27 Mart 2010 Cumartesi

Namazla Çocuk Rahmet Kucağında Terbiye Olur

Rabbimiz Ankebut suresinde “Namaz insanı bütün kötülüklerden korur” buyurmuştur. Namaz insan için büyük bir terbiye metodudur. Namaz ile saygıyı, tevazu ve güzel ahlâkı öğrenen bir çocuk, Rabbi’ni tanır, ebeveynine asi olmaz. Namazla çocuk rahmet kucağında yetişen bir güle benzer.

İnsanoğlu dünyada iken ne derdi ne de tasası biter. Çoğu konuşmalar “İçimde bir boşluk var bir türlü dolmuyor…” sözleriyle noktalanır. Günah ve dünya sıkıntılarıyla yıpranıp sıhhatini kaybeden kalp huzuru bulamaz. Hz. Mevlana (k.s) Mesnevisi’nde bu boşluğu şöyle tarif eder; “Namaz ehli olmayanı, gönül namazı kılmayanı, öfke rüzgârı, şehvet rüzgârı, tamah rüzgârı alıp götürür.” Namaz gönül yaralarını sararken iç huzuru ve vicdani bir rahatlık da sunar. Peygamberimiz (s.a.v) “Namazda şifa vardır” buyurmuştur.

Mümin namaza niyet edip kıyama durduğunda sevgi ve saygı ile Rabbi’nin huzuruna varır. “Allahu Ekber” kelamını söyleyip tekbir alırken teslimiyetiyle Yaratan’ına kurban olur. Bu öyle bir teslimiyettir ki benliğe vurulan keskin bir kılıç gibidir. Çünkü insan, hakiki efendisini, Rabbi’ni tanır ve onun huzurunda boyun bükmeyi öğrenir. Nefsin arzularını kurban ederken, şeytanın vesveselerini de keser.

Namazda sağ el sol el üzerine konurken; sağ elin ahireti sol elin ise dünyayı tasvir ettiği düşünülür. Dünyalık kaygılar sağ el ile bağlanarak yüce Allah’a boyun bükülür. Kıyamda başlayan saygı, rükûda tevazu ile kucaklaşır. Rükûda başlayan tevazu ise secde de zirveye varır. Ruh ve kalbin Allah’a en yakın olduğu bu anda kul Rabbi’yle en güzel bağı kurar.

Namaz hayatımızın merkezinde mi?

Allah Rasulü’nün (s.a.v) hayatının merkezinde namaz vardı. Hz. Aişe (r.anha) annemiz anlatıyor: “Rasulullah bizimle konuşur biz de onunla konuşurduk. Ama namaz vakti gelince bizi tanımıyormuş gibi bir hale bürünür, bütün varlığıyla Allah’a yönelirdi.”

Çocuklara namazı sevdirerek öğretmek ve namazı hayatın merkezinde görmelerini sağlamak ebeveynlere bağlıdır. Namaz vakti yaklaştığında, her işini bir tarafa bırakıp güzel ve temiz elbiseler içinde Allah’ın huzuruna varmak için hazırlanan anne-babaya şahit olan bir çocuk, namazın ne kadar önemli bir ibadet olduğunu fark edecektir. Aile danışmanı Münir Arıkan ailesini namaza alıştırmak için şöyle bir metot izlediğinden bahseder: “Evlendiğimizde eşime çok güzel bir seccade aldım. Bunu sekiz yıldır kendim seriyorum. Eşime bir gün bile, ‘hadi namaz’ demedim. Bir çocuğumuz oldu, bu sefer küçük bir seccade aldım. Şu an beş seccademiz var. Ben bunları gece gündüz seriyorum. Şimdi dokuz aylık çocuğumuz geliyor, kafasını oraya koyuyor, kendi kendine mırıldanıyor…”

Ebeveynler çocuğuna namazı sevdirmek istiyorsa öncelikle onun önemli gördüğü şeylere değer vermeli, özel eşyalarına ve sevdiği şeylere saygı duymalıdır. Araştırmacı yazar Cemalnur Sargut bu konuyla ilgili, şahit olduğu bir olayı şöyle anlatıyor: “Bir tanıdığımızın dört yaşındaki çocuğunun namazdan nefret ettiğini öğrenince çok üzüldük ve sonradan anlaşıldı ki, namaz saatlerinde çocuğun seyrettiği çizgi film kapatılıyor. Böyle yapmak yerine, başka bir odada kılmak daha iyi sonuç verir. Diğer zamanlarda elbette çocuğun görebileceği yerlerde kılınmalı.”

Cami çocuğun Rabbi’ni tanıyacağı okuldur

Namaz yüce Kuran’da en çok zikredilen ibadetlerden biridir. Bunun için de çocuğun ilk öğreneceği ibadet namaz olduğu gibi Rabbi’ni tanımasına vesile olacak ilk okul da camidir. Ecdadımız bu konuda oldukça hassas davranmıştır. Osmanlı döneminde her mahallede kurulan sıbyan mekteplerinde, dört yaşında eğitime Kur’an ile başlanırdı. Zira dört yaş eğitim için çok önemlidir. Bu yaştaki çocuklara dua ve ibadet ilginç geldiği gibi hoşlarına da gider.

Çocuğunun namazın ne kadar büyük bir ibadet olduğunu kavramasını isteyen ebeveynlere buldukları her fırsatı değerlendirmek düşüyor. Özellikle babalar cemaatle namaz kılarken çocuklarını da beraberinde götürmeyi birer vazife olarak görmelidir. Hafta sonu tatilleri, camileri ve cami hükmündeki mübarek mekanları ziyaret için iyi bir fırsat olabilir. Camilerin manevi atmosferiyle buluşan çocuklar, aynı zamanda tarihi hakkında bilgi verilirse kültürel değerleri tanıma ve saygı duyma bilinci de geliştirir.

“Namaz benim en vefalı dostum”

Beş altı yaşlarında namaz ile tanışan Fatma Hanım “Namaz benim en vefalı dostum oldu ama bu sevgiyi dedemin namaz sevdasından aldım” diyor ve sözlerine şöyle devam ediyor: “Köyde bütün evler camiye yakın değildi. Bir de kara kış eklenince camiye gitmek zorlaşırdı. O uzun kış günlerinde yatsı vakti gelince camiye uzak olan mahalle sakinleri bizim evde toplanırdı. Dedeme ‘Hasan Ağa bize namaz kıldır’ derlerdi. Dedemin kulağı zor işitirdi, sağlığı da iyi sayılmazdı ama namaz deyince gözleri parlar 18 yaşında bir delikanlı gibi kalkar güzelce abdest alır seccadesini serer, namaza başlardı. İşte ben de o cemaat arsında onların yanında boyunlarına sarılır bazen de namaz kılar gibi yapardım. Namaz bitince dedem menkıbeler kitabından hikâyeler okurdu. Kimi ağlar, kimi esner, kimi ah çekerdi. Velhasıl herkes ruhu doymuş ve sabah namazı için hazır bir şekilde evinin yolunu tutardı. Çocukken namazlarımda okuduğum duaların anlamını bilmiyordum fakat namaz kılarken bir mutluluk hissederdim. Şimdi yetişkin bir insan oldum ama hala o kıldığım çocukluğumdaki namazın tadı bir başka. Bu gün namazım en vefalı arkadaşsa; dedemin namaz kılarken omuzuna sıçrayıp beraber secdeye varışıma borçluyum.”

Namaz kişilik gelişimi için önemli

Allah Rasulü “Yedi yaşına gelince çocuklarınıza namazı emrediniz” buyurur. Yedi yaşında akıl muhasebesi gelişen çocuk, kendini ifade etmeye ve sosyal hayatta yerini almaya başlar. Bu yüzden o yaşlardaki bir çocuğun namazı öğrenmiş olması çok önemlidir. Namaz kılan Müslüman hem kendini hem de yirmi dört saatini disiplin ve intizam altına alır. Günde beş kez amirinin huzuruna çıkıp malumat veren bir memur gibi insan da günün beş vaktinde Rabbi’nin huzuruna varır. İşte bu nizam küçük yaşta başlarsa insan disiplin sahibi olmayı ve belli bir düzen içinde yaşamayı öğrenir.

Allah (c.c) “Şüphesiz ki namaz, müminler üzerinde belli vakitlerde farz kılınmıştır” buyuruyor. (Nisa, 103) Namaz için tayin edilen her vakit bir sırra tabidir. Namazı vaktinde kılmaya devam eden mümin o sırdan nasiplenir. Yalnızca namaz kılan mümini saran ilahi atmosferin içine girer. Namaz bir nurdur. Bu nurla tanışan küçük bedenler de birer nur parçası olur.

İstikbal endişesiyle namaz erteleniyor

Hz. Mevlana (k.s) diyor ki: “Bu dünya bir tuzaktır. İsteklerimiz o tuzağın yemi gibidir. İstek tuzaklarından kaç. Bu dünya bir kuyuya benzer, o kuyudan kurtulmaya çalış.” Dünya hayatı insanoğlu için bir imtihan yeri. İmtihanın şekli de zamanın şartlarına göre çeşitlilik kazanıyor. İnsan uyanık olmasa Allah’a kul olmaktan uzak, şeytanın emellerinin peşinde bulabilir kendini. Günümüzde “ekmek parası” ya da “istikbal” endişesiyle çocuklarını okul ve çeşitli kurslara koşturan ebeveynler; namaz ve dini eğitimin önemini çocuklarına kavratmakta geç kalabiliyor. Ertelenen namazla ebedi istikbalin elden kaçıp gidebileceği gözden kaçabiliyor.

Arkadaş gurubu ve çevre önemli

Çocuklukta edinilen dini bilincin muhafazası hususunda çevrenin büyük etkisi var. Zira ailesinde görmediği halde çocuklar kötü alışkanlıklara, günahlara müptela olabiliyor. Bu da çevresinin etkisiyle oluyor. Ebeveynler özellikle arkadaş edinme konusunda çocuklarını doğru yönlendirmelidir. Bunun için de yakın arkadaşları ve aileleriyle tanışmak arkadaşları hakkında daha fazla bilgi edinmeye yardımcı olur. Arkadaş etkisi çocukluktan gençliğe geçiş döneminde daha belirgindir. Bugün dini eğitimin temelleri iyi oturtulmadığı için çocukluktan gençlik dönemine geçişte; medyanın olumsuz tesiri çok çabuk görülmektedir. Çünkü çocuk bu dönemde öğrendiği bilgilerle hayatını şekillendirmektedir. Efendimiz çocuklara yedi yaşında namazı emretmekle; gençlik dönemine yapılacak olan manevi yatırıma işaret etmektedir.

Rabbimiz Ankebut suresinde şartlarına uygun kılınan namazın, insanı bütün kötülüklerden koruyacağını bildirmiştir. Namaz insan için büyük bir terbiye metodudur. Namaz ile saygıyı, tevazuyu, güzel ahlâkı öğrenen bir çocuk Rabbi’ni tanır, ebeveynine asi olmaz. Kötü fiillerden uzak durur ve güzel ahlâk sahibi olur. Güneşin dünyayı aydınlattığı gibi namaz da beden evimizi aydınlatır. Namazla çocuk rahmet kucağında yetişen bir güle benzer.


Kadriye BAYRAKTAR

Davetin beş hali

*Haşir

İnsan unutandır, alışandır.
Hep aynı nefesleri alacağımızı sanırken birden duruverir kalbimiz.
Sonsuz sanırız dünyayı.
İşlerimiz bitmez biliriz.
…Yanılırız.

Her yanılgıya düştüğümüzde, dünyayı bitmez sandığımızda… ezanlar yayılır, dağılır göklere.
Kendimizi kendimize, dünyaya kaptırdığımızda Allahu Ekber… Allahu Ekber ile irkiliriz.
İrkilmiyorsak o zaman ezandan daha büyük (sandığımız) düşünceler sarmıştır bizi.

Gazetelerin başlıklarında, haberlerin kesretinde, derdi-i maişet çemberinde \“bir şeyler”\ yaptığımız aldatmacasıyla gider geliriz.

Sabah ezanları karanlık yönlerimizin üstüne bir ışık gibi düşer.
Pencerelerin, perdelerin ürperdiğini \“gözlerimizle”\ görürüz.
Sokaklar uykudadır henüz.
Minareler birer birer uyanır ve uyandırır gecelerin bütün mahmurluğunu, gafletini, ülfetini… Sabahın lezzetini ilkin kulaklarımızla tadarız.

…Ve her ezan bir sûrdur.
Her sabah bir haşir.
…Uyanırız.
Gecenin içinden güneşi çıkarıp gönderen âlemlerin Rabbine secdeler boyu şükürler olsun.

Ne güneşe sözümüz geçer ne geceye…
Uykumuz bitmese… Kim uyandırır bizi O uyandırmasa!

Kocaman yanılgılarımızla karşı karşıya geldiğimiz demler olur. Adımı(mı)zı nereye koyacağımızı şaşırdığımız… Ne gam!
“Geceler” biter. Geceye sözü geçen Bir\i vardır.
Geceler kararıp kalmaz.
Karalar içinde kalmayacağımızı daha ezan başlarken biliriz:
Allahu Ekber… Allahu Ekber…

Daralınca, şaşırınca, sevinince… ihtiyari/gayr-ı ihtiyari dilimizden dökülür ya Allahu Ekber.
Ne rahatlarız o an!

Bir Büyük…
Devamlı Büyük…
Sonsuz Büyük…
Büyükler Büyüğü var ya… Ne gam!

Sabah ezanları hem bir ayrılığı anlatır hem bir ışığa koşuşu muştular.
Kulaklara ilk dökülen huşu, huzur, odur.

Geceden büyüktür Allah.
Gündüzden büyüktür.

Dertlerin geceyi sende geçirmişse…
Ahlarını dizginleyememişsen…
Gözlerin hep pencerelerde, kapılarda bir dost beklemişse… Ağlama!
Her şeyden Büyük: “Ben hep yanındayım.” diyor.
Duyuyor musun?
Acılarını O anlar. Pencerelerden odana Allahu Ekber sesleri dolar. İçine sonsuz müjdeler… Açlığını, açıklığını “açık et” yeter ki…
Geceyi dürüp büküp bir tarafa atan, yerine gündüzü seren, senin derdi/ne de çaredir.
Doktor O, ilaç O…

*Teneffüs

Her ezan bir sûrdur.
Yeni bir uyanıştır her ezan.
Dalıp gittiğimizde.
Endişelerimizin ağında çırpınırken…
Günü yaraladığımızda/yarıladığımızda bu sefer yeni bir ezan, yeni bir sûr:
Allahu Ekber… Allahu Ekber…

Gündüzün ortasında… İşimiz bizi sarıp sarmaladığında… Yağmaladığında… Kalabalıkların çılgınlığında… anlarız yolculuğumuzu.
İşi gücü bir vakitçiğine bırakmalıyız.
Gündüze çoktan alıştık ya…
Dalıp gitme der bu öğle ezanı (da) dalıp gitme!
Yorgunluğunu bırak bir seccadeye.
“Uyanık gördüğün rüyalar” değil mi bu alıp vermeler?
Gidip gelmeler?

Nereye gidersen git…
Nereden gelirsen gel…
Şimdi bu yeni ezanın davetinde kendine bir daha gel!
Hesaba çek kendini.
\“Kendin diye biri” \var ve bunu bil! Kendini unutma çarşıların, meşguliyetlerin kalabalığında! Çarşı senin “için”/de.
“Namaz aynası”nda kendine b/akacaksın yine ve yeni bir zamanda.
Sabah bir uyanıştı, bir sûrdu; bu da öyle.

*Hazan

Gaflete düşer düşmez bir ezan daha düşüyor semâlara.
Gün dönüyor gayrı.
S/arı bir vedâya doğru yol alıyor, dünya.
Vedâyı hatırlatıyor bu ikindi iyice. (Ah bu gün sonbaharı ikindiler!)

Vakitlerin haritasını ezanlar çizer. Bunu daha iyi anlamaya başlarız.
İkindi ezanlarında sonbahar kokusu olur.
Ayrılık yani.
Buruktur bu yüzden.
Heyecanlar biraz daha gevşer.
Dünya işlerinin bitmeyeceğini iyice anlarız da… Yenilip yenilip güreşe doymayan pehlivanlar gibi yarınki hayallerle beraber kilitleriz kasalarımızı.

Ezanlar da olmasa dümdüz bir yolda ışıksız, çizgisiz gibiyizdir. Çöldeyizdir.
Ne arzularımıza yeteriz, ne acılarımızı dindiririz. Ebedi bir gözyaşı olur bakışlarımız.

*Göç Zamanı

Gün biter.
Şaşkın şaşkın, ufuklarda kaybolan güneşin izini ararız.
Güneş gibi batacağımızı düşünüp…
Gece gibi gündüz de çıkıp gitti elimizden!
Bir parça gündüz bile saklayamadık geceye.
Geriye ancak secdelerimiz kalır.
Nice emellerimiz yorgun savaşçılar gibi düşüp kaldılar bir yerlerde.

Bir kıyamet sûru gibidir akşam ezanları.
Korkularımızı örter gece.
Camilerde esrarlı ışıklar…
Şerefeler geceyi selamlar.

*Lâ uhibbul âfilîn

Gecenin sûru yatsı ezanları işlerin iyice sırtımızdan düştüğünde daha bir \“dokunur.”\Gece gün tezgahında dokunduğumuzu da gecelerin koynuna düşerken mi daha iyi anlarız?

Her ezan bir uyanıştır.
Dünya her vakit uyanıktır. Ezan sesidir duyduğumuz her dem. Zamanlar birbirine devrolurken budur zaten olanlar. Onun mülkünde onun bestesinden gayrı ne olabilir ki… Cehaletin kulağı sağır olur. Ezanı kulağı, ezandan sızanı da ruhu duymaz.

Sûrdur, huzurdur, nurdur bütün ezanlar. Perişanlığımızı ezanların aynasında görüp başıboşluklarımızı düğmeleyeceğimiz anları duyurur. “Rahat!”ı ve “Hazır ol!”u iç içe namaz zamanlarını…\“Kulağı olmak”\ yetmiyor elbet! Hasılı kulak kesilmek gerekiyor. Kul/ak gerekiyor.

C/an kulağı… Canan kulağı…
Zaten duymak istediğini duyarmış kulak.

Ali Hakkoymaz
Powered By Blogger