1 Ekim 2007 Pazartesi

Ruh Secdeyle Yücelir

Ruh Secdeyle Yücelir

İbadetin manevi hikmetlerini açıklamadan evvel, çağımız insanına ibadetin biyolojisini anlatmak istiyorum:a-İman etmek, insanın biyolojik programında mevcuttur ve her insanın kullanmak zorunda olduğu bir anahtardır.

Beynin hipotalamus bölgesinde yer alarak bütün hor­monları yöneten bir merkezle, duygularımızın tesirinde kalan bir başka merkez yanyanadır. Hayat şeklimizi baştan sona yöneten iç salgı bezleri ve bunların merkez ko­mutanı olan hipofiz salgı bezi, işte bu hipotalam çekirdeklerindeki kompüterize programlarla ayarlanır. Moral tesirlerin tamamı ve buna bağlı bedeni sonuçlar, hep bu hipotalamus-hipofiz ahenk dengesine tabidir Yapılan araştırmalar, bu ahengin sağlıklı olmasını güven ve sevgi esaslarına bağlamaktadır. Korku ve kin ise, bu ahengi tersine çeviren duygulardır. Bir insan kin ve korkuya düşerse, hipotalamus-hipofiz program ahengini kaybeder ve bütün hormonlar karman çorman olup insan fizyolojisinin tamamı bozulur. Açıkça görülüyor ki, bu dengeyi korumak için korku ve kinden uzak kalıp sevgiyi ve güveni seçmemiz, beynimizin bu hassas bölgesine biyolojik olarak nakşolunmuştur. Diğer bir ifadeyle, bu hayatın bu temel noktasına Allah iman mührünü basmıştır. Bu gerçeğe karşı çıkmak insan biyolojisine karşı çıkmak demektir.

Yüce kitabımızın emri ile: “İnsan kendini başıboş mu bırakıldı sanıyor?”

İnanmazsanız, korkudan kurtulamaz ve güven duyamazsınız. Her an hissedeceğiniz ölüm korkusu, güvensizlik ve kin; hipotalamus yolu ile en hassas noktanız olan hipofizinizi yer bitirir. Onu kurtaracak tek şey, inanarak elde edeceğimiz sevgi denizinde, iç dünyamızın ihtiras ve kin ateşini soğutmaktır.

b- İbadetlerin, biyolojik ahengi sağlamada akıl almaz tesirleri vardır.

Cenab-ı Hak çok özel bir varlık olarak yarattığı insanın kompüterize yapısına ibadetleri öyle programlamıştır ki, sağlıklı yaşamak için ibadet, vazgeçilmez bir reçete olmuştur. Bunları tek tek görelim:

1- ABDEST ALMAK

Abdest insanın statik elektriğini atarak, deri ve sinir sistemindeki gerilimleri yok eder, dolaşım sistemindeki minik tıkanmaları açar ve damar sertleşmelerini engeller. Lenf damarlarını devamlı şekilde canlı tutarak korunma sistemini dinç ve kuvvetli kılar. Bu ise, bütün hastalıklara karşı güçlü olmamız demektir.

Gusül abdesti, çok önemli bir tesire sahiptir. Burun ve boğaz yıkanması, hipofiz salgı bezinin damarları üzerine masaj yerine geçtiği için bedenin gençliğini ve dinçliğini sağlayan tek tedbirdir.

2-NAMAZ

Bir günde kılınan 40 rekat namaz, bir saatten fazla süreyle göz merceklerini dinlendirir. Çünkü secde noktası yaklaşık 1.5 metre mesafededir. Göz merceğinin normal fokusu (odak noktası) da 1.5 m’ dir ve mercek, ancak bu mesafeye bakarak dinlenebilir.

Kalbin elektromanyetik pozisyonu, namaz esnasında devamlı bir huzur ve sükunet haliyle dengeli dinlenme kazanır. Namaz sırasında bütün eklemler tam bir huzur talimi içindedir. Özellikle omurga sistemi, tam manasıyla hem egzersizin, hem de dengeli dinlenmenin akıl almaz sağlığına kavuşur. Namazın stresleri atan tesiri ise, bugün en büyük dinsizlerin bile kabul etmek zorunda oldukları bir gerçektir.

Namazın, insanı aşırılıklardan koruyan tesiri de olağanüstüdür. Namaz kılan alkol içemez olur olmaz saatlerde uyuyamaz, aşırı cinsi münasebetlerden kaçınır ve düzenli bir hayata girer.

3-İNFAK (yardım ve paylaşma)

İman bahsinde izah ettiğimiz hipotalamus ve hipofizdeki ahenkli çalışmanın anahtarı olan sevgiyi öğreten tek eğitim infaktır. Hayatta her bilgi öğrenilerek kazanılır. Ancak sevgi, teorik bilgi ile kazanılmayıp sadece ve sadece infakla, yani yardımlaşma ve paylaşma ile öğrenilir. İnfakla kazanılan sevgi kabiliyetinin vücuda verdiği biyolojik ahenk, her türlü tarifin ve reçetenin üzerindedir.

4-ORUÇ

Son yıllarda orucun sağlığa verdiği fayda, tıp çevrelerinde öyle net bir şekilde benimsenmiştir ki, Müslüman olmayan birçok kliniklerde kronik hastaların, hatta kanserli hastaların oruç tutmaları, programlı bir şekilde uygulanmaya başlamıştır. Yurt dışında ve özellikle Avrupa’da mevcut bulunan “Oruçla Tedavi Merkezlerini” görecek olsanız, bu ülkelerin din değiştirip İslamiyet’i seçtiğini sanırsınız.

Orucun, vücudun harika laboratuarı olan ka­raciğere verdiği yenilenme ve dinlenme fırsatı ise, başlı başına bir kitap olacak şekilde mükemmel­dir. Bu ibadetin sindirim sistemine verdiği dinlenme ve tamir fırsatı ise herkesçe bilinmektedir. Daha enteresan olanı, açlığın kemik iliğine yaptığı uyarıcı tesir sebebiyle, orucun kansızlığa karşı en iyi bir tedavi şekli olarak kabul görmesidir.

Oruç, kan kimyasına da çok müspet yönde tesir eder. Özellikle damarların iç duvarlarında biriken besin artıklarını yok eder. Bu açıdan damar sertliğini ortadan kaldıran harika bir tedavidir. Oruçlu iken sıvı azalması sebebiyle vücud ve kalb daha az yorulur.

Orucun cinsi hayata getirdiği sınırda, hormonal sisteme has bir dinlenme sağlar. İnsanlığın ve kainatın en yüce varlığı olan Efendimizin (S.A.V) mübarek tavsiye ve direktifleri de gerçek bir ibadettir.

Her türlü aşırılıktan kaçınarak, sadece Allah rızası için ibadet yapanlara ne mutlu….

İnsanlar; hücresi ile, atomu’ ile Yüce Yaradan’ına karşı saygı ve sevgi sırrına götüren ibadeti, Allah’ın verdiği en büyük bir nimet olarak benimsemelidir. Nefsin tembelliğini veya hayat yükünün ağırlığını bahane ederek ibadeti angarya saymak, gerçekten kendini inkar etmektir. Allah’a iman ve ona karşı duyulan sevgi ibadetle birleşmedikçe; satıhta kalan soluk bir iz veya su üzerine yazılan bir yazı gibi kaybolmaya mahkumdur.

Kainattaki bütün varlıklar, Allah’ın (c.c.) yaradılış sırrı içinde onlara programladığı bir çeşit zorunlu ibadet tarzı içindedir. Galaksilerdeki dönmeler veya atom çekirdeği etrafındaki elektron raksları, hep özel ibadetlerdir. Maddi hayatın temel kavramlarından biri olan elektron’un varlığını koruması için bitmeyen bir sessiz zikri terennüm etmesi gerekir.

Atom çekirdeği etrafında dönen elektronlar, saniyede 100.000 defa bu zikri yapmaktadır. An­cak daha enteresanı elips yörünge üzerinde seyreden elektronun bir tur esnasında yörüngenin 4 noktasında çekirdeğe dönük olarak eğim yapmasıdır. Böylece bir elektron, saniyede 400.000 defa Allah (c.c.) aşkı ile kendinden geçmiş bir derviş gibi, çekirdeğe karşı bir tarz rüku yapar. Buna manyetik sipin denir.

Vücudumuzdaki trilyon kere trilyon elektron­dan her biri, saniyede 400.000 defa zikir yapar da biz hala ibadetlerden kaçacak bir mazeret ararsak, o elektronlardan daha fazla küçülmezmiyiz? Böyle bir durumda kendimize” özel varlık” diyebilir miyiz?

İbadetlerin özündeki manevi hikmetlere gelince: İnsanın çok özel varlık olmasının sırrı; Cenab-ı Hakkın onu kendisine muhatap olarak seçmesi ve insanın da yaratıcısıyla bir alaka kurabilme kabiliyetidir. Duadan secdeye, sevgiden merhamete ulaşan bu bağlılık, kul ile Yüce Yaradan’ı arasında muhteşem bir münasebettir. Böylesine harika bir nimeti kim kaçırmak ister? İnsanın madde dünyasındaki basit çekicilikler peşinde koşarken en kıymetli cevheri olan ruhunu bir tabuta koyup kapatması, gerçekten büyük bir nasipsizlik ve af edilemez bir gaflettir.

Cenab-ı Hakka yakın olabilme gayreti diye ifade edebileceğimiz ibadetlerin sırrına gelince:

Allah, bütün varlıkları yoktan yaratan ve insana şah damarından daha yakın olan öylesine bir yüce kudrettir ki, akıllara durgunluk veren bu güzelliğe bir saniye dahi yakın olabilmek, tarif edilmez bir şereftir. Bu yakınlığın ilk şartı ise “HAMD”dir. “Hamd” demek; bu yüceliğin sevgi, hayranlık ve şuurla methedilmesi demektir. İbadetlerin başlangıç anahtarı olan bu “hamd sırrını” Allah (c.c.) Fati­ha’ da şifrelemiş ve namazla sembolleştirmiştir. Allah’a yakın olabilmek için bunun dışında ne başka bir yol, ne de başka bir formül vardır.

Namaz, hamd niyazını insanını her zerresine yayarak, kendi gönlündeki ilahi tecelliye yaklaştırır. Gönüllerdeki bo­yutlar ötesi Allah (c.c.) tecellisi, hamd niyazımız gerçekleşince bizi de boyutlar ötesine doğru çeker. Bu yakınlık, İnfakla beslenerek bizi adım adım miraca yükseltir.

Temel ibadet olan namazın tesiri, doğrudan kalbe ve gönüle yöneliktir. Kul farkına varsın veya varmasın, her namazda gönüllerin esrarlı perdelerinden biri açılır ve insan adım adım Allah’ın (c.c.) sonsuz sırrına yaklaşır.

Allah’ın yarattığı varlıklar farklı nitelikler arzeder. Mesela melekler, çok berrak bir yapıya sahiptirler. Bir çeşit yansıma sırrı taşır, bu yüzden nefs taşımazlar ve devamlı şekilde ibadet ve zikirle meşgul olurlar. Ruh da meleklere nazaran İlahi yaradılış sırrının en yakın boyutların­dan yansır, fakat nefse bağlanarak insana intikal ettirilmiştir. Eğer böyle olmasa, insanlar da melekler gibi daima zikir ve ibadet halinde kalırdı. İnsan­da Allah’ın yüce varlığına duyulan ibadet hissi, ruhdan gelir. Eğer nefs, ruhun yüzeyini tamamen kapatırsa, bu ibadet hissi farkedilmez ve bu takdirde ruh, büyük bir azaba düşer. Namaz kılanlarda ruh, selametli bir huzur ve felah içindedir. Ezanda, hu yüzden “Hayya Alel Felah” müjdesi vardır.

Namazın en mucizevi sırrı nefse yöneliktir. Bir türlü dizgine gelmeyen nefs, okunan Fatihanın şifa sırrı ile çirkinliklerden kurtulur. Secdede o menhus gururunu kırar, insana yakışan çizgiye gelir. Nefsin, namazın bu esrarlı sırrında ulaştığı hidayeti sürdürebilmesi için infak etmesi mecburidir. Aksi takdirde namazın insana sağladığı yücelme, devamlılığını kaybeder. İmanı saksıda açan bir çiçeğe benzetirler. Namaz ona verilen suya, infak ise ışığa benzer. Su ve ışıktan mahrum çicek nasıl kurumaya mahkumsa; namaz ve infakdan mahrum insan da sönmeye mahkumdur. Ne’ var ki insanın nefsi, imandaki bu sönüşü uzun süre saklar. İman ettiği halde ibadete yanaş­mayan insan, işin farkına çok defa iş işten geçtikten sonra varır.

İnsan nefsi, ibadete bir türlü yanaşmadığı gibi, insanı ondan tamamen uzaklaştırmak için de çeşitli mazeretler bulur. Ve özellikle ibadet eden bazı kişilerin ibadetle yücelmediğini göstererek bu tuzağı hazırlar. Bu hususu iki noktada cevaplamak gerekir.

a- Bir insan ibadet ettiği halde yücelemiyorsa, bir şeyi eksik yapıyordur. Mesela namaz kılıyor, fakat infak etmiyordur.

b- Bir kimse askeri eğitim gördüğü halde savaşta yenilirse; bu insan örnek alınıp da, askeri okullar kapatılsın, denemez. Aynen bunun gibi, ibadetle yücelmediğini sandığımız kişilere bakarak ibadetten vazgeçilemez.

İbadetlerdeki diğer bir husus da, ibadetle yücelmeyi beklemek ve ondan maddi ve manevi bir fayda ummaktır. Bu bekleyişler insanı hataya düşürür. Çünkü ibadet, insan olmanın soluk almak gibi vazgeçilmez bir parçasıdır ve sadece emredildiği için ve Allah rızası gözetilerek yapılmalıdır.

İbadetten, ahirete ait olsa bile bir menfaat beklemek, onun ihlasını kaçırır. Yapılan ibadetle gururlanıp kendine paye çıkarmak fevkalade yanlıştır. Ve nefsin çirkin bir oyunudur.

İbadetin çok önemli bir hikmeti, topluma getirdiği huzurdur. Bir toplumun özellikle birlikte yaptığı ibadet (cemaat namazı) o toplumda kenetlenme ve sevgi meydana getirir. Selçuklu ve Osmanlılar bu sayede asırlar boyu ya­şamış ve her türlü iç ve dış şerlere karşı koyabilmiştir. Bir toplum ibadet ehli ise, o toplumdaki fertler her türlü şahsi sıkıntılardan kolayca kurtulur. Dertler cemaatlerin ısrarlı yardımlarının yanısıra maddi ve manevi güçleri sayesinde yok olur. Milletimizin içinde bulunduğu sıkıntıların en büyük sebebi, ibadetlerde ve sevgi bağlarında gösterdiği zaaftır.

Yoksa bu mübarek millet bugünkü şartlardan çok daha ağırlarını asırlar boyunca kolaylıkla atlatmıştır. İbadetler konusunda günümüzde çok yanlış bir slogana etmek istiyorum. Çağımızda birçokları:

“Efendim önemli olan kalp temizliğidir. Benim kalbim temiz, o yüzden ibadete gerek duymuyorum.” diyebiliyorlar:

Gerçekten asıl olan kalp temizliğidir. Ne var ki eğer bir kalbde hakiki temizlik varsa, bir dakika içinde kendini namaz seccadesinde bulur. Temiz olduğunu iddia eden bir insanın kendini su başında, lavaboda veya banyoda bulması gibi.
İbadetler konusunda bir başka yanlış slogan da:

“Ben karıncayı bile incitmedikten sonra ibadete ne lüzum var?” saçmalığıdır. Bunlara verilecek cevap:

İbadet etmeyen insan, karıncayı incitmemiş olabilir. Ama bu durumda ibadetleri emreden Rabbini ve o emirleri insanlara tebliğ etme vazifesiyle gönderilen Peygamberleri ve hususen Fahr-i Kainat Efendimiz’i (s.a.v.) incitmiş olmuyor mu?

Her insanı Allah’a yakın olma iştiyakı vardır. Duasının kabul olması için herkes çabalar, ne var ki bunun anahtarı da ibadetlerdedir. Namaz ve infakını yerine getiren bir insan, her şeyden önce devamlı dua halindedir. Çağımızın en ünlü matematik ustası Martin Gardner, son eserinde bakın ne diyor:

‘Heisenberg’in belirsizlik teorisine göre, hiçbir hadisenin gerçeğini önceden tayin edemeyiz. Dua bu belirsizliği yok eden ve kaderimizi Allah’ ın (c.c.) yüce kudretine havale eden tek yoldur.”

İbadetlerdeki en önemli noktalardan biri devamlılıktır. Bu yüzden ömür boyu abdest alıp namaz kılan kimse, vü­cudu için erişilmez bir sağlık sırrını da kazanmış olur.

Namazın çok özel bir sırrı, namaz emrinin veriliş tarzı­dır. Bilindiği gibi namaz, mirac’da Efendimiz’ e (s.a.v.) hediye edildiğinde, Efendimiz:

- Ya Rabbi, inanan salihlere de bu mutluluğu lütfet, di­ye niyazda bulunduğu ve Allah’ta (c.c.):
- O halde namaz kılsınlar, buyurdu.

Şu halde namaz, gaye itibariyle İlahi huzura intikaldir. Bu sayede insan, adım adım yücelir ve Allah’ a yakın olur.

Allah’ın (c.c.) Efendimiz ‘e (s.a.v.) olan sonsuz ihsanı ve ikramı hatırına, müminleri huzuruna ka­bul etme lütfü olan namaz’a karşı en ufak bir ihmalin ne kadar büyük bir şaşkınlık olacağı aşikar­dır. İlahi nimetlerin bol bol ihsan edildiği bir bayram ziyafeti olan namaz’a karşı gösterilecek tembellikler, tek kelimeyle nasipsizliktir.

Namaz, kainatın en yüce davetidir. Ve hadiste de belirtildiği gibi “dinin direği’’dir. Nefsin cılız ve sahte mantıklar ile kurduğu tuzaklardan şiddetle kaçarak namaza koşan her insan, ebedi saadete namzettir.

Onk. Dr. Haluk Nurbaki

Hiç yorum yok:

Powered By Blogger