15 Eylül 2007 Cumartesi

BAMBAŞKA NAMAZLAR 2

***Bambaşka Namazlar - Efendimiz (s.a.v) 2***

Bir kimseye en çok sevdiği insanlardan birinin geldiği müjdelendiğinde nasıl sevinir ve kendinden geçerse; Allâh Rasûlü de namaza duracağı zaman, bu sevinçten yüzlerce kat fazlasıyla sevinç ve coşkunluk duymaktaydı. Rabbine karşı huşû ve tevâzûun zirvesine çıkar ve O'na yalvarıp yakarmaktan ayrı bir kulluk zevki alırdı. Bir defâsında Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve selem- namazı şöyle târif buyurdular:

'Namaz ikişer ikişer kılınır. Her iki rek'atta bir teşehhüd vardır. Namaz huşû duymak ve temeskün (tezellül) izhâr etmektir... Ellerini, içleri yüzüne dönük olarak Yüce Rabbine kaldırırsın ve Yâ Rabb! Yâ Rabb! Yâ Rab! diye yalvarırsın. Kim bunu yapmazsa namazı eksiktir.' (Tirmizî, Salât, 166) Yani namaz kulun Yaratanı karşısında aczini ve za'fını idrak ederek muhtaçlığını arz etmesi ve gönülden gelen feryatlarla iç âleminde kıyâmetler koparması, tazarrû ve niyazda bulunmasıdır.

Müslümanlar kendilerine farz olan beş vakit namazı kılarlardı, halbuki Rasûl-i Ekrem fazla olarak kuşluk, işrak, teheccüd gibi nâfile namazlar da kılardı. Bütün müslümanlar her gün üzerlerine farz olan on yedi rek'at farz namazı kılarlarken, Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve selem- geceli gündüzlü günde farz ve nâfile olarak 50-60 rek'at namaz kılardı. Bu namazlarda Allâh'a muhabbet manası Rasûlullâh'ın kalbindeki her şeyden ve her manadan daha üstündü. Rükûu uzatırdı, o derece ki uzaktan bakan onu secdeye kapanmayı unuttu zannederdi.

Huzeyfe -radıyallâhu anh- şöyle anlatıyor: Bir gece Nebî -sallallâhu aleyhi ve sellem- ile berâber namaza durdum. Bakara sûresini okumaya başladı. Ben içimden:

- Yüzüncü ayete varınca rukûya varır, dedim. Yüzüncü ayete geldikten sonra da okumasını sürdürdü.

Ben: - Herhalde bu sûre ile iki rekat kılacak, diye zihnimden geçirdim. Okumasına devam etti. Sûreyi bitirince rükûa varır, diye düşündüm. Sonra Nisâ sûresini okumaya başladı. Bitirince Âl-i İmrân sûresini okumaya başladı. Ağır ağır okuyordu. Tesbih âyetleri geldiğinde 'sübhânallâh' diyor, dua âyeti geldiğinde duâ ediyor, istiâze ayeti geldiğinde de Allâh'a sığınıyordu. Sonra rükûa vardı. 'Sübhâne Rabbiye'l-Azîm' demeye başladı. Rükûu da kıyâmı kadar sürdü. Sonra 'Semiallâhu limen hamideh. Rabbenâ leke'l-hamd' diyerek (doğruldu) . Rükûda durduğuna yakın bir müddet kıyamda durdu. Sonra secdeye vardı. Secdede 'Sübhâne Rabbiye'l-A'lâ' diyordu. Secdesi de kıyâmına yakın uzunlukta idi. (Müslim, Salâtü'l-Müsâfirîn, 203)

Vahyin başlangıcından itibaren namazını Beytullah'ın avlusunda kendisine düşman olan, insafsızca eza ve cefâ eden müşriklerin gözünün önünde kılardı. Namazda iken müşriklerden bazıları üzerine hücum etmişti de onlardan korkup da namazını bile bırakmamıştı. Savaş esnasında iki tarafın kuvvetleri karşılaşıp da kılıç seslerinin şakırdadığı, mızrakların vızıldadığı, kalplerin hızla çarptığı bir zamanda dahî namaz vakti geldiğinde, namazı kılmak için müslümanlar saf saf olurlar, önde Peygamberleri imam olurdu.

Ebû Hureyre radıyallâhu anh anlatıyor: Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- bir sefer esnâsında

Dacnân ile Usfan arasında konaklamıştı. Müşrikler:

- Onların bir namazları vardır ki onlar için babalarından ve evlatlarından çok daha kıymetlidir. Bu namaz ikindi namazıdır. Hazırlığınızı yapın, üzerlerine toptan bir kerede çullanın! ' dediler.

Cebrail aleyhisselam, Resulullah -aleyhi's-salâtü ve's-selâm-'a gelerek ashabını iki kısma ayırmasını, onlardan bir grupla namaz kılarken diğer grubun geri tarafta ayakta beklemesini, tedbirli olmalarını ve silahlarını beraberlerinde almalarını, birinci gruba bir rek'at kıldırmasını, bu kısmın birinci rekatten sonra geri çekilmesini, arkadaki grubun öne ilerlemesini, bu yeni gruba da bir rek 'at kıldırmasını, böylece her bir grubun Resulullah'la birlikte birer rek'atlerinin olmasını, Resulullah'ın da böylece iki rek'at kılmış olmasını emretti. (Tirmizî, Tefsîr, 4 (3035)

Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve selem-'in âllâh'ın huzûruna durma iştiyâkı o kadar yüksekti ki savaşlarda sâdece farz namazları kılmakla yetinmez, geceleri sabahlara kadar doya doya ibâdet iklimini yudumlardı. Nitekim Ali -radıyallâhu anh- Bedir Gazvesi'ni anlatırken şöyle demektedir:

- Bedir günü aramızda Mikdâd'dan başka süvâri yoktu. İyi biliyorum, o zaman Allâh Rasûlü hâric hepimiz uyumuştuk. Rasûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem- ise sabaha kadar bir ağaç altında namaz kılıp ağlamıştı.

İşte onun Alâh'a bağlılığı böyleydi. Namazlarını dâima vaktinde kılmıştır. Hatta vefat ettikleri hastalıklarının en şiddetli ânlarında dahî, bile bile namazı geçirmemişti. Bu hastalığı o kadar çok şiddetlenmişti ki kuvvet ve tâkatten kesilmişti. Öğle ve ikindide iki kişinin yardımıyla odasından çıkarak mescide kadar vardı ve namazı cemaatle kıldı. Ölüm acıları içinde kıvranmasına rağmen ümmetinin en çok istifâde edeceği husûsları hatırlatmaktan geri durmamış ve son sözleri: 'Namaz! Namaz! Mâlik olduğunuz (köleler) hakkında Allâh'tan korkun! ' olmuştu. (Ebû Dâvûd, Edeb, 133)

Hiç yorum yok:

Powered By Blogger