4 Ağustos 2008 Pazartesi

NAMAZIN SIRLARI

NAMAZIN SIRLARI (ŞEHABÜDDİN SÜHREVERDİ HAZRETLERİ’NDEN)




Varid (kalbe d)olduğuna göre, mü'min namaz için abdest aldığında, şeytan korkusundan ondan uzaklaşır.
Çünkü o, Melik'in huzuruna girmeye hazırlanmaktadır.
Tekbir alınca İblis ondan saklanır, yani onunla arasına duvar çeker ki, kendisine bakıp onu da Cebbar olan Allah'a yöneltmeye kalkmasın.

Kul "Allah-u Ekber" diyerek tekbir alınca, Allah-u Teâla kulunun kalbine bakar, gerçekten orada kendisinden daha çok değer verilen bir varlık yoksa:
"Söylediğin gibi kalbin de, Allah'ın azametini tasdik ediyor" buyurur.

O'nun kalbinden çıkan nur, Arş'ın melekutunu tutar.
Bu nur sayesinde, yer ve göklerin melekutu ona açılır. Ve bunların hepsi kendisine hasenat olarak yazılır.

Cahil ve gafil biri de namaza kalktığında, sineklerin bir damla bala üşüştüğü gibi, şeytanlar onu sarıp ağına düşürür.
Böyle bir tekbir aldığı zaman, Allah-u Teâla onun kalbine bakar.
Eğer kalbinde Allah'dan değerli bir şey varsa:
"Sen yalan söylüyorsun. Senin kalbinde en büyük olan, söylediğin gibi ben değilim" buyurur.

O anda namaz kılanın kalbinden bir duman çıkar ve semaya varır.
Bu bulut onun kalbine melekut için bir perde olur. Her geçen gün, bu perdenin karanlık ve katılığı artar.
Nihayet, şeytan onun kalbini tutar ve ona üfürmeye, vesvese vermeye ve yaptıklarını güzel göstermeye çalışır.
O kimse namazı bitirinceye kadar bu hal üzere bulunur ve ne yaptığının farkında bile olmaz.

Nitekim haberde varid olmuştur ki: "İnsanın kalbinin etrafında şeytanlar dönüp dolaşmazsa, insan semanın melekutunu görebilirdi.

Zahire ait, adabı tam olduğu gibi, batıni edepte kemale eren temiz kalpler, semavi kalplerden olurlar. Ve namaza girerken ‘tekbir’ ile semaya dahil olurlar.
Allah-u Teâla, semayı şeytanların tasarruf ve tasallutundan korur.
Bu yüzden şeytan, semavi kalplere de girecek yol bulamaz.



Böyle kalpler için tehlike olarak, bir tek nefsin havatırı kalır.
Nefsin havatırının kalp semasına hücumları, şeytanın tasarrufunun kesilmesi gibi kolay olmaz.
Ancak Hakk'a yakınlıkları murad olunan kalpler, yavaş yavaş bu yakınlığı elde edebilir ve sema katlarına yükselebilirler.
Sema tabakalarının her birinde nefsin zulmeti diğerinden farklıdır. Semâvatı geçmek için, havatır daima nefsin zulmeti ölçüsünce azalır ve nihayet Arş'ın önünde durur.
Orada Arş'ın nurunun tesiri ile nefis havatırı tamamen kaybolur. Nefsin karanlığı kalbin nurunda, gecenin karanlığının gündüzün ışığında kaybolması gibi yavaş yavaş kaybolur.
Bu şekilde adabın hakkı gerçek anlamıyla verilmiş olur.

Bizim namazın adabına dair bu saydıklarımız pek azdır. Namazın durumu bizim tanıttığımızdan çok büyük, anlattığımızdan çok mükemmeldir.
Bazı tasavvuf zümreleri, hata ile namazdan maksadın “Zikr-i İlahi”den ibaret olduğunu sanırlar. Zikir hasıl olunca da namaza gerek olmadığını söyleyerek sapık yollara girerler ve batıl düşüncelere dalarlar.
İlahi ahkamı yok sayıp, helal ve haramı redde kalkışırlar.

Bir başkaları da, bu konuda belki sapıklıktan uzak, fakat kendilerini hal açısından noksan bırakan bir yola girerek, sadece farzları kabul ile nafilelerin faziletlerini inkara kalkışırlar ve çok basit ruhi bir hale aldanıverirler. Amellerin faziletini ihmal ederler.
Her heyet ve harekette de Allah'a ait bir takım sırlar ve hikmetler bulunduğunu bilmezler.

Haller ve ameller, ruh ve cisim gibidir. Kulun dünyada amellerden yüz çevirmeye devam etmesi şaşkınlık ve taşkınlıktır.
Ameller ve hal ile tezkiye görür, iyileşir ve güzelleşir; hallerde ameller sayesinde gelişir.




Şehabüddin Sühreverdi; Avarifü’l Mearif, sayfa: 404-405

Hiç yorum yok:

Powered By Blogger