28 Eylül 2007 Cuma

Secde uzaklardan eve dönüş gibi sanki

Secde uzaklardan eve dönüş gibi sanki

ABDULKADİR SÜPHANDAĞI
Çevremizden gördüğümüz, çocukluktan beri alıştığımız için biz çok rahat secdeye gidebiliyoruz. Ama iman nimetiyle yeni yeni tanışanlar için bu o kadar da kolay değil.
İnsan hayatında öyle önemli ilkler var ki onlar işte asla ve asla unutulmazlar, unutulmadıkları gibi insanlara yaşattıkları duygular itibarıyla milyonlarca insana ne büyük hazinelerle karşı karşıya olduklarını da hatırlatırlar. Hep birlikte bakalım günde kırk defa yaptığımız secde arasında acaba bir defa bile böyle bir secdemiz olabiliyor mu?

Jefrey Lang, Amerikalı bir matematik profesörüdür ve Müslüman olmuştur. Müslüman olduğu gün cami imamı tarafından eline bir namaz hocası tutuşturulmuştur. Bu yüzden çok heyecanlı ve kararlıdır namaz kılacaktır.

O gece, küçük odasına çekilmiş ve namaz hocasından abdest ve namaz hareketleri egsersizlerini yapmaya başlamış. Namazda okunacak bazı surelerin Arapça okunuşlarıyla İngilizce anlamlarını ezberlemeye çalışmış.

Gece yarısı kitaptaki talimatları dikkatle uygulayarak abdest almış. Sonra odanın ortasında durup, kıbleye yönelerek derin bir nefes almış ve elini kaldırarak ‘Allahu Ekber’ demiş.

Rükûa gidince, rükûda biraz tedirginlik hissetmiş. Neden tedirginlik hissetmiş? Çünkü şeytanı hemen kulağına eğilerek vesveseye başlamış:

“Sen ne yaptığının farkında mısın? Hiç hayatında kimseye eğildin mi? Arkadaşların sana kahkahalarla gülecekler, daha önünde üç tur dava var, sana Araplar çarptı böyle oldun diyecekler.”

‘Subhane Rabbiyel azim’ derken kalbinin hızla çarptığını hissetmiş. Tekrar tekbir getirerek doğrulmuş ve artık secdeye varma zamanı gelmiştir. Secdeye varmak üzere elleri ve dizlerini yere koyunca dona kalmış.

İşte burası herkesin nefesini tutup adeta dona kalıp defalarca düşünmesi gereken bir nokta.

DONUP KALIN VE DÜŞÜNÜN!

Ne yapıyorsa bir türlü secdeye gidememiş profesör. Efendisinin önünde başını yere koyan köle gibi yüzünü, burnunu yere koyup kendini, zillet sandığı bir duruma düşüremem diye düşünmüş. Bu durumda kendisini gören, arkadaş ve tanıdıklarının önünde acınacak ve alay edilecek halini düşünmüş. Düşünmemiş, şeytan tam da kalbinin üstündedir ve onu her an vazgeçirebilmek için canhıraş feryatlarla vesvese vermeye devam ediyormuş. Bir müddet tereddüt ettikten sonra derin bir nefes alarak başını bir daha hiç kaldırmamacasına o büyük huzura secde etmiş. Bundan sonra da ‘Neye mal olursa olsun bu namazı tamamlayacağım.’ diye kendine söz vermiş. Son secdede tam bir sükûnet hissetmiş. Ve sonunda son oturuştan sonra selam vermiş.

Selamdan sonra bulunduğu yerde olduğu gibi kalmış, geriye dönüp nefsiyle giriştiği savaşı aklından geçirmiş. Bir savaştan çıktığını hissetmiş ki gerçekten hiçbir savaş insanın ruh-vicdan, nefis ve şeytanıyla yapılan savaş kadar çetin olamaz. Sonra başını önüne eğerek mahcup bir şekilde “Allah’ım geri zekalılığımdan ve tekebbürümden dolayı beni bağışla, uzak bir yerden geldim ve daha önümde kat edilecek uzun bir yol var.” diye dua etmiş.

Daha önce hiç yaşamadığı bir şey hissetmiş. Vücudunu, kalbinin bir noktasından çıktığını hissettiği bir dalga kaplamış. Bu soğuk bir dalga gibidir, ilk etapta irkilmiş, vücuduna olan etkisinden daha çok garip bir şekilde duygularını etkilemiş ve görünür bir rahmetin varlığını hissetmiş.

Bu rahmet sonra içine nüfuz ederek içinde kaynamaya başlamış. Sonra sebebini bilmeden ağlamaya başlamış, ağlaması artıp gözyaşları aktıkça, rahmet ve lütuftan harika bir gücün kendisini kucakladığını hissetmiş. Sanki büyük bir set açılmış ve içindeki korku ve keder sel olup akmış. Uzun bir süre başı eğik bir şekilde öylece dizüstü kalmış. Ağlaması durunca, yaşadığı deneyimi akıl ile izah etmenin mümkün olmadığını anlamış. Bu esnada idrak ettiği en önemli husus ise kendisinin Allah’a ve namaza şiddetle muhtaç olduğu gerçeği olmuş. Yerinden kalkmadan önce de şu duayı yapmış. Şimdi zaman, herkesin ellerini açarak bu duayı aynen kendisi için isteyen bu zat gibi isteme zamanıdır: “Allah’ım bir daha küfre girmeye cüret edersek bizi, o küfre girmeden önce öldür ve bu hayattan kurtar, hata ve eksiksiz yaşamanın çok zor olduğunu biliyoruz; ancak şunu yakînen biliyoruz ki, bir tek gün dahi olsa Sensiz yaşamak Senin varlığını inkar etmek mümkün değildir.”

SECDEDE BARIŞI YAKALIYOR, KENDİMİ GÜVENDE HİSSEDİYORUM

“Sanki secdeye gittiğimde barışı yakalıyorum. Sanki daha bir güvende hissediyorum kendimi. Bir selam ikliminde gibi. Secdeye gittiğimde sanki, uzaklardan evine dönmüş gibi oluyorum. Belki de Allah’a varmış gibi. Tarif edebileceğim ancak bu kadarı. Bir rahatlık, bir barış ve sükûnet hissi namaz.” (Dr. Timothy Giannoti)

“Bir öğle sonrası, Müslümanların yaptığını sık sık gördüğüm şekilde diz çöktüm, başımı yere dayadım ve Allah’tan bana yol göstermesini istedim. Bu secde pozisyonunda müthiş bir huzur hissettim. Belki de o an, kalben bir Müslüman’dım; ama ayağa kalktığımda aklım resmen şehâdet getirmeye henüz hazır değildi. (...) Birkaç gün sonra şehâdet getirdim. Allah’ı tanıyıp kabul etmekle, ruhun ve aklın özgürlüğüne açılan kapıyı bulmuştum.” (Kerime Slack Razi)

“Geçmişte Allah’tan Kendisine nasıl ibadet edeceğimi bana öğretmesini istemiştim. Bu bakımdan, Müslümanların namazı benim en önemli ilgi odağım oldu ve ben namaz kılmaya başladım.” (Tâhire Y. Theresa Yearwood)

Beş vakit namazımdan her birinin vaktini gözlüyorum. En sonunda bütün hayatım boyunca aramakta olduğum şeyi bulmuştum.” (David Praderelli)

“Kılmış olduğumuz namazlar, bizim en büyük dayanak noktamız. Namazın en büyük özelliği de Allah’ı hatırlamamız için bizim önümüze konulmuş duraklar oluşu. Namaz vakitleri benim için gerçekten ruhumu dinlendirme zamanı oluyor.” (Dr. Rosshana) (Abdullah Aymaz’ın yazılarından alınmıştır.)

“Namaz kılarken Allahü Taalâ’nın beni dinlediğini hissediyorum. Herhangi bir sıkıntılı anımda, işimde veya eşimle ilgili bir problemim olduğunda bunu kimseye söylemiyorsam, ibadet ederken, içimden geçiyor hepsi. Namaz bittikten sonra kendimi rahatlamış hissediyorum. O artık bir problem olmaktan çıkıyor. Çünkü beklenen cevap bir süre içinde geliyor.” (Sandra Hassan)

Kalbimizin gıdası, ruhumuzun âb-ı hayatı ve lâtife-i Rabbaniyemizin hava-yı nesîmini celp ve cezbeden namazı ilk tanıyanlar işte onu bu ter ü tazelik içinde ve turfanda biçimde hissedip lâhûtî zevklere gark oluyorlar.

Acaba bizlere de bir şeyler düşmüyor mu?

Hiç yorum yok:

Powered By Blogger