21 Eylül 2007 Cuma

namaza davet...EZAN...

namaza davet...EZAN...

--------------------------------------------------------------------------------
Namaza konsantre olma adına ezan çok önemlidir. Biz, şeytanî duygu ve düşüncelerden sıyrılmaya abdestle adım atar, ezanla daha bir derinleşir ve huzura ereriz.
Efendimiz, namaz vakti geldiği zaman, müezzini Hz. Bilal’e “Ezan oku” demez; “Erihnâ ya Bilal! - Bizi bir ferahlandırıver ya Bilal!” derdi. Bu ifade adeta şu manaya geliyordu: “Dünya işleri, iş-güç bizleri sıktı. Hele içimize bir su serp de omuzlarımızdaki bu yükleri atıp bir rahatlayalım. Nefsimize fısıldanan şeytanî vesveselerden bir temizlenelim...”

Bütün şeytan ve şeytanî düşüncelerden arınıp gözyaşı ile namazı eda edebilmek için şuurlu ve içten okunacak bir ezanı dinlemek çok önemlidir. O mübarek kelimeler ne kadar içten ve vicdanda duyularak okunursa, konsantrasyon da o denli derin olur. Namazdan önce ezan okunması hükmü gelmeden önce namaza çağrı için boru öttürme, çan çalma vs. teklif edilmişse de, ALLAH Rasulü (sas) bu teklifleri kabul etmemişti. Çünkü madem namaza çağrı yapılıyor, o halde onun ruh ve çekirdeğini ifade edebilecek bir kısım kelimeler söylenmeli ve insanlar onu duydukları zaman ürpermeli, o konsantre ile namaza girdikleri zaman da ALLAH’ın huzurunda olduklarını anlamalıydılar. Öyle ise bunlar herhangi bir sözle değil, yine ALLAH’ın ilham edeceği mübarek kelimelerle olmalıydı. Bu yüzden fıkıh alimlerimiz, ezanın kelimelerine, onun rükünleri nazarıyla bakmışlardır. Yani iftitah tekbiri, kıyam, kıraat... Nasıl ki namazın rüknü ve onun bir parçasıdır, onlar olmadan namaz olmaz; ezanın kelimeleri de onun rükünleridir. Onlardan biri olmazsa ezan olmaz.

ALLAHU Ekber, ALLAHU Ekber! “ALLAHU Ekber, ALLAHU Ekber” sözüyle vicdan, bir hususa uyarılıyor. “Ekber” kelimesi, “En büyük” demektir. Tabii bu, başka büyükler var da, Allah onların en büyüğü demek değildir. Bu ifadeye şöyle bir mana vermek mümkündür: Büyük, sadece ve sadece ALLAH’tır. Halledilmeyen problemler ancak O’nun kapısında halledilir; stres, bunalım.. gibi aşılmaz görünen şeyler ancak O’na müracaatla çözülür; çünkü büyük sadece O’dur. Bu yüzden kulluk sadece O’na yapılır. Bu şekilde O’nun büyüklüğüne tanıklık ettikten sonra, ALLAH’tan başka ilah olmadığına şahadet ederiz. Ardından ise “Yine şahadet ederim ki Hz. Muhammed (sas), O’nun elçisidir.” deriz. Zira bu mesajı bize O getirmiştir. Sonra da namaza çağrı başlar. Namaza çağrıdan sonra ikinci bir çağrı vardır. O da felaha, yani saadete, kurtuluşa, huzura çağrıdır. Felah ise, kendisinden başka büyük olmayan Zat’ın kapısındadır. Daha sonra da “ALLAHU Ekber, ALLAHU Ekber, Lailahe illallah” deyip ALLAH’ın büyüklüğüne bir kez daha şahitlik ettikten ve Kelime-i Tevhid’i okuduktan sonra bu derinleşmeyle artık namaza hazır hale geliriz. Namaz, Rabb’imizin davetine bir icabet manasını taşır. Günde beş defa minarelerden “ALLAHU Ekber, ALLAHU Ekber” diye ezan-ı Muhammedî okunur ve bütün insanlara bir davetiye çıkarılır. ALLAH, namazla bizi kendi rahmetine davet eder. Tıpkı davet sahibinin, davetlilerini kapının önünde karşılayıp, onlara izzet ve ikramda bulunduğu ve eli boş geriye göndermediği gibi, günde beş defa minarelerin başında yükselen en güzel sesle -ki Kur’an-ı Kerim, ezanın büyüklüğünü anlatırken, “ALLAH’a davet eden sözden daha güzel bir söz mü olur?” (Fussılet, 41/33) demektedir- mescitlere davet eden Cenab-ı Hak, oraya gelenleri boş çevirmeyecek; sonsuz ihsan, kerem ve rahmetinden biz kullarının ruh ve kalblerine gıda lütfedecek, bir mirac yapma lütfuyla bizleri şereflendirecektir. Biz, bu davete icabet edip Rabb’imizin huzuruna gittiğimiz zaman, eğer hakkıyla kılabilirsek namazının bir merdiven veya bir burak haline gelip mana âleminde yükseldiğimize şahit olacağız. Öyle ki, yükseldiğimiz o noktada RABB’imizin bize aslında çok yakın olduğunu hissedeceğiz.

Hiç yorum yok:

Powered By Blogger