15 Eylül 2007 Cumartesi

HUZURA VARIŞ 2

Huzura Varış -2- (Namaz Dosyası)





Buraya kadar anlattıklarımızı özetlersek:



İnsan, ahsen-i takvimde yaratılmıştı.



Rabbi, insanı kendisine muhatap aldığından; insan, Rabbini bütün isimleriyle tanıyabilecek bir kapasitede halk olunmuştu.



İnsan, kainatın âdeta küçültülmüş bir nümunesiydi.



Ve tüm kainat insana hizmetkâr kılınmış, yeryüzü insana bir döşek, bir binek, bir çarşı-yı âlem, bir sofra olarak kılınmıştı. ‘Güneş benim lambam, bir sobam, yıldızlar kandillerim’ diyordu insan.



Böylesi bir âlemde böylesi yüksek yaratılışta olan insan, aynı zamanda aciz ve fakir bir insandı. Emelleri ve elemleri nihayetsiz olduğundan, ihtiyaçlarını ve arzularını gerçekleştirebilecek iktidardan, zenginlikten yoksundu.. İnsan, fakirdi..!

Hem başındaki üzüntüleri, endişe ve korkularını, düşmanlarını izale edebilecek, şerlerden onu emin kılacak bir kudreti yoktu. İnsan, âcizdi..!





İnsanın bu yüksek yaratılışının yanında, bu şekilde aciz, zayıf ve fakir oluşunun elbette bir anlamı vardı.



İnsan Rabbini bütün isimleriyle tanıyabilecek bir tarzda yaratılmıştı. İnsanın mahiyetindeki hadsiz acizlik, rabbinin kudretine dayanıp, Allah’a Kadir ismiyle muhatap olması ve hadsiz bir Kudreti kazanması için verilmişti.

Fakirliğiyle de, ona lutfedilen nimetlerdeki zenginliği, cömertliği, ihsanı, ikramı görüp, Rabbinin Rahmetinin zenginliğini anlıyacaktı insan...



B.zaman, bu konuda şöyle der: “İnsan gayr-i mütenâhî(sınırsız)acz ve fakrıyla beraber Cenâb-ı Hakk’a imânıyla, kudret ve gınâ(zenginlik) ve izzetine (şerefine)mazhar olmuştur. İşte bu mazhariyetten dolayı insan, hayvâniyetten terakki edip, halife-i zemin(yeryüzünün halifesi) olmuştur.”





Yaratılışındaki, acizlik ve fakirlikten dolayı, insanda, bir sığınma ve medet(yardım) isteme ihtiyacı vardır.



Bu insan ya kendisinden daha alt bir konumda olan kainattaki



mahlukata sığınacak, onlardan medet umacak ve



o yüksek makamdan aşağıya sükut edecek,



ya da,



Kadîr’i Mutlakın, Rahim’i Mutlakın dergahına el açacak,



yüz sürecek, Allah’ın kudretine dayanıp, Rahmetine iltica edecektir.



Tüm mahlukatın üstünde bir mertebede yaratılan insan, elbette, kainat cinsinden olmayan bir yaratıcının Kudretine dayanıp, onun Rahmetiyle medet bulacaktır. Halife-i zemin olduğunu gösterecektir.



Allah’ı tanımayan,



Allah’la münasebet kurmayan bir insan,



aczi ve fakrıyla, kime müracaat edecektir?



Kimin kapısına gitse, dilenci vaziyetinde olacaktır. Gittiği kapıdan daha aşağı bir seviyeye düşmüş olacaktır çünkü.



Bir koyuna gidip, süt mü dilenecektir?

Bir ağaçtan meyve mi isteyecektir?

Bir buluttan yağmur mu talep edecektir?

Ya da bir fay hattından kırılmamasını mı rica edecektir?

İnsan bu şekilde, kainatı kendisine güldürmez mi?

Hem zelil, hem rezil olmaz mı?







Zerreden şemse kadar,insan hangi şeye dikkat etse, kendisinin gideceği asıl kapıyı, gözleriyle müşahede eder :



Kainat kitabına baktığımızda, gözümüzle görüyoruz ki, küçücük bir atomdan, koca galaksilere kadar, tüm mevcudat, hadsiz bir ilimle, iradeyle ve kudretle iş görmektedirler.

Bu ilim, irade ve kudret, ne mevcudatın kendisinde vardır, ne de mevcudat, “tesadüfen bu şekilde oluşmuştur” diyebileceğimiz bir tarzdadır.

Herşey, insanı hayretler içerisinde bırakan, bilim adamlarını dehşete düşüren bir sadelik içinde, çeşitli tarzlarda, hassas ölçülerle, intizamlı, dengeli ve ahenklidir. Sanki, kainat, temelde 8 notadan oluşan muazzam bir besteyi çalan orkestradır... Bu hassas dengeyi, ahengi, kainatın bu muazzam uyumlu işleyişini sağlayacak bir ilmi, iradesi, kudreti olmadığına göre, kainat kendi dışında bir Kudret tarafından yaratılmakta ve idare edilmektedir.



Bir zerre, onu yaratan Rabbinin “dön!” emrine itaat ettiği gibi, aynı emre, gezegenler de itaat üzeredir. Dünya, 23,5 derecelik bir eğimle, Rabbinin onun için uygun gördüğü terbiyeye her an itaattedir.



Allah kainatı her an, herşeyiyle, her karesiyle her an yaratmakta, idare etmekte, terbiye etmektedir.

Kainatta, kendisini terbiye eden Rabbe karşı boyun eğmiş, itaattedir.

Allah’ın kainattaki terbiye sistemine, Rububiyet diyoruz. Rububiyet, “Rab” kökünden geliyor.

Rab ismiyle âlemleri terbiye eden Allah’ın, bu terbiye metodunun adı Rububiyettir. Rubûbiyet, kainatın yönetim şeklidir.



Allah’ın rububiyeti heryerdedir.

Kainatın tamamında ve insanda, durmaksızın bu rububiyet devam eder.

İnsanın zerreleri de, tıpkı gezegenler gibi, aynı kanunla terbiye edilmekte, ve zerrelerimiz Rabbimizin emrine itaattedirler.

Organlarımız, âzâlarımız tam da olması gereken yerlerde terbiye edilmişlerdir. Bir karpuzun yerde, bir kirazın ağaçta terbiye edildiği gibi.

Ne gözlerimizin başımızda bulunmasından şikayet ederiz, ne çiçeklerin rengârek olmasından...

Ne kulaklarımızın başımızın iki yanında açılışı bizi rahatsız eder, ne de kuşların şakıdıkları nağmelerden huzursuz oluruz.

Kainatı ve insanı yaratan Cenâb-ı Mevlâ, yaratmış olduğu mahlukâtın en güzel ve en mükemmel hangi tarzda işleyeceklerini bildiğinden, en uygun bir tarzda onların hayatlarını biçimlendirmiş, terbiye etmiş, yaratıp da başıboş bırakmamıştır.

Allah’ın terbiyesi, eksiksiz ve mükemmeldir.!! (Rububiyet-i Sübhâniye!!)



Âlemdeki düzen, itaat sırrıyla devam ediyor, herşey Allah’ın kudretine dayanıyor, Rahmetinden medet alıyor:

İşte, yaratılan her mahluk, Rabbine itaat ile, yaratılışındaki mükemmel ahengi ve dengeyi muhafaza ediyor. Zerreden şemse, tüm hayat sahipleri, Raberine dayanarak, Onun kudretiyle iş görüyor, onun Rahmetiyle ihtiyaçlarını karşılıyor, ve hayatları Onun terbiyesinde huzurlu, dengede ve uyum içinde devam ediyor.



Hayat sahiplerinin bu itaati, vazifelerinde devam etmeleri, onların, Rablerine karşı bir ubudiyetleridir(kulluklarıdır), ibadetleridir.

Tüm hayat sahipleri, her an kulluktadır. Yaratılışlarından maksud olunan gayeyi netice veriyorlar. Bir koyunun süt vermesi, arının bal yapması, ağacın meyve vermesi, kuşun uçması, hep onların ibadetleridir. Ne için yaratılmışlarsa, onunla vazifedardırlar. Vazifelerini her an eda ederler.

(24.sûre) Nur sûresi, 128. âyetinde Allah(c.c) bu hakikati şöyle bildiriyor:

“Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar ve kanat vuran kuşlar, Allah’ı tesbih ederler. Onların hepsi ibadetini de bilir; tesbihini de. Allah ise, onların işlediklerini hakkıyla bilir.”

Bizim âlemde gördüğümüz ahenk, uyum, onların ibadetlerinin huzurudur, tezahürüdür, görüntüsüdür..!!!!!



İşte, insanın gideceği adres, gideceği kapı, âlemleri terbiye eden, Rabbinin kapısıdır.



Allah insanın sadece maddesini terbiye etmiyor.

İnsanın mânevî boyutunun, ruhunun, kalbinin, aklının da huzura, dengeye, ahenge, terbiyeye ihtiyacı olduğundan ve maddi midenin terbiyesi için nasıl rızka ihtiyacı varsa, mânevî latifelerimizin dahi terbiye ve rızka ihtiyacı olduğundan, Allah, insanın iç âleminin, kendi hususi dünyasının, yaşamının huzuru, rızkı, tanzimi, dengesi için de emirler ve yasaklar vaz etmiştir.

Nasıl ki bir şeyi, icad eden, onun kulanma klavuzunu da yanında yazar verir, Ayrıca tarif için bir de eleman gönderir. Lâ teşbih velâ temsil, Allah, insanı yaratmış, onun en mükemmel tarzda kainatta nasıl yaşayacağını da elbette o bilecektir.

Nerden geldiğini, burada ne vazifesi olduğunu ve nereye gideceğini bildiren bir Kur’ân, ve Kur’ân’ı bize bizzat yaşayarak, hem hâliyle, hem kâliyle(anlatarak) ders veren, tebliğ eden Rasûl-ü ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimizi göndermiştir.



Âlemler, nasıl ki, Allah’a itaatle, huzur buluyor, aynen öyle de, kainatın bir küçük nümunesi hükmünde yaratılan insan, ancak Rabbine itaatle huzur bulabilir. Hayatın biçimlendirilmesinde, âlemleri eksiksiz ve mükemmel terbiye eden, Rabbini tanıyarak, Ona teslim olarak, tevekkül ederek, itaat ederek, Rabbinin terbiyesine güvenerek huzuru bulabilir. Rabbinin kudretine dayanıp, Rahmetine iltica ederek, ihtiyaçlarını temin edip, korkularından emin olabilir.





Bakara sûresinde, Allah(c.c) , şöyle buyuruyor: “Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz.”



Evet.. Allah, ‘Rab’dir, insan ‘abd’(kul)dir. Allah terbiye eder, insan ise itaat...

Herşey Allah’ın kuludur.

İnsan, imanıyla, kul oluşunun idrakini belgeler.

İnsanı insaniyet makamına çıkaran, imanıdır.

Ancak, bu iman, Allah’ın sadece herşeyi yarattığına bir iman ediş değildir.

Allah mahlukatı yaratıp da başıboş bırakmamıştır.

Allah, yaratmış olduklarıyla tek tek alâkadardır. Bu ister bir küçücük zerre olsun, isterse insanın bir gözü, ister güneş; hepsinin hayatları, onları terbiye eden, Allah tarafından idare edilmektedir.

Bizler, böyle bir Allah’a iman ediyoruz. Kainatın her an her karesini terbiye eden, yaratan bir Allah...



Ve.. Rabbimiz bizden kendisine kulluk etmemizi istiyor...

Bu kudsî vazifeyi idrak edebilelim diye Allah, vicdanımıza da bazı işaretler koymuştur:

Babamıza itaat etmeyi vicdanî bir görev biliriz. Neden? Babamız olduğu için. Annemize isyandan sakınıyoruz. Neden? Annemiz olduğu için. Bizi terbiye eden insanlara, terbiyesizlik etmeye vicdanımız müsaade etmiyor..!!

İşte Âyet-i Kerîme, vicdanımıza hitap ediyor: “Rabbinize kulluk edin” ...!

Çünkü O sizi terbiye etmiştir. Babanızın yediği gıdayı, bir damla su hâline O getirmiş, sizi ana rahminde bir nutfe olarak rahim duvarına yapıştırmış ve oradaki 9 aylık terbiyenizi safha safha hep O icra etmiştir.

Şimdi ise, başka bir rahimdeyiz..! Kainat...!

Burada da bizi besleyen, yedirip içiren ancak O’dur...

Allah ‘Rab’dır ve herşeyi terbiye etmiştir. İnsan ise ‘abd’dır, kuldur; herşeyiyle Allah’ın terbiyesinden geçmiş ve geçmektedir. Elimizi tutmaya, ayaklarımızı yürümeye, ciğerimizi solumaya, midemizi sindirmeye elverişli tarzda terbiye eden Allah’tır.



(Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz). Bu ayette sanki Allah, biz kullarına şöyle buyuruyor: “Rabbinizin terbiyesine güvenin!!!”

Bizi ve kainatı, bizden öncekileri yaratan, terbiye eden Rabbimiz, hayatımızı da aynı huzur ve emniyet ve güven içerisinde tanzim edebilmemiz için, bizden kendisine kulluk yapmamızı istiyor.

Nedir kulluk?? Ubudiyet nedir?? Kainatı binbir ismiyle terbiye edenin, binbir ismiyle terbiye olunmaktır. Allah’ın isimlerine ayna olmaktır.

Allah, buyuruyor ki, cimrilik etmeyin. Biz cömert olunca, Rabbimizin hangi ismine ayna oluruz? Kerim! Abdulkerim oluruz..Kerim’im kulu...

Allah, birbirimize karşı merhamet etmemizi, şefkat kanatlarımızı, birbirimiz üzerine germemizi buyuruyor. Biz merhametli olursak, Abdu’r- Rahmân oluruz. Rahmânın kulu..



Bize bakan, bizi gören, halimizden, hareketimizden, sözümüzden hep Allah’ı hatırlar. “Arkadaşın hayırlısı, yüzüne baktığında, sana Allah’ı hatırlatandır”buyuruyor aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz... İşte, Rabbin terbiyesinde, insanın içi de, dışıda, yüzü de, hayatı da, ölümü de hayırlı oluyor. Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz gibi..



Allah bizi terbiye etmek istiyor.

Allah’ın terbiyesinden daha güzel bir terbiye metodu bulabilir misiniz?



Rabbimiz bizi, kulluğumuzun devamı, imanımızın takviyesi, hayatımızın huzuru, tanzımi için, ibadetle mükellef kılmıştır.

Ameli olmayan bir insan, uzun süre, salt bir inançla devam edemez.

İman, amelle takviye edilir. İnsanın imanı, ameli üstünde durur.

Allah’a inandığını söyleyen, “Seni seviyorum Allah’ım” diyen bir mü’min, boyun büküp de, onun huzuruna gitmez mi?Huzurunda el-pençe divana durmaz mı? Kalpte bir muhabbet varsa, bu muhabbet bir şekilde insandan dışarı tezahür eder. Hâlimizle, hareketlerimizle, muhatabımıza olan muhabbetimizi ifade etmez miyiz? Sevdiğimiz her kim olursa olsun, bir kuş bile olsa bu, onu hoşnut etmeye çalışmaz mıyız?

Rabbim seni seviyorum!”derken, Allah’a olan muhabbetimizi, isyan ederek mi gösteririz? itaat ederek mi?

Mü’minin imanın görüntüsü olan ibadetini eda etmesi, Rabbine olan muhabbetinin ve Âlemlerin Rabbinin terbiyesine bir güvenin ifadesi değil midir?

B.zaman’ın ifadesiyle, ibadet:

İnsanın”Kendi kusurunu, aczini görüp, kemâl-i rububiyetin, kudret-i samedâniyenin, rahmet-i İlâhiyenin önünde, hayret ve muhabbetle secde etmesidir.” (21.Söz)

(Yani, Allah’ın eksiksiz ve mükemmel terbiyesinin, hiçbir şeye muhtaç olmayan kudretinin, sonsuz Rahmetinin önünde, hayret ve muhabbetle secde etmesidir.)



Evet... İnsan bir kendine, bir kainata bakmakla, ister zerredeki harikaya, ister şemsteki hakikate baksın, neticede Allah’ın ulûhiyetini, kudretini, azametini, Rububiyetinin haşmetini, saltanatını, mükemmelliğini ilan ederek, kendisinin aczini, kusurunu, fakrını itirafa mecbur kalacaktır.

Rabbü’l Âlemîn’in kusursuz terbiyesini takdir edip, o terbiyeye girmeyi istemek, Ona itaat etmek, ibadet etmek, insanın yaratılışının bir meyvesidir, neticesidir.



Evet... Kainatın meyvesi olan insanın da bir meyvesi vardır. O meyve ibadettir.



B.zaman Hz., Mesnevî-i Nuriye isimli eserinde, insana verilen kabiliyetlerden onun ibadet etmek için yaratıldığını çok veciz bir tarzda, misallendirerek anlatır:

“Arslan gibi hayvanların diş ve pençelerine bakılırsa,iftiras(yırtmak) ve parçalamak için yaratılmış oldukları anlaşılır.Ve kavunun, meselâ letâfetine dikkat edilse, yemek için yaratılmış olduğu hissedilir. Kezâlik, insanın da istidadına bakılırsa, vazife-i fıtriyesinin ubûdiyet olduğu anlaşılır”



İnsanın kabiliyetlerinden, ona verilen akıl gibi, kalp gibi, mânevî hassalarından, ibadet etmek için yaratıldığının anlaşılması hususunda, Mevlânâ Hz. de Mesnevî’sinde veciz bir ifadeyle şöyle der:

“Efendisi, kölesinin eline ‘bel’i verince, söz söylemeden, efendinin ne demek istediği anlaşılır.”



İnsan, her an, Rabbinin kuludur. İnsanın kulluğunu en ileri mânâda ilan ve ifade etmesi ise, ibadetiyle mümkündür. “Ubudiyet bir sahra ise, ibadet o sahrada yer yer yükselen dağlar gibidir.”

Kainatı terbiye eden Rabbül âlemin, Rububiyetini, insanda toplamıştır. İnsanın hayatının tanzim ve terbiyesinde, tüm âlemlerin mânâsını içinde bulunduran bir ibadetle mükellef kılmıştır. Çünkü insan, kainatın özüdür.



*Namaz*



*İşte, bizi terbiye eden, yaşamımızı tanzim eden,

*hususi dünyalarımızı, hayatımızı biçimlendiren,

*insanın Rabbini tanıdığını, Ona olan itaatini gösteren,

*Rabbinin terbiyesine olan güveni ve teslimiyeti ifade eden,

*tüm kainatın yapmış olduğu ibadetlerin, kullukların, zikirlerin, tesbihlerin,

hamdlerin özü ve özeti,

*insanın kulluğunun en ileri mânâdaki ifadesi olan,

bir ibadet vardır.

*Hayatın tadı, huzuru, anlamı vardır...

*O da insanın Rabbinin huzuruna varışıyla, kendi mahiyetinin farkına vardığı, *Rabbiyle tatlı ve bâki bir sohbeti, miracı olan namazdır!!!!



Evet... namaz, kulluğun şuurunda ve idrakinde olmanın, kul ile Rabbi arasındaki bağın en güzel ifadesidir.



Namaz, insanın kulluğunun en ileri mânada ilânıdır.


hanımlar.com adresinden alınmıştır

Hiç yorum yok:

Powered By Blogger