15 Eylül 2007 Cumartesi

NAMAZDA HUŞU 43

Huşulu namaz:

Yukarıki bölümlerde açıklamıştık ki salat, fiilî duâ demektir. Duâ da “kulun, ihtiyacını, gönlünden gelen düşünce ve isteği Allah’a arzetmesidir.” Onun için duâ, kulluk görevlerinin en hasıdır, özüdür. En başta gelenidir. Hiç şüphesiz ki Allah, içimizden geçeni, dertleri, sıkıntıları, istekleri ve ihtiyaçları bilir. Onun için insan onu saygı ve edep çerçevesinde Allah’a arz edip ondan istekte bulunmalıdır. Bunu yaparken en fazla dikkat edeceği husus, Allah’a isteklerini iletirken göstereceği samimiyet ve saygıdır.

Namazın mahiyeti ve nasıl kılınacağı, huşu’ ve hudu’ yönünden bilinmediğinden namaz kılanların sayısı azalmıştır. Profesyonel namaz kılanlar ve imamlar türemiştir. Ruhsuz kılınan namaz anlamsız hareketlere dönüşmüştür. Kılanların da namazı niçin kıldıkları tartışılır ve merak edilir olmuştur.


Öyleyse nedir bu, bu kadar önemli olan “hudu’” ve “huşu’” ?

Hudu’: Eğilmek, bükülmek, küçülmek ve tam teslim olup itaat etmek, sözü yumuşatmak, kibar, tatlı söylemek anlamınadır.


Huşu’: Çoğunlukla vucut organlarının saygısı anlamına kullanılmakla birlikte “genel saygı” anlamını ifade eder.


Bakınız, A’raf suresi âyet 55:


“Rabbinize yalvara yalvara ve için için duâ edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez.”


Bu âyet indiği zamanlarda da şimdiki gibi riyakar, ısmarlama duâ yapan, süslü püslü sözlerle emir verir gibi bağırıp çağırarak duâ yapan duâcılar varmış. Hani Radyo ve Tv’lerde, mevlüt merasimlerinde, Hacc’da, tavafta yapılanlar var ya işte öyle. Bu âyetle Cenabı Hakk, duânın nasıl yapılması gerektiğini bizlere lütuf olarak bildirmekte. Bağırarak, çağırarak, emreder gibi, hele hele ne denildiği bilinmeden ve o bilinçte olmadan yapılan duâlar duâ olmadığı gibi Allah’a karşı da saygısızlık ve edepsizliktir. Haddi aşmaktır. Allah ise haddi aşanları, saygısızları ve terbiyesizleri sevmez. Burada Kütüb-ü Sitte’de yer almış sağlam bir rivâyeti Nakledelim. Buhari’deki metinle. Buhari bu rivâyeti, Tevhid, Megazi ve Kader bölümlerinde mükerrer olarak verir. Biz Tevhid Kitabı, 6. Bab, 16 numaralı rivâyeti sunuyoruz:


“…… Ebu Mûsa el-Eşari şöyle demiştir: “Bizler Rasulüllah’ın maiyyetinde bir gazvede bulunduk. Yolda ilerlerken yüksek bir mevkie çıktıkça, bir yüksek yola yükseldikçe, bir vâdi içine indikçe muhakkak buralarda tekbir getirerek seslerimizi yükseltmeğe başladık. Rasülüllah bizim yanımıza yaklaştı da:

“Ey insanlar! Nefislerinize yumuşak davranın(seslerinizi çok yükseltmeyin)! Şüphesiz ki, sizler bir sağırı ve bir gâibi çağırmıyorsunuz. Sizler şüphesiz Semî’ ve Basîr olan Allah’a duâ ediyorsunuz.” buyurdu. ….”


Evet, kulluğun özü, gerçek göstergesi duâdır. Duânın özü, gerçek göstergesi de Hudu’ ve Huşu’’dur. Namaz da yapılabilecek duâların en üstünü olduğundan, yani, namaz hem gönül hem beden hem de dil yapılan komple bir duâ olması nedeniyle, kesinlikle namaz, Hudu’ ve Huşu’suz olmamalıdır. Hudu’ ve Huşu’ namazın ruhudur. Hudu’ ve huşu’suz kılınan namazın kimseye yararı olmadığı gibi üstelik insana yüktür de.


Mü’minün suresi âyet 2:


“Onlar (kurtulan mü’minler) namazlarında saygılıdırlar.”


Ahzap suresi âyet 35:


“Allah şu kişiler için bir affediş ve büyük bir ödül hazırlamıştır: Müslüman erkekler, Müslüman kadınlar, mümin erkekler, mümin kadınlar,itaat eden erkekler, itaat eden kadınlar,özü-sözü doğru erkekler, özü-sözü doğru kadınlar, sabreden erkekler, sabreden kadınlar, Allah korkusuyla ürperen erkekler, Allah korkusuyla ürperen kadınlar, sadaka veren erkekler, sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler, oruç tutan kadınlar, ırz ve iffetlerini koruyan erkekler, ırz ve iffetlerini koruyan kadınlar, Allah’ı çok anan erkekler ve Allah’ı çok anan kadınlar.”


de namazlarını huşulu kılanların kendilerini kurtaracakları açıklanır.


Bakara suresi âyet 45:

“Sabırla ve namazla yardım isteyin. Bu, huşu edenlerden başkasına büyük olan bir iştir.”

te de Huşu’suz kılınan namazın insanlara yük olacağı, ağır geleceği bildirilir.


İsra suresi âyet 107-109, Fussılet suresi âyet 39, Enbiya suresi âyet 90, Bakara suresi âyet 45-46, Maûn suresi âyet 4,5, Haşr suresi âyet 21, Ğaşiye suresi âyet 1-4, Kalem suresi âyet 42-43, Kamer suresi âyet 7, Şura suresi âyet 45, Meâriç suresi âyet 43- 44, Naziât suresi âyet 8-9, Ta-Ha suresi âyet 108, Şuara suresi âyet 218, Hadid suresi âyet 16. ayetlerden anlıyoruz ki huşu’, gözlerimizle, sesimizle, yüzümüzle, gönlümüzle yüce yaratanımıza karşı bilinçli olarak ve içtenlikle göstereceğimiz saygıdır.


Riya olarak yapılan hudu’ ve Huşu’ yani rol olarak yapılan huşu’ ve hudu’ hiçbir işe yaramaz. Yukarıdaki âyeti celileleri iyi anlarsanız istenen ve beklenen hudu’ ve huşu’nun ne olduğunu kendiniz de pekâlâ anlarsınız.

Huşu’ ile ilgili kısa çok güzel açıklamalar da yapılmıştır. Tasavvufçular çok güzel ifadeler yaparken içlerinden ifrata düşüp ölçüyü kaçıranları da olmuştur. Konunun iyi anlaşılabilmesi açısından birkaç örnek vermekte fayda var:


_ Hz. Hasan R.A. abdest aldığı zaman yüzünün rengi değişir. Biri ona “Bu ne haldir?” diye sorunca “Büyük ve Cebbar olan padişahın huzuruna çıkma zamanı gelmiştir” buyururdu. Abdest alıp mescide gidince mescidin kapısında durup “Allah’ım, senin kulun senin kapında hazırdır. Ey ihsanı bol olan Rabbim, amelleri kötü olan kulun senin kapında hazırdır. Sen, bizden, iyi olanların kötüleri affetmesini istedin, sen iyilik sahibisin, ben ise kötülük sahibiyim. Ey kerim olan Rabbim, benim çirkin hareketlerimi, sende olan güzellikler hürmetine bağışla” der, sonra mescide girerdi.


_ Hz. Zeynel Abidin çok namaz kılardı. Seferde hazarda teheccüd namazını hiç bırakmazdı. Abdest aldığı zaman yüzü sararırdı. Namaza durduğu zaman bedeni titrerdi. Biri sebebini sorunca: “Haberin yok mu, ben kimin huzuruna çıkıyorum” derdi.


Hz. Abdullah bin Abbas ezan sesini duyunca ağlardı. Titrerdi. Birisi ona “ Biz de ezan sesi duyuyoruz ama bize hiç tesiri olmuyor, siz ne kadar korkuyorsunuz” deyince: “ Eğer insanlar müezzinin ne dediğini bilselerdi, rahat ve huzurları kaçar, uyku uyuyamazlardı.” Buyurdu. Sonra ezanın her cümlesinde yapılan uyarıyı genişçe anlattı.


_ Zinnun Mısrî’nin arkasında ikindi namazını kıldığını anlatan bir adam şöyle diyor: O, “Allahü ekber” derken “Allah” kelimesini söyleyince, Allah’ın heybeti onu öyle kaplamıştı ki, sanki bedeninde ruh kalmamış, tamamen kendisinden geçmişti. “Ekber” dediği zaman onun tekbirinin heybetinden kalbim sanki parça parça olmuştu.


İsam, Hatim-i Zahid Belhî’ye, “Siz namazı nasıl kılıyorsunuz?” diye sordu.O, “Namaz vakti geldiğinde önce, son derece sükunetle güzelce abdest alırım. Sonra namaz kılacağım yere giderim, son derece huzur içinde ayakta dururum. Sanki Ka’be karşımda, ayaklarım sırat köprüsü üzerinde, sağ tarafımda cennet, sol tarafımda ise cehennem var. Ölüm meleği başımda durmakta. Bu namaz, benim son namazım, bundan sonra belki bir daha namaz kılmak nasip olmaz diye düşünürüm. Kalbimin durumunu ancak Allah bilir. Ondan sonra çok aciz olarak: “Allahü ekber” derim. Sonra manasını düşünerek Kur’an okurum, tevazu ile rükuya giderim, aciz olarak secde ederim ve itminanla namazı bitiririm. Böylece bu namazın kabul edilmesini Allah’ın rahmetinden umarım, kötü amellerim yüzünden reddedilmesinden korkarım.”


Hz Aişe buyuruyor ki: “Peygamber efendimiz bizimle konuşurdu. Biz de onunla konuşurduk. Fakat namaz vakti geldiği zaman sanki bizi hiç tanımıyormuş gibi olurdu, tamamen Allah’a yönelirdi.”


Said Tennuhi namaz kılarken yanaklarından, kopmuş tespih taneleri gibi gözyaşı dökülürdü.


Biri, Half bin Eyyüb’e “Sinekler sana namazda sıkıntı veriyor mu? diye sorunca. “Namazıma eksiklik veren bir şeye kendimi alıştırmam. Suçlu kimseler, sadece “çok dayanıklı bir adammış” desinler diye devletin verdiği cezalara cesaretle ve metanetle tahammül ederler, sonra da bunu herkese övünerek anlatırlar. O halde ben kendi sahibimin huzurunda dururken bir sinekten mi rahatsız olup hareket edeceğim?” dedi.


Bir sahabi geceleyin namaz kılarken, bir hırsız geldi ve atının ipini çözerek götürdü. Bu durumu görmesine rağmen namazını bırakmadı. Biri ona “Niçin hırsızı yakalamadınız? diye sorunca; “Benim meşgul olduğum şey o attan daha değerli idi” dedi.


Hz. Ali’nin şu kıssası meşhurdur. Savaş esnasında kendisine bir ok isabet etse namazda iken çıkarılırdı. Bir defasında uyluğuna ok saplantı, etrafındakiler çıkarmaya uğraştılar, fakat çıkaramadılar. “Namaza durduğu vakit çıkaralım” diye aralarında meşvere yaptılar. O nafile bir namaza başladı. Secdeye gidince oku hızla çekip çıkardılar. Namazı bitirince etrafındaki topluluğa bakarak “Siz oku çıkarmak için mi geldiniz” buyurdu. Halk “Biz onu çıkardık bile” dediler.O “Benim haberim olmadı” dedi.


Müslim bin Yesar, namaz kılacağı zaman yanında bulunanlara “siz konuşabilirsiniz, ben sizin konuşmalarınızdan etkilenmem” derdi.


Amir bin Abdullah namaza durduğu zaman ev halkının konuşmaları bir tarafa, davul sesini bile duymazdı. Biri ona: “Peki namazda herhangi bir şeyden haberiniz oluyor mu?” diye sorunca, “Evet bir gün Allah’ın huzurunda duracağımızın ve iki evden, yani cennet ve cehennemden birisine gideceğimizden haberim oluyor” derdi. O kimse, “Ben onu sormuyorum, bizim konuşmalarımızdan bir haberin oluyor mu?” deyince, “Sizin konuşmalarınızı duymaktansa, bana mızrakların saplanması daha iyidir.” buyurdu.


Hudu’ ve Huşu’ nasıl sağlanır?


Hudu’ ve huşu’nun ne olduğunu öğrendikten sonra sıra,bunun nasıl sağlanabileceğini kavramaya geldi sanırım. Burada Psikoloji’de, “Bir ferdin, neyi gözleyeceğine dair bir seçme faaliyeti” olarak tanımlanan “Dikkat” konusu, ön plana çıkmaktadır. Dikkatin toparlanması, dağıtılmaması ve iyi kullanılması konularını iyi bilmek gerekmektedir. Durum bu merkezde olunca, namazda hudu’ ve huşu’ oluşturmak için dikkati dağıtan iç ve dış faktörleri uzaklaştırmak, dikkati celbeden iç ve dış amilleri de oluşturmak gerekecektir. Şöyle ki:


Önce amaçladığımız şeyi kesin olarak belirlememiz ve onu diğer şeylerden ayırıp ilk sıraya koymamız gerekecektir. Namaz vakti gelince yapacağımız en önemli görevimiz namaz olmalıdır. Diğer işlerimiz, ve ihtiyaçlarımız geri plana itilmelidir.

Fıtratı gereği insan, duyduğu, gördüğü, dokunduğu, kokladığı ve tattığı her şeye ilgi duyar ve akıl yürütür. Onlarla ilgili olumlu-olumsuz bir çok düşünce üretir. İnsan, namaz kılarken, dua ederken de duyduğu, gördüğü, dokunduğu, tattı ve kokladığı her şeyle ilgili düşünceler üretir. Onun için, dua ederken, namaz kılarken, bir şey duymamalı, dikkat çekici bir şey görmemelidir. Namaz kıldığı yer sakin ve sade olmalıdır. Özellikle kıble yönünde ve namaz kıldığı yerin zemininde renkli, motifli, desenli halılar, seccadeler, duvarlarda hat sanatları örneği yazılar, süslemeler, kilise çanı gibi dan dan vuran saatler bulunmamalıdır. Namaz kıldığı yer bir sanat galerisi niteliğinde olmamalıdır. Sakin bir yerde olup uzak ve yakından değişik seslerden, gürültüden, patırtıdan uzak durmalıdır. (Bu örnekleri çoğaltabiliriz.)


Müslümanlar evlerinin bir noktasını namaz için tahsis etmeli, bu mekanda sık sık değişiklik yapmamalıdır. Zira insan her gördüğü yeni şey için de fikir yürütecektir, zihni namaz kılarken Allah’tan başka şeylere yönlenecektir. Dolayısıyla dikkati dağılacak, hudu’ ve huşu’su bozulacaktır. Alıştığı, âşina olduğu eski şeyler dikkati fazla dağıtmaz.


Namaz için yapacağı ön hazırlık; abdest, kıbleye dönme, adaba uygun giyinme ve niyet gibi faktörler de bilinçli yapılırsa hudu’ ve huşu’nun teminine yardımcı olacaktır. (Dua ve Abdest bölümlerine göz atınız!)


Toplu, cemaat halinde namaz kılmaya gayret etmelidir. Birlik ve beraberlik içindeki hazırlık da hudu’ ve huşu’ oluşmasına yardım edecektir. Safta durmak insanın psikolojisini etkiler. Zira namaz safında, insanlar arasındaki zenginlik-fakirlik, şahlık-gedalık, alimlik-cahillik, gençlik-ihtiyarlık, dil, ırk, makam ve mevki farkları yok olur. Kral ile hizmetçi, beyaz ile zenci vs. bile omuz omuza gelir. Bunların hepsi hudu’ ve huşu’a neden olur.


Namaz kılınacağı zaman zihinsel birçok düşünce altında kalınacağı, onların hudu’ ve huşu’u bozacağı bilincinde olunmalıdır. Bu bilince sahip olanlar hazırlıklı olduklarından kolay kolay dikkatlerini dağıtmazlar.


Dikkatin dağılmaması için bir yol da şudur: Namazda okunan her kelimenin anlamını düşünmek gerekir. Sözcükler yavaş okunmalı ve sözcük ile anlamı aynı anda düşünülmelidir. Bir kelimenin anlamı zihinde canlanmadan diğer sözcüğe geçilmemelidir.


Namaz kılarken Rasülüllah efendimizin de önerdiği gibi göz secde edilen yere odaklanmalıdır. Çünkü duyularımız bir yere yoğunlaştığı zaman diğer duyularımız zayıflar dış alemden etkilenmez.


“Kıraat” bahsinde açıkladığımız gibi, namazda dua mahiyetindeki ayetler okunmalı, kıssa ve ahkam ayetleri okunmamalıdır. Kıssa ayetlerinde zihin tarihin derinliklerine, ahkam ayetlerinde de sosyolojik düşüncelere dalar. Namaz dua ve niyaz olma esprisini kaybeder, tarih ve sosyoloji dersine dönüşür.Dikkat dağılır, hudu’ ve huşu’ kalmaz.


En önemlisi de biz Allah’ı görmüyoruz ama o şüphesiz bizi görüyor. Biz de O’nu görüyormuşuzcasına, tam karşısında, önünde duruyormuşuzcasına namaz kılmalıyız, dua etmeliyiz.


Gerektiğinde bir psikologdan destek almalıyız. Bu hususu ciddiye alıp sorun haline getirmeliyiz. Zira bu husus, basit takıntılarımızdan, saplantılarımızdan daha önemlidir.


Hudu ve huşu’nun temini şüphesiz zor bir olaydır ama mümkündür. Sadece devamlılık ve çaba ister. Allah cc. yardımcımız olsun!


Hakkı Yılmaz

Hiç yorum yok:

Powered By Blogger