28 Eylül 2007 Cuma

NAMAZ (ali budak)2

Namazı duyma
ALİ BUDAK
Namazı duyma, her rüknünü vicdanında hissederek kılma, O’nun huzurunda bulunduğunun şuurunda olma çok önemlidir. Ama bunun yanında namazı namaz yapan rüku, secde, kıraat, kıyam, teşehhüd gibi zahiri erkâna riayet de şarttır. Kur’an’ı tilavet kaidelerine riayet ederek hakkıyla okumayı da namazın zahiri erkanı gibi değerlendirebilirsiniz. Namazı duyma, her rüknünü vicdanında hissederek kılma, O’nun huzurunda bulunduğunun şuurunda olma çok önemlidir. Ama bunun yanında namazı namaz yapan rüku, secde, kıraat, kıyam, teşehhüd gibi zahiri erkâna riayet de şarttır. Kur’an’ı tilavet kaidelerine riayet ederek hakkıyla okumayı da namazın zahiri erkanı gibi değerlendirebilirsiniz.

Zevk alamıyorum’ diyerek ibadetleri terk etmeyin
ALİ BUDAK
İbadet ve taattan zevk alamayınca ibadeti terk etmek düşüncesi, nefsin bir aldatmacasıdır. Bu tür şeyler, kasten istenilmez. Yani, zevk almak için ibadet edilmez. Önemli olan, içinde bulunulan en olumsuz şartlara rağmen, gerek şahsî gerekse içtimaî vazifelerimizi eksiksiz yerine getirmektir.
Bazen uzun bir sükût, özene bezene hazırlanmış bir hutbeden daha beliğdir ve daha çok mânâ ifade eder. Her türlü ağır şartlar altında aşkımızı, şevkimizi devam ettirebilme, belki de aynı şartlarda dolu dolu namaz kılmaktan aşağı kalmaz. Meselâ, cemaatle birlikte, yüreklerimiz hoplayarak kılınan namaz mı, yoksa tek başımıza bir yerde alnımızı secdeye koyup, hiçliğimizi idrak mi daha hayırlıdır bilemeyiz. Bu sebeple belki de devamlı huzur içinde bulunanlar vazifelerini hakkıyla yerine getirdiklerini düşünürlerse yanılabilirler. Çünkü, Cenab-ı Hakk’ın nelerden razı olacağını tam olarak kestirmemiz mümkün değildir. Zor şartlar altında çalışan ve insanlığa hizmete gayret gösteren insanlar, belli anlarda ahireti, Rabb’in nimetlerini düşünerek kendilerini yenilemelidirler.

İçki içenin 40 gün namazı olmaz mı?
ALİ BUDAK
İbadetin birkaç yönü vardır: 1. Kul, ibadetle cennete ehil hale gelir. Yani, bakırken altın, gümüş olur. 2. Allah’a karşı mükellefiyetlerini yerine getirir. 3. Hayrın hayır doğurması şeklinde bir “salih daire teşekkül eder” ve bu salih daire insanda ibadet, itaat aşkını uyarır; sonra da böyle devam eder gider.

İçki meselesine gelince: 1. İnsan içki içtikten sonra kıldığı namazları kaza edecek diye açık, sahih bir nass olmadığı gibi, mürsel, merfû, zayıf, metruk bir rivayet de yoktur. 2. Nasıl insan jimnastik yaptığında sağlık ve sıhhat kazanır, insan da namazda yatıp kalkmakla ibadet aşkı kazanır. Ama içki içen insan daha sonra ibadet edince hiç içmeyen gibi olamaz, aynı derecede zevk ve lezzet alamaz. Dolayısıyla, “içki içmiş kişi 40 gün namaz kılamaz”, demenin dînî hiçbir hükmü yoktur; ama yukarıdaki tesiri de düşünmek gerektir. Bu şuna benzer. Bir insan bina için temel atar, duvar örer de bu eve tavan yapmazsa eksik kalır. Aynen öyle de, içkili veya haram lokma yiyen kimse abdest alır, namaz kılarsa, vazifesini yerine getirir ve ona terettüp eden sevabı kazanır; ama binanın çatısı bir ölçüde açık demektir. O, tamamlanınca İlâhî teveccüh de gerçekleşir


Çocuklara karşı duyarlılık gerek
ALİ BUDAK
Çocuklar hayatımızın fotoğrafı gibidir. Öyleyse onlara ona göre poz vermek lazım. Nasıl olmalarını istiyorsak onlara öyle gözükmeliyiz. Mesela namaz, Müslüman için vazgeçilmez, yeri başka hiçbir şeyle doldurulamaz bir ibadettir. Onun için çocukları namaza alıştırmaya ilk yıllarda başlamalıdır. 4 yaşından itibaren namaz tabiatlarının bir yanı haline getirilmeye başlanmalıdır. İlerleyen yaşlarda o “Namazsız olacağıma öleyim daha iyi!” diyecek hale gelmeli veya böyle düşününceye kadar telkine devam edilmelidir. Diğer bazı dinin mensupları yaz-kış demeden çok küçük yaşlarda çocuklarını alıp haftada bir gün adeta merasime götürür gibi ibadet yerlerine götürüyorlar. Biz ise bunu ancak bayramdan bayrama yapıyoruz. Onlar dinî giyim-kuşam tarzlarından da hiç taviz vermiyorlar. Uçak yolculukları dahil caiz damgası olmayan yiyecekleri yemiyorlar. Kendi değerlerine olan ihlas ve samimiyetlerinden dolayı da Allah bu dünyada onları mükafatlandırıyor. Bizde ise maalesef bu ölçüde bir ciddiyet yok. Oldukça zayıfız bu konularda. Bir ürkeklik, bir çekingenlik var. Halbuki dinimizi değişik surlarla tahkimat altına alıp korumamız gerekir. Farzlar, vacipler, sünnetler, müstehaplar, menduplar bu hususta iç ve dış sur hükmündedir. Mecbur olmadıktan sonra katiyen taviz verilmemeli, dinî değerleri koruma ve yaşama konusunda çok ciddi ve kararlı olunmalıdır.

Her namazımızı veda namazı kılar gibi kılalım!
ALİ BUDAK
Bir zât Efendimiz (sas)’e gelir ve şöyle der: “Ya Rasûlallah, bana bir şeyler öğret, ama kısa olsun.” Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurur: “Namaz kıldığında onu veda namazı gibi kıl! Yarın pişman olup, özür dileyeceğin bir sözü söyleme! İnsanların elindekinden de ümidini kes.” (İbn Mâce, Zühd, 15; Müsned, 5/312)

Çocuklarınızı camiye götürün
ALİ BUDAK
Efendimiz zamanında küçük olmalarına rağmen çocuklar her zaman camiye gidebilirlerdi. Ne acıdır ki, günümüzde çocukları camiye götürmeyi cami âdâbına aykırı görüyoruz. Yine ne acıdır ki, her camide çocuklara zebani gibi görünen bazı haşin yaşlılar bulunabiliyor ve o yavrucukları camiden ürkütebiliyorlar. Maalesef bazen, dinî bilgileri, dünya görüşleri ve düşünceleri oldukça dar olan yaşlı insanlar, çocuklara yüzlerini ekşitmek, kaşlarını çatmakla caminin izzetini koruduklarını zannediyorlar. Halbuki onlar bu tavırlarıyla, çocukları camiden ürkütüyor ve Rasulü Ekrem’in (sas) sünnetine aykırı bir davranış sergiliyorlar. Hz. Peygamber (sas) camide safların tanzimi mevzuunda, erkeklerin önde, onların arkasında varsa hünsâlar, daha sonra çocuklar ve beşeri bir mülahazaya binaen onların arkasında da kadınların bulunmasını (Bkz: Vehbe Zuhayli, İslâm Fıkhı Ansiklopedisi, 2/352-353) tavsiye etmektedir. İşte böyle davranıldığında çocuklar, camide halkın namaz kılış şevkini, zevkini görüp duyacak ve dini yaşamaya alakaları artacaktır. Bu itibarla, değil onları kovmak, onlara sert görünmek, ürkütmek; kabilse hediyeler verilmeli ve namaza ısındırılmalıdır. Çocuklara cami, caminin bahçesi sevdirilmeli ve her zaman onların duygularında mabedin kutsallığı canlı tutulmalıdır. Rasulü Ekrem (sas) camide, cemaatin içinde namaz kılarken, torunu Ümâme’yi omuzuna alır, eğilirken yere bırakır, kalkarken de yeniden omuzlarlardı. [42] (en-Nesâi, Sehv, 13; Muvatta, Salât, 85). Bunu her konuda en iyi örnek olan Rasulü Ekrem’in (sas) yapıp örnek olması çok önemlidir.

Namazı zayi etmek
ALİ BUDAK
Namaz, mümini Rabbi ile irtibata koyan bağdır, enerji kaynağı ile cihazı birleştiren kablo mesabesindedir. Kablosuz cihaz çalışmadığı gibi, ibadetsiz insan da karanlıkta kalır, rûh gıdasını alamaz ve güçsüz kalır. Âyet, ümmetlerin çöküşlerinin, namazı gevşetmekle başladığına işaret ediyor: “Kendilerinden sonra yerlerine öyle bir nesil geldi ki namazı zâyi ettiler, şehvetlerinin peşine düştüler. İşte bunlar da azgınlıklarının cezasını bulacaklardır.” (Meryem, 19/59) Dikkat edilirse, ayette ceza bulacak olanlar namazı terk edenler değil, onu zayi edenlerdir. Yani kılarken kılmıyor sayılanlar, Allah’a yakınlık vesilelerini uzaklık unsurları gibi kullananlar bu cezaya çarptırılacaktır.

Cami cemaatine ziyafet
ALİ BUDAK
Bir gün Harun Reşit cami cemaatine ziyafet vermek istiyor ve Behlül Dânâ’ya, “Camiye git namazdan sonra cemaati al gel!” diyor. Behlül de akşam namazından sonra cami çıkışında kapıda duruyor ve çıkanlara “İmam namazda ne okudu?” diye soruyor. Birçoğu hatırlayamadığını söylüyor. Birkaç kişi doğru cevap veriyor. Behlül de onları alıp saraya götürüyor. Harun Reşit “yahu bu akşam camiye gelenlerin hepsi bu kadar mıydı?” diyor. Behlül de: “Evet efendim, bana göre bu kadar. Böyle böyle yaparak kimin hakikaten namaz kıldığını anlamaya çalıştım ve onları alıp getirdim.” diyor.

Cuma, mü’minleri kaynaştırır
ALİ BUDAK
Cuma namazı, Müslümanların kaynaşmalarını sağlaması açısından, büyük önem arz etmektedir.
Bu namaz sayesinde, zengin-fakir, amir-memur, işçi-işveren, güçlü-güçsüz, genç-ihtiyar aynı safta yer alırlar. Böylece Yüce Allah’ın huzurunda; herkesin eşit olduğu gerçeği tezahür eder. Cuma saati; kılınan namazı ile, duaların kabul edileceği mübarek saatiyle; mü’minleri aydınlatan vaaz ve hutbesiyle ve daha nice maddi ve manevi güzellikleri ile, Müslümanlar için müstesna bir gündür. Müslümanlar olarak bu mübarek cuma gününe özel önem vermeliyiz. Bunca güzelliğin ve bereketin kendisinde toplandığı Cuma Namazı’na iştirak etmek için, azami gayret sarf etmeli, bu hususta büyük bir titizlik göstermeliyiz.

Cuma günü içinde duaların kabul edildiği vakit

ALİ BUDAK
Cuma, dinimizde çok önemli kabul edilen haftalık toplu ibadet günüdür. Bu günde bir araya gelerek topluca Cuma namazını kılmak için Rabb’imize yöneliriz. Cenab–ı Hakk’ın bu güne has bazı lütufları vardır. Bu sebeple Cuma günü, uyanık bir kalb ve gönülle idrak edilmelidir. Efendimiz (sas), “Onda bir saat vardır; bir kul o saate ererse, Allah’tan her ne istemişse onu Allah kendisine mutlaka verir.” buyurur. Bu ânın ne zaman olduğu hususunda değişik sözler söylenmiştir.

Mesela; Abdullah ibn Selam (ra); “Allah Rasulü (sas) oturuyordu. Ben, ‘Allah’ın kitabında (Tevrat’ta) şu ifadeyi buluyoruz: Cuma gününde öyle bir saat vardır ki, mümin kul o saati denk getirerek namaz kılıp Allah’a dua ettiği takdirde isteği mutlaka yerine getirilir.’ dedim. Benim bu sözüm üzerine Rasulullah, ‘Yahut bir saatin bir kısmı.’ diye bana işaret buyurdu. Ben de; ‘Doğru söylediniz veya bir saatin bir kısmı’ diyerek sözümü düzelttim. Sonra sordum, ‘Bu vakit (Cumanın) hangi vaktidir?’ Bana, ‘O, gündüzün saatlerinin sonudur’ diye cevap verdi. Ben: ‘Bu saat namaz vakti değildir.’ deyince bana şu cevabı verdi: ‘Evet, mümin kul namaz kılar, sonra müteakip namazı beklemek maksadıyla oturursa o, sevap yönüyle aynen namaz kılıyor gibidir.” Buradan anlaşıldığına göre, tıpkı Kadir Gecesi’nin Ramazan’ın içinde dönüp durduğu gibi, o an da Cuma günü içinde gezip durmaktadır. Dolayısıyla o dakikayı yaşayabilmek, Cuma gününü bir bütün olarak yaşayıp Allah’a tam bir teveccühle yönelmeye bağlıdır. Bu yüzden Peygamber Efendimiz (sas), bu günü ashabıyla birlikte şuurlu olarak ve adeta bir miraç yapıyor gibi geçirmiştir. Rahmet–i İlahi’den ümit edilir ki, bu ruh ve hava içinde Cumayı değerlendirdiğimiz müddetçe, Cenab–ı Hak, duaların geçerli olduğu o dakikaya rastlatır ve dualarımızı kabul eder. Allah Resulü’nün hayatına baktığımızda O’nun da bu günde dua ettiğini ve Allah’ın dualarını kabul ettiğini görüyoruz. İşte Efendimiz’in bu müstecab dualarından bir örnek; Hz. Enes (ra) anlatıyor: “İnsanlar kıtlığa maruz kaldılar. Resulullah (sas) bir Cuma günü hutbe verirken bir bedevi kalkıp: ‘Ey Allah’ın Resulü! Malımız helak oldu, nicedir yağmur yağmıyor. Bizim için Allah’a dua ediver!’ dedi. Bunun üzerine Aleyhissalâtu Vesselam ellerini kaldırdı. Biz gökte bir bulut göremiyorduk. Allah’a yemin olsun, daha ellerini geri çekmeden, semada dağlar gibi bulutlar peydah oldu. Derken daha minberden inmemişti ki, mübarek sakalından yağmur damlaları dökülmeye başladı. O gün, ertesi güne kadar yağmur yağdı. Daha sonraki gün de yağdı, onu takip eden günde de yağdı, hatta müteakip Cumaya kadar yağış devam etti. Öyle ki, o bedevi veya bir başkası gelip: ‘Ey Allah’ın Resulü! Binalarımız yıkıldı, hayvanlarımız suda boğuldu, bizim için Allah’a dua ediniz de artık yağmur kesilsin.’ dedi. Efendimiz (sas) ellerini kaldırıp: ‘Allah’ım, etrafımıza yağdır, üzerimize olmasın! (başka bir rivayette ise Allah’ım, (yağmur) etrafımıza yağsın, üzerimize değil! Allah’ım, dağların ve tepelerin üzerine, vadilerin içine, ağaç biten yerlere olsun.)’ diye dua etti. Eliyle bulutlara doğru işaret etti. Hangi istikametteki buluta işaret etti ise bulutlar orada açıldı. Bütün Medine buluttan temizlendi. Biz de çıkıp güneşte yürüdük.” Evet, Allah Resulü (sas) ellerini kaldırmış, Allah da yükselen bu isteğe icabet buyurmuştur. O halde, bizler de Cuma günündeki bu icabet saatini yakalamaya çalışmalıyız. Bu günü diğer günlere nazaran ayrı bir hassasiyet içinde dua ve ibadetlerle geçirmeliyiz.


İbadetin ruhu: Zikir ve ihlâs
ALİ BUDAK
Namaz, oruç, hac gibi ibadetlerin, iyiliği emretmek, kötülü engellemek (emr-i bi’l ma’ruf, nehy-i ani’l münker) gibi hallerin özü ihlas ve samimiyettir. İbadetlerin damarlarında dolaşan kan da zikirdir. Zikir, hem dil, hem kalb, hem beden ve hem de vicdanın bütün erkânıyla yerine getirilen bir vazife ve bir kulluk borcudur. Cenâb-ı Hakk’ı bütün esmâ-i hüsnâsıyla, bütün kudsi sıfatlarıyla yâd etmek, hamd ü senâyla anmak, tesbihlerle gerilmek, kitabını okumak, O’nun rehberliğine sığınmak; kâinat kitâbındaki ayetlerini manâ-yı harfiyle mırıldanmak; aczini ve fakirliğini duâ lisânıyla ilân etmek.. evet, bunların hepsi lisâna, dile âit birer zikirdir. Emir ve yasakları ciddî bir duyarlılıkla hayata taşıyıp yaşamak, her emir ve her yasakla kendisine yapılan teklifleri vicdanında hissederek, iştiyakla emirlerin îfâsına koşmak ve derin bir mes’ûliyet şuuruyla yasaklardan kaçınmak da bedenî zikirdir ki, dil ile yapılan zikrin derinliği de büyük ölçüde bu ikinci zikirden kaynaklanmakta ve bu “ani’l merkez” güçle bir ölümsüz ses hâline gelmektedir. Öyleyse asıl olan, dile ait zikri ve bedenî zikir diyebileceğimiz aksiyonu beraber götürmektir.


Yolculukta namaz nasıl kılınacak?
ALİ BUDAK
Asli vatanından, dinen sefer sayılacak uzaklıkta bir yere gitmek üzere yola çıkan bir kimse yolculuk esnasında dört rekatlı farzları ikişer rekat olarak kılar. Gittiği yerde 15 günden az kalacaksa aynı şekilde dört rekatlı farzları ikişer rekat olarak kılar. Gittiği yerde 15 gün veya daha fazla kalmaya karar verirse, namazlarını tam kılar. Buna göre, Arafat’a çıkmadan önce Mekke’de kesintisiz en az 15 gün veya daha fazla kalanlar, mukim sayıldıklarından, gerek Arafat’a çıkmadan önce Mekke’de, gerek Arafat, Mina ve Müzdelife’de ve gerekse Arafat dönüşü Mekke’de kaldıkları süre içinde namazlarını tam olarak kılarlar. Arafat’a çıkmadan önce Mekke’de 15 günden az kalanlar, misafir sayıldıklarından gerek Arafat’a çıkmadan önce Mekke’de, gerek Arafat, Müzdelife ve Mina’da namazlarını seferi olarak kılarlar. Arafat’tan döndükten sonra Mekke’de 15 gün veya daha fazla kalacak olanlar ise bu süre zarfında namazlarını tam olarak kılarlar. Uygulamada Medine ziyareti 15 günden az olduğundan Medine’de namazlar seferî olarak kılınır. Seferî olup da oralarda mukim olan imamlara uyarak namazlarını kılanlar, imamla birlikte namazlarını tam olarak kılarlar.


Duamız olmasa ne önemimiz var?

ALİ BUDAK
Dua, Rabb’imize arz ettiğimiz bir dilekçeye benzer. Bu dilekçe ile gönlümüzü her şeyi yaratan, mutlak güç ve kudret sahibi Yaratıcımıza açarız. Nasıl ki günlük hayatımızda yazdığımız dilekçelerde bazı kabul şartları istenir. Aynen bunun gibi Cenab–ı Hakk’a yaptığımız dualarımızda da âdâb kabilinden bazı şartlar vardır. Şimdi isterseniz bu şartların neler olduğunu beraberce öğrenelim:

* Evvela abdest alıp kıbleye yöneldikten sonra ellerimizi açıp Rabb’imize “Elhamdülillahi rabbi’l–âlemîn” diyerek hamd ü senada bulunmalıyız. “Elhamdülillahi rabbi’l–âlemîn”, ‘gökleri ve yeri yaratan, kalbimden geçenleri bilen, bütün isteklerimi yerine getirmeye muktedir Allah’ım, Sana şükürler olsun’ anlamına geliyor. * Rabbimize hamd ettikten sonra ikinci olarak Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) “essalâtü ve’s–selâmü alâ rasûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn” diyerek salât u selâmda bulunmalıyız. Bir Hak dostunun ifadesiyle bu, âdeta, bir kapıyı vururken, o kapının önünde duran, o kapının kilit ve anahtarlarını elinde tutan Zât’a selâm vermek gibidir. Gönülden gelerek getirilen böyle bir salat o kapının açılmasına vesile olacaktır. Efendimiz (sas), bir adamın yaptığı duayı duyar ve “Bu adam acele etti.” der. Sonra da onu yanına çağırtıp şöyle buyurur: “Biriniz namaz kılıp arkasından dua için ellerini kaldırdığında, Allah’a hamd ve sena ile başlasın, sonra Peygamber’e salât ve selam okusun, ondan sonra istediği duayı yapsın.” * İstenilen şeylerin Cenâb–ı Hak tarafından kesinlikle kabul göreceğine gönülden inanarak dua etmeliyiz. Sadece ellerimizi değil gönlümüzü de açarak içten gele gele, yana yakıla yalvarmalıyız. Duâ, eğer şartlarına uygun yapılmışsa muhakkak kabul görür. Ancak kabûl ediliş keyfiyeti, bizim istediğimizin aynı olmayabilir. Bazen bizim istediğimiz, bizim için hayırlı olmadığından, bir rahmet eseri olarak Cenab–ı Hak bize, istediğimizi değil de esas istememiz gerekeni ihsân buyurur. Bazan da duâmız âhiretimiz hesabına kabul görür. * Duamızı yine salât ve selâmla bitirmeliyiz. Bu şekilde yaptığımız duayı adeta iki salavat arasına alarak takdim etmiş olacağız. * Dualarımızda ısrarlı olmalıyız. Bir kere istedikten sonra olmuyor diye tekrar istememek yanlıştır. Nitekim “İnsan, ben Allah’tan istedim de bana isteğim verilmedi demediği ve istemeye devam ettiği müddetçe, istediği kendisine verilir.” hadis–i şerifi bu hakikati belgeler mahiyettedir. * Duamızı bitirdikten sonra “amin” demeliyiz. Bu kelime, “Allah’ım! Yaptığım duamı kabul eyle” anlamına gelir. Hadiste bir sahabi bu meseleyi şöyle anlatıyor: Bir gece Resulullah ile dışarı çıkmıştık. Dua eden bir adama rastladık. Allah Resulü durup onu dinlemeye koyuldu. Sonra da şöyle buyurdu: “Eğer sonunu iyi bağlarsa, istediklerini hak eder.” Cemaatten birisi, “Ey Allah’ın Resulü! Duayı nasıl bitirmesi gerekir?” diye sorar. Allah Resulü ise “Amin kelimesi ile. Eğer böyle bitirirse, istediği kendisine verilir.” buyurur. * Sadece ihtiyaç ve sıkıntı anında değil, genişlik ve rahatlık içinde bulunduğumuz zamanlarda da dua etmeliyiz. Nitekim Efendimiz bir hadislerinde “Kim sıkıntı ve güçlük içinde bulunduğu zamanlarda duasının kabul olunmasını isterse, bolluk ve mutluluk zamanlarında çok dua etsin.” buyurarak bu hakikati dile getirmiştir. * Kur’an–ı Kerim’de Allah, bize kendisine nasıl dua etmemiz gerektiğini ifade ediyor. “Allahümme” veya “Rabbenâ” ile başlayan bütün ayetler dua ayetleridir. Bu ayetleri okuyarak Rabb’imize dua edebiliriz. Bunun dışında dua kitaplarında “me’surât” diye geçen bizzat Efendimiz’in yaptığı duaları da yapabiliriz. Biz, haftada bir “Dua Ezberliyorum” köşesinde bu dualara yer veriyoruz. Dua için en uygun vakitler Hadis–i şeriflerde duanın kabul edilmesine en elverişli vakitler olarak şu zaman dilimlerinden bahsedilir: Gecenin son üçte birlik kısmı. Farz namazların sonrası. Secde esnasında yapılan dualar. Hac veya umrede yapılan dualar. Ezan okunduğu vakit. Ezanla kamet arası. Yağmur yağdığı zaman. Kur’an hatminden sonra. Gözlerimiz iman hassasiyetiyle yaşardığı zaman. Bizi yalnız Allah’ın gördüğü yerler. DUASI KABUL OLAN KİMSELER Değişik hadislerde şu kimselerin yaptığı duaların reddolunmayacağı haber veriliyor: Evine dönünceye kadar hacının ve gazinin duası. İyileşinceye kadar hastanın duası. Mü’min bir kimsenin, diğer mü’min kardeşi için gıyaben yaptığı dua. İftar edinceye kadar oruçlunun duası. Adaletli devlet başkanının duası. Babanın evladına duası. Esma-i Hüsna, salih ameller, peygamberler ve diğer büyük zatlar ile tevessül edilerek yapılan dualar. Misafirin ev sahibine duası. Mazlumun duası.

Hiç yorum yok:

Powered By Blogger