kesin nassların karşısında yer alan haberleri haberi vahid sayarak mütevatir haberlerin ferd haberler yüzünden terk edildiğini söylemektedirler. Hanefiler ve Zahiriler dışındaki Cumhur, sahih bir haberin mütevatir haberi tahsis edebileceğini ve bu konuda (Cumhura göre) icma olduğunu söyleyerek Hanefilerin mütevatiri terk etme ithamına karşılık vermişlerdir. Hanefilere göre namazların cem’ edilebilmesi sadece bu iki yerde mümkündür ve bu istisnadır.


Mezhepler arasında bu iki yerdeki uygulama farklı şekillerde anlaşılmıştır. Malikilere göre hacıların yaptıkları cem’ seferîlik sebebiyle iken (kısa ve uzun sefer ayrımı buradan kaynaklanmaktadır) diğer mezhepler meşakkati illet kabul etmişlerdir.


Bu özetten sonra ilk olarak Arafat ve Müzdelife’de cem’in yapıldığına dair haberlerin –ki bunların sayısı çok fazladır – bazılarını aktardıktan sonra mezheplerin bu konudaki görüşlerini ele alacağız.


1. Arafat ve Müzdelife’de Cem’le İlgili Rivayetler


İbn Ömer’den;


“Nebi (s.a.s.) akşam ile yatsı namazını her birini kametle ve aralarında başka bir iş yapmadan cem’ ederek kılıdırdı.”[146]


Ebû Eyyûb’den;


“Resûlullah (s.a.s.) veda haccında Müzdelife’de akşam ile yatsıyı cem’ etti.”[147]


Abdullah b. Mesud’dan;


“Nebi (s.a.s.)’in iki namaz hariç, vakti dışında namaz kıldığını görmedim. Akşam ile yatsıyı (Müzdelife’de) kıldı. Bir de o gün sabah namazını vaktinden önce kıldı.”[148]


Cafer b. Muhammed’den, o da babasından;


“Resûlullah (s.a.s.) Arafat’ta öğle ile ikindiyi tek ezan ve iki kametle birleştirdi. Aralarında hiç nafile kılmadı. (Müzdelife’de) Akşam ile yatsıyı birleştirip bir ezan ve iki kametle kıldı. İkisi arasında da nafile kılmadı.”[149]


Abdülaziz b. Refi’den;


“Enes b. Malik’e bir şey sordum, o anlattı ve ben de onu beledim. Nebi (s.a.s.) terviye günü öğle namazını nerde kıldı? (dedim). Mina’da dedi. Nefer günü ikindiyi nerde kıldı? Dedim. Ebtah’ta dedi (ve ekledi): Büyüklerin nasıl yapıyorsa sen de öyle yap.”[150]


Ebu Eyyüb’den;


(O, Abdullah b. Zeyd’e demiş ki) “Resûlullah (s.a.s.) veda haccında akşam ve yatsıyı cem’ ederek kıldırdı.”[151]


İbn Ömer’den;


“Resûlullah (s.a.s.) Müzdelife’de akşam ile yatsıyı cem’ etti.”[152]


Said b. Cübeyr’den;


“Abdullah b. Ömer ile birlikte Arafat’tan hareket edip (Müzdelife’ye varınca) akşam ile yatsıyı bir kametle üç ve iki rekat olarak, birlikte kıldırdı. Oradan ayrılınca bize Resûlullah (s.a.s.)’in kendilerine bu mekanda, bu şekilde namaz kıldırdığını söyledi.”[153]


İbn Ömer’den;


Sonra Resûlullah (s.a.s.) Cem’de –ki orası Müzdelifedir – akşam ile yatsıyı cem’ yoluyla kıldı. Akşamı üç rekat kıldı sonra selam verdi. Ardından yatsı için kamet getirdi ve yatsıyı iki rekat olarak kıldı sonra selam verdi. Arada başka secde (nafile) yoktu.[154]


Usame b. Zeyd’den;


“Resûlullah (s.a.s.)’in terkisine bindim, Arafat’tan hareket ettik. Müzdelife’nin altındaki sola giden dağ yoluna varınca devesini çöktürdü, inip küçük abdest bozdu. Ona su döktüm, hafif bir abdest aldı. Ona ‘Namaz (kılmıyor muyuz?) ya Resûlullah’ dedim. ‘Namaz ileride (kılınacak)’ dedi. Tekrar hayvanına bindi, Müzdelifeye vardı, sonra inip hafif bir abdest aldı. Ardından kamet getirildi ve akşam namazını kıldı. Daha sonra herkes develerini çöktürdü ve yerleşmeden önce kamet getirildi, yatsı namazını kıldı. Akşam ile yatsı arasında bir şey kılmadı.”[155]


Yukarıda verdiğimiz hadisler, şüphesiz bu mevzudaki hadislerin çok az bir kısmını oluşturmaktadır. Ayrıca bu hadisleri alırken tekrarlardan kaçındığımızı da belirtmemiz gerekmektedir. Böylece bu konudaki malzemenin çokluğu anlaşılmış olacaktır. Zaten bu konudaki mezhepler arası ittifakın sebebi de budur.


2. ARAFAT VE MÜZDELİFEDE CEM’LE İLGİLİ GÖRÜŞLER


Hanefilere göre öğle ile ikindi namazları Arafat’ta cem’i takdim yoluyla kılınır. Akşam ile yatsının Müzdelife’de cem’ edilmesi ise cem’i tehir yoluyladır.[156]


Akşam ile yatsının Müzdelife’de cem’ edilmesi şarttır. Akşam namazı Müzdelife’ye varmadan kılınmaz.[157] Ebu Hanife ve İmam Muhammed buna cevaz vermemişlerdir.[158] Ancak yolun uzunluğundan ya da başka sebeplerden dolayı Müzdelife’ye ulaşamayacağını anlarsa, o kişi için akşam namazını kılması caizdir.[159] Hanefilerin adı geçen yere ulaşmadan önce akşamın kılınamayacağını söylemeleri, Usame b. Zeyd tarafından rivayet edilen hadise dayandırılmaktadır.[160] Bu hadiste ise Usame’nin Hz. Peygamber’e namazı hatırlatmasına Hz. Peygamber namazın ileride kılınacağı şeklinde karşılık vermişti.


Akşam ile yatsı bir ezan ve bir kametle kılınır. Bu iki namaz arasında nafile namaz kılınmaz. Burada cem’ esnasında cemaat oluşturulma zorunluluğu de yoktur.[161] Eğer iki namaz arasında nafile kılınırsa mekruh olur ve ikindi için yeniden ezan okunması gerekir.[162]


Hanefilere göre hacda yapılan cem’ seferîlik sebebiyle değildir. Cem’in asıl sebebi hac menasikidir. Bundan dolayı seferî olmayan Mekke, Müzdelife ve Mina ehli de namazları cem’ ederek kılmaları caizdir.[163]


Ebu Hanife’ye göre bu yerlerde namazları birleştirebilmek için ya halifenin ya da halifenin görevlendirdiği bir kişinin olması ve ihramlı bulunulması şarttır, İmameyne göre ise bunlar şart değildir.[164]


Şafiîlerde Arafat’ta ve Müzdelife’de cem’ mevcuttur. İnsanlar Arafat’tan Müzdelife’ye doğru boşalmaya başlayınca namazları cem’ etmeye niyet ederler ki, akşam ve yatsı namazını bayram akşamı Müzdelife’de kılsınlar.[165]


Buranın bir adı da “leyletü’l-cem’”dir. Hadislerde “Kim leyletü’l-cem’e fecirden önce gelirse haccı idrak etmiştir” hadisinde olduğu gibi Müzdelife manasında kullanılmıştır.[166] Buraya Cem’ denmesinin sebebi ise Hz. Adem ile Hz. Havva’nın cennetten ayrıldıktan sonra burada buluşması sebebiyledir.[167]


Şafiîler, Hanefilerin aksine buradaki cem’in sebebinin seferîlik olduğu, hac menasiki olmadığı görüşündedirler.[168] Bu ihtilaftan Mekke ahalisi etkilenmektedir. Bu bölge halkı Hanefilere göre cem’ yaparken Şafiîlere göre cem’ yapamamaktadırlar. Şafiîlerde bu farklılığı imam belirtmek durumundadır. İmam öğle namazından önce hutbe okur, cemaate nasihat eder… vs. Sonra insanlarla birlikte takdim yoluyla namazları cem’ ederek kılar ve Mekkeliler ile kasr ruhsatı kazandıracak bir mesafeye ulaşmayan insanlara namazları tam kılmalarını ve namazları tefrik etmelerini emreder.[169]


Hanbelilere göre sünnetteki uygulama Arafat’tan ayrılınca Müzdelife’ye ulaşıncaya kadar akşamı kılmaması ve akşam ile yatsıyı cem’ etmesidir.[170] Eğer kişi oraya ulaşmadan önce akşam namazını kılarsa sünneti terk olmakla birlikte caiz olur. Çünkü cem’ ruhsattır ve bu ruhsatın terk edilmesi de diğer ruhsatların terk edilmesi gibidir.[171]


Hanbelilerde zahir olan kişi ister hareket halinde olsun isterse dinleniyor olsun takdim yada tehirden birini seçebilmesidir. Ancak sadece hareket halindeki için caizdir diyenler de vardır. Kendileri için kasrın caiz olmadığı Mekkeliler gibileri namazları cem’ edemezler.[172]


Namazların cem’i esnasında tek kamet yeterli görülmektedir. Bunun delili ise İbn Ömer’in rivayet ettiği hadistir. Ancak birinci için ezan okunur ve her bir namaz için kamet getirilirse bu güzel olur.[173] Ahmed b. Hanbel’in son kavli ile İbn Münzir’in, Hıraki’nin görüşü de bu yündedir.[174]


Maliki mezhebinde tercih edilen görüşü İbn Abdilberr en-Nemeri (v. 463/1071) şöyle açıklamaktadır: “Bu gece akşam namazının ancak yatsı namazı ile birlikte kılınmasının bu iki namazın sünneti olduğu bilinmektedir. Bu konudaki uygulama da Hz. Peygamber’in uyguladığı şekilde olması gerekir.”[175]


Malikiler ile diğer mezhepler arasındaki en büyük fark kasr mesafesi ile ilgilidir. Yukarıda verildiği üzere üç mezhep Mekkelilerin namazları cem’ ve kasr yapamayacaklarını söylemekteydiler. Daha önce de verildiği üzere Malikiler namazların cem’ edilmesi için kasr şartı aramamakta ve adı geçen bölgelerdeki uygulamaları örnek göstermekteydiler.[176]


Arafat’ta yaşayanlar öğle ile ikindi arasında kasr da yapmayacaklardır, cem’ de. Müzdelife’de yaşayanlar ise akşam ile yatsı namazlarını kasrsız ve cem’siz kılacaklardır. Mekke ahalisi namazları cem’ edecekler, ancak kasr yapmayacaklardır.[177]


Caferiler de ehli sünnet mezheplerinde olduğu gibi bu yerlerde namazların cem’ yoluyla kılınmasını caiz görmektedirler. Arafat’ta öğle ile ikindinin ve Müzdelife’de akşam ile yatsının cem’ yoluyla kılınması Resûlullah (s.a.s.)’in sünnetidir.[178]


D. SEBEPSİZ YERE CEM’


Ehli sünnet mezheplerinin tümü sebepsiz yere cem’in caiz olmadığı yönünde görüş belirtmişlerdir. Bu konuda icma vardır.[179]


Bununla birlikte imamlardan bir topluluk, adet haline getirmeyecek kişinin, ihtiyaç halinde yolcu değilken de namazları birleştirebileceğini kabul etmiştir. Malikîlerden İbn Sîrîn ve Eşheb’in, Şafiîlerden Kaffal’ın ve bir grup hadis aliminin bu gö­rüşte olduğu bildirilmektedir. İbnü’l-Münzir de bunu tercih etmiştir. İbn Abbas’ın “İstedi ki, ümmetini sıkıntıya sokmasın” ifadesi de bu görüşü kuvvetlendir­mektedir. İbn Abbas burada hastalığı veya başka bir şeyi sebep göstermemiş­tir.[180]


İbn Abdilberr şöyle demektedir: “İbn Sîrîn, bir ihtiyacından ya da adet edinmemek kaydıyla başka bir sebepten dolayı namazları birleştiren kişinin yaptığında bir mahzur görmezdi.”[181]


Sebepsiz yere cem’in caiz görülmemesinde önemli kabul edilen naslardan biri de İbn Abbas’tan rivayet edilen şu hadistir:


“Her kim özürsüz olarak iki namazı cem’ ederse büyük günahlardan birini işlemiş olur.”[182]


Ravilerden biri olan Haneş’in zayıf olduğu, Tirmizi (v. 279/892) tarafından hadis zikredildikten sonra belirtilmiştir. Ahmed b. Hanbel (v. 241/855) ve başkalarının da onu zayıf gördüklerini söylemiştir.[183] Mubarekfurî (v. 1353/1934) de Tirmizi’nin Sünen’ine yaptığı şerhte müşterek ravi Haneş hakkında bilgi vermiştir; “Ahmed b. Hanbel ve Darekutnî ‘metrûktur’ der. Ebu Zür’a ve İbn Maîn ‘zayıf’, Buhârî ‘hadisleri yazılmaz’, Nesaî ‘sika değildir’ demiştir.”[184]


Hadisle ilgili eleştirilere rağmen bu hadis cem’in cevazının karşısında kullanılmıştır.


Hanbelilerin cem’ konusundaki mütesahil tavırlarının suîistimal edilmesi kaygısı taşınabilir. Bu şekilde işin çığırından çıkarılıp –bugün bazılarının dediği – adeta namazların üç vakte indirilmesi söz konusu olmaktadır. Nitekim bu suiistimal kaygısı ta ilk devirlerden beri süregelmiş olmalı ki, ihtiyaç sahibi için namazların cem’ edilmesine izin veren ulema, bunu adet haline getirmeme şartını koşmuşlardır.[185]


Caferilerin bu konudaki tavrı son derece geniştir. Ancak bu konuda Caferi uleması arasında da ihtilaf göze çarpar.


Sebepsiz cem’e cevaz verenler Caferiler şunları söylemektedir:


“Zikra’da ‘Öğle ile ikindinin seferde ve hazarda, kendi ihtiyarı ile ya da ihtiyaç sebebiyle birleştirilmesinin cevazı hususunda bizce ihtilaf yoktur’ denmektedir.”[186]


“Şeyh şöyle dedi: ‘(Ehli sünnetten) Büyük çoğunluk sebepsiz yere cem’in caiz olmadığını söyler’ Daha sonra onların kendi sahihlerinde geçen haberlerle onlara karşılık verdi.” Bu sözlerin ardından Malik’in rivayet ettiği sefer hadislerini ve İbn Münzir’in bu konudaki yumuşak tavırlarını örnek göstermektedirler.[187]


Sebepsiz yere cem’in caiz olmadığına kail olanlar Caferiler de şunları derler:


“…Sonra şunu da bil ki, rivayet edilenlerden çıkarılan öğle ile ikindinin ve akşam ile yatsının tefrik edilmesi efdaldir. Bu böyledir; Resûlullah (s.a.s.)’in devamlı yaptığı şey onun sünnetidir, nadiren yaptıklar değil… Kendi ihtiyarı ile cem’in ardına düşmek caiz değildir. Çünkü bu Resûlullah (s.a.s.)’in sünnetine karşı kayıtsız kalmadır. Eğer bir özrü varsa Resûlullah (s.a.s.) sebepsiz yere cem’ ederek buna izin vermiştir.”[188]


Prensip olarak sebepsiz yere cem’ caiz görülmemektedir. Hadislerde ise Hz. Peygamber’in hiçbir sebep belirtmeden cem’ yaptığını görmekteyiz. Biraz sonra vereceğimiz hadislerde cem’e sebep olarak üç başlık öne çıkmaktadır; “sefer” “yağmur” “korku”. Resûlullah (s.a.s.)’in bu üç durum olmadan da namazları birleştirdiği rivayet edilmektedir.


İbn Abbas’tan nakledilir;


“Resûlullah (s.a.s.) Medine öğle ile ikindiyi cem’ ederek kıldı; ne korku ne de sefer hali vardı. Ebu’z-Zübeyr dedi ki: Said b. Cübeyr’e niye böyle yaptığını sordum. O da: ‘senin bana sorduğun gibi ben de İbn Abbas’a sordum.’ ‘Ümmetinden kimseye sıkıntı olmasın diye’ dedi.” [189]


İbn Abbas’tan;


“Resûlullah (s.a.s.) öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsıyı Medine’de korku ve yağmur olmaksızın cem’ etti.”[190]


Veki’in rivayetinde; “İbn Abbas’a sordum: ‘Niçin böyle yaptı?’ dedi ki: ‘Ümmetine zorluk olmasın diye’ dedi”, Ebu Muaviye’nin rivayetinde ise “İbn Abbas’a Resûlullah (s.a.s.)’in bundan muradının ne olduğu soruldu, ‘Ümmetine sıkıntı vermek istemedi’ ayrıntıları vardır.[191] Taberani’nin rivayet ettiği hadiste de “ümmetine genişlik olsun diye” kaydı vardır.[192]


İbn Abbas’tan;


“Resûlullah (s.a.s.) Medine’de öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsıyı sefer ve yağmur olmadığı halde cem’ etti.” Bu hadiste de “ümmetine genişlik olsun diye” kaydı vardır.[193]


Yukarıda sıraladığımız hadislerden ilki –İbn Abbas tarafından rivayet edilen korku ve sefer hadisi – İmam Malik’e atfedilen bir ek ile rivayet edilmektedir. Burada Malik’in bu hadisi yağmura hamlettiği bildirilmektedir. Ona bu görüşü isnad edenler arasında Şafiî, Ebû Dâvûd ve Beyhakî vardır.[194] Ancak “ اُرِىَ –üriye ” kelimesi hareke hatasından dolayı yanlış okunup “ أرَى–erâ ” şekliyle Malik’e nisbet edilmiştir. Ona ait böyle bir söz yoktur.[195]


İbn Abbas tarikiyle rivayet edilen hadislerin sayısı fazladır. Ancak biz öne çıkan üç başlıktan; sefer, yağmur ve korku ile ilgili olanlardan birkaçını ele aldık.


Bu üç başlığı ve daha fazlasını toplayan bir hadis de gözümüze çarpmaktadır. Bu hadisi İbn Abdilberr (v. 463) Temhid’inde ve Tahavi (v. 321) Şerhu Ma’ani’l-Âsar’ında bildirmektedirler. İbn Abdilberr, bu hadisin senedi hakkında konuşulduğunu bildirmiştir. Bu hadisi zikredip bu konuyu kapatalım.


Cabir b. Abdillah’tan;


“Resûlullah (s.a.s.) Medine’de ruhsat olsun diye korku ve hiçbir sebep olmadan namazları birleştirdi.”[196]


SONUÇ


Namazı Müslüman kulları üzerine farz kılan Allah, bu ibadetin aksatılmadan ve hakkını vererek kılınması için bir takım kolaylıklar ihsan etmiştir. Namazların vaktini geniş tutmuştur, Müslüman bu vaktin herhangi bir yerinde namazını ifa edebilir. Ancak namazların son vakte kadar bırakılması mekruh görülmüştür. Allah’ın kullarına ihsan ettiği kolaylıklardan birisi de “namazların birleştirilmesi”dir.


Namazların birleştirilmesinin cevazı hususunda ulema ihtilaf etmiştir. Hanefilerin ve bir takım tabiin ulemasının görüşüne göre, namazların cem’i sadece Arafat ve Müzdelife’de hac menasikinin uygulanması esnasında çıkan zorlukları hafifletmek için Allah (c.c.) tarafından sadece buraya mahsus bir ruhsat olarak verilmiştir. Hanefilerin dışındaki Cumhur ise belli şartlarla seferîlik, hastalık, korku ve yağmur gibi bir takım mazeretlerin de namazların birleştirilmesi için ruhsat olabileceği görüşündedirler.


Cem’ meselesinde ulemanın ihtilaf etmesinin temel sebebi, bu konuda gelen rivayetlerin sıhhat ve rivayet dereceleri hususunda farklı görüşlerin zikredilmesidir. Hanefilere göre, namazların birleştirilmesinin caiz olmamasının sebebi, namaz vakitlerini bildiren mütevatir nasslardır. Bunun karşısında cem’e izin verdiği iddia edilen rivayetler ise haber-i vahid konumundadır. Mütevatir haberler varken haber-i vahid ile amel edenler mütevatiri terk etmektedirler. Cumhur ise mütevatir haberleri terk etmediklerini, sadece mütevatiri haber-i vahidler tahsis ettiklerini söylemektedirler. Cumhurun usûlüne göre bu mümkün iken Hanefilerin usûlüne göre bu mümkün değildir.


Cumhurun cem’ delil olarak sundukları rivayetler ise, Hanefilerce cem’i sûrî (ilk namazı son vakte, ikinci namazı da ilk vakte alıp sadece görüntüde birleştirme) şeklinde yorumlanmıştır.


Hayri Kırbaşoğlu’nun bu konudaki bir tesbiti bu güne kadar yerleşmiş Hanefi geleneğinin tamamen tersinedir. Kırbaşoğlu’nun tesbitine göre cem’ ile ilgili haberler haber-i vahid değildir; meşhur derecesine ulaşmaktadır. Meşhur olan cem’ hadislerinin mütevatir olan ve namaz vaktini bildiren nassları tahsis edebilir; bu konuda Hanefiler ve Cumhur arasında mutabakat vardır. Dolayısıyla Hanefiler de cem’ yapabilir.[197] Bu, zaruret hallerinde diğer mezhepleri taklid ederek namazları cem’ eden mukallidleri bundan kurtaracak mahiyettedir.


EN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR…


KAYNAKÇA


· Kur'an-ı Kerim.


· Abdülaziz Bayındır, “Namazların Birleştirilmesi”, Seferîlik ve Hükümleri-İlmi Dergi, İSAV, İst., 1997.


· Abderi, Ebu Abdillah Muhammed b. Yusuf (v. 897/1491), Tac ve’l-İklil, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1398.


· Abdürrezzak, Ebu Bekir b. Hemmam es-San’anî (v. 211/826), Musannef, Mektebetü’l-İslâmî, Beyrut, 1403.


· Ahmed b. Hanbel (v. 241/855), el-Müsned, Müessesetü Kurtuba, Mısır, ts.


· Azimabadi Ebu’t-Tayyib Muhammed Şemsü’l-Hakk (v. 1905’ten sonra), Avnu’l-Ma’bud, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1415.


· Behuti, Mansur b. Yunus b. İdris (v. 1051/1541), Keşşâfu’l-Kına’, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1402.


· el-Beyhakî, Ebu Bekir Ahmed b. El-Huseyn (v. 458/1066) es-Sünen, Mektebetü Dari’l-Baz, Beyrut, 1402.


· Buhârî, Muhammed b. İsmail Ebu Abdillah (v. 256/870), Camiu’s-Sahih, Daru İbn Kesir-Daru’l-Yemame, Beyrut, 1407.


§ Kurreü’l-Ayneyn bi-Ref’u’l-Yedeyn, Daru’l-Erkam, Kuveyt, 1983/1404.


· Cemil Çifçi, “Benu Mustalik Gazvesi”, Şamil İA, Dergâh Ofset, İst., 2000.


· Dağarcık (Serdar MUTÇALI), Arapça-Türkçe Sözlük, Dağarcık Yay., İst., 1995.


· Dârekutnî, Ali b. Ömer Ebu’l-Hasen (v. 385/995), es-Sünen, Daru’l-Marife, Beyrut, 1386.


· Devvânî, Ahmed b. Guneym b. Salim (v. 907/1501), el-Fevâkih, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1415.


· Dimyâtî, es-Seyyid el-Bekri b. Seyyid Muhammed Şatâ (v. ?), Haşiyetü İ'ânetü’t-Talibin, Daru’l-Fikr, Beyrut, ts.


· Ebu Abdullah el-Mağribi, Muhammed b. Abdirrahman (v. 954/1592), Mevahibü’l-Celil li-Şerh-i Muhtasar Halil, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1398.


· Ebu Avane, Ya’kub b. İshak İsferayînî (v. 316/928) el-Müsned, Daru’l-Marife, Beyrut, 1998.


· Ebû Dâvûd, Süleyman b. Eş’as es-Sicistânî (275/888), es-Sünen, Daru’l-Fikr, by., ts.


· El-Fıkhu’l-Mukaren (Komisyon), Mektebetü’l-Felah, Kuveyt, 1989.


· Gazali, Ebu Hamd Muhammed (v. 505/1111), el-Vasit, Daru’s-Selâm, Kahire, 1417.


· Hakim, Ebu Abdillah Muhammed b. Abdillah e-Neysâbûrî (v. 405/1015), Marifetu Ulumi’l-Hadis, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1397.


· Hamdi Döndüren, “Tebük Gazvesi” Şamil İA, Dergâh Ofset, İst., 2000.


· Hayri Kırbaşoğlu, Namazların Birleştirilmesi, İlâhiyat Yay., Ankara, 2002.


· Heysemi, Ebu’l-Hasen Nuruddin (v. 807/1405), Mecmau’z-Zevaid, Daru’r-Reyyan li’t-Turas-Daru’l-Kitabi’l-Arabi, Kahire-Beyrut, 1407.


· Heytemi, Ebu’l-Abbas Abdullah b. Muhammed (v. 974/1566), Menhecü’l-Kavim Şerhu Mukaddimeti’l-Hadramiyye, by., ts.


· İbn Abdilberr, Ebu Ömer Yusuf b. Abdillah el-Kurtubi Ebu Muhammed (v. 463/1071), et-Temhid limâ fi’l-Muvattai mine’l-Meânî ve’l-Esânid, Vüzaretü Umumi’l-Evkaf ve’ş-Şuûni’l-İslâmiyye, Mağrib, 1387.


· İbn Abidin, Muhammed Emin b. Ömer (v. 1252/1836), Haşiyetü Reddü’l-Muhtar ale’d-Dürri’l-Muhtâr Şerh Tenviru’l-Ebsar, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1386.


· İbn Davyan, İbrahim b. Muhammed b. Salim (v. 1353/1934 ), Menaru’s-Sebil fi-Şerhi’d-Delil, Mektebetü’l-Maarif, Riyad, 1405.


· İbn Ebi Şeybe, Ebu Bekir Abdullah b. Muhammed (v. 235/849), el-Musannef, Mektebetü’r-Rüşd, Riyad, 1409.


· İbn Hazm, Ali b. Ahmed b. Saîd Ebu Muhammed (v. 456/1063), el-Muhalla, Daru’l-Âfaki’l-Cedide, Beyrut, ts.


· İbn Kudame, Muvaffakuddin Ebu Muhammed Abdullah b. Ahmed (v. 620/1223), el-Kâfî, Mektebetü’l-İslâmî, Beyrut, 1408.


§ el-Muğnî, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1405.


· İbn Müflih, Ebu Abdillah el-Makdisi (v. 962/1554), el-Füru’ ve Tashihu’l-Füru’, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1418.


· İbn Nüceym, Zeynuddin b. İbrahim b. Muhammed (v. 970/1562), el-Bahru’r-Râik Şerh Kenzi’d-Dekâık, Daru’l-Maarif, Beyrut, ts.


· İbn Rüşd, Ebu’l-Velid Muhammed b. Ahmed el-Hafîd (v. 595/1198), Bidayetü’l-Müctehid ve Nihâyeü’l-Muktesıd, Daru’l-Fikr, Beyrut, ts.


· İbn Şahin, Ömer b. Ahmed b. Osman Ebu Hafs (v. 385/995), Nasihu’l-Hadis ve Mensuhihi, Mektebetü’l-Menâr, Zerka, 1408


· İbn Teymiyye, Takiyyüddin Ahmed b. Abdülhalim (v. 728/1327), Kütüb ve Resâil ve Fetevâ ibn Teymiyye fi’l-Fıkh, Muhakkık: Abdurrahman Muhammed Kasım el-Asımî, Mektebetü İbn Teymiyye, by., ts.


· İbnü’l-Hümâm, Kemaluddin Muhammed b. Abdülvahid (v. 861/1456), Fethu’l-Kadir, Daru’l-Fikr, Beyrut, ts.


· Kaffal, Muhammed b. Ahmed eş-Şâşî (v. 507/1113), Hılyetu’l-Ulema fi-Marifeti Mezâhibi’l-Fukaha, Mektebetü’r-Risaleti’l-Hadise, Ürdün, 1988.


· Mahmut Şeltut, Ali Sayis, Mukayeseli Mezhepler Hukuku, Trc. Said Şimşek, İlim Yay., İst, ts.


· Malik b. Enes, Ebu Abdirrahman (v. /179/795), el-Muvatta', Dar-u İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Mısır, ts.


· Meclisî, Şeyh Muhammed Bakır (v. 1110/1698), Bihar’l-Envar, Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut, 1983.


· Merdâvî, Ali b. Süleyman Ebu’l-Hasen (v. 885/1480), el-İnsâf, Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut, ts.


· Merğînânî, Ebu’l-Hasen Burhanuddin Ali (v. 593/1197), Bidâyetü’l-Mübtedi, Matbaatü Muhammed Ali Sabih, Kahire, 1355.


· Mevsuatü’l-Fıkhiyye (Komisyon), Kuveyt, 1989.


· Mübarekfûrî, Muhammed b. Abdirrahman b. Abdirrahim (v. 1353/1934) Tuhfetü’l-Ahvezî, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, ts.


· Müslim b. Haccac en-Neysaburî (v. 261/875), Camiu’s-Sahih, Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut, ts.


· Nesaî, Ahmed b. Şuayb Ebu Abdirrahman (v. 303/916), es-Sünen, Mektebetü Matbuati’l-İslâmiyye, Halep, 1406.


· Nevevî, Ebu Zekeriyya Muhyiddin b. Şeref (v. 676/1277), el-Mecmu’, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1417.


§ Minhâcu’t-Tâlibîn, Daru’l-Maarif, Beyrut, ts.


· Razi, Muhamed b. Ebi Bekir, Muhtaru’s-Sıhah, , Mektebetü’l-Lübnan, Lübnan, 1996.


· Remlî, Şemsüddin Muhammed b. Ahmed (v. 1004/1596), Ğayetü’l-Beyan, by., ts.


· Sahnun, ibn Abdisselâm (v. 240/854), el-Müdevvenetü’l-Kübra, Daru Sadır, Beyrut, ts.


· Şafiî, Muhammed b. İdris Ebu Abdillah (v. 204/819), el-Müsned, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, ts.


§ el-Ümm, Daru’l-Maarif, Beyrut, 1393.


· Şevkânî, Muhammed b. Ali b. Muhammed (v. 1250/1834), Neylu’l-Evtâr, Daru’l-Cîl, Beyrut, 1973.


· Şîrâzî, Ebu İshak İbrahim b. Ali (v. 476/1083), el-Mühezzeb, Daru’l-Fikr, Beyrut, ts.


· Şirbînî, Muhammed b. Ahmed El-Hatîb (v. 977/1570), Muğni’l-Muhtâc, Daru’l-Fikr, Beyrut, ts.


· Şürunbulali, Ebu’l-İhlâs Hasen (v. ?), Nuru’l-İzah ve Necâtü’l-Felah, Daru’l-Hikme, Dimeşk, 1980


· Taberani, Ebu’l-Kasım Süleyman b. Ahmed (360/921 ), Mu’cemu’l-Evsat, Daru’l-Harameyn, Kahire, 1415.


§ Mu’cemu’l-Kebir, Mektebetü’l-Ulum ve’l-Hikme, Musul, 1404


· Tahavi, Ahmed b. Muhammed Ebu Ca’fer (v. 321/933), Şerhu Maâni’l-Âsâr, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1399.


· Tayalîsî, Süleyman b. Ebu Davud el-Basrî (203/818) el-Müsned, Daru’l-Marife, Beyrut, ts.


· Tirmizi, Muhammed b. İsa Ebu İsa (v. 279/892), es-Sünen, Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut, ts.


· Yunus APAYDIN, TDV İlmihali, Ankara, 2002.


· Zekeriyya b Muhammed b. Ahmed el-Ensarî (v. 916/1511), Menhecü’t-Tullab, Daru’l-Marife, Beyrut, ts.


§ Fethu’l-Vahhab, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1418


· Zürkanî, Muhammed b. Abdülbâkî (v. 1222/1710), Şerhu’z-Zürkani ale’l-Muvatta, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1411









[1] Nisa (4), 103


[2] Razî, Sıhah, s. 97; Serdar Mutçalı, Arapça-Türkçe Sözlük (Dağarcık), s. 127.


[3] Mutçalı, a.g.e., s. 127.


[4] “Cem’u’s-Salavat”, el-Mevsuatü’l-Fıkhiyye, 15/284.


[5] Şevkânî, Neylu’l-Evtar, 3/261.


[6] “Cem’u’s-Salavat”, el-Mevsuatü’l-Fıkhiyye, 15/287.


[7] Ali Sayis, Mahmut Şeltut, Mukayeseli Mezhepler Hukuku, s. 58.


[8] “Cem’u’s-Salavat”, el-Mevsuatü’l-Fıkhiyye, 15/286.


[9] Buhârî, “el-Cem’u beyne’s-Salateyn bi’l-Müzdelife”, 5.


[10] Ebû Dâvûd, “el-Cem’u beyne’s-Salateyn”, 3.


[11] Müslim, “Kazau’s-Salah”, 3.


[12] Nesâî, “Mevâkît”, 40.


[13] Buhârî, “Ebvâbu’t-Taksîr”, 14.


[14] Nisa (4), 103.


[15] Bakara (2), 238.


[16] Tirmizi, “Mevâkît”, 1; Ebû Dâvûd, “Mevâkît”, 1.


[17] Müslim, “Hacc”, 48.


[18] Buhârî, Ref’u’l-Yedeyn, s. 14.


[19] İbn Kudâme, El-Muğnî, 2/56.


[20] İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, 2/21.


[21] Şevkânî, Neylu’l-Evtar, 2/265.


[22] İbn Kudâme, el-Muğnî, 2/57.


[23] İbn Kudâme, el-Muğnî, 2/57.


[24] Tirmizi, “Ebvabu’s-Salah”, 138.


[25] Tirmizi, “Ebvabu’s-Salah”, 138.


[26] Mübarekfuri, Tuhfetü’l-Ahvezî, 1/477.


[27] İbn Şâhin, Nasihu’l-Hadis ve Mensuhuhü, 1/232.


[28] Beyhakî, Sünen, 3/169.


[29] Şevkânî, Neylu’l-Evtar, 3/266.


[30] İbn Hazm, el-Muhallâ, 2/204-206 .


[31] Müslim, “Salatu’l-Müsafirin”, 20.


[32] İbn Hazm, el-Muhallâ, 2/202-204.


[33] Meclisî, Biharu’l-Envâr, 69/339.


[34] Kırbaşoğlu, Namazların Birleştirilmesi, s. 110.


[35] Kırbaşoğlu, a.g.e., 119.


[36] Mutçalı, a.g.e., s. 692.


[37] El-Fıkhu’l-Mukaren, s. 93.


[38] “Cem’u’s-Salavat”, el-Mevsuatü’l-Fıkhiyye, 15/284.


[39] Kaffâl, Hılyetu’l-Ulemâ, s. 242.


[40] Kaffâl, a.g.e., s. 242.


[41] “Cem’u’s-Salavat”, el-Mevsuatü’l-Fıkhiyye, 15/285.


[42] Kaffâl, a.g.e., s. 242.


[43] Mutçalı, a.g.e., s. 8.


[44] Kaffâl, a.g.e., s. 93.


[45] Kaffâl, a.g.e., s. 93.


[46] “Cem’u’s-Salavat”, el-Mevsuatü’l-Fıkhiyye, 15/288.


[47] Ebû Dâvûd, “el-Cem’ beyne’s-Salateyn”, 3.


[48] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/11.


[49] Ahmed b. Hanbel, a.g.e., 2/11.


[50] Abdürrezzak, el-Musannef, 2/548.


[51] Şafiî, el-Müsned, s. 351.


[52] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/247.


[53] Ebu Avâne, el-Müsned, 2/382.


[54] Şafiî, el-Müsned, s. 344.


[55] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/12.


[56] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/4.


[57] Müslim, “Salatu’l-Müsafirin”, 5.


[58] Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat, 1/277, Ravilerden Ebu Ma’şer hakkında fazla bilgi bulamadık; ancak Heysemi (v. 807/1405)’ye göre ravi “Ebu Ma’şer Necih”tir, hakkında konuşulan biridir. “Sikadır” da denilmiştir. Mecmeu’z-Zevaid, 2/160.


[59] Dârekutnî, es-Sünen, 1/389.


[60] Müslim, “Salatu’l-Musafirin”, 5.


[61] Buhârî, “Ebvabu’l-Umre”, 20.


[62] Dârekutnî, es-Sünen, 1/390.


[63] “Cem’u’s-Salavat”, el-Mevsuatü’l-Fıkhiyye, 15/286.


[64] Şevkânî, Neylu’l-Evtâr, 3/261.


[65] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/247.


[66] “Cem’u’s-Salavat”, el-Mevsuatü’l-Fıkhiyye, 15/286.


[67] Ebû Dâvûd, “el-Cem’ beyne’s-Salateyn”, 3.


[68] Hâkim, Ma’rife, s. 120-121.


[69] Ebû Dâvûd, “el-Cem’ beyne’s-Salateyn”, 1.


[70] Hakim, Ma’rife, s. 120-121.


[71] Bkz., Kırbaşoğlu, a.g.e., s. 124.


[72] Şevkânî, Neylu’l-Evtâr, 3/362.


[73] Bkz., Kırbaşoğlu, a.g.e., s. 124-125.


[74] Kırbaşoğlu, a.g.e., s. 125.


[75] “Cem’u’s-Salavat”, el-Mevsuatü’l-Fıkhiyye, 15/287.


[76] Zekeriyya el-Ensarî, Fethu’l-Vehhâb, 1/128.


[77] Nevevî, el-Minhâc, 1/20.


[78] Şirbini, Muğnî’l-Muhtâc, 1/271.


[79] Yunus Apaydın, TDV, İlmihal, 1/333.


[80] Meclisî, Bihâru’l-Envâr, 69/336.


[81] Tevbe (9), 117.


[82] Tevbe (9), 39.


[83] Tevbe (9), 118.


[84] Hamdi Döndüren, “Tebük Gazvesi”, Şamil İA., 8/9.


[85] Cemil Çifçi, “Benu Mustalik Gazvesi”, Şamil İA., 1/295


[86] Müslim, “Salatu’l-Musafirin”; 6, Malik b. Enes, el-Muvatta, “Kasru’s-Salah”, 1-2.


[87] Tayalisi, el-Müsned, 1/77.


[88] İbn Ebi Şeybe, el-Musannef, 2/211.


[89] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/348.


[90] Ali Sayis, Mahmut Şeltut, Mukayeseli Mezhepler Hukuku, s. 61-62.


[91] Yunus Apaydın, TDV, İlmihal, 1/330.


[92] Şafiî, el-Ümm, 1/77; Şirbini, Muğnî’l-Muhtâc, 1/272.


[93] Gazali, Vasit, 2/256.


[94] Nevevî, Minhac, 1/20.


[95] Zekeriyya el-Ensari, Menhecü’t-Tullab 1/18.


[96] Şîrâzî, el-Mühezzeb, 1/104.


[97] İbn Kudâme, el-Muğnî, 2/58.


[98] Nevevî, el-Mecmu’, 4/274-275.


[99] Abdülaziz Bayındır, “Namazların Birleştirilmesi”, Seferîlik ve Hükümleri, s. 369.


[100] İbn Rüşd, el-Bidaye, 1/183.


[101] İbn Rüşd, el-Bidaye, 1/183.


[102] Devvâni, Fevâkih, 2/269.


[103] Bayındır, “a.g.m.”, s. 369.


[104] Merdavi, el-İnsaf, 2/334.


[105] Kırbaşoğlu, a.g.e., s.129.


[106] Kitab ve Resail ve Feteva İbn Teymiyye Fi’l-Fıkh, 22/292.


[107] Meclisî, Biharu’l-Envâr, 69/338.


[108] Kırbaşoğlu, a.g.e., s. 121.


[109] Ebû Abdillah el-Mağribî, Mevâhibü’l-Celil, 2/3.


[110] Nesâî, “Mevakıt”, 40.


[111] İbn Rüşd, el-Bidaye, 1/183.


[112] Kırbaşoğlu, a.g.e., s. 122.


[113] Nevevî, el-Minhac, 1/20.


[114] Nevevî, a.g.e., 1/21.


[115] Nevevî, el-Mecmu’, 4/321.


[116] Nevevî, a.g.e., 4/321.


[117] Heytemi, el-Menhecü’l-Kavîm, 1/364.


[118] Behûtî, Keşşâfu’l-Kına’, 2/7.


[119] İbn Kudâme, el-Muğnî, 2/58.


[120] Behûtî, a.g.e., 2/7.


[121] İbn Davyan, Menaru’s-Sebîl, 1/134.


[122] İbn Kudâme, el-Kâfî, 1/203.


[123] “Cem’u’s-Salavat”, el-Mevsuatü’l-Fıkhiyye, 15/291.


[124] Sahnun, el-Müdevvene, 1/110.


[125] Sahnun, a.g.e., 1/115.


[126] Abderi, et-Tac ve’l-İklil, 2/157.


[127] Sahnun, Müdevvene, 1/115.


[128] Meclisî, Bihar’l-Envâr, 69/333.


[129] Meclisî, a.g.e., 69/333.


[130] Nevevî, el-Mecmu’, 4/321.


[131] Merdâvîi, el-İnsaf, 2/359.


[132] İbn Müflih el-Makdisî, el-Füru’, 2/59.


[133] “Cem’u’s-Salavat”, el-Mevsuatü’l-Fıkhiyye, 15/292.


[134] Meclisî, Biharu’l-Envâr, 69/338.


[135] Kırbaşoğlu, a.g.e., s. 133.


[136] “Cem’u’s-Salavat”, el-Mevsuatü’l-Fıkhiyye, 15/289.


[137] Nevevî, el-Mecmu’, 4/321.


[138] İbn Davyan, Menaru’s-Sebil, 1/134.


[139] “Cem’u’s-Salavat”, el-Mevsuatü’l-Fıkhiyye, 15/289.


[140] Sahnun, el-Müdevvene, 1/116.


[141] “Cem’u’s-Salavat”, el-Mevsuatü’l-Fıkhiyye, 15/289


[142] “Cem’u’s-Salavat”, el-Mevsuatü’l-Fıkhiyye, 15/289


[143] Meclisî, Bihâru’l-Envâr, 69/338.


[144] Meclisî, Biharu’l-Envâr, 69/337


[145] Meclisî, Biharu’l-Envâr, 69/336


[146] Buhârî, “Hacc”, 83


[147] Buhârî, “Hacc”, 92


[148] Müslim, “Hacc”, 292.


[149] Ebû Dâvûd, “Menasik”, 58.


[150] Buhârî, “Hacc”, 142.


[151] Buhârî, “Hacc”, 92.


[152] Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 66.


[153] Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 66.


[154] Tahâvî, Şerhu Maâni’l-Âsâr, 2/214.


[155] Malik, el-Muvatta, 1/400.


[156] İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, 1/378.


[157] Şürunbülâlî, Nûru’l-Îzâh, s. 37.


[158] Merğînânî, Bidayetü’l-Mübtedi, s. 45.


[159] İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, 2/480.


[160] İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, 2/480.


[161] Merğînânî, Bidayetü’l-Mübtedî, s. 45.


[162] Bayındır, “a.g.m.”, s. 368.


[163] İbn Nüceym, el-Bahru’r-Râik, 2/266.


[164] Bayındır, “a.g.m.”, s. 368.


[165] Remlî, Ğayetü’l-Beyân, s. 173.


[166] Dimyâtî, İ'anetü’t-Tâlibîn, 2/288.


[167] Bayındır, “a.g.m.”, s. 368.


[168] Remlî, a.g.e., s. 173.


[169] Dimyati, a.g.e., 2/308.


[170] İbn Kudâme, el-Muğnî, 3/313.


[171] İbn Kudâme, el-Kâfî, 1/443.


[172] Behûtî, Keşşâfu’l-Kına’, 2/5.


[173] İbn Kudâme, a.g.e., 3/313.


[174] İbn Kudâme, a.g.e., 3/313.


[175] İbn Abdilberr, et-Temhîd, 22/202.


[176] İbn Rüşd, el-Bidaye, 1/183.


[177] Ebu Abdullah Mağrib, Mevâhibü’l-Celîl, 3/120.


[178] Meclisî, a.g.e., 69/338.


[179] İbn Davyan, Menâru’s-Sebîl, 1/134.


[180] Bayındır, “a.g.m.”, s.370.


[181] İbn Abdilberr, et-Temhîd, 12/215.


[182] Tirmizî, “Ebvâbu’s-Salah”, 138.


[183] Tirmizî, “Ebvâbu’s-Salah”, 138.


[184] Mübârekfurî, Tuhfetü’l-Ahvezî, 1/477 .


[185] Kırbaşoğlu, a.g.e., s. 134.


[186] Meclisî, a.g.e., 69/337.


[187] Meclisî, a.g.e., 69/339-340.


[188] Meclisî, a.g.e., 69/335-336.


[189] Müslim, “el-Cem’u beyne’s-Salateyn fi’l-Hazar”, 2.


[190] Müslim, “el-Cem’u beyne’s-Salateyn fi’l-Hazar”, 4.


[191] Müslim, “el-Cem’u beyne’s-Salateyn fi’l-Hazar”, 4.


[192] Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, 10/326.


[193] Abdürrezzak, el-Musannef, 2/555.


[194] Şafiî, el-Müsned, 1/214; Ebû Dâvûd, es-Sünen, 2/6; Beyhakî, es-Sünen, 3/166.


[195] Zürkânî, Şerhu’z-Zürkânî ale’l-Muvatta, 1/417; Azîmâbâdî, Avnu’l-Ma’bûd, 4/55.


[196] Tahâvî, Şerhu Ma’âni’l-Âsâr, 1/161; İbn Abdilberr, et-Temhîd, 12/217.


[197] Kırbaşoğlu, Namazların Birleştirilmesi, s. 14.



Hiç yorum yok:

Powered By Blogger