26 Eylül 2009 Cumartesi

5 vakte yazılası 5 yazı - senai demirci

.:: SENAİ DEMİRCİ'DEN BEŞ BEŞLİK BİR YAZI::..



Kerim Balcı'ya muhabbetle..

Şimdi şafak vakti: Uyanmayı sadece gözünü açmak olarak bilen için, bir şafak vakti ne kadar da sıradandır.

Hayranlık duygusunu her gece iki göz kapağının ardına sakladığı gözleri gibi her daim uykuda bırakan için, bir gün doğumu "sabahın körü" olasıcadır. Kulluk heyecanını avucunda tutamadığı bir kor gibi savurup söndüren için, bir seher vakti eğreti ve tanımsız bir vakitsizliktir. Saatlerimizin kadranı güneşi görmüyor, aydan habersiz, göğe dargın gibi... Her birimiz küskün bir coğrafyanın vadilerinde yitirmiş gibiyiz kendimizi. Adımlarımızın gittiği yere, kalbimiz varmıyor gibi. Gözlerimizin değdiği yere, gönlümüz dokunmuyor gibi. Yürüyün ama ruhunuz geride kalmasın. Bakın, güneş doğdu bile...

Vakit öğle... Görmeyi, sadece gözünün gördüğünü görmek bilen için, bir öğle vakti ne kadar da ışıksız ve ıssızdır. Varlığımızı buraya, şimdiye razı olmayacak kadar derin oysa. Yoksa neden, tepemizdeki güneş, yeryüzündeki gölgemizi kısalta kısalta ayaklarımızın altına savuruversin? Kendi varlığımıza dair tanığımız kalmaz gibidir öğle vakti. Bakışımız gördüklerimizde kalmaya değil, gördüklerimizin ardına düşmeye ayarlı. Zirveye ulaşmak, zirvede kalmaktan çok daha uzun; zirvede kalmanın ömrü ise kısa mı kısa. Kararsızlık anıdır zirvede olma hali, her an ya beriye ya öteye yuvarlanabilir insan. Günün başına tacını geçirdiğinde güneş, günün saltanatı yıkılmaya başlıyor. Güneşin batışı zirvede başlıyor. Zirveye eren her şey gibi alçalmaya başlıyor. Azalan gölgelerimiz zevâlimizi haber veriyor.

Telaşlarımız sımsıcak.. ikindi ise telaşsız. Günün bağrına usulca sokulmuş bir hançer gibi. Sanki içini kanatıyor. Günün yüzü soluyor. Renkleri usulca yitiyor. Elleri yana düşüyor ışıkların. Günden ve güneşten nasibimiz azalıyor. Cismimiz yerinde duruyor, ancak gölgelerimiz uzamaya başlıyor. Topraktaki ömrümüzün toprağın üzerindekinden daha uzun olduğunu hatırlatıyor gölge. Işığımız azalıyor, gölgemiz çoğalıyor. Gün kısalıyor, gölgeler uzuyor. İkindi, "asr" dediği vaktin Sahibinin. "Kesin ki, hüsranı insanın." Dediği gibi oluyor. Kayıplarımız başlıyor. Hayatın yırtık ceplerine cevherler sokuşturuyoruz. Yarım kalacak şiirlere kafiyeler tutturmaya çabalıyoruz. Heceler dağılıyor. Harfler düzen tutmuyor. Ses kesiliyor, ışık dağılıyor. Gelip geçtiği o kadar âşina ki zamanın. Yarım kalıyor hayatın şiiri. Yeryüzündeki nasibimiz dara düşüyor. An gölgeleniyor, gün toza bulanıyor.

İkindinin sapladığı hançer, akşamın ufkunda nasıl da belli olur. Ufuklar kızarır, hüsranımızın kanı dışarı sızar. Gün akşamlıdır. Güller solmak üzere açılır. Binalar yapılır ama nasılsa yıkılacaktır. İnsan doğar ve ölür. Ötelere çevirir yüzümüzü akşam. Yıldızlar dünyadan sonrasını muştular gibi başlarını uzatır. Işıklar, kayıplarımızın gittiği yeri, sevdiklerimizin yittiği yeri işaretler. Biliriz ki, dünya dünyadan ibaret değil. Anlarız ki, kalacağımız yer burası değil. Bulduğumuzu yitirmeden, yitiklerimizi bulmak mümkün değil. Akşam siyah kefenini dolar renklerin üstüne. Karanlık çöker güzellerin yüzüne. Şimdi akşamın hükmü geçiyor gözlerimizden. Gölgeler bile gölgeye düşüyor. Elimizde olanlar elimizde kalası değil. Arkası var gördüklerimizin. Perdeler hep böyle kapalı kalası değil.

Ve gece... Karanlık elimizi koynumuza gönderir çaresiz. Biçimler hükümsüz kalır. Renkler çaresiz. Köşeler köşeye çekilir; biçimsiz. Odalar sessiz, sofalar ıssız. Dünyadan yüz çevirir gözlerimiz. Perdeler kapanır şehre. İçe döner bakışlar. Bizi içimize gömer gözlerin perdeleri. Göz kapağının ardında ipe dizilir dünyanın mazlumları ve zalimleri, muktedirleri ve çaresizleri. Kirpiklerin tene değdiği yerde, belli belirsiz bir çizgiye iner varlığımız. Mezar taşında olduğu gibi. Unutulmuşluğu hatırlatır gece. Ve unuttuklarımız hatıra düşer hece hece. Hani, unutulanlar vardır ya, yine de hatırlanırlar, özlenirler. Bir de öyle unutulanlar vardır ki, unutuldukları da unutulmuştur. Hatırlanmalarına sebep yoktur. Onları hatırlayacaklar da yoktur yahut hatırlarında hatıraları yoktur. Öylece zevâlin üzerimizdeki örtüsü kalınlaşır geceleri. Kabrinde hiç özleyeni olmayan ölüler gibi eyler bizleri. Toprağa sakladıklarımız gibi saklar bizi geceler koynuna. Kimine göre katran karası... Kimine sonsuz aydınlıkların miracı, hiç bitmez sabahların duası...

Ve sabah gelince yeniden, tenimize dokunur ötelerin hülyası. Göğsümüzde İsâ nefhası. Yeniden dirilir gibiyiz. Unuttuğumuzu unuttuğumuzu hatırlarız yastığımızın kuytusunda. Rüyâlardan döneriz. Yeniden yükleniriz hicranları. Biriktirmeye başlarız yeniden. Lâkin, hâlâ yırtıktır hayatın cepleri... Ayaklarımızın ucuna dökülür zamanın parçaları...



15.08.2004
SENAİ DEMİRCİ

Hiç yorum yok:

Powered By Blogger