28 Eylül 2007 Cuma

NAMAZ (ali budak)

Tembellerin namazı
ALİ BUDAK
Allah Rasulü (sas), “Nice namaz kılanlar vardır ki, nasipleri sadece yorgunluk ve zahmettir.” ve oruç hakkında da: “Nice oruç tutanlar vardır ki, nasipleri sadece açlık ve susuzluktur.” buyurmaktadır.
Namazın ifade ettiği mana, bilhassa onun iç ifadesi, insanın iç derinliğiyle yakından alakalıdır. Mü’minûn Sûresi’nde, felah bulan insanlar anlatılırken; “Namazlarında huşu duyan mü’minler kurtuluşa ermişlerdir.” (Mü’minûn, 23/1-2) denilerek, ‘namaz-huşû’ münasebeti nazara verilmektedir. İnsan namazda, namazdan başka bir şey görmemeli, duymamalı ve düşünmemelidir. Namazla insan, muhtaç olduğu ve elinin yetişemediği ihtiyaçların temini için, fiilî ve kavlî duaya geçmiş, Allah’ın yüceliği karşısında büyük bir kulluk şuuru içinde durmuş demektir. Evet o, mü’minin en önemli meselesidir. Efendimiz (sas), bu meseleyi izah ederken; “Namazı, veda namazı kılıyor gibi kılın” buyururlar. Veda namazı; “şu kıldığım namaz, son namaz olabilir, bir kere daha belki namaz kılmaya muvaffak olamam.” düşüncesiyle kılınan namazdır. Namaz, kalbin gıdası, ruhun da miracıdır. Bütün sıkıntılara karşı o, ruhu dinlendirir ve kalbi kanatlandırır. Efendimiz (sas), dünyevî işlerinden sıkılınca, “Erihnâ ya Bilal! Bizi bir ferahlandırıver ey Bilal!” diyerek ondan namaza çağrıda bulunmasını isterdi.

Namazda huşû
ALİ BUDAK
Namazda “iç tâdil-i erkân” sözü çok kullanılmamıştır. Bu da huşû ve hudû ile alakalı bir husustur. Namazda huşû ile alakalı bu kadar tahşidâtı çok bulmamak gerekir. İman ve namaz ikiz kardeştir; şu kadar var ki, iman az önce doğdu. Namazın gerçek manası ile alakalı olarak Üstad hazretleri, Muhyiddin İbn Arabi hazretleri ve Şah Veliyyullah Dihlevî hazretleri bir kısım hususlar söyleyip onun ehemmiyetine dikkat çekiyorlar. Dolayısıyla namaz, beş vakit yatmak ve kalkmak demek değildir. Onu tam duyarak kılmalı. Nasıl ki namazın hareket ve rükunlarına dikkat ediliyor, aynen öyle de Rab’le irtibat halini yakalamakla gerçek manada namaz kılınmış olur.


Cemaatle namaz
ALİ BUDAK
Cemâatle namaz; bir araya gelen Müslümanların bir imama uyarak topluca kıldıkları namaza denilir. “Dinin direği” olarak tanımlanan ve İslâm’ın beş şartından birisi olan beş vakit namazın, İslâm’ın cemâate verdiği önemden dolayı, toplu olarak edâ edilmesi gerekmektedir. Cemâatla namaz kılmak Kitap, Sünnet ve İcmâ ile sabittir. Cenâb-ı Hak Peygamberimiz’e hitaben şöyle buyurur: “Sen müminler arasında bulunup onlara namaz kıldıracağın zaman onlardan bir kısmı seninle beraber olsun.” (en-Nisâ, 4/102). Hz. Peygamber (sas) de cemâatle namazın faziletini şöyle açıklamıştır: “Cemâatle kılınan namaz, bir insanın tek başına kıldığı namazdan yirmi yedi derece daha faziletlidir.” (Buhârî, Ezan, 30; Salât, 87; Müslim, Mesâcid, 245). Başka bir rivayette bu fazilet yirmi beş derece olarak ifade edilmiştir. (İbn Mâce, Mesâcid, 16). Ayrıca Rasûlullah (sas) şöyle buyurur: “Bir kimse güzelce abdest alır, sırf namaz için câmiye giderse, camiye varıncaya kadar atmış olduğu her adıma mukabil bir derece yükselir ve bir günahı silinir.” (Ebû Davud, Salât, 8). Cemâatin teşekkül etmesi için en az iki kişi gereklidir. Bu da imamla birlikte bir kişinin daha bulunmasıyla olur. Peygamber (sas)’in “İki ve daha yukarısı cemâattır.” (Buhârî, Ezan, 35) sözünden bunu anlıyoruz.

Cemaatle namaz 27 kat daha faziletli
ALİ BUDAK
İnsanlığın İftihar Tablosu (sas), "Cemaatle kılınan namaz tek başına kılınan namazdan 27 derece daha üstündür" buyurmuş ve cemaatle kılınan namazın sevap açısından daha faziletli olduğunu bildirmiştir. Dinimiz, Allah yolunda yapılan ibadet ve “ferdî” başarıların, mutlak manada karşılık göreceğini; ancak sonuç itibariyle bunların hiçbir zaman cemaat halinde eda edilme sevabına ve keyfiyetine ulaşamayacağı hakikatini öğretmektedir. Bu husus; namaz, oruç, hac vs ibadetlerde olduğu gibi, iman ve Kur'an yolunda yapılan hizmetlerde de mevzubahistir. İnsan, hizmet adına tek başına harikulade bir şeyler yapsa bile bu, daima ferdiyet planında kalır. Fakat bir hizmet, duygu ve düşüncede aynı değerleri paylaşan bir cemaat halinde eda edildiği takdirde, "Ahiretteki amellere iştirak etme" düsturundan hareketle, cemaatin her bir ferdi bu hizmetten kazanılan sevaptan hissedar olur.



Evvabîn namazı nedir?
ALİ BUDAK
Evvab ‘tövbe eden, sığınan’ anlamına gelir. Evvabîn namazı; tövbe eden ve Rabb-i Rahim’ine sığınanların namazı demektir.
Nitekim Peygamberimiz (sas) “Kim akşam namazından sonra kötü bir şey konuşmaksızın altı rekat namaz kılarsa, bu kendisi için on senelik ibadete denk kılınır.” demiştir. (Tirmîzî, Salat, 202) Ayrıca Kendisi’nin de (sas) akşam namazını müteakip altı rekat namaz kıldığı rivayet edilmektedir. (Şevkânî, Neylü’l-Evtar, III, 64) Altı rekatlık bir namaz olan evvabîn namazı, tek selamla altı rekat olarak bütün halinde kılınabileceği gibi üç selamla yani ikişer rekat olarak da kılınabilir. Bizleri Rabbimizin rızasına, Peygamberimiz’in şefaatine ulaştıracak olan namazın o cennetâsâ iklimine kanat çırpıp uçalım.

Kölenin namaza hürmeti
ALİ BUDAK
Salihlerden Ebû Bekir bin Ali’nin bir eşyası kaybolmuştu. Kime verdiğini unutmuş bir türlü hatırına getirememişti. Bir gün namaza durduğu zaman o eşyanın kimde olduğunu hatırlar. Namaz bittikten sonra kölesine: “O kaybettiğim falan kimsededir. Al getir.” der. Köle ise: “Efendim nice zamandır kime verdiğinizi hatıra getirememiştiniz. Nasıl oldu da hatırladınız.?” diye sorar. O da: “Namaza durduğumda hatırladım.”, deyince köle: “Efendim namazda teveccüh Cenab-ı Hakk’a olacakken siz o şeye mi teveccüh ettiniz?” der. Bunun üzerine efendisi kölenin namaza olan bu hürmeti hatırına onu azat eder. Namaz dinin direği. Onsuz hiçbir şeyin değeri yok. Peygamberimiz “Namaz müminin miracıdır” buyuruyor. Namazın huşu içinde ta’dil-i erkan üzere acele edilmeden ve her şeyi yaratan Allah’ın (cc) huzurunda olduğunu bilerek kılınmalıdır. Yine Kur’an-ı Kerim’de “Namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklardan ve kötülüklerden alıkoyar. Allah, yaptıklarınızı bilir.” buyuruluyor.

Yatsının dört rekatlık ilk sünneti
ALİ BUDAK
Hanefilerde beş vakit farz namaz çok dikkatle kılındığı gibi, beş vakit namazın sünnetleri de kılınmalıdır. Bunların on iki rekatı Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından te’kitle emredilmiş, müekked sünnettir. İkindinin sünneti ve yatsının ilk dört rekat sünneti de fedâildendir.

Ali el-Kârî’nin Fethu Bâbil İnâye adlı kitabında, Said b. Mansur’un Sünen’indeki bir hadise dayanarak kaydettiği üzere, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) yatsıdan önce de dört rekat sünnet namaz kılmıştır.


Namazı nasıl kılmalı?
ALİ BUDAK
Allah Rasulü (sas): "Nice namaz kılanlar vardır ki, nasipleri sadece yorgunluk ve zahmettir" buyurmaktadır. Namazın ifade ettiği mana, bilhassa onun iç ifadesi, insanın iç derinliğiyle yakından alakalıdır. Kur'an'da da namazın anlatıldığı her yerde, onun bu iç derinliğine dikkat çekilmektedir. Mesela Mü'minûn suresinde, felah bulan insanlar anlatılırken; "Namazlarında huşu duyan (Korku ile karışık sevgiden gelen edebli bir hâl) mü'minler kurtuluşa ermişlerdir" (Mü'minûn, 23/1-2) denilerek, namaz-huşû' münasebeti nazara verilmektedir. Evet huşû' gerçek manasını ancak namazda bulur. Öyleyse insan namazda, namazdan başka bir şey görmemeli, duymamalı ve düşünmemelidir. Namazla insan, muhtaç olduğu ve elinin yetişemediği ihtiyaçların temini için, fiilî ve kavlî duaya geçmiş, Allah'ın yüceliği karşısında büyük bir kulluk şuuru içinde durmuş demektir. Evet o, mü'minin en mühim meselesidir. Efendimiz (sas), bu meseleyi izah ederken; "namazı, veda namazı kılıyor gibi kılın" buyururlar. Veda namazı; "şu kıldığım namaz, son namaz olabilir, bir kere daha belki namaz kılmaya muvaffak olamam.." düşüncesiyle kılınan namazdır. Namaz, kalbin gıdası, ruhun da miracıdır. Bütün sıkıntılara karşı o, ruhu dinlendirir ve kalbi kanatlandırır. Efendimiz (sas), dünyevî işlerinden sıkılınca, "Erihnâ ya Bilal! Bizi bir ferahlandırıver ey Bilal!" diyerek ondan namaza çağrıda bulunmasını isterdi. Namaz tembel ve uyuşuk insanın yapabileceği bir şey değildir. O, daima hüşyar bir gönlün, uyanık kalb ve duyguların, Rabbin karşısında eda edeceği bir vazifedir. Namazda -ara sıra olsa bile- devamlı dünyaya ait işlerin muhasebesini yapan bir insan için, sadece namazın yorgunluğu yanına kâr kalacaktır. Rabbim, -sonsuz rahmetinden dileyelim- kimsenin yorgunluğunu yanına kâr bırakmasın. Kalbimizi, duygularımızı ona karşı daima hüşyâr ve huşû' içinde kılsın! (Amin)
Sayı: 106
Bölüm: Kıssadan Hisse

Namazdan nasibi sadece yorgunluk ve zahmet olan kişi
ALİ BUDAK
Allah Rasulü (sas): “Nice namaz kılanlar vardır ki, nasipleri sadece yorgunluk ve zahmettir.” ve oruç hakkında da: “Nice oruç tutanlar vardır ki, nasipleri sadece açlık ve susuzluktur.” buyurmaktadır. Namazın ifade ettiği mana, bilhassa onun iç ifadesi, insanın iç derinliğiyle yakından alakalıdır. Kur’an’da da namazın anlatıldığı her yerde, onun bu iç derinliğine dikkat çekilmektedir. Mesela Mü’minûn Sûresi’nde, felah bulan insanlar anlatılırken; “Namazlarında huşu duyan mü’minler kurtuluşa ermişlerdir.” (Mü’minûn, 23/1-2) denilerek, namaz-huşû’ münasebeti nazara verilmektedir. Evet huşû’ gerçek manasını ancak namazda bulur. Öyleyse insan namazda, namazdan başka bir şey görmemeli, duymamalı ve düşünmemelidir. Namazla insan, muhtaç olduğu ve elinin yetişemediği ihtiyaçların temini için, fiilî ve kavlî duaya geçmiş, Allah’ın yüceliği karşısında büyük bir kulluk şuuru içinde durmuş demektir. Evet o, mü’minin en önemli meselesidir. Efendimiz (sas), bu meseleyi izah ederken; “namazı, veda namazı kılıyor gibi kılın” buyururlar. Veda namazı; “şu kıldığım namaz, son namaz olabilir, bir kere daha belki namaz kılmaya muvaffak olamam..” düşüncesiyle kılınan namazdır. Namaz, kalbin gıdası, ruhun da miracıdır. Bütün sıkıntılara karşı o, ruhu dinlendirir ve kalbi kanatlandırır. Efendimiz (sas), dünyevî işlerinden sıkılınca, “Erihnâ ya Bilal! Bizi bir ferahlandırıver ey Bilal!” diyerek ondan namaza çağrıda bulunmasını isterdi. Namaz tembel ve uyuşuk insanın yapabileceği bir şey değildir. O, daima uyanık bir gönlün ve duyguların, Rabb’in karşısında eda edeceği bir vazifedir. Namazda -ara sıra olsa bile- devamlı dünyaya ait işlerin muhasebesini yapan, onların riyaziyesiyle meşgul olan bir insan için, sadece namazın yorgunluğu yanına kâr kalacaktır. Rabb’im, -sonsuz rahmetinden dileyelim- kimsenin yorgunluğunu yanına kâr bırakmasın. Kalbimizi, duygularımızı ona karşı daima hüşyâr ve huşû’ içinde kılsın!


Namaz’ın incelikleri
ALİ BUDAK
İnsan, secdede bir şey söylemeden, en derin bir mülahaza ile istediği kadar durabilir. Önemli olan kişinin ısrarla kendini namaza salıvermesidir. İnsan, namazda öyle bir tek şey söyleyebilir ki, o şey onu alıp değişik derinliklere götürebilir. Bu tamamen vicdânî bir mülahaza olup hissetme ve duyma meselesidir. Resulullah’ın rükûsu kıyâmına yakın, secdesi de rükusuna yakındı. O, bir rekatta Bakara, Âl-i İmran ve Nisa surelerini okuyordu. Rükûdaki duruşu kaidedeki kadardı. Kaidedeki duruşu ise tahiyyattaki oturuşuna eşti. O’nun nâfile olarak kıldığı bir rekat namazı, bizim hatimle kıldığımız teravih namazı kadardı. Halbuki biz, senede bir ay kıldığımız teravih namazı ile ne kadar çok namaz kıldığımızı sanırız.


Ebu Cehil’i namazdan alıkoyan neydi?
ALİ BUDAK
Ebu Cehil, Allah Rasulü’nü namaz kılarken görürse, boynunu çiğneyip, yüzünü sürteceğine dair Lat ve Uzza adlı putlara yemin etmişti. Bir gün Rasulullah’ı (sas) namaz kılarken görmüş ve dediğini yapmak üzere yanına varmıştı. Fakat birdenbire arkasına dönüp elleriyle korunarak çekinmişti. Onu bu halde görenler: “Ne oldu sana?” demişlerdi de şöyle cevap vermişti: “Onunla benim aramda ateşten bir hendek, birtakım kanatlar var.” Rasulullah (sas) buyurdular ki: “Ebu Cehil eğer bana yaklaşsaydı, melekler onu parça parça ederlerdi. Bu olay üzerine şu ayetler inmiştir: “Sen, namaz kılan kulu bundan men’edeni gördün mü? Söyle bakalım, o kul doğru yolda giden veya Allah’a karşı gelmekten sakınmayı buyuran bir kimse olsun; veya söyle, yalanlayıp yüz çeviren birisi olsun. Allah’ın her şeyi görmekte olduğunu bilmez mi? Ama bundan vazgeçmezse, and olsun ki, onu perçeminden, yalancı ve günahkar perçeminden cehenneme sürükleriz. O zaman, kafadarlarını çağırsın, biz de zebanileri çağıracağız. Sakın ona uyma; sen secde et, Rabbine yaklaş.” (Alak Suresi, 10/19 arası)


Günlük işler için namaz kazaya bırakılır mı?
ALİ BUDAK
İslâm’da namaz, oruç ve hac gibi ibadetler için belirli ifa vakitleri konulmuştur. Bu vakitlerin kaçırılması hâlinde artık edâ değil, kaza söz konusu olur. Farz namazların kendi vakitleri içinde kılınması farzdır. Özürsüz olarak bir namazın vaktini geçirmek büyük günahlardan sayılmıştır. Namazın kazası ile, bu kimsenin üzerinden namaz borcu düşerse de, geciktirmekten meydana gelen günah devam eder. Bunun için, namazı kaza eden kimsenin, ayrıca Allâh’a tevbe etmesi gerekir. Bir de mebrûr hac büyük günahlara keffâret olduğu için hac yapanların, daha önce namazı özürsüz olarak vaktinde kılamamaktan doğan günahlarının da affedileceği umulur. Düşman korkusu ve hamile kadının çocuğunun ölümünden korkması gibi ciddi özürlerle farz namaz kazaya bırakılabilir. Sahrada seyahat eden yolcunun, hırsız ve yol kesicilerden korkması da düşman korkusu kapsamına girer. (İbnü’l Hümâm, Fethu’l-Kadîr, 1/485 vd.) Günlük işler, sanat ve meslekler, aile fertlerinin geçimini sağlamak için yapılan çalışma ve yolculuklar namazın kazaya bırakılması için özür sayılmaz. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur: “Öyle erkekler vardır ki, onları ne bir ticaret, ne bir alışveriş, Allah’ı anmaktan, namazı dosdoğru kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyar. Onlar, dehşetinden kalblerin ve gözlerin ters döneceği günden korkarlar.” (Nûr, 24/37) Hz. Peygamber’e hangi amelin daha faziletli olduğu sorulunca; “İlk vaktinde kılınan namazdır.” cevabını vermiştir. (Bkz. Ebû Dâvud, Salât, 9)

Hiç yorum yok:

Powered By Blogger