15 Eylül 2007 Cumartesi

NAMAZDA HUŞU 41

Namaz

Namaza huşu ile devam etmek ve Kur’an’ın manasını düşünerek okumak:

Namaz hususunda yazılacak o kadar çok şey var ki, ayrı bir konu başlığı olur. Biz burada kısaca namazın önemine değinip geçeceğiz. Namaz insanlara dünyevî zevkler nedeniyle Allah’tan gafil olmamaları ve insanın kendi başına bağımsız bir varlık değil, Allah’ın kulu olduğunu hatırlamaları için farz kılınmıştır. Namaz, insana Allah’ın varlığını hatırlatmak için günde beş vakit olarak farz kılınmıştır. Mahkeme-i Kübra’da (büyük mahkeme olan ahiret gününde) kişinin ilk sorgusu namazdan olacaktır. Namazı kolay geçenin diğer sorgulaması da kolay geçecektir. Aksi olursa zorlandıkça zorlanacaktır. Zaten mümin ile diğerleri arasındaki fark da namazdır. Peygamber sallu aleyhi ve sellem Efendimizin son sözleri “Namaza devam edin…Namaza devam edin…” olmuştur. Bu kadar önemli bir ibadeti terk etmek, gafletten başka bir şey değildir.
"Namazı dosdoğru kıl, gerçekten namaz hayasızlıktan ve fenalıktan alıkoyar." (Ankebut 45)
Hz. Ömer radıyu anh namaz hususunda şöyle demiştir:
“Kişi namaz kılmaya devam ederse bir gün gerçek namaz kılmayı öğrenir.” Yani kıldığı namaz öyle bir zaman gelir ki onu iyiliklere sevk etmeye başlar, haramlardan sakındırmaya başlar. Rabbine kul olduğunu ve O’nun ilminin her şeyi kuşattığını bilir ve davranışlarını ona göre ayarlar.
Namaza son derece önem veren Hz. Ömer radıyu anh ölüm döşeğinde dahi bu titizliğinden taviz vermemiştir. Ateşgede, İranlı bir köle, Hz. Ömer Efendimizi namaz kılarken sırtından hançerlemişti. Namazını tamamlamak için belini doğrultmaya çalışıyordu. Yanındakiler, "Sen namaz kılamazsın." dedikçe, o "namaz" diyor, Rabbine "namaz" diyerek yürüyordu. Kendini kaybetmeye başlamıştı. Adeta komaya girmişti. Uyandırmaya çalışıyorlar, bir türlü muvaffak olamıyorlardı.
Bir ara içeriye ashabın gençlerinden Misver ibni Mehrame girdi. "Emir-ül Mü’minin’i uyandıramıyoruz!" dediler. Yaşı gençti ama, Ömer'i çok iyi anlamıştı:
-Emir-ül Mü'minini namaza çağırın, dedi. Birisi, ağzını kulağına doğru yaklaştırdı:
-Es salâh Ya Emira’l Mü'minin / Namaza ey mü'minlerin emiri!" dedi. Bıçak keser, ateş yakar, su ıslatır, Ömer namaza çağrılınca kalkardı. Uyuyan ve birkaç defa çağrıldıktan sonra "Geliyorum!" diyen bir insanın telaşıyla:
- “Ha Allahi izen.” "Tamam şimdi kalktım!" diyerek doğrulmaya çalıştı.
Kişi, ibadetlerini yaparken, yakınlarını da asla unutmamalı ve onları da namaza, zekata, oruca ve diğer farizalara teşvik etmelidir. Kendisi kalktığında aile efradını da namaza kaldırmalıdır. Sabah namazına giderken çocuğum uyanmasın diye ayak uçlarına basarak ve ışığı yakmadan gidiyorsa, ibadetini bu şekilde yaptığında çoluk çocuğunu unutuyorsa, kendisini mesuliyetten kurtarmış olamaz. Zira Rabbimiz ayeti kerimesinde:
“Ehline namazı emret ve onda kararlı davran.” (Ta-ha 132) buyurmaktadır.
Eğer çocuğa küçük yaşta İslamî terbiye verilmezse büyüdüğünde ona hiç güç yetmez. O çocuğu, yakıtı insan ve taş olan cehenneme odun olarak hazırlarız ki, bunun baş müsebbibi de biz oluruz. O dehşetli günde yakamızı da onun elinden kurtaramayız. Ağaç yaşken eğilir diyen atalarımız ne güzel söylemiş. Nasıl ağaç kartaldıktan sonra eğilmeyip kırılıyorsa, çocuk da büyüdükten sonra kendi yolunu çizer ve seni hiç dinlemez, dikleşir, sonu isyana kadar gider.
Namazı cemaatle kılmak, cemaate devam etmek pek mühimdir. Zira müslüman, birlik ve beraberlik ruhunu canlı tutmalıdır. Bu da cemaatte vardır. Efendimiz –aleyhisselatü vesselam- hadislerinde:
“İçimden, şu cemaate gelmeyenlerin evlerini başlarına yakasım geliyor” buyurarak cemaatin ne kadar önemli olduğunu vurgulamışlardır. Onun mektebinde yetişen Hazreti Ömer radıyu anh da:
“Cennetin yolunu arayan cemaate sarılsın. Şeytan tek kişiyle beraberdir.” buyurarak cemaatin ne kadar önemli olduğu gerçeğini bizlere bildirmiştir.
Namaz, Allah’a imandan sonra yapılması gereken en önemli ibadettir. Müminin en önemli vasfıdır. Allah Rasulünün tabiriyle “Namaz gözümün nurudur”, dinin direğidir ve insan-ı kamil olmanın birinci basamağıdır. Yüce Rabbimiz Kur’an’da mü’minin özelliklerini sayarken:
“Namazı huşu ile kılarlar. Onlar (tümüyle boş) şeylerden yüz çevirirler. Irzlarını korurlar. (Başkalarının ırzlarına bakmazlar.) Emanet ve ahiretlerine riayet ederler. Namazları titizlikle korurlar. Rablerinden saygıyla korkarlar. Hayırda yarışırlar. Onlar sabrederler.” (Mü’minun 1-9) buyuruyor.
Müminlerin sözü edilen seçkin nitelikleri herhangi bir ırk, ulus veya ülkeye özgü değildir. Bu seçkin nitelikler ancak içten bir iman, güzel ahlak ve hayatın her yönünde öngörülen kurallara uymakla kazanılır.
“Mümin”, yüce Allah’ın varlığına ve birliğine inanan anlamına geldiği gibi, başkalarına güven veren ve güvenilen kişi anlamını da taşır. Öyle ise mümin, ahdine vefalı, anlaşmalarına sadık, sözü özü bir, dostluğuna güvenilen bir insandır. Yüce Rabbimiz, Mü’minûn sûresinin ilk ayetlerinde, kurtuluşa erecek müminlerin vasıflarını açıklamakta ve 8. ayetinde meâlen şöyle buyurmaktadır:
“Yine onlar (o mü’minler) ki, emanetlerine ve ahitlerine riâyet ederler”.
Bir mümin, sevdiğini sırf Allah için sever ve ondan maddî bir beklenti içinde olmaz. Sır saklar, emanete hıyanet etmez. Hz. Peygamber aleyhisselatü vesselamın yüksek ahlakına uymaya ve O’nun gibi güvenilir bir insan olmaya çalışır.
Yüce Allah, Peygamberlerini güvenilir kişilerden seçmiş ve onlar gönderildikleri toplumlar tarafından da, emin kişiler olarak tanınmışlardı. (Şuara 107) Nitekim Mekkeliler, Peygamberimiz aleyhisselatü vesselama, daha peygamber olmadan önce, “el-Emin “ sıfatını vermişlerdi. Hatta müşrikler, Peygamber olduktan sonra bile çok güvendikleri için kıymetli mücevherlerini hicrete kadar O’na teslim etmişlerdir.
Namaz, sûret-i zâhirede bir şekildir. Ama içinde mücerred bir tefekkür âlemi vardır. Kişinin namazı ona yaklaşabildiği ölçüde gerçek namaz olur. Namaz beşerî faaliyetler içinde ilâhî tecrîde en yakın olan bir amel olarak bilinir.
Mu'âz bin Cebel, oğluna şöyle vasiyet etmişti:
"Ey oğlum! Bir namazını kıldığın vakit, o namazın senin kıldığın son namazın olacağını düşün! Bir daha böyle bir namaz vaktine yetişeceğini ümit etme!
Ey oğlum! Mümin olan bir kimsenin iki hayırlı iş arasında ölmesi lâzımdır. Yanî bir hayırlı işi yaptığın zaman, ikinci hayırlı işi yapmak niyetinde ve kararında olmalıdır."
Kulun Rabbe dünyâ şartlarında en yakın olduğu kabul edilen secde, şeklî bir hâldir. Ama her musîbetten en ziyâde muhâfaza edilen alnın, Allâh’ın huzûrunda en alçak seviyeye, ayak seviyesine indirilmesi bir ruh ifâdesidir. Onun temsil ettiği bir psikoloji vardır. Kulluk heyecân ve tevâzuunu temsil eder. “Sen Rab’sin, ben kulum. Sen Hâlık’sın ben mahlûkum!” mânâsınadır. O şeklin yüklendiği bir ruh vardır. Binâenaleyh, bütün şekilleri İslâm idealize eder. İdealize ederken de onlara sırrî, derûnî, ilâhî bir psikolojik maksat katar.
Müminlerin seçkin nitelikleri, Hz. Peygamber aleyhisselatü vesselamın getirdiği mesajın doğruluğunun pratikte görülen bir ispatı olarak sunulduğunu belirtmekte yarar vardır. O’nun örnek ahlakı ve yaşantısının hangi safhasına bakacak olursak kaliteli insanın vasıflarını görürüz. Hangi noktasından yürürsek yürüyelim, eşsiz rehberliğinde kurtuluşa açılan bir pencere görürüz.

Hiç yorum yok:

Powered By Blogger