28 Eylül 2007 Cuma

namaz (ali demirel) 1

Namazın 3 mertebesi
ALİ DEMİREL
Namaz, insanın ruh ve kalbiyle yıkanması, Allah’ın huzuruna kabul edilmeye hazır hale gelmesi demektir. Bu yönüyle o, insanın manen inşiraha kavuşmasını temin eden müstesna ve hususi bir ibadettir. Onun sayesinde kul, hem kalbî itminana kavuşur, hem de Yaratan’ının rızasını kazanmış olur. Namaz insan hayatında günde beş defa bu inşirah ve itminanı temin eder. Onda huzur bulamayan bir insan, hiçbir yerde huzur bulamaz. Günde kılınan beş vakit namaz, kalbi hayatında yükselmek isteyen gönüller için, günde beş defa mirac yapmak ve Allah’a ulaşmak için merdiven vazifesi görür. Onun için Efendimiz, namaza “göz aydınlığı” demiştir. (Nesei, İşretu’n-Nisa 1; Müsned, 3/127) Namazın ifade ettiği mana, bilhassa onun iç ifadesi, insanın iç derinliğiyle yakından alakalıdır. Kur’an’da da namazın anlatıldığı her yerde, onun bu iç derinliğine dikkat çekiliyor. Mesela bir ayet-i kerimede “Namazlarında huşu duyan mü’minler kurtuluşa ermişlerdir.” (Mü’minûn, 23/1-2) denilerek, namaz-huşû münasebeti nazara veriliyor. Büyüklerimiz namazda üç mertebenin olduğunu söylüyorlar: Mükellefiyet olarak eda edilen namaz Birincisi mükellefiyet olarak eda edilen namaz: Ülfet alaşımlı ve sadece Cenab-ı Hakk’ın emrini yerine getirmiş olmakla sınırlı kılınan namazlar, bu mertebeye dahildir. Hiç namaz kılmamaya göre elbette ki, bu da bir mertebedir. Ancak, böyle namaz sahipleri, namazı terk etme mesuliyetinden kurtulsa da namazdan elde edilebilecek feyizlere tam mazhar olamazlar. İnsanı kötülüklerden koruyan namaz İkincisi insanı kötülüklerden koruyan namaz: Namaz, insanları dinin çirkin gördüğü bütün kötülüklerden korur. Evet, Cenab-ı Hak, namaza böyle bir husûsiyet vermiştir. Ne var ki, namazdan bu ölçüde istifade edebilmek, gerçek namaz ruhunu yakalamakla mümkün olur. Şuurlu eda edilmiş her namaz, sahibini, koruyucu bir atmosfer gibi kuşatır ve çirkinliklerin yol bulup ona ulaşmasına mani olur. Efendimiz (sas) namazdaki bu hususiyeti, kapısının önünden geçen nehirde, her gün beş defa yıkanan insanın kirlerden temizlenmesi teşbihiyle anlatır. (Buhari, Mevakıt 6; Müslim, Mesacid 282) Zaten namazdaki bu husûsiyettir ki, sel sel olup üzerimize gelen çirkinliklerden bizleri koruyup muhafaza etmektedir. Mirac buudlu namaz Üçüncüsü ise mirac buudlu namaz: Her dakikası seneler kazandırabilecek çapta kılınan namaz, mirac buudlu namazdır. Böyle bir namazı yakalamak çok zordur ve ancak seçkin ruhlara mahsustur; ama yine de mümkündür. Madem mümkündür, herkes gayret etmeli ve hiç olmazsa hayatının belli dönemlerinde böyle bir namazı yakalamaya çalışmalıdır. Burada şu hatırlatmayı yapmakta da fayda var: Namaz her şeyden evvel bir mükellefiyettir; dolayısıyla da istenen seviye ve keyfiyette eda edilmese bile, mutlaka kılınmalıdır. Çünkü mümin, ötede evvela namazdan hesaba çekilecektir. Yazımızı bu hakikati ifade eden şu hadisle noktalayalım: “Kıyamet günü, kişi amelleri arasında önce namazın hesabını verecek. Bu hesap güzel olursa, kurtuluşa erdi demektir. Bu hesap bozuk olursa, hüsrana düştü demektir.” (Tirmizi, Salat 305; Nesei, Salat 9)


ÇOCUK, ALLAH SEVGİSİNİ KİMDEN ALIR?
ALİ DEMİREL
Özellikle anne ve babaların konuşmalarında ve tavırlarında Allah’a karşı saygılarını fark eden çocuklarda bu hususta kendiliğinden bir davranış geliştiğini görmek mümkündür. Özellikle dua ederken, namaz kılarken sergilenen tavırlar bu konuda önemli etkiye sahiptir.


Namaz tesbihatı ne demektir?
ALİ DEMİREL
Namazlardan sonra yaptığımız herkesin bildiği tesbihatın dışında bir de “namaz tesbihatı” diye meşhur, diğerine göre biraz uzunca olan bir tesbihat daha vardır. Mana büyüklerimiz tarafından Kur’an ve hadis edalı tesbih lafızları bir araya getirilerek oluşturulan bu tesbihatta, bilinen ve camilerde okunan tesbihata ek olarak okunması hadislerle tavsiye edilen dualar, salavatlar, Esmâ–i Hüsna ve İsm–i Âzam duaları yer almaktadır. Aslında kendimizi tesbih mevzuunda kısıtlamadan namazlardan sonra bu tesbihatı yapmamız çok daha bereketli olacaktır. Rabb’imizi tesbih ederken dil ucuyla değil de gönlümüzden gele gele tesbih etmeliyiz. Hani insan ister ki, Allah’ın sevgili kullarına müyesser olduğu gibi öyle bir tesbih çeksin ve bir tesbih, binlerce “sübhanallah”ı sığdırsın.. bir defa desin; ama binlerce tesbihi birden demiş gibi kalbi açılsın. Esasen bu hal mümkündür ve zamanla insan, böyle bir ufku yakalayabilir. Allah’ı böyle dolu dolu tesbih eden kulları, kendilerine verilen nimetlerin farkındadırlar. Farkında olmak, o nimette bir enginlik hasıl eder onların gönlünde. Yapıp ettikleri fiilî, kavlî ve fikrî hiçbir şükrü yeterli görmezler ve “Ben bu nimetlerin şükrünü eda edemem...” der ve devamlı şükrü daha iyi eda edebilme yolları ararlar.

İbadetlerde esas olan devamlılıktır
ALİ DEMİREL
Rabb’imizin yarattığı mahlukat içinde seçkin bir yeri olan, akıl, fikir ve üstün yeteneklerle donatılan insanın yaratılışında elbette ki bir hikmet vardır. İnsan olarak yaratılışımızın, dünyaya gelişimizin hikmetini Cenab-ı Hak bize şu ifadelerle bildiriyor: “Ben cinleri ve insanları sırf Beni tanıyıp Bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 51/56) İnsan, beden ve ruhtan meydana gelen bir varlıktır. Bedenimizin maddi gıdaya ihtiyacı olduğu gibi ruhumuzun da manevi gıdaya ihtiyacı vardır. Ruhun en önemli gıdası sağlam iman ve ihlasla yapılan ibadettir. Rabb’imizin Yüce Kelam’ında kendisine ibadet yapmamızla alakalı pek çok âyet-i kerime var. Burada bu ayetlerden birkaçını hatırlatıp dikkatlerinizi ayetlerde geçen bir hakikate çekmek istiyoruz: “Sana ölüm gelip çatıncaya kadar Rabb’ine ibadet et!” (Hicr, 15/99) “Namazlara, hele salât-ı vustaya (ikindiye) devam edin ve kalkıp huşu ile Allah’ın divanında durun.” (Bakara, 2/238) “Ailene ve ümmetine namaz kılmalarını emret, kendin de namaza devam et.” (Ta Ha, 20/132) Ayet-i kerimelerden yaptığımız ibadetlerimizde devamlılığın esas olduğunu anlıyoruz. Beklenen faydanın hasıl olması için ibadetlerimizi, zamanında ve devamlı yapmalıyız. Nitekim Allah Rasulü, az da olsa devamlı olan ibadeti tavsiye ediyor. Devamlı yapmamız gerekli olan ibadetlerden birisi ve en önemlisi namazdır. Aslında namaz bütün ibadetlerin fihristesidir. Dolayısıyla bütün ibadetlerin manasını ruhunda taşır ve hepsinden kendi üzerinde bir çizgi bulundurur. Namaz insanın Allah’la irtibatını temin eder Diğer ibadetler, ara sıra insanın omuzuna biner; insan da onları eda eder, kurtulur. Fakat namaz, devamlı insanın Allah’la alakasını temin eder, rahmetle irtibatını devam ettirir. Bu yönüyle onunla boy ölçüşecek ikinci bir ibadet tasavvur etmek mümkün değildir. Namaz, rahmet ve kerem sahibi Rabb’imize karşı, haşyet ve saygı dolu bir gönülle ve devamlı eda edildiği müddetçe, dünyevi ve uhrevi bir saadet vesilesi olur ve her iki yerde de selametimizin müjdesini taşır. Bu müjdeyi bize Kur’an verir. Bu yüzden namaza en büyük ehemmiyeti, büyük bir davayı yüklenerek gelen beşerin en büyük mükellefi Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) vermiştir. O, günde beş vakit namazla iktifa etmemiş; bu münacat ve sılayı gece de devam ettirmiş; hatta Hz. Aişe Validemiz’in ifadesiyle kendisi için bir mükellefiyet saydığı gece namazını hiç terk etmemiş; öyle ki hastalandığında veya bir ağırlık hissettiğinde dahi onu oturarak kılmıştır. (Ebu Davud, Salat 307) Böylece O, Rabb’ine ibadet için tahsis ettiği ömründe bir parça karanlığın olmasına fırsat vermemiş, Rabb’inin adını işleyemediği bir zaman parçasını gafletle geçirmemiştir. Zira yine kendi ifadesiyle, ahirette ilk sorulacak olan, namaz ibadetidir. Namaz sağlam çıkarsa, diğer ibadetler de sağlam çıkacak, o sağlam çıkmazsa diğer ibadetler de sağlam olmayacaktır. Yahya İbni Said (radiyallâhu anh)’ın rivayet ettiği bu hadis şöyledir: “(Kıyamet günü), kulun ilk bakılacak ameli namazdır. Eğer namazı kabul edilirse, geri kalan amellerine geçilir. Eğer namazı kabul edilmezse diğer amellerinin hiçbirine bakılmaz.” (Muvatta, Kasru’s-Salat 89) O halde, günlük beş vakit namazımızı aksatmadan kılmalı ve her fırsatta Rabb’imizle irtibatımızı kuvvetlendirme yollarını aramalıyız. Çünkü burada eda edeceğimiz her namaz, ötede karşısımıza çıkacak ve imdadımıza koşacaktır. Cenab-ı Hak, yardımına muhtaç olduğumuz o günde, lütuf ve keremiyle yardımcımız olsun; küçük hayırlarımızı büyük yapsın ve kusurlarımızdan ötürü bizleri muaheze etmesin.


Nafile namazlarımızı öğrenelim
ALİ DEMİREL
Farz ve vacip olan namazların dışında daha fazla sevap kazanmak ve Allah Rasulü’ne (sallallâhu aleyhi ve sellem) olan sevgi ve bağlılığı pekiştirmek için kılınan ilave namazlara “nafile namazlar” denilmektedir. Bunların bir kısmı günlük beş vakit namaza bağlı olarak kılınır ki, bunlar sabah namazının sünneti, öğle namazının ilk ve son sünnetleri, ikindi, akşam ve yatsı namazlarının sünnetleridir. Allah Rasulü (sallallâhu aleyhi ve sellem), çeşitli hadislerinde, bu nafileler üzerinde durur ve onların önemini uzun uzadıya anlatır. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), revâtib sünnetler de denilen bu nafile namazları, bir hadis-i şeriflerinde toplu olarak zikreder ve bu sünnetlere devam edenlere Allah’ın cennette bir ev bina edeceğini müjdeler. (Tirmizi, Salat 206; Nesei, Kıyamu’l-leyl 66; İbni Mace, İkamet 100) Diğer hadislerinde ise, bu nafilelerin faziletini ayrı ayrı anlatır. Mesela; sabah namazının iki rekat sünnetiyle alakalı: “Sabah namazından önce kılınacak iki rekat nafile namaz dünyanın tamamından daha hayırlıdır.” buyurur ve: “Sizi atlılar kovalayacak bile olsa o iki rekatı terk etmeyin.” (Buhari, Teheccüd 27; Müslim, Salatu’l-Müsafirin 96) der. Bir de bunların dışında beş vakite bağlı olmayan nafile namazlar vardır. Şimdi o namazların en önemlilerinin neler olduğuna bakalım: Teheccüd namazı Kelime manası olarak “uyumak, uyanmak” manalarına gelen teheccüt, terim manası olarak “gecenin bir vaktinde uyanıp namaz kılmak” demektir. Hadis kaynaklarında Allah Rasulü’nün (sas) yatsı namazını kıldıktan sonra vitir namazını kılmadan uyuduğu, daha sonra ise gece kalkıp teheccüt ve vitir namazını kıldığı zikredilmektedir. (Müslim, Salatü’l-Müsafirin, 26) Kuşluk namazı Diğer adı da “duhâ namazı” olan bu namazı Efendimiz (sas), kuşluk vaktinde kılmış ve ümmetine de kılmalarını tavsiye etmiştir. (Tirmizi, Vitir, 15) Kuşluk namazı güneşin doğması üzerinden yaklaşık 45-50 dakika geçmesinden sonra iki, dört, sekiz veya on iki rekat olarak kılınabilir. Evvâbin namazı “Evvâbin” tevbe edenler manasına gelmektedir. Allah Rasulü (sas), “Kim akşam namazından sonra kötü bir şey konuşmadan altı rekat namaz kılarsa, bu kendisi için on senelik ibadete denk kılınır.” buyurarak bu namazının kılınmasını teşvik etmiştir. (Tirmizi, Salat, 202) Tahiyyetü’l-Mescid namazı “Mescidin selamlanması ve saygı gösterilmesi” manasına gelen tahiyyetü’l-mescid, Allah’a saygının bir ifadesi olarak bir mescid veya camiye girildiğinde kılınması gerekli olan bir namazdır. Nitekim Efendimiz (sas) “Biriniz mescide girdiğinde, oturmadan önce iki rekat namaz kılsın.” (Müslim, Salatü’l-Müsafirin, 11) buyurmuşlardır. Hâcet namazı Dünya veya ahiretle alakalı herhangi bir haceti veya dileği olan birisinin bu dileğinin yerine gelmesi maksadıyla kıldığı namaza denilmektedir. Dört veya on iki rekat olarak kılınabilen hacet namazı, dört rekat kılındığında birinci rekatında Fatiha’dan sonra üç ayete’l-kürsi, diğer üç rekatında ise Fatiha’dan sonra birer kere İhlas, Felak ve Nas sûreleri okunarak kılınır. Namazdan sonra ise hacet duası okunarak arzu edilen dilek Allah’a dua halinde iletilir. (Tirmizi, Salat, 140, 348) İstihâre namazı “Hayırlı olanı istemek” anlamına gelen istihare, kendisi için önemli bir karar aşamasında olan bir kimsenin hakkında hangi kararın daha hayırlı olacağını öğrenmek maksadıyla kıldığı namaza denilmektedir. Allah Rasulü (sas) bir iş yapmaya niyetlenen bir mü’min için önce iki rekat namaz kılmasını daha sonra ise istihare duasını okumasını tavsiye etmiştir. (Buhari, Teheccüd, 25; Tirmizi, Vitr, 15) Tesbih namazı Allah Rasulü (sas) bu namazın haftada bir, ayda bir, yılda bir veya en azından ömürde bir defa kılınmasını tavsiye etmiştir. (Ebu Davut, Tatavvu, 14, Salat, 303; Tirmizi, Salat, 350, Vitr, 19) Dört rekat olarak kılınan bu namazda, sübhanekeden sonra 15 kere “Sübhânallahi velhamdülillahi vela ilahe illallahu vallahu ekber” denilir, Fatiha ve bir sûre okunduktan sonra ise 10 kere daha aynı dua tekrar edilir ve bu tesbih ikinci rekata kalkıncaya kadar namazın her rüknünde yapılır. Geri kalan kısım ise aynen birinci rekat gibi kılınarak namaz tamamlanır. Küsûf ve hüsûf namazları Güneş tutulmasına küsuf, Ay tutulmasına ise hüsuf denilmektedir. Allah Rasulü (sas), Güneş ve Ay tutulduğunda tutulma bitinceye kadar namaz kılınmasını tavsiye etmiştir. (Buhari, Küsuf, 1, 15)


Cafer Bey’i ağlatan özürlü kumaşlar
ALİ DEMİREL
Cafer Bey, kumaş ticareti yapan bir esnaftır. Etrafında dürüstlüğü, çalışkanlığı, fedakarlığı, yardımseverliği ile nam salmıştır. Elde ettiği kazancının bir kısmını muhtaçlara ve özellikle de fakir talebelere dağıtmaktadır. Kendisi böyle hayırsever olduğu gibi etrafındaki esnaf arkadaşlarını da bu hayır yola girmeleri için teşvik etmektedir. Her yönüyle o, herkesin sevip saydığı örnek bir esnaftır. Cafer Bey, bir gün dükkanında otururken yanına birkaç gün önce bir top kumaş sattığı Mustafa Bey gelir. Mustafa Bey’in simasında biraz kızgınlıkla karışık bir şaşkınlık vardır. Selam verip içeri girer. Hal ve hatırdan sonra Cafer Bey’e, - Geçenlerde sizden aldığım kumaş topu içinde özürler vardı. Bana kusurlu mal satmışsınız, der. Cafer Bey, bu duruma çok şaşırır. Çünkü onun en çok dikkat ettiği husus müşterisini aldatmamaktır. Hemen yanına müşteri temsilcilerini çağırır ve müşteri temsilcilerinin birisinin yanlışlıkla özürlü kumaş topunu Mustafa Bey’e verdiği ortaya çıkar. Cafer Bey, özür dileyerek Mustafa Bey’e kumaş topunu yenisiyle değiştireceğini söyler. Aradan kısa bir zaman geçtikten sonra birden Cafer Bey’in gözleri dolu dolu olur ve ağlamaya başlar. Mustafa Bey, bu ağlamalara kendisinin sebep olduğunu düşünerek, - Aman efendim, bu kadar üzülmeye değmez. Böyle hatalar olur. Sizin ne kadar kıymetli bir esnaf olduğunuz böyle ufak bir şeyle sarsılmaz. Kendinizi bu kadar harap etmeyin, der. Ancak Cafer Bey’in ağzından orada bulunan herkesi şaşırtan şu sözler dökülür: - “Ben ona ağlamıyorum. Aklım ereli beri namaz kılıyorum. Ya bu arızalı ve kusurlu kumaş parçaları gibi, onlar da eksik ve kusurlu gerekçesiyle öte âlemde yüzüme çarpılırsa ne olur benim halim! Ben ona ağlıyorum.” Evet, Cafer Bey’in bu sözleri bizim için çok büyük dersler ihtiva ediyor. Nitekim insan, namaz kapısını zorlamakla kendini ahirete ehil hale getirir ve cennet hayatının binlerce senesi bir anına denk olmayan Cenab-ı Hakk’ın cemalini müşahede imkanını elde eder. Bu öyle büyük bir payedir ki, ayrı bir hususiyet ister ve bu hususiyeti de namaz temin eder. Basiretli insanlar, namazı en büyük ganimet bilir; nefsani ve şehevi arzularına denk ciddi bir istek ve arzu ile namazı özler, ona iştiyak duyar. Namazlarınızı veda namazı kılıyor gibi kılın! Kul, bütün güzelliklere kaynaklık teşkil eden cennet ve Cemalullah’ı müşahede liyakatini namaz sayesinde kazanıyor. O halde o, namaza gereken önemi göstermek ve onu özenip bezenerek kılmak zorundadır. Allah Rasulü, bu ihtimamı anlatırken, “Namazınızı veda namazı kılıyor gibi kılın” buyuruyor. Veda namazı, ne olur ne olmaz belki bir daha kılamam, şu namazı sağlam bir eda edeyim de Rabbime karşı son armağanım olsun anlayışı içinde kılınan namazdır. Diyelim öğleyi kılıyoruz ve bize ikindi namazını kılmadan gel diyecekler. Emanetin kabzına memur melek, ikindiden evvel ruhumuzu alacak. Öyleyse öğle namazı bizim son namazımız olacaktır. Elbette o namazı, özenip bezenerek kılarız. Abdest alışta bir başka türlü olur, namaza duruşta bir başka türlü davranır. Hayatında kendisine verilmiş bir kurşun gibi onu ilk ve son fırsat olarak değerlendirmeli ve mutlaka hedefe isabet ettirip hem dünyada hem de ukbada rahat etmelidir.


Ölüm yatağında “Namaz vakti geçiyor”denince Hz. Ömer ayağa fırlamıştı
ALİ DEMİREL
Hz. Ömer (radiyallahu anh) müminlerin halifesiydi. O hayatı boyunca Allah Rasulü’nün nice iltifatlarına mazhar olmuştu. “Hak ile batılı birbirinden ayıran” manasına “Faruk” ismi ona bizzat Allah Rasulü tarafından verilmişti. İki Cihan Serveri onun için: “Benden sonra peygamber gelecek olsaydı Ömer olurdu.” (Tirmizi, Menâkıb 18) demişti ve yine onu yeryüzündeki iki vezirinden biri olarak saymıştı. Diğeri ise Hz. Ebu Bekir (ra)’di. (Bkz. Kenzü’l-Ummal, 11/563, 13/15) O, dünyada iken cennetle müjdelenen bir insandı. İman ve ilimde nurdan bir âbide gibiydi. Onun üstün idare kabiliyeti herkesçe malumdu. Bu sebeplerdir ki, Hz. Ebu Bekir gibi bir feraset insanı hiç düşünmeden onu yerine halife tavsiye etmişti. İtiraz edip, “Allah’a nasıl hesap vereceksin.” diyenlere de, “Ya Rabbi onlara içlerinde en hayırlılarını halife olarak bıraktım.” derim, cevabını vermişti. Ancak bütün bunlar, Hz. Ömer’in kendisini insanlardan bir insan görmesine ve ahiret endişesiyle iki büklüm olmasına mani olmuyordu. Sabah namazı vaktiydi. Ezan okunmuş ve cemaat saf saf durmuş, imamını bekliyordu. Hz. Ömer içeriye girdi, imamete geçti ve her zamanki gibi “Safları düzeltin.” diye seslendi, sonra da namaza durdu. Tam namaza durulmuştu ki Hz. Ömer arkasından yediği bir hançer darbesiyle yere yığılmıştı. Hz. Ömer’i evine götürdüler. Namazı Hz. Abdurrahman b. Avf (ra) kıldırdı. Namazı müteakip bütün cemaat Hz. Ömer (ra)’ın evine dolmuştu. Hz. Ömer uzanmış upuzun yatıyordu. Herkes başucundaydı ve hıçkırıklar boğazlarda düğümlenip kalmıştı. Doktorun “Ya Ömer! Vasiyetini yap.” dediğini duyunca bir anda içeride bir feryad u figan koptu. Herkes ağlıyordu. “İşte benim derdim buydu!” Hz. Ömer, “Ağlamayın! Ağlayacak olan yanımdan çıksın. Siz Allah Rasulü’nü ‘Ehlinin ağlamasıyla ölü eziyet çeker.’ dediğini duymadınız mı?” diyerek onların ağlamasına mani olmaya çalıştı. Hz. Ömer, İbn Abbas’a “Bakın bakalım beni vuran kimdir?” diye sordu. Gelen habere göre onu Muğire b. Şu’be’nin kölesi Firuz hançerlemişti. Bunu öğrenince “Hamd olsun ki beni bir Müslüman eliyle öldürtmedi.” dedi. Bir ara daldı. Başucunda duran oğlu Abdullah, gözlerini babasından bir an ayırmıyordu. Hz. Ömer gözlerini açarak ümitsiz bir ifadeyle: “Oğlum! Git, Aişe’ye benden selam söyle. Fakat sakın, Emiru’l-mü’minin’in selamı var, deme. Zira şu anda ben mü’minlerin emiri değilim. Ona, “Ömer senden, acaba iki arkadaşıyla beraber yatmasına müsaade eder misin?” diye izin istiyor de. İbn Ömer babasının emrini yerine getirmiş ve Hz. Aişe’nin evine gelmişti. Onu bir köşede oturmuş ağlıyor buldu. Babasının arzusunu söyleyince Hz. Aişe validemiz, “Vallahi orayı ben kendim için düşünmüştüm. Fakat bu gün Ömer’i nefsime tercih ederim.” dedi. İbn Ömer (ra) bu müjdeli haberle dönüp babasını müjdeleyince Hz. Ömer, birden rahatlayıverdi. Ve dudaklarından şu cümle döküldü: “Vallahi işte benim derdim buydu.” Çok kereler gözünü açamayacak kadar halsizleşiyordu. Başındakiler ne yemek ne de su teklifiyle onu uyandıramıyorlardı. Fakat içlerinden birisi “Ömer namaz vakti geçiyor.” dediği an Hz. Ömer birden ayağa fırlıyor “Namaz! Namazsız adamın İslam’dan nasibi yoktur.” diyor ve namazını eda edip tekrar uzanıyordu. İşte Hz. Ömer’in namaza olan iştiyakı bu ölçüdeydi. Namaz dendiğinde akan sular duruyor ve o, bütün acılarına rağmen namazını ihmal etmiyordu.


Gecelerimizi teheccüdle nurlandıralım

ALİ DEMİREL
Gecenin zifiri karanlığı, kabrin dehşeti karşısında insanın bütün ümitlerinin kesildiği, ses ve soluğunun tükendiği, el, kol ve ayaklarının bağlandığı bir anla birlikte bütün kainatın yıkılacağı zamanı hatırlatır. Kabrin bu dehşeti karşısında insan, üzerine kâbus çökmüş gibi olur; konuşmak ister fakat konuşamaz, elini–ayağını hareket ettiremez, bağırır; fakat kimseye sesini duyuramaz.

Ve bir mevtâ halinde miadını beklemeye durur. İşte tam bu vakitte onun kalkıp namaz kılması, gecenin karanlıklarına bir âhla birlikte iki damla gözyaşı bırakması ve bütün hayatını nurlandırması, karanlık gecesini aydınlatması için ne kadar nurlu, ne kadar feyizli ve bereketli bir hareket olduğunu ancak insan olan anlayabilir. Kur’an, ısrarla gece ibadeti üzerinde durmakta ve Efendimiz’e hitaben; “Ey örtüsüne bürünen resulüm! Geceleyin kalk da, az bir kısmı hariç geceyi ibadetle geçir. Duruma göre gecenin yarısında veya bundan biraz daha azında veya fazlasında ibadet etmen de yeterlidir. Kur’ân’ı tertîl ile, düşünerek oku.” (Müzzemmil, 73/1–4) buyurmaktadır. Bu ayetlerden hemen sonra da, “Muhakkak ki geceleyin kalkıp ibadet etmek daha tesirlidir ve Kur’ân okuyuşu bakımından daha düzgün, daha sağlam bir tilavet sağlar. Halbuki gündüz seni meşgul edecek yığınla iş vardır.” (Müzzemmil, 73/6–7) diyerek, adeta Efendimiz’in Cenab–ı Hakk’a müracaat zamanını tayin buyurmaktadır. Başka bir ayet–i kerimede ise: “Sana mahsus bir namaz olmak üzere gecenin bir kısmında kalkıp Kur’ân oku, teheccüd namazı kıl. Böylece Rabb’inin, seni, övgüye değer bir makama göndereceğini umabilirsin.” (İsra, 17/79) Efendimiz (sas), bu emre harfiyyen uymuştur. Hz. Aişe (radiyallâhu anha) tarafından rivayet edilen bir hadis–i şerifte, O’nun gece ayakları şişinceye kadar ayakta durduğu ve ibadet ettiği bildirilir. Kendisine “Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetti (niye kendini bu kadar hırpalıyorsun?)” dendiğinde de, “Şükreden bir kul olmayayım mı?” cevabını vermiştir. Şair Buseyrî, Kasîde–i Bür’e’sinde bu durumu anlatırken, “Ben o nebiyyi zîşanın sünnetine muhalefet ettim ki, ayakları şişmeden yatmıyordu. Bense, döne döne uyuyor ve döşeğin tadını çıkarıyorum.” der ve kendi nefsini yerden yere vurur. Gece namazı, müminin şerefidir; mümin onunla serfiraz olur, şeref kazanır. Herkesin sevdiğine kavuştuğu bir anda, kalkıp huzura gelme ve O’nunla sohbet etme, insana öyle bir şeref kazandırır ki, hiçbir güzellik onunla boy ölçüşemez. Bunun büyük bir vazife olarak hissedilmesi ve yapılıp yerine getirilmesi için öncelikle Rabb’e dayanma, O’nun rahmetine sığınma şarttır. Sultanın güç ve kudretine dayanıp şahları dahi esir eden neferler gibi biz de her türlü problemimizi O’na yönelmemizle halledeceğiz. Evet, O’na dayanmadan hiçbir şey yapılamaz. Zira bizler yaratılış itibarıyla oldukça aciz ve fakir kullarız. Buna karşılık ihtiyaç dairemiz, çok geniştir. Cenab–ı Hakk’a dayandığımız nispette kuvvet kazanıp ihtiyaçlarımızı giderecek ve O’na daha da yaklaşacağız. Namaz, bize bu kuvveti kazandırır. Bir insan, bu kadar korkunç hasımlar çemberi içinde uykusunu terk edip fecirde Rabb’isine el açıp el–pençe divan durmakla, sinesinde bir yara gibi kendisini hissettiren bu ağırlıktan kurtulmuş olur. Bunun için haftada en az bir günümüzü teheccüd gecesi ilan edebiliriz. Zaten sabah namazına kalkıyoruz. Saatimizi imsak vaktinin girmesine yarım saat kala ayarlayıp bu yarım saatimizi teheccüd ve tefekkürle değerlendirebiliriz. İmsak girdikten bir müddet sonra da sabah namazımızı kılıp istirahate çekilebiliriz.


İLAHİ BİR DAVETİYEDİR EZAN

ALİ DEMİREL
Namaza konsantre olma adına ezan çok önemlidir. Biz, şeytanî duygu ve düşüncelerden sıyrılmaya abdestle adım atar, ezanla daha bir derinleşir ve huzura ereriz.
Efendimiz, namaz vakti geldiği zaman, müezzini Hz. Bilal’e “Ezan oku” demez; “Erihnâ ya Bilal! - Bizi bir ferahlandırıver ya Bilal!” derdi. Bu ifade adeta şu manaya geliyordu: “Dünya işleri, iş-güç bizleri sıktı. Hele içimize bir su serp de omuzlarımızdaki bu yükleri atıp bir rahatlayalım. Nefsimize fısıldanan şeytanî vesveselerden bir temizlenelim...”

Bütün şeytan ve şeytanî düşüncelerden arınıp gözyaşı ile namazı eda edebilmek için şuurlu ve içten okunacak bir ezanı dinlemek çok önemlidir. O mübarek kelimeler ne kadar içten ve vicdanda duyularak okunursa, konsantrasyon da o denli derin olur. Namazdan önce ezan okunması hükmü gelmeden önce namaza çağrı için boru öttürme, çan çalma vs. teklif edilmişse de, Allah Rasulü (sas) bu teklifleri kabul etmemişti. Çünkü madem namaza çağrı yapılıyor, o halde onun ruh ve çekirdeğini ifade edebilecek bir kısım kelimeler söylenmeli ve insanlar onu duydukları zaman ürpermeli, o konsantre ile namaza girdikleri zaman da Allah’ın huzurunda olduklarını anlamalıydılar. Öyle ise bunlar herhangi bir sözle değil, yine Allah’ın ilham edeceği mübarek kelimelerle olmalıydı. Bu yüzden fıkıh alimlerimiz, ezanın kelimelerine, onun rükünleri nazarıyla bakmışlardır. Yani iftitah tekbiri, kıyam, kıraat... Nasıl ki namazın rüknü ve onun bir parçasıdır, onlar olmadan namaz olmaz; ezanın kelimeleri de onun rükünleridir. Onlardan biri olmazsa ezan olmaz.

Allahu Ekber, Allahu Ekber! “Allahu Ekber, Allahu Ekber” sözüyle vicdan, bir hususa uyarılıyor. “Ekber” kelimesi, “En büyük” demektir. Tabii bu, başka büyükler var da, Allah onların en büyüğü demek değildir. Bu ifadeye şöyle bir mana vermek mümkündür: Büyük, sadece ve sadece Allah’tır. Halledilmeyen problemler ancak O’nun kapısında halledilir; stres, bunalım.. gibi aşılmaz görünen şeyler ancak O’na müracaatla çözülür; çünkü büyük sadece O’dur. Bu yüzden kulluk sadece O’na yapılır. Bu şekilde O’nun büyüklüğüne tanıklık ettikten sonra, Allah’tan başka ilah olmadığına şahadet ederiz. Ardından ise “Yine şahadet ederim ki Hz. Muhammed (sas), O’nun elçisidir.” deriz. Zira bu mesajı bize O getirmiştir. Sonra da namaza çağrı başlar. Namaza çağrıdan sonra ikinci bir çağrı vardır. O da felaha, yani saadete, kurtuluşa, huzura çağrıdır. Felah ise, kendisinden başka büyük olmayan Zat’ın kapısındadır. Daha sonra da “Allahu Ekber, Allahu Ekber, Lailahe illallah” deyip Allah’ın büyüklüğüne bir kez daha şahitlik ettikten ve Kelime-i Tevhid’i okuduktan sonra bu derinleşmeyle artık namaza hazır hale geliriz. Namaz, Rabb’imizin davetine bir icabet manasını taşır. Günde beş defa minarelerden “Allahu Ekber, Allahu Ekber” diye ezan-ı Muhammedî okunur ve bütün insanlara bir davetiye çıkarılır. Allah, namazla bizi kendi rahmetine davet eder. Tıpkı davet sahibinin, davetlilerini kapının önünde karşılayıp, onlara izzet ve ikramda bulunduğu ve eli boş geriye göndermediği gibi, günde beş defa minarelerin başında yükselen en güzel sesle -ki Kur’an-ı Kerim, ezanın büyüklüğünü anlatırken, “Allah’a davet eden sözden daha güzel bir söz mü olur?” (Fussılet, 41/33) demektedir- mescitlere davet eden Cenab-ı Hak, oraya gelenleri boş çevirmeyecek; sonsuz ihsan, kerem ve rahmetinden biz kullarının ruh ve kalblerine gıda lütfedecek, bir mirac yapma lütfuyla bizleri şereflendirecektir. Biz, bu davete icabet edip Rabb’imizin huzuruna gittiğimiz zaman, eğer hakkıyla kılabilirsek namazının bir merdiven veya bir burak haline gelip mana âleminde yükseldiğimize şahit olacağız. Öyle ki, yükseldiğimiz o noktada Rabb’imizin bize aslında çok yakın olduğunu hissedeceğiz

Hiç yorum yok:

Powered By Blogger