20 Eylül 2010 Pazartesi

İşte Sustum Seni Dinliyorum ''Erihnâ Ya Bilal ''


İşte Sustum Seni Dinliyorum

İşte asrı saadette bir gün, kâinatın kalbi olan Medine'de, kainatın övünç kaynağı ALLAH Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) konuşuyor: “Erihnâ Ya Bilal” (Ezan ile bizi ferahlandır)



İşte Hazreti Bilal (radıyallahu anh) ezan okuyor ötelerden...



Aman Ya Rabbi! Keşke bir kez duyabilseydik, ALLAH Resûlü'nün müezzininden bu muhteşem sedayı.


Ey mübarek sedâ-yı Dâvûdî! Muhteşem ezan, ezanım, ezanımız; o gün de ferahlattın sineleri, bugün de seninle ferahlıyor mahzun yürekler, susamış bağırlar.


Yüreğim sıkılıyor; bütün iç disiplini tahrip edilmiş, manadan yoksun yürekler karşısında...


Ferahlat yüreğimi, kuşatsın gönlümü ahengin, ey sevgili mübarek ezanım! Zaman durur, kâinat seni dinlerken, doldurur evreni eşsiz bir huzur ve sûrur. Susma ne olur, düş yüreğimin sınırlarına, koru fıtratımı, çalmasınlar şahsiyetimi, şerefimi, yâdımı.


Hayata madde ve şehvet gözlüğünden bakan kokuşmuş yaklaşımlar karşısında; iman adına, mukaddesat adına, insanlık adına bu çağın beklediği nefes; ötelerden süzülüp gelen pörsümez, solmaz yeni, senin nefesin!


Kulaklarını bu sese tıkayıp özgürlük teranesi okuyanlar, işte bu seda, işte bu ses, özü gürleştiren, özgürleştiren bedenleri ve ruhları… Rabbe kul olmanın çağrısı bu, söz verip de tutamadığımız ahitlerimiz...


Takımlar tuttuk, partiler tuttuk, adamlar tuttuk ama kendimizi tutamadık. Uyduk tutamadığımız nefislerimize. Ey ezanım!.. Ulvi ve garip sedam, tut beni ne olur!


Ahenginle, gelişinle her vakit efsunla vicdanımı, vicdanlarımızı... Oğlunu cepheye uğurlayan Anadolu gibi, ana gibi, hani demişti ya: "Oğlum babanı Dimetoka'da, dayını Şıpka'da, ağabeylerini de Çanakkale'de kurban verdim. Git! Sen de git oğul! Minareler ezansız, camiler Kur'an'sız kalmasın!" diye...


Sen susma ezanım! Susturmasın seni Yüce Mevlam, kalmasın minareler ezansız. Yadellerde sana hasret olanların hüznü var derunumda, koşarken vatanına bir ezan sesi duymak için.


Erihna Ya Bilal! Ferahlat bizi kıyamete kadar, sonsuza değin...


Ruhlar eskimeyen esvaplarını giyiniyor, bahar yüklü ıtırların. Suyun içinde ahenkle raks eden yosunları seyreder gibi, yağmur damlalarının duru sulara düşüşü gibi sen düşerken kâinatın bağrına; bir kayanın üzerine oturup da dinlesem seni, bu girift halimi dinlesem seninle birlikte.


Şair; "Mecnunsan sus" diyor. İşte sustum, seni dinliyorum...



ZEKERİYA MARAL

Namaz, mü'minlerin arınma kurnasıdır


[Resim: namazcamii.jpg]

İman, bir insanın dünyada mazhar olabileceği en büyük nimettir. Hayatı, gayesine uygun yaşamanın en birinci ve olmazsa olmaz vesilesidir.
İmanın salih amellerle münasebeti her zaman üzerinde konuşulan ve tartışılan bir mevzu olmuştur. Kur'an-ı Kerim'de hemen her yerde "iman edenler" ile "salih ameller işleyenler"in yan yana zikredilmesi iman ile salih amellerin neredeyse ayrılmaz bir bütün teşkil ettiğini gösteriyor.

Salih amel deyince insanın gerek şahsi gerekse toplumsal hayatında hayır adına yaptığı bütün işleri anlamak mümkün. Salih amel kavramının içini en yoğun olarak dolduran olgu ise ibadetler. Bu ibadetlerin içinde en değerlisi ve "direkt" konumunda olan namazdır. Kur'an ve hadis-i şeriflerde ibadetlerden bahsedilen hemen her yerde namaza ayrı bir vurgu yapıldığı görülür.

Bediüzzaman Hazretleri'nin "Hayatta en büyük hakikat imandır, imandan sonra namaz gelir..." sözü namazın hayatımızdaki yerini ne güzel hatırlatıyor. Fethullah Gülen Hocaefendi de, namazın ehemmiyetini, kulağa küpe olacak şu ifadelerle anlatıyor: "İman ve namaz aynı döl yatağında neş'et etmişlerdir; Namaz, imanın ikiz kardeşidir. İman, dinin ve diyanetin nazarî yanını teşkil eder; o nazarî yanın takviye edilmesi ve tabiatın bir derinliği haline getirilmesi ise ancak başta namaz olmak üzere diğer ibadetlerle mümkün olur. Bu itibarla da, denebilir ki; namaz pratik imandır, iman da nazarî bir namazdır."

Bu sebeple dini yalnızca bir vicdanî kabulden ibaret görmek ve ibadet ü tâatı devreden çıkarmak, var oluşun gayesini anlayamamak demek. Elbette vicdani kabul imanın ilk şartıdır. Ancak o kabulün tezahürü, insan hayatında kendini gösteren salih amellerdir. O salih amellerin merkezinde namaz vardır. Namaz bütün ibadetlerin özü ve dinin direğidir.

Namaz, mü'minin günde en az beş defa içine girip temizlendiği sonsuzluğa doğru akıp giden bir tevbe ırmağı ve arınma kurnasıdır. Kur'an savaş meydanında mücadelenin kızıştığı en tehlikeli anlarda bile namazın terkine müsaade etmemiştir. Namaz, hakkı mutlaka verilmesi gereken çok önemli bir vazifedir. Bir Müslüman için emin bir sığınak, mühim bir kurbet vesilesi ve en kısa bir vuslat yoludur.

Namazın bu hususiyetlerinden dolayıdır ki, Asr-ı Saadet'ten günümüze kadar Hak dostları onu hayatlarının merkezine koymuşlardır. Onlar, beş vakit namazla yetinmeyerek her gün yüzlerce rek'at nafile kılmayı âdet haline getirmişlerdir.

Kulların en güzeli Peygamber Efen-dimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) namaza göstermiş olduğu alâka, O'nun izini takip edenlerin gönüllerinde de "ibadetlerin özü"ne karşı derin bir iştiyak uyarmıştır. Allah Resûlü bir hadislerinde "Namaz benim gerçek göz aydınlığımdır." buyurmuş ve başkalarının bir kısım şeylere arzu duymasının çok ötesinde bir istekle namaza karşı arzu duyduğunu her haliyle ortaya koymuştur.

Nebiler Serveri'nin mübarek ayakları şişinceye kadar kıyamda durduğunu, bazen bir rek'atta birkaç cüz'ü birden okuduğunu, haşyetle dolu yüreğinden el değirmeninin ya da kaynayan tencerenin sesi gibi hıçkırıklı ağlama sesleri duyulduğunu ve secde ederken Hak karşısındaki saygısından dolayı kıvrım kıvrım kıvrandığını bize başta annelerimiz olmak üzere pek çok sahabî efendimiz anlatıyor.

Tabii Resûl-i Ekrem'in (aleyhi ekmelü't-tehâyâ) namaz ibâdeti üzerinde bu derece hassâsiyetle durması Ashâb-ı Kirâm'ın da birer namaz âşığı haline gelmelerine vesile olmuştur.

Huzûr-ı ilâhîde bulunmanın manasını idrak etmiş ve Kur'an'ın tadını almış bir sahabînin şu hali onların namaza karşı iştiyaklarını göstermesi açısından ne kadar müthiştir: Peygamber Efendimiz, Zâtü'r-Rik'â gazvesinde Ammâr bin Yâsir ile Abbâd bin Bişr'i bir konak mahallinde gece nöbeti için vazifelendirmişti. Hazreti Ammâr'ın istirahati tercih ettiği bir sırada Abbâd bin Bişr kalkıp namaza durmuştu. O sırada bir müşrik bu iki sahabiyi fark etmiş ve hemen üzerlerine ok yağdırmaya başlamıştı.

Oklardan iki-üç tanesi Hazreti Abbâd'ın vücûduna isâbet ettiği halde, o, namazını bozmamış, ancak rükû ve secdesini yaptıktan sonra arkadaşını uyandırmıştı. Hazreti Ammâr, sıçrayıp kalkarken bir taraftan kaçan müşriğin ardından bakakalmış, diğer yandan da merakla ve heyecanla Abbâd bin Bişr'in vücudundan akan kanı ve isabet eden okları göstererek kendisini neden uyandırmadığını sormuştu. Hazreti Abbâd ise, ancak bir namaz âşığının söyleyebileceği şu cevabı vermişti: "Bir sûre (Kehf) okuyordum, (ayât-ü beyyinât o kadar tatlı idi ki) onu bitirmeden namazı bozmak istemedim. Fakat, oklar peşpeşe atılınca namazı tamamlayıp seni uyandırdım. Allâh'a yemin ederim ki, Peygamber Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) korunmasını emrettiği bu gediği kaybetme endişesi olmasaydı, sûreyi yarıda bırakarak namazı kesmektense ölmeyi tercih ederdim."

Süleyman Sargin

Namaz, Aşkta Yok Olmanın Adresidir ....


Bir vakit namaz mı, hayat mı?” diye bir soruyla ve tercihle karşı karşıya gelsek ve gözümüzü hiç kırpmadan ve bir saniye bile düşünmeden “namaz” diyemeyeceksek, yaşadığımız hayatı “Hayy” olanın bir armağanı olarak göremiyoruz demektir.



Namaz, kulluk bilincinin zirve yaptığı duraktır. Bir insanın yükselebilecek olduğu en büyük makam, kulluk makamıdır. Namaz işte bizi buraya taşır. Bir insan kendini “kul” olarak kabul etmiyorsa, ne olarak kabul ederse etsin, fark etmez. O artık nefsinde ilahların çarpıştığı bir savaş meydanındadır ve “barış” denen nimetten de çok çok uzaklardadır.


Namaz, mü’minlere, Allah’u Teala tarafından Mirac’da armağan edilen en güzel hediyedir. O Mirac ki, Cebrail’in huduttan öteye bir adım atamadığı, bir yerden sonra, Rabbin huzuruna yalnızca AşK’la girildiği bir ilahi tören!


Zaman ve mekanın ötesinde, fakat aşkın en gizemli nağmelerini ruh ikliminde duya duya, insan olmanın şerefiyle ve seni yaratana “Rabbim” diyebilmenin mutluluğuyla “kul” olma onurunun insana hediye edildiği mutluluk diyarı.


Bu diyarın mutluluğunu yalnızca kendisinin tatmasına gönlü razı olmayan Sevgililer Sevgilisi’nin, “Namaz mü’minin miracıdır.” diyerek Rabbi katında bize namazla şefaat etmesi, eğer uyuyan gözlerimizi hala uyandırmıyorsa, yazık!


Namaz, böyle bir iklimin diriltici soluğudur. Dünyanın dönüşü nedeniyle yeryüzünde ezan okunmayan bir an yoktur. Ve beş vakitin her anı dünyada mevcuttur. Dünya anbe an secde ederken, gökyüzünde melekler namaz şöleninde Allah’ı tesbih ederken, her varlık kendi diliyle “Allah” derken, insan, namaza durarak “Allahu Ekber” demiyorsa, kendi kıyametini koparmış demektir.


Namaz Mirac’dır ve Allah ile buluşmadır. Gözyaşlarıyla abdest almayan insan Rabbi ile nasıl buluşabilir?


Namaz, aşkta yok olmanın adresidir. Kendi varlığından başka varlık bilmeyenlerin o adrese gitmeleri nasıl mümkün olabilir? Namazsız insan, kaybolmuş insandır.


Namazla arınan gönül, duygularını aydınlatmıyorsa, sen kimin münevverliğinden (aydın) söz edersin?


Her sabah göklerden gelen diriltici sesi duyup, yeryüzüne merhametle dolmuyorsan, senin varlığından daha büyük eziyet mi vardır?


Secdede, aşkın doruklarında kainatın ruhunu sağamıyorsan, medeniyet meydanına “bozguncu” olarak indiğinin de farkında değilsin.


Namaz arındırıcı ve aydınlatıcıdır. Arınmamış ve aydınlanmamış insan bir şeyin başına geçer ve iktidar olursa, o yer fesada uğramış demektir.


Gece. Yıldızlar ayet ayet gökyüzünden asılıyor. Gökyüzünde şölen var: vaktin melekleri, insanoğluna ikinci kez eline geçiremeyecek olduğu “zaman dilimi”ni sunuyorlar.


“Kalkın ey insanlar, Rabbimiz, sabahı size hediye ediyor!”
diye nida ediyorlar.


insan uykuda. insan nefsinin kuyusunda. Kuyularda Yusuf yok. Rüyaları yılanlar basmış. Minareden bir ses: “Allahu Ekber!” Yusuf suretinde bir genç ayakta ve namazda: “Allahu Ekber!”


Kıyamet bugün de ertelendi, çok şükür.


Ve ruhumuzun kıyametinin ebediyyen ertelenmesi için hep birlikte haykıralım:


“Haydi namaza!”

Veyl O Namaz Kılanlara! Ömer Sevinçgül


...............................................................
"namaz kılmakta zorlanıyorum. namazdan tat almıyorum. huzur bulamıyorum. ruhumda bezginlik oluyor...bıkıp usandım bir süre sonra...kuramsal yönünü okudum, insana dinginlik verir falan diyor. ama bende olmadı pek...ilk günler bir coşku hissettim gerçi, sonra yok oldu. namazı bırakıp meditasyon yapmayı bile kurdum kafamda." diyorsun.

bu konuda hiç de yalnız değilsin! sen durumunun farkına varmışsın, itiraf ediyor çözüm arıyorsun. hayra alamet! ekseriyet ise uykuda. ama bu seni teselli etmesin! çünkü sen kendi namazından sorumlusun. namaz imandan sonraki en büyük hakikattir. ALLAH ile kul arasındaki en yüksek münasebettir. bütün ibadetlerin özü, esası ve temelidir. içinde bütün ibadetler vardır namazın. bedenini, ruhunu, zamanını veriyorsun işte sana zekat. kılarken yemiyor, içmiyorsun işte oruç. Kabe'ye yöneliyorsun, yani hayalen hac yapıyorsun. ayetler okuyorsun, dualar ediyorsun okuduklarının anlamını düşünüyorsun, ALLAH'ı anıyorsun... bunların hepsi birer ibadet biçimi...namaz tümünü kapsıyor.

bir rivayete göre sayısız melekler, kimi kıyamda, kimi rükuda, kimi secdede devamlı ibadet ederler. namaz kılmakla meleklerin ibadetini temsil ediyorsun. namazın biçimi bile çok anlamlı. ayakta dururken ağaçların, eğilince hayvanların, secdeye kapanınca cansızların kendine özgü ibadetlerini yapıyor gibisin. onların üstünde bir makamın olduğunu, bütün varlıklar adına ALLAH'a muhatap bulunduğunu ortaya koyuyorsun.

"namaz dinin direğidir." öneminden dolayı günde 5 kez kılınır. günah kirlerini gidericidir... gerçi tat almak için namaz kılınmaz ama, namazda manevi bir tat da yok değildir. O istenilmez, ilahi bir nimet olarak zamanla verilir. Namaz şifadır. Ruha huzur, bedene dinginlik getirir. kalbi yatıştırır. İnsanı kötülüklerden alıkoyar. Özel dünyaya nurlar serper. Peki sende niçin böyle olmuyor? usulüne uygun namaz kılmıyorsun da ondan! namaz dikkat ister. gereken özeni göstermezsen resmî bir talime döner. beklenen faydaları vermez. kişi, namaz kılmayan biri gibi olur. kabahatİ namazda değil, kendinde aramalı. İtidal üzere, hakkını vererek namaz kılmalısın. Aksi halde onu zayi etmiş olursun!..

"Veyl o namaz kılanlara ki, namazlarında yanılmaktadırlar. onlar riya yaparlar ve yardımlık vermezler!" Maun suresinin bir ayeti bu. "yazıklar olsun onlara!" diyor. kime? o namaz kılanlara. niçin? çünkü namazlarından yanılmaktadırlar!.. namazdan etkilenmiyorlar,bencillik ediyorlar, başkalarını düşünmüyorlar, ibadetleri hayatlarına sinmiyor, kimseye faydaları yok; ne kendilerine, ne de öbür insanlara. ne namazları namaz, ne de dinleri din! bir görüntü, bir suret, bir gölge o kadar...

dini de yalanlıyorlar, halleri, dillerini reddediyor, söylüyorlar ama yapmıyorlar, yapsalar da şekilde kalıyorlar, namazla onu bunu aldatıyor, kendileri de aldanıyorlar! Veyl onlara. nasıl kurtulur insan bu şiddetli hitaptan? NAMAZIN HAKKINI VEREREK!

....

Birincisi, kimin için namaz kıldığını bilmelisin. bu da ALLAH'ı tanımakla olur. İman hakikatlerini, bilhassa, ALLAH'a iman hakikatini anlatan eserleri okumalısın. yine, bu alemi ve içindekileri inceleyerek ALLAH'ı tanımalısın. bu yolla sende özel bir durum oluşur. Rabbini heryerde hazır hissedersin. onun huzuruna varmak istersin. o huzuru özlersin, ararsın, bulunca sevinirsin... şu halde namaz için birinci temel, ALLAH'ı tanımaktır. İmanın ve marifetin nispetinde namazın kalitesi yükselir.

ikincisi, namazı "tam namaz" eden incelikleri bilmektir. bu da Peygamber Efendimizin nasıl namaz kıldığını bilmek demektir. O, her alanda rehberimizdir. tam namaz, onun namazıdır.üçüncüsü, dini namazdan ibaret saymayıp, ömrün her anını inancın bilincine vararak yaşamaktır. Gafletli haller, günahlar, aldatmalar, hileler, yararsız sohbetler, kalbi katılaştırır, ruhu karartır. iki namaz arasında ruhunu temiz tutmalı, kirletmemelisin. Hem şeytana, hem de ALLAH'a aynı samimiyet ve itina ile kulluk edemezsin.

....

günlük farz namazlar toplam "on yedi" rekattır. bu namazlar ALLAH'ın emridir, yerine getirmek zorundasın. Kılınmasında büyük ödül, terkinde azap var. Önemli bir engelden dolayı kılamazsan kaza edersin. Kaza namazları bütün nafilelerden daha önemlidir. Farzdan sonra öncelik, kılınmayan farzların kazasınındır. beş vakitte kılınan farz namazın ehemmiyeti çok büyüktür. hiç bir ibadet bununla kıyaslanamaz. ne hac, ne zekat, ne de oruç onun yerini tutabilir... sünnet ve nafile namazların kıymeti de farzın yanında azdır. Bin nafile namaz, bir sünnet namazı tartamaz. Keza, bir farz namaz da bin sünnet namazdan daha önemlidir. aynı oran farzın içindeki bir tesbihin sevabıyla, aynı tesbihin namaz dışındaki sevabı arasında da vardır. Farzın için giren herşey, farzın derecesinden bir nasip alır. ancak bu konuda bir galat göze çarpıyor. İlmihal kitaplarında adet olmuş, nafileyi ve sünneti farza karıştırıp öyle koyuyorlar önümüze. mesela "yatsı namazı kaç rekattır?" diye sorarsan "on üç rekattır" diyorlar. bunun bazı sakıncaları olabilir. birincisi, namaz altından kalkılmaz ağır bir yük gibi görülebiliyor. ikincisi, dini hükümlerdeki rütbeler yerle bir oluyor. Sünnet farzın tahtına oturuyor. çok görülmesi sebebiyle farzın kılınmasına engel olabiliyor. üçüncüsü, farzı özenle kılmak için ayrılması gereken süre azalabiliyor. farz namaz acele kılınıyor. farza özen gösterilmez oluyor. namazdan beklenen fayda elde edilemiyor.

Dört rekat olan yatsı namazının farzı itidal ile yani sünnete uygun biçimde kılınırsa "ON İKİ DAKİKA" sürüyor. bunu denedim, saat tutarak hesapladım. Fatiha'dan sonra kısa namaz surelerini okudum. uzun sure okusaydım süre daha da uzayacaktı. bu hesaba göre, "bir rekat" için ortalama "üç dakika" gerek. on yedi rekat namazın günlük toplam süresi yaklaşık "elli dakika" tutar. ikişerden on dakika da abdeste harcasan toplam bir saat eder.

ancak tam namazı kılmaya yeni başlayan birine her rekat için üç dakika çok gelebilir. sen her rekat için iki dakika harca, daha sonra süreyi uzatır, "üç" yaparsın.

HER REKAT İÇİN ORTALAMA EN AZ İKİ DAKİKA!

camilerde namazlar hızlı kılınıyor. Vakit dar, imam sabırsız, cemaat rahammülsüz! Böyle görmüş, öyle alışmışlar. esasen cami ve mescitlerde sadece farz namaz kılınır. öbür namazların evde kılınması daha iyidir. Peygamber Efendimiz zamanında mescitte sadece farz namaz kılınırdı. diğer namazları camide kılma adeti sonradan başladı. bunu tertip ve tavsiye edenlerin kötü niyetli olduklarını sanmıyorum. insanlar evde kılmazlar diye düşünmüş olmalılar. Fakat ne yazık ki, bu tedbir farzında terkine sebep olabiliyor! Sözün kısası, itina ile kılınması gereken günlük farz namazın miktarı 17 rekattır. günlük süresi abdestle birlikte ortalama bir saattir. farz dışında kalan namaz çoktur. dileyen gücü oranında kılar, sevabını alır.

....



TAM NAMAZIN İNCELİKLERİ!

Şimdi "TAM NAMAZ"ın inceliklerine geldik. bunların hepsi önemlidir, ihmal edilmemeli. ayrıntıdır deyip geçme. biri bile ihmale uğrarsa namaz zedelenir. böyle namaz kılmak özel bir çaba ister. kolay değildir. sabır ve sebatla devam edersen zamanla meleke kazanırsın. tam namaza alışmak zaman alır.

....

Ayrıntılara giremem... Namazla ilgili baazı önemli noktaları özetleyeceğim. Her iilmihalde kolayca bulabileceğin detayları anlatmayacağım. Dili yalın, anlatımı güzel bir ilmihal al, oradan oku... namazın öncesi var, kendisi var, bir de sonrası var... sırasıyla gidelim...

ilki "vakit" meselesidir. düşün, o namazı niçin bu vakitte kılıyorsun? her namaz vakti, mühim değişmelerin başlangıcıdır. nice nimetleri hatırlatır. mesela sabahın vakti hem ana rahmini, hem bahar başlangıcını, hem altı devrede yaratılan şu alemin ilk evresini hatırlatan bir zamandır. öbür namaz vakitlerinin de nice hikmetleri vardır. bunları nuranî eserlerden öğrenebilirsin.

önemli bir engel yoksa, namazı ezandan hemen sonra kılmak gerek. geçe bırakılırsa bir gevşeklik oluşur. işitebiliyorsan ezanı dikkatle dinle ve kelimelerini tekrar et. bu seni ruhen namaza hazırlar. Ezanda imanın ve İSLAMın özü vardır. böylece imanını tazeler, görevini hatırlar, dini yaşamak için yeni bir istek duyarsın.

....

detaylarına dikkat ederek güzel bir abdest alırsın. abdeste başlayınca her uzvunu üç defa güzelce yıka. ağzına bol su ver, iyice çalkala. burnuna da bolca su ver, suyu iyice çek, genzin acısın. boynunu tam meshet. ayak parmaklarının arasını ıslat. göz çukuruna suyun tam temas etmesini sağla. suyu israf etmeksizin bolca kullan. her namazda abdest almanın fazileti ve faydası çoktur. bedeni rahatlatır ve sinirleri yatıştırır. alırken şehadet kelimesini tekrar et. bir de istiğfar ile manen temizlen. Namaz, temizlerin amelidir.

namaz kılacak yerin önemi büyüktür. yüksek ses, fazla ışık, hareket eden insanlar dikkati dağıtır. kendine gözden ırak bir yer bul. evin bir bölümünü namaz için kullanabilirsin. telefon, kapı zili gibi sesler namazı zedeler. secde yerindeki yaygı düz ve sade olsun. bir şeyden korkan, kaygılanan veya birini bekleyen kişi rahatça namaz kılamaz. yapman gereken bir iş varsa önce onu yap, sonra namaza başla.

ne çok aç, ne de fazla tok olmalısın. her ikisi de insanın zihnini meşgul eder. tuvaleti sıkışan biri de rahat olamaz. üstünden sıyrılıp düşen bir elbise giyme. giysin seni rahatsız edecek kadar dar olmasın. elbisenin kırışmasından korkuyorsan bu da seni tam namazdan alıkoyar. elbisen temiz olsun.

....

Farza başlamadan önce kamet getirmek sünnettir. yani kendi kendine ezan okumak... Manasını tefekkür ederek oku. kelimeleri tane tane söyle. "ALLAHU EKBER!" derken ALLAHın azametini düşün. nasıl bir zatın huzuruna çıktığını hatırla. insan bir amirin karşısına çıkarken ne hale gelir, bilirsin. öbür kelimelerin anlamlarını da bil ve hatırla. böylece namaza ruhun, kalbin ve aklınla hazır olursun.

....

sıra kıbleye yönelmeye geldi. Bedenin kıblesi KABE'dir. Kalbin kıblesi ALLAH'tır. ilmihal kitapları sadece bedenin kıblesinden söz eder. beden namaz boyunca Kabeye yönelmeli. başka yöne dönerse namaz bozulur. Kalp de hep ALLAH'a yönelmeli. Bu, pek zordur. Kalp serçe kuşu gibidir, bir o yana, bir bu yana döner durur. onu sabırla alıştırmak gerekiyor. Tam namazın zor taraflarından biri de budur. Ancak, kalbin başka yöne dönerse "Böyle namaz olmaz!" deyip namazı terketmeyesin. Bu, şeytanın telkinidir, seni namazdan tamamen uzaklaştırmak ister. kusurlu da olsa namaza devam etmek lazım.

....

niyet de namazın farzlarındandır. Niyeti genellikle dille söylemek zannederler. Hayır, niyet kalbin eylemidir. Kalbin bir işe yönelmesidir. dil ile söylemesen de olur. söylersen de zaararı yoktur. kişi hangi namazı kıldığını bilsin yeter.

....

namaza tekbir ile girilir. bu tekbir gayet mühimdir. "ALLAHU EKBER" derken, kalbin ALLAH'a yönelmeli, gaflette bulunmamalı. bütün varlıkları geride bırakmalısın...Elini kaldırıp başparmaklarınla kulak memelerine dokunurken tekbiri de söyle. Hareketinle söyleyişin birbirine paralel olmalı... Hanımlar ise, tekbir alırken ellerini omuz hizasına kadar kaldırırlar. başparmaklarını kulaklarına değdirmezler.

....

Kıyamda dik dur. gözlerin secde yerine mıhlanıp kalsın. Ne ileri, ne geri, ne de yanlara bak. namazda gözlerini kapatma. bedenin ağırlığını iki ayak üzerine eşit bir biçimde paylaştır. Kıyam esnasında, yani ayakta dururken, ellerini göbek altına bağlarsın. sağ el sol elin üstünde olmalı. baş ve serçe parmaklar bileği kavramalı. hanımlar ellerini göbek altına bağlamaz, göğüste üst üste koyarlar. Rükuda da ayak ucuna bak, bakışını sabitle. Kadede, yani oturuşta iki dizinin hizasının orta noktasına nazar et. Bazı alimler kadede kucağa bakmayı uygun buluyorlar. Sana hoş geleni yap. Secdede ise gözler geriye doğru paralel yere paralel bakar. namaz boyunca beden mum gibi hareketsiz durmalıdır. "Huşu" için bu en önemli unsurlardan biridir. beden ta mbir dinginlik halinde bulunursa ruh da ona uyar. Huşu, tam bir saygı halidir. Onsuz namazda tat arama. Namazda rahat nefes al. Nefes aralıkları düzgün olmalı. bu da dinginlik sebeplerindedir. iyi nefes almak sinirleri yatıştırır, ruhu da rahatlatır. nefes nefese kılanan bir namazda tat olmaz.

....

"Kıraat" yani okuma da namazın temellerinden. bu hususta büyük gafletler gördüm. Nelere dikkat etmek gerek, sıralayayım... Birincisi okunacak duaları, zikirleri iyice bil. İkincisi, kısaca anlamlarını öğren. insan ne dediğinin farkında olmalı. Üçüncüsü okumalarını işit. Kulak işitmiyorsa o okuma kıraat sayılmaz, farzı yerine getirmemiş olursun. Dördüncüsü, yavaş yavaş, tane tane oku. ayetler arasında dur. ayetleri tane tane okursan, hem manasını kısaca düşünmeye vakit bulursun, hem de nefes nefese kalmazsın. Beşincisi, sessiz de okusan tecvide, yani okuma kurallarına uygun oku. Namaz esnasında okuduklarını dinle, izle, düşün... Bu, senin dikkatini uyanık tutar. Zihnini namaz dışı manalardan korur. başka şeyler hatırına gelirse sakın telaşlanma. Hiçbir şey olmamış gibi namzı düşünmeye devam et. Hayaline gelen namaz dışı şeyler seni vesveseye atmasın. Şeytan seninle oynar. "Senin kalbin bozulmuş. Bak namazda bile neler düşünüyorsun! Böyle namaz kılmaktansa kılmamak daha iyidir" der. Halbuki o manaları sen isteyerek getirmedin. Ondan rahatsız olman da bunun delili. O sözler ve hayaller senin kalbinden gelmiyor. Şeytanının ve vehminin ürünü onlar. Onları önemseme, sen namazına dön ve devam et.

....

Sıra "Rüku"da, ama önce mühim bir hususu daha arz edeyim. Bilirsin, namazın bir rüknünden öbürüne geçerken tekbir almak sünnettir. bu tekbirler, öncekinden ayrılırken başlamalı, sonrakine geçerken bitmeli. yani ikisi arasında söylenmeli. bu hususta da yeterli özen gösterilmiyor. Kıyam bitince hemen rükuya gidilmez. Eller aşağı salınır, bir süre beklenir. iki secde arasında da böyledir. bu beklemeler ortalama beş saniye kadardır. birinci secdeden kalkınca iyice otur, uzuvların yerine yerleşsin, yeteri kadar bekle, sonra ikinci secdeye git. Bunlar itidal ile, hakkını vererek namaz kılmanın esaslarındandır. İTİDAL İLE KILINMAYAN NAMAZ HİÇ KILINMAMIŞ GİBİDİR!.. Nitekim Peygamberimiz böyle namaz kılan birine "Sen namaz kılmadın yeniden kıl" buyurmuştur. Yukarıda anlattıklarım ve bundan sonra anlatacaklarım da yine itidal ile namaz kılmanın gereklerinden. Buna "Tadili erkân" derler.
Rükudan bahsedecektim... rüku namazın farzlarından biridir. elleri dizlere koyarak eğilmektir. dizlerin, kolların, belin düz olmalı. bunu yaparken ne kadar abartılı davransan yeridir. Eller diz kapaklarını kavramalı. El parmakları iyice açık olmalı. zaten başka türlü kavrama olamaz. hanımlar fazla eğilmezler, ellerini dizlerden yukarıya hafifçe koyarlar, dizlerini de biraz bükerler. yukarıda da söylediğim gibi, rüku esnasında gözlerin ayak parmaklarının uçlarında, ortada bir noktaya bakmalı, oradan ayrılmamalı. Bu da gayet önemlidir. Tam bu vaziyeti alıp da uzuvlar yerlerini bulmadıkça tesbihe başlama. üç kez "Sübhane Rabbiyel Azim" demek sünnettir. Beş kez söylemek müstehaptır. tesbihleri tane tane söyle ve manasını düşün. ARALARINDA DUR, acele etme. tesbihleri tam bitirmeden doğrulma. Rükudan kalkarken "SemiALLAHu limen hamideh" sözüne başla, dikilmeden önce bitir. bedenin kıyam haline gelince uzuvlarının iyice yerleşmesini bekle, sonra "Rabbena lekel hamd" de, bekle, sonra tekbir ile secdeye git.

....

"Secde" kulun ALLAH'a en yakın olduğu haldir. Secdede üç kere "Sübhane rabbiyel a'la" demek sünnet, beş kez söylemek müstehaptır. secde anında el parmakların bitişik olmalı. iki elinin arası uygun uzaklıkta bulunmalı, yüzünü aralarına rahatça koyabileceğin kadar. alnını mümkün olduğu kadar dizlerinden uzak bir yere koy. Baldırlarınlakarnın birbirinden uzak olsun. alnınla birlikte burnun da yere temas etsin. Alnın yere paralel bir biçimde olsun. Ayakların yerden kesilmesin. Ayak parmaklarının uçları kıbleden ayrılmasın. secde anında topuklarını temas ettirebilirsin. hanımlar secdede alınlarını erkeklere göre biraz daha beriye koyarlar, kollarını yanlarına yapıştırır, bedenlerini ise fazla kaldırmazlar.

....

Gelelim "kade"ye. Kade, oturuş demektir. Sağ ayak dikilir, sol ayak üstüne oturulur. Bel ve sırt düz olmalı. Sağ ayağın parmağı kıbleye bakar. Eller düzler üzerin bırakılır. Parmak uçları diz hizasında. El parmakları da ne tam açılır, ne de tam bitiştirilir, belki kendi haline bırakılır. Göz, dizler hizasında bir orta noktaya bakar ve oradan ayrılmaz. vücut bir heykel gibi hareketsizdir. Hanımlar kadede sağ ayaklarının üstüne oturmazlar, sol kabalarının üstüne oturur, ayaklarını sağ tarafa doğru öylece bırakırlar, ellerini de dizlerin biraz berisine koyarlar. Otururken, Tahiyyat, Salli, Barik ve Rabbena okunur. bu okumalarda da yine düzgün ve iyi nefes alıp vermeye dikkat edilir. Tahiyyat gayet mühimdir. çünkü miraçta Peygamberimiz ile Rabbimizin karşılıklı konuşmalarını içerir. Manasını bilmek gerek. "Namaz müminin miracıdır" hadisi de bu noktadan nur alır. çünkü her kul namaz vasıtasıyla Rabbinin huzuruna çıkıyor ve konuşuyor. Kadedeki Tahiyyat, kıyamdaki Fatiha gibidir.

....

Namazdan "selam" ile çıkılır. Selamlarda sağ ve sol omuzlara bakılır. Yanaklar arkadan görünmelidir. ikik tarafa selam verirken amellerimizi yazan melekleri hatırlamak güzeldir. Böylece her gün en az beş defa günahları ve sevapları yazan melekler düşünülür. Bu, iki namaz arasında günah işlememek ve sevaba meyletmek için iyi bir vesiledir.

....

Namaz yerinden hemen kalkılmaz. üç kere istiğfar edilir. "ALLAHumme entesselam..." okunur. Tesbih ve dua edilir. Otuz üçer defa "SübhanALLAH, Elhamdulillah, ALLAHuekber" demek, "Lailahe illlALLAHu vahdehu la şerikeleh..." okuyup ardından dua etmek sonra da otuz üç kere "La ilahe illALLAH" demek sünnetttir, çok önemlidir. Başka zikirlere oranla binlerce defa daha fazla sevabı vardır... Zamanın yeterli değilse yolda yürürken ya da otobüste giderken de okuyabilirsin tesbihleri... Duaları da öyle...

....

Vitir... Evet, önemli bir namazdır... İmam-ı Azam'a göre vacip, müçtehidlerin ekseriyetine göre sünnettir. Gece namazlarının sonudur. Uyuyup uyandıktan sonra kılınır. Uyanamamaktan korkanlar, bu namazı kılıp yatarlar. bu konuda şöyle bir tavsiyem olacak, istersen yaparsın: Uyanamama korkun varsa, yatsının hemen ardından değil de, yatmadan biraz önce güzel bir abdest alıp, Vitiri kılıp ardından dua edip yatmak güzel olabilir. Kılarken Felak ve Nas surelerini okursan uyku alemine yatmadan önce okunması sünnet olan sureleri okumuş olarak girersin. günümüzde genelde yatsıdan çok sonra yatıldığı düşünülürse bu uygulamanın uygunluğu daha iyi anlaşılabilir. bu benim şahsi tercihimdir, dilersen sen de uygulayabilirsin. Karar senin...

....

"Sünnet olan namazlar ne olacak?" sorusu hatırına gelebilir. onları terkettirmek gibi bir niyetim asla yok. Burada konumuz farz namazları olduğu için, ben de farzın önemini vurguladım. Bu, sünneti dışladığım anlamına gelmez.

....

Namazın incelikleri saymakla bitmez. Ben burada bazı mühim noktaları özetlemeye çalıştım. Bunlara dikkat ederek namaz kılarsan huzura erersin. Namazdan umulan faydayı görürsün. Hakkı verilerek kılınan namaz, aynı zamanda ulvî bir meditasyondur! "Buda" diye diye kendi dinlerini budayanlardan olma. İmandan sonra en önemli hakikat olan namaza sarıl...
Unutma, bir rekatı iki dakikanın altında kılıyorsan namazın hakkını vermiyorsun demektir. üç dakikaya çıkarabilirsen daha iyi olur. Namazını tashih et! İlmihal kitaplarında yazılanlardan biraz farklı var söylediklerimin... Ama ayrıntılarda... bir yenilik getirmedim. sadece daha derinlere indim. Temel kaynaklarda bulunan bilgileri bulup çıkardım. Var olan bilgiler bunlar... "Namazı benim gibi kılın!" buyuran Peygamber Efendimizin namazını anlattım sana... Tam namaz onun namazıdır çünkü. Ben uyguladım bu bilgileri, yararını gördüm, umarım sen de görürsün...

ÖMER SEVİNÇGÜL

sana Allah tarafından verilmiş bir "ödev"dir..


İslam'ın en temel emirlerinden olan namaz, çoğunlukla ebeveynlerin yanlış uygulamaları ile çocuklar için olduğundan çok daha zor ve meşakkatli bir ibadet olarak algılanıyor.
Namaz ibadeti çocuklara eğer küçük yaşlarda doğru ve sistemli öğretilmezse ileriki yaşlarda aksatılan bir ibadet haline dönüşüyor. Bu nedenle; "Hz. Peygamber, çocuklara namazı nasıl sevdirmişti" sorusunu sorarak işe başlayabiliriz.

Önce namazın önemini anlayalım!
Çocuklarımızın hem dini terbiyelerinde hem de ibadet anlamında gösterdikleri hassasiyet ölçüsünde üzerinde en fazla durulması gereken husus namaz ibadetidir. Namaz ibadetinin İslam'daki diğer ibadetlere nazaran çok daha sıklıkla ifade ediliyor olması, onun çok önem arz ettiğini ortaya koyar. Peygamber Efendimiz (sav) da hadis-i şeriflerinde namazın üzerinde çok durmuş, ona çok büyük önem vermiştir. Namaz farzı; hiçbir şartı olmaksızın gerçekleştirilmesi istenen bir farzdır. Diğer farzların büyük kısmı bir takım şartlara bağlanmışken Namaz ibadeti şartlara bağlanmamıştır.

Anne-babalar, çocuklarına öğretmeden önce kendileri namaz kılmalıdırlar!
Rabbimiz, Taha Suresinin 132. ayetinde şöyle buyurur: "(Ey Muhammed) Ailene namaz kılmalarını emret, kendin de onda devamlı ol. Biz senden rızık istemiyoruz, sana rızık veren biziz. Sonuç Allah'a karşı gelmekten sakınanındır."
Ayette de görüldüğü gibi, mukaddes kitabımız Kur'an-ı Kerim, çocuklara namaz ibadetinin sevdirilmesi ve öğretilmesi için, anne babalara çok önemli görevlerin düştüğünü göstermektedir. Çocuklara namazın, hayatın kopmaz, ihmal edilemez bir parçası olduğunu dahası namazın hayatın özü olduğunu iyi anlatmak ve öğretmek gerekmektedir. Çocukların namazla ilişkisi, anne babaların yükümlülüğündedir.Bu Allah tarafından verilmiş bir ödevdir.
Peygamber Efendimiz (sav), anne babaların bu yükümlülüğüne işaret ederek şöyle buyuruyor: "Çocuk yedi yaşına gelince namazı emredin. On yaşına gelince (gerekirse) namaz hususunda dövün" [Ebu Davud]
Bu hadis-i şerifteki 'emir' dili, muhakkak yapılmasına işaret etmektedir. Aksi takdirde karşılığında vebal, kınanma ve azap vardır.

Namaz, dinin merkezindedir
Namaz ibadetinin dinin merkezinde olduğu bugün herkes tarafından açık ve net olarak bilinmektedir. Birçok ayet ve hadis-i şeriflerle sabitlenmiş bir hükümdür namaz. İslam âlimlerinin büyük çoğunluğu namazı terk hususunda ağır cezalar ve yaptırımlar öngörmüşlerdir.
Namaz ibadeti böylesine önemli bir yerde bulunurken, bu ibadet muhakkak çocuklarımızın eğitiminin merkezinde de olması gereken bir ibadettir. Anne babalar, küçük yaşlardan itibaren çocuklarına namazı sevdirmek için ellerinden geleni yapmalı, bu uğurda her türlü meşakkate katlanmalıdırlar. Ayetteki ifadeyle, bu hususta sabırlı ve sebatlı olmak zorundadırlar.

Peygamberin çocuklarla ilişkisinin merkezinde namaz vardır
Peygamber Efendimiz (sav)'ın çocuklarla ilişkisinin merkezinde namaz ibadeti vardır. Efendimiz, namazı çocuklara sevdirmek ve öğretmek için çeşitli yöntemler uygulamıştır.
Efendimiz (sav) bazen evde çocuklara abdest aldırıp onlara namaz kıldırmış, çoğu zaman da çocukları camiye götürerek onlara cemaatle namaz kıldırmıştır. Efendimiz (sav)'ın bu yaklaşımına maruz kalan çocuklar, bundan çok memnuniyet duymuşlardır. Zira büyük adamların safında onlar gibi sayılmak, çocuk için tarifi imkânsız bir duygu, yüce bir makamdır. Hele cemaat ehli tarafından başı okşanıp medhedilmesi ayrı bir zevk bir taltif ve teşvik edici bir davranış olmaktadır.
Çocuklarla cemaat olup namaz kılın!
Rivayetle sahabeden Enes (ra) anlatıyor: "Ben, annem ve teyzem Ümmü Haram evdeyken, Resulullah (sav) çıkageldi. Bir müddet sonra; 'Kalkın size namaz kıldırayım' dedi. Beni sağ tarafına aldı. Öylece bize namaz kıldırdı. Namazdan sonra bize dua etti..." [Müslim]
İbni Abbas r.a der ki: "Ramazan veya kurban bayramı günü Resulullah (sav) ile birlikte bayram namazına gittim. Allah'ın Resulü namaz kıldırdı. Sonra hutbe okudu. Daha sonra kadınların bulunduğu tarafa gelerek onlara vaaz etti ve namaza devam etmelerini söyledi." [Buhari, Müslim]
Semure bin Cündüp, çocuk yaşta iken, Hz. Peygamber ile birlikte bir kadının cenaze namazını kıldıklarını haber vermektedir. [Müslim]

Çocuklarımıza namazı sevdirmek için dikkat etmemiz gerekenler
Çocuklarımıza namazı sevdirmek için öncelikle kararlı ve düşünceli olmak zorundayız. Çocuklarımızı daha çok küçük yaşlarından itibaren namaz ibadetine karşı sevgi dolu olarak yetiştirmek gerekiyor.
1) İkna edip sevdirmek en temel düsturdur. Namazı öğretmeyin, sevdirin.
2) Sevdirmeden ve anlatmadan çocukları namaza zorlamak, namaz kılmalarını mecburi tutmak onları namazdan soğutur. Buna dikkat etmek gerekir.
3) En iyi öğretmen örnekliktir. Çocuklar, sizin namaza gösterdiğiniz saygı ve sevgiyi görmeliler.
4) Namazı ilgi çekici hale getirerek, çocukların sevgi dolu bir merak edinmelerini sağlamak gerekir. Kitaplarla, CD lerle namaz eğitimi çeşitlendirilmelidir.
5) Çocuk güzel hediyelerle teşvik edilmeli, onun için sürprizler hazırlanmalıdır. Teşvik ve tebrik edilmelidir.
6) Kendisine ait bir seccadesi, tesbihi ve takkesi olmalıdır. Kız çocuklarına namaza mahsus özel beyaz başörtüsü alınmalıdır.
7) Küçük yaşlardan itibaren devamlı camiye götürülmeli ve çocuğun namazı en ön safta kılması sağlanmalıdır...

Bozulmuş Namazın Sehiv Secdesi?!


“Namaz kılıyoruz
Bozulmuş bir namaz kılıyoruz
Belki de namaz kılmıyoruz”


Hatice’nin göz renginden tutunda, pazardaki kurtlu meyveye kadar hepsi namazın kapısına sıralanır ve ben “Allahu Ekber” deyince nefsim onları bir bir içeri alır.

Vaktin girdiğini bilirim okunan ezanla.. havaya, kuşlara, duvarlara bakarım “gel” diye çağıran birini görmezden gelircesine… kuşlar onun, hava onun, duvar onun, ben onunum diye ensesine vurup şeytanın, kulağından tutarak sürüklerim bedenimi seccadeye…

Ademler maça dalmışken, Havvalar akşama yemek yetiştirirken vakit basamak basamak çıkar minare merdivenlerini.. devre arası namazını alelacele kılıp, ikinci devresine yetişince rahatlayan adamlara bu nasıl bir rahatlamışlıktır diye sormaz mı “benim ayağımı namazdayken kesin” diyen Hz. Ali..

Allahu ekber deyip euzu besmeleyi çekince; ikinci perdesi seccadede açılır seyrettiğim filmlerin… artistlerimin yüzünü boyar, sesini değiştirir, repliklerini ben yazarım… bir-iki bölüm çektikten sonra “şeytanın senaryomda ne işi var” deyip bir yönetmen şımarıklığıyla yırtıp atarım senaryoyu ve her bir parçası tövbelerimin üstüne düşer yazdıklarımın…

Euzu besmeleyi baştan çekerim nedametle…

Fatihanın “hamd” kelimesine gelince, bir kıpırtı başlar şeytanın çomak soktuğu arı kovanı gibi kaynayan dimağımda. Sevmediğim insanlarla kurduğum diyaloglar yeniden canlanır.. “keşke şunu da deseydim, bunu da..” pişmanlıkları, vızır vızır dolanır başörtümün içinde... “çok şükür ki ağzının payını verdim adamların” diye düşününce; kulağım, gözüm, parmaklarım, burnum ve iç organlarım zonklamaya başlar “neyin şükrünü eda ediyorsun?” diye…

Zar zor bitirince fatihayı ağlamaklı geçerim diğer sureye… en kısa olanı seç der şeytan, resullullahın "kaf, tekvin ve insan" sureleriyle sabah namazını kıldığını unutturarak…

Rükuya eğilince ve boyum yarıma inince ayaklarımın ucu yaklaşır anlıma, ayaklarım derki; “senin de benzinde benimki gibi nasırlar çıkmadıkça bil ki uzaksın secdeye, sâcid olamazsın ben kadar…" o an ayaklarımı omuzlarıma, başımı ayaklarıma vidalayıp dolaşmak isterim caddelerde. Bu başla; topraktan, çamurdan, çöplerin kenarından, kuş pisliklerinin üstünden geçmek isterim, nefsim yüzünü ekşitip namaza dönme kararı alana dek…

En nihayet secdeye gidince;
Bozuk paraların hayali dökülür seccadeye; birini alır cebime koyarım, birini avucumda sımsıkı tutarım, veririm birini üç ekmeği uzatan fırıncıya, ikisini şarküteri reyonundaki adama.. kalanlardan birisi de secdede anlıma yapışır “senin değerin bu kadar” dercesine… kağıt paralar da yüz bulup hışırdamaya başlamadan tüm paraları atarım namazın penceresinden ve şeytanı da “aa bak hadi getir onları bana” diyerek yollarım paraların arkasından.. gülmeyin.. rabbim demiyor mu şeytanın hilesi çok zayıftır diye..

İkinci rekatta süs ve oyunlarla dolu hayatımı rabbimle arama sıralayınca ve aynel yakin’e yaklaşamayınca ve her namazım; dürülüp fırlatılmayı bekleyen kokuşmuş tomarlar haline dönünce işte o an geç kalmaktan korkup çakarım benliğimin küflü tahtasına “ihsan nedir?” sorusuna efendimizin “rabbini görüyormuşçasına namaz kılmandır” cevabını…. Dağları hatırlayıp emanetin büyüklüğünü omuzlarımda hissederim.

Bavullarına saman doldurmuş bir yolcu gibiyim çoğu kez seccade üzerinde dikilirken.. oysa kıyamdaki her beden özgürlüğün kapısında eli bağlı bekleyen asi bir köle değilmidir birazdan salıverilecek?

İçimdeki gevezeleği susturup, rukuya varınca ve secdeye akınca tekrar… tahiyatta aklım başıma gelince… peygamberime, anneme babama selam gönderince Rabbenayı okuyup… işte ancak o zaman bakacak yüzüm kalır omuzlarımdaki iki meleğe…


Sehiv secdesini çoktandır namazın bir parçası gibi kılıyorum. Belki çoğu kez namaz değil sadece sehiv secdesi kılıyorum…

AyşegülGenç

Sabah namazını kaçıran padişahın şiiri

[Resim: kil-beni-ey-namaz.jpg]


Sabah namazını kaçıran bir padişahın hicranını dile getirişi‏.

“Uyan Ey Gözlerim” eseri, bir sabah namazını kaçıran ve hicranını dile getiren, bir devlet adamının, bir Sultanın, Sultan III. Murad Han’ın eseridir. Bu şiir çok sade bir dil ile Sultan tarafından yazılmıştır. Şiir sade ve kolay görünmesine karşın, bulunup söylenmesi ve taklidi zor olan, sehl-i mumteni bir tarzda kaleme alınmıştır. Sultan Şair, Uyan Ey Gözlerim derken, kendi nefsi ile başbaşadır.


UYAN EY GÖZLERİM
Uyan ey gözlerim gafletten uyan
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Azrail’in kastı canadır inan
Uyan ey gözlerim gafletten uyan
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Seherde uyanırlar cümle kuşlar
Dillu dillerince tesbihe başlar
Tevhid eyler dağlar, taşlar, ağaçlar
Uyan ey gözlerim gafletten uyan
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Semavatın kapuların açarlar
Müminlere rahmet suyun saçarlar
Seherde kalkana hülle biçerler
Uyan ey gözlerim gafletten uyan
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Bu dünya fanidir sakın aldanma
Mağrur olup tac-u tahta dayanma
Yedi iklim benim deyu güvenme
Uyan ey gözlerim gafletten uyan
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Benim, murad kulun, suçumu affet
Suçum bağışlayub günahım ref’et
Resul’un sancağı dibinde haşret
Uyan ey gözlerim gafletten uyan
Uyan uykusu çok gözlerim uyan...

İman ve Namaz - Süleyman Sargın


"İman", bir insanın dünyada mazhar olabileceği en büyük nimet, hayatı gayesine uygun yaşamanın birinci ve olmazsa olmaz vesilesi.
"İman"ın "salih amel"lerle münasebeti hususunda Kur'an-ı Kerim'de "iman edenler" ile "salih ameller işleyenler"in yanyana zikredilmesi, iman ile salih amellerin neredeyse ayrılmaz bir bütün teşkil ettiğini gösteriyor.


"Salih amel" deyince insanın hayır adına yaptığı bütün işleri anlamak mümkün. Salih amel kavramının içini en yoğun olarak dolduran olgu ise ibadetler. Bu ibadetlerin içinde en değerlisi ve "direkt" konumunda olan "namaz"


Kur'an ve hadis-i şeriflerde ibadetlerden bahsedilen hemen her yerde namaza ayrı bir vurgu yapıldığı görülür.

Bediüzzaman Hazretleri'nin "Hayatta en büyük hakikat imandır, imandan sonra namaz gelir..." sözü namazın hayatımızdaki yerini ne güzel hatırlatıyor. Fethullah Gülen Hocaefendi de, namazın ehemmiyetini, kulağa küpe olacak şu ifadelerle anlatıyor: "Namaz, imanın ikiz kardeşidir. İman, dinin nazarî yanını teşkil eder; o nazarî yanın takviye edilmesi ve tabiatın bir derinliği haline getirilmesi ise ancak başta namaz olmak üzere diğer ibadetlerle mümkün olur. Bu itibarla da, denebilir ki; namaz pratik imandır, iman da nazarî bir namazdır."

Bu sebeple dini yalnızca bir vicdanî kabulden ibaret görmek ve ibadet ü tâatı devreden çıkarmak, var oluşun gayesini anlayamamak demek. Yani "benim kalbim temiz(!)" yetmiyor.

Elbette vicdani kabul imanın ilk şartı, ancak o kabulün tezahürü, insan hayatında kendini gösteren salih ameller. O salih amellerin merkezinde de namaz var. Namaz bütün ibadetlerin özü ve dinin direği.

Namaz, mü'minin günde en az beş defa içine girip temizlendiği sonsuzluğa doğru akıp giden bir tövbe ırmağı ve arınma kurnası.


Kur'an savaş meydanında mücadelenin kızıştığı en tehlikeli anlarda bile namazın terkine müsaade etmemiştir. Namaz, hakkı mutlaka verilmesi gereken çok önemli bir vazife. Bir Müslüman için emin bir sığınak, mühim bir kurbiyyet vesilesi ve en kısa vuslat yolu.

Namazın bu hususiyetlerinden dolayıdır ki, Asr-ı Saadet'ten günümüze kadar Hak dostları onu hayatlarının merkezine koymuşlardır. Onlar, beş vakit namazla yetinmeyerek her gün yüzlerce rek'at nafile kılmayı âdet haline getirmişlerdir.

Kulların en güzeli Peygamber Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) namaza göstermiş olduğu alâka, O'nun izini takip edenlerin gönüllerinde de "ibadetlerin özü"ne karşı derin bir iştiyak uyarmıştır.


Allah Resûlü bir hadislerinde "Namaz benim gerçek göz aydınlığımdır!" buyurmuş ve başkalarının bir kısım şeylere arzu duymasının çok ötesinde bir istekle namaza karşı arzu duyduğunu her haliyle ortaya koymuştur.

Nebiler Serveri'nin "mübarek ayakları şişinceye kadar" kıyamda durduğunu, bazen "bir rek'atta birkaç cüz'ü birden okuduğunu", haşyet dolu "yüreğinden el değirmeninin ya da kaynayan tencerenin sesi gibi hıçkırıklı ağlama sesleri" duyulduğunu ve secde ederken Hak karşısındaki saygısından dolayı "kıvrım kıvrım kıvrandığını" bize pek çok sahabî efendimiz anlatıyor.

Tabii Resûl-i Ekrem'in (aleyhi ekmelü't-tehâyâ) namaz ibâdeti üzerinde bu derece hassâsiyetle durması Ashâb-ı Kirâm'ın da birer namaz âşığı haline gelmelerine vesile olmuştur.

Huzûr-ı ilâhîde bulunmanın manasını idrak etmiş ve Kur'an'ın tadını almış bir sahabînin şu hali onların namaza karşı iştiyaklarını göstermesi açısından ne kadar müthiştir: Peygamber Efendimiz, Zâtü'r-Rik'â gazvesinde Ammâr bin Yâsir ile Abbâd bin Bişr'i bir konak mahallinde gece nöbeti için vazifelendirmişti. Hazreti Ammâr'ın istirahati tercih ettiği bir sırada Abbâd bin Bişr kalkıp namaza durmuştu. O sırada bir müşrik bu iki sahabiyi fark etmiş ve hemen üzerlerine ok yağdırmaya başlamıştı.

Oklardan iki-üç tanesi Hazreti Abbâd'ın vücûduna isâbet ettiği halde, o, namazını bozmamış, ancak rükû ve secdesini yaptıktan sonra arkadaşını uyandırmıştı. Hazreti Ammâr, sıçrayıp kalkarken bir taraftan kaçan müşriğin ardından bakakalmış, diğer yandan da merakla ve heyecanla Abbâd bin Bişr'in vücudundan akan kanı ve isabet eden okları göstererek kendisini neden uyandırmadığını sormuştu.


Hazreti Abbâd ise, ancak bir namaz âşığının söyleyebileceği şu cevabı vermişti: "Bir sûre (Kehf) okuyordum, (ayât-ü beyyinât o kadar tatlı idi ki) onu bitirmeden namazı bozmak istemedim. Fakat, oklar peşpeşe atılınca namazı tamamlayıp seni uyandırdım. Allâh'a yemin ederim ki; Peygamber Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) korunmasını emrettiği bu gediği kaybetme endişesi olmasaydı, sûreyi yarıda bırakarak namazı kesmektense ölmeyi tercih ederdim!"


SÜLEYMAN SARGIN - ZAMAN

Namaz Nedir? - Mustafa İslamoğlu



[Resim: l4w7zetojl3yt0bl55ye.jpg]
Türkçe konuşanlar salât’a “namaz” derler. Namaz, Farsça “ibadet” manasındaki nemaz’dan Türkçe’ye geçmiştir. Zira ilk Müslüman olan Türkler’in İslâmi kavramları öğrendikleri ortam, Fars dilinin etkin olduğu bir kültür evrenidir. Namaz’ın Kur’an’daki karşılığı salât’tır.
Salât, gerçek birçok-anlamlı kelimedir. Hem dildeki kullanımı hem de Kur’an’daki kullanımı çok-anlamlıdır. Salât kelimesinin dilde 18 kadar anlamı tesbit edilmiştir. Dilde çok-anlamlı olması doğaldır. Zira salât kelimesi, zaman içindeki yolcuğunun her durağında farklı anlamlar kazanmıştır. Bizce, otoritelerin kelimenin kökenini tesbitte ittifak edememelerinin sebebi de budur. Salât, ilk bakışta birbiriyle alakasız gibi duran kök anlamlara nisbet edilmiştir. Fakat eldeki dilsel malzeme yeniden bir tahlile tâbi tutulup yorumlandığında, birbiriyle alakasız gibi görünen tüm kök anlam tahminleri, “destek” ortak anlamında buluşmaktadır. Dua ve istiğfar eden, esasen “destek” talebinde bulunmuştur. İbadet, kişinin dinine ve imanına verdiği “destek”tir.

Kelime Kur’an’da da farklı vurgular ve farklı anlamlarda kullanılmıştır. En çok kullanıldığı anlam hiç şüphesiz şer’î namaz manasıdır. Bunun dışında, Kur’an’da “dua ve istiğfar” (Tevbe 9/84, 103), “ibadet” (Ma’ûn 107/4), “ibadethane” (Hac 22/40), “destek” (Tâhâ 20/14; Ahzab 33/43, 56; Maide 5/12), “din ve dindarlık” (Maide 5/58), “davet” (Hûd 11/87; Maide 5/106), “kulluk” (Lokman 31/31), “yaratılış amacına uygun hareket” (Nur 24/41) anlamlarında kullanılır.
İnsanın dinini desteklediği için namaza da “salât” denmiştir. Efendimiz’in “Namaz dinin direğidir, onu doğrultan dini doğrultmuş olur, onu yıkan dini yıkmış olur” hadisinde salât’ın kök anlamına da bir atıf vardır. Hadisteki “direk” manasına gelen imâd ile salât’ın manalarından biri olan ve “omurga” anlamına da gelen ‘amud arasındaki akrabalık dikkat çekicidir.
Kur’an’da her görüldüğü yerde salât’a “şer’î namaz” karşılığının verilmesi, birçok anlama problemine sebep olmuştur ve olması da mukadderdir. Zira salât Kur’an’da Allah’a, meleklere, insana, mümine, kâfire, kuşlar da dâhil bütün varlıklara isnad edilmiştir. Allah, melekler ve müminleri tek fiilin (yusallûne) failleri olarak zikreden Ahzab 56. âyetteki bir tek salâta üç farklı anlam verilmiştir. Bir tek fiile faillerinin farklılığından yola çıkarak üç farklı anlam vermek garip karşılanmamıştır da, farklı âyetlerde, farklı zaman, mekân ve faillere isnad edilen salât terimlerinin farklı anlamlar ve vurgular taşıyabileceği ihtimali es geçilmiştir. Mesela, müşriklerden söz eden Ma’ûn 4’teki salâtın, yine Müslüman olmayanlardan söz eden Maide 106’daki salâtın şer’î salât olup olmadığı önemli bir problemdir. Nur 41’deki kuşların salâtı nasıl anlaşılmalıdır? Bu çerçevede Hz.Şuayb’ın ortak iyiyi “emreden” salâtı nedir? Kanaatimiz o ki, bu ve buna benzer soru ve sorunların içinden, ancak salât teriminin Kur’an’da çok anlamlı olarak kullanıldığı kabul edildiğinde çıkılabilir.

Namazın kodları

Tüm ibadetlerin ser-tacı olan namaz, semboller manzumesidir. Namazın sembolleri üzerine söylenecek sözün nihayeti yoktur. Biz yine de, namazın rükünleri üzerinden, namazın sembolize ettiği hakikatlere usul sesli birkaç atıf yapmayı deneyelim:
1. Başlangıç tekbiri: Allahu Ekber kelimesinde ifadesini bulan tekbir, Allah’ı her türlü nisbetten arî olarak büyük, en büyük, tek büyük, mutlak büyük bilmektir. İnsan tekbir getirirken dünyasını ellerinin üzerine koyup ardına atar. Önünde sadece Rabb’ine uzanan yol kalır. O yol sırat-ı müstakim’dir.
2. Kıyam: Allah’a duyulan saygıyı sembolize eder. Kıyam, ayakta durmak, ayağa kalkmak, doğrulmaktır. Kıyam, kelime-i tevhidin ilk yarısıdır. Lâ ilâhe illâllah’ın “kulluk edilmeye layık hiçbir varlık yoktur” anlamına gelen lâ ilâhe’sini temsil eder. Bu şirke, küfre, isyana, tuğyana başkaldırıdır. Namazın her kıyamı da öyledir. Mümin kıyamda dağları temsil eder. Dağlar tepelerinden beslenirler. Onları besleyen rahmet buluttan iner.
3. Kıraat: Kur’an’ın namaza taşınmasıdır. Namaz vahyin bedenidir, vahiy namazın ruhudur. Kıraati tilavetten ayıran şey “anlam”dır. Okuyanın anlama cehdi tilaveti kıraate çevirir. Maksat yaşamaktır. Anlamadan yaşanmaz. Kıraatin kalbi Fatiha’dır. Fatiha, Rasulullah’ın hadisinde de geçtiği gibi “Allah ile kulun diyalogunu temsil eder”. Yani Fatiha, namazı Allah’la kul arasındaki sohbete dönüştürür. Bunun için “Fatihasız namaz, namaz olmaz.” Kıyam nasıl dağları temsil ederse, kıraat de, müminin yüreğini besleyen rahmet bulutunu temsil eder. Zira vahiy rahmettir. Vahiy aynı zamanda kıyamın bildirisidir (beyyinat).
4. Rükû: Saygıdan dolayı boyun eğmeyi ifade eder. Kıyamdaki saygının bir sonraki aşamasıdır. Rükû tek başına ictimai teslimiyeti, secde ise şahsi teslimiyeti ifade eder. Zira “Rükû edenlerle birlikte rükû edin!” âyeti vardır, fakat “Secde edenlerle birlikte secde edin!” âyeti yoktur. Rükû, kıyam ile secde arasında bir duraktır. Rükûda kul tüm dört ayak üzerinde yürüyen canlıları temsil eder. Bu yönüyle namaz, insanın varlığı temsilen Allah’ın huzuruna çıkarak verdiği bir “halifelik tekmili”dir. Rükû secde ile birlikte lâ ilâhe illâllah’ın ikinci yarısı olan “kulluk edilmeye layık sadece Allah vardır” anlamındaki illâllah’ı temsil eder. Rükû hamd’in beden diline yansımasıdır. Onun için rükûdan doğrulan kul, “Allah hamd edeni işitir” der. Allah Rasulü cemaate namaz kıldırırken bu cümleyi söylemiş, bunun üzerine Rasulullah’ın ardında ilk kez namaza duran bir bedevi, “Madem işitir, ben de hamd edeyim o zaman” mantığıyla, “En güzel, sonsuz, en mübarek hamd O’na olsun; gökler ve yerler dolusu hamd O’na olsun!..” diye yüksek sesle hamd etmeye başlamış. Allah Rasulü namazdan sonra “Kardeşinizin sözlerini yere düşürmemek için semadan meleklerin hücum ettiğini gördüm” buyurmuş ve o bedevinin hamd sözlerini kendisi de namazlarına taşımıştır.
5. Secde: Saygının nihai noktasını ve zirvesini temsil eder. Huşû duyan kalp önce sahibini ayağa kaldırır, sonra boyun eğdirir, en sonunda secdeye vardırır. Secde insanın Allah karşısındaki mahviyet ve kulluğunu temsil eder. Secde insanın insanlığını Allah’ın huzurunda yere koymasıdır. 20. yüzyılın başında Almanya’da yaşanan bir olay ne dediğimizi daha iyi açıklar: Bir Alman demiryolu işçisinin tam alın bölgesini (frontal lobe ve frontal korteks), hareket halindeki bir trenin fırlattığı taş koparıp almıştır. İşçinin o kazadan sonra tüm insani vasıfları yok olmuş, hayatını bir biyolojik varlık olarak sürdürmüştür. İnsanlığımızı temsil eden alnımızı Allah’ın huzurunda yere koymamız, insanlığımızı borçlu olduğumuz Rabb’e şükür nişanesidir. Secde Allah’a kurban olmaktır. “Secde et ve yaklaş” (‘Alak 96/19) âyeti bunu ifade eder. Secde anne karnındaki saf hale dönüştür. O nedenle secdedeki duruş ceninin anne karnındaki duruşuna benzer.
6. Ka’de: Oturuş, yolculuğun sonunu temsil eder. Salât içinde duanın en yoğun olduğu bölümdür. Dua sadece “ibadetlerin beyni” değil, namazın da beynidir. Selâm miraç yolculuğunun sonunu temsil eder. Sağınız ve solunuzdaki tüm varlığı selâmlayarak, varlığı temsilen bu miracı yaptığınızı söylemiş olursunuz. Namaz teslimiyetinizin alameti, selâm ve selâmet teslimiyetinizin ödülü, teslimiyetiniz İslâm’ınızın alametidir. Selâm vermekle, teslimiyetinizin ödülünü bütün bir varlıkla paylaşmış olursunuz.

Salât insanlıkla yaşıttır

İslâm, insanlığın değişmez değerlerinin öbür adıdır. Bu manada İslâm insanlıkla yaşıttır. Nasıl ki İslâm, tüm zamanların hak dini olan “teslimiyet yolu”nun adı ise, salât da tüm zamanlarda geçerli olan ibadetin adıdır. Sadece salât değil, zekât da, oruç da, hac da, kurban da böyledir. Salât terimiyle ifade edilen hakikat, farklı zamanlarda farklı tecelli etmiş, farklı suretlere bürünmüş olabilir. Fakat kıldığımız namazda salât adını almayı hak eden her ibadet, aynı maksada hizmet eder.
Salât önceki vahiylerin mensuplarına da emredilmiştir (Beyyine 98/5). Bu âyette daha çok “ibadet” vurgusuyla öne çıkmaktadır. Salât tüm peygamberlere emredilmiştir (Enbiya 21/73). Hz. İsmail, ev halkına salâtı emretmiştir (Meryem 55). Salât, İsrailoğulları’ndan alınan beş sözden biridir (Bakara 2/83). Hz. Musa’ya, tevhidden sonra salât emredilmiştir (Tâhâ 20/14). Lokman, oğluna salâtı öğütlemiştir (Lokman 31/17). Hz. İsa’ya emredilen iki ilkeden biri salâttır (Meryem 19/31).
Müşrikler salâtı anlam ve amacından çıkarmış, bir oyun ve eğlenceye dönüştürmüşlerdir (Enfal 8/35). Secdeyi onur kırıcı bulmuşlar, taptıklarına secde etme yerine yerden toprak alıp alınlarına koyma yöntemini benimsemişlerdir. Sahte peygamber Esved el-Ansi, “Allah sizin kaba etlerinizi havaya dikmenizi emretmez” diyerek namazdan secdeyi kaldırmıştır.

Salât kuldan Allah’a duadır

Salâtın bir manası da duadır. Dua “yardım ve destek” talebidir. Dua kelimesinin kendisi de Arapça olmasına rağmen salât’ın dua yerine kullanılması, “desteğin ikame edilmesi”, yani “desteğin ayağa kaldırılması” ile alakalı olmasındandır. Fiile dönüşen dua, salâta dönüşen duadır. “Onların mallarından sadaka al; bu sayede onları temizle ve arındır ve onlara salât et; zira senin salâtın onlar için bir gönül ferahlığıdır” (Tevbe 9/103). Onların verdiği sadaka, Peygamber’in duasını kendileri için salâta çeviren unsurdur. Zira onlar duayı fiil ile “desteklemişlerdir”.
Kul, başına bir iş geldiğinde Allah’tan sabır ve salât ile yardım ister (Bakara 2/45, 153). Sabır ile yardımı anlıyoruz. Sabır direniştir. Peki, salât ile nasıl yardım istenir? Duayı salâta çevirerek, Allah’a karşı esas duruşu bozmayarak istenir. Zaten namaz da bu duruşu temsil ettiği kadar namaz değil midir? Salât zulüm altında inleyen ve “Bittik ya Rabbi!” diyen İsrailoğulları’nın da “sabır taşı” idi (Yunus 10/87). Rabb’imiz onları salât ile direnişe çağırıyordu. Salât Mekke’de ölüm-kalım mücadelesi veren müminlerin de sabır taşı idi (Nisa 4/77). Salâtın insanı dik ve diri tutan bu yanını bilen biri, nesli için Allah’tan ne ister? Tabii ki Hz. İbrahim gibi salât ister (İbrahim 14/37, 40).
Dua salâta dönüştüğü zaman, namaz da miraca dönüşür. Zira namaz müminin miracı olmalıdır. Her miraç bir nüzule medar olur. Her nüzul bin miraca yakıt olur. Miraç olan namazın nazil olan vahiyle buluşmasının şart olması, işte bu yüzdendir.

Salât Allah’tan kula icabettir

Salât sadece kuldan Allah’a yükselen fiille desteklenmiş bir dua değil, Allah’tan kula da fiilî bir icabettir. Kul Allah’a salât ederse, Allah da kula salât eder. Allah’ın kula salâtı rahmetidir: “Namazı hakkını vererek kılın, zekâtı gönülden gelerek verin ve Rasul’ü izleyin ki merhamete mazhar olma umudunuz olsun!” (Nur 24/56). Salâtı ikame edenlere Allah’ın vaadi “tükenip bitmeyecek bir kazanç”tır (Fatır 35/29). İman eden, iyiliği önerip kötülükten sakındıran, salâtı ikame eden ve zekâtı gönülden gelerek verenlerin Rab’lerinden alacağı karşılık, “Geleceğe dair kaygı, geçmişe dair hüzün duymama” garantisidir (Bakara 2/277).
Kulun salâtına Allah’ın icabeti böyle olursa, ne olur? Kulun gözü aydın olur, gönlü aydın olur, aklı aydın olur, istikbali aydın olur. Allah’ın dinine adanmışlığı ve verdiği ömürlük destekle hayatını “salâta” çeviren Rasulullah’ın “namaz gözümün nuru kılındı” buyurması, yukarıdaki müjdelere görür gibi inanmasından olsa gerektir.

Salât iman ailesine mensubiyettir

“Eğer kendilerini düzeltir, namazı istikametle kılar ve zekâtı gönülden gelerek verirlerse, o zaman sizin dinde kardeşiniz olmuş olurlar” (Tevbe 9/11).
Bu âyette görüldüğü gibi namaz müminler cemaatine intisabın alamet-i farikasıdır. Aynı hakikatin Tevbe Sûresi’nin 71. âyetinde daha güçlü bir biçimde dile geldiğini görüyoruz. Bundan bir ileri aşama salâtın imanın alametleri arasında yer almasıdır ki, şu âyet ebedi kurtuluşa eren müminlerin, kendilerini kurtaracak salâtı nasıl eda etmeleri gerektiğini söyler: “Onlar ki, namazlarında derin bir ürperti ve tevazu içinde olurlar” (Mu’minûn 23/2).
Salât ile iman ve müminler arasında kurulan bu sıkı irtibatın ardından, salâtı zayi edenlerin sonunda umutsuzluğun “ğayyasına” atılmakla tehdit edilmesi şaşırtıcı olmayacaktır (Meryem 19/59). Yalnız, âyetteki “salâtı zayi etmek”, “salâtı terk etmek” manasına indirgenemez. Zira “terk” de Arapça bir kelimedir ve böyle demek isteseydi Kur’an böyle derdi. Salât terk edilmeden de zayi edilebilir mi? Evet, edilir. İçi boşaltılır. İbadet öldürülür ve geriye cesedi kalır. Kuldan Allah’a yollanmış ibadet mektuplarının zarfları varır, fakat içinde mazrufu yoktur. İşte böyle yapmak, salâtı zayi etmektir.
Kur’an münafıkların salâta üşengeç davrandıklarını söyler (Tevbe 9/54). Buradan, salâtın nifakın panzehiri olduğunu da çıkarabiliriz. Münafık biri eğer namaz kılıyorsa, bunun sebebi bellidir: Gösteriş. Kur’an bunu şu insanı titreten üslupla dile getirir: “İkiyüzlüler Allah’ı aldatmaya çalışıyorlar, oysaki O onların aldanmalarını sağlıyor. Üstelik onlar namaza kalktıklarında, gönülsüzce, yalnızca insanlar görsün diye kalkar” (Nisa 4/142).

Salât müttakilerin özelliğidir

Takva, insanın iradesiyle elde edip çoğaltabileceği en yüce değerdir. Takva hidayet öncesi için de hidâyet sonrası için de geçerlidir. Takva, sorumluluk bilincidir. Bu bilinç insanı hidâyetin önüne getirir. Hidâyetin iç göstergesi gayba iman, dış göstergesi namaz ve infaktır (Bakara 2/2-3). Muttaki, salâtı bir erdem kaynağı olarak görür. Bu yüzden de, vahyin bütün emirlerinin birbiriyle kopmaz bağlara sahip olduğunu bilir. Tıpkı insan bedenindeki eller, ayaklar, gözler, kulaklar nasıl bir bütünün parçaları ise, namaz da dinin emirler ve nehiyler bütününün bir parçasıdır. Bunların akide, ibadet veya ahlak alanına dâhil olması fark etmez. Bu bütünlük bozulursa takva bozulur. Bakara Sûresi’nin 177. âyeti işbu gerçeği beyan eder.

Salât destektir

Salât duadır, dua ise edilen kimseye destektir. Kişi kendisi için dua ediyorsa destek istiyor demektir. Salât istiğfardır, istiğfar af için destek istemektir. Salât ibadettir, ibadet, kişinin imanına sunduğu destektir. Salât davettir, davet kişinin dinine ve ait olduğu türe desteğidir. Allah’ın kuluna salâtı, ona desteğidir. Şu âyette vahiy Allah’ın desteği olarak sunulur: “O melekleri eşliğinde üzerinize indirdiği (vahiyle) size salât eder ki, bu sayede sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarsın” (Ahzab 33/43). Ahzab 56’da bir tek fiil, üç ayrı fail vardır: Allah, melekler ve iman edenler. Yusallûne fiiline bir makamda üç ayrı anlam vermek gibi dil kurallarının tümünü altüst eden bir yaklaşım revaç bulmuştur. Oysa bir kelime bir makamda bir mana ifade eder. Eğer sözü söylemekten maksat bir mana murad etmekse, bu böyledir. Bu ilkeyle çok-anlamlılığı karıştırmamak lazımdır. Bir kelimenin çok-anlamlı olması ayrı, bir kelimenin bir makamda bir anlam ifade etme ilkesi ayrıdır.
Bu makamda salât’ın çok anlamlı ve çok çağrışımlı bir kelime olduğunu itiraf edip, kök manasını vermek daha isabetli bir yaklaşım olsa gerektir: “Şu kesin ki Allah ve O’nun melekleri Peygamber’e salât ederler/desteklerler; ey iman edenler siz de ona salât edin/destekleyin!” (Ahzab 33/56). Salât’ın kök manası olan “destek”, Allah, melekler ve müminlerden oluşan üç fail için de caizdir. Fakat salât’a tek başına “dua”, “istiğfar” veya “rahmet” manaları vermek üç fail için caiz değildir. “Allah Peygamber’e dua eder” veya “salevat okur” şeklinde anlamak caiz olmaz. Mümin, Peygamber’e rahmet eder” şeklinde de caiz olmaz. Bu sefer dil kurallarını zorlayarak, tek fiile bir makamda üç ayrı mana vermek çıkış yolu olarak görülmüştür. Âyette salât üç faile nisbet edildiği halde selâm sadece iman edenlere nisbet edilir. Bu durum, bir fiilin bir makamda üç ayrı anlam taşıması ihtimalini dışlamaktadır. Âyet salevat edebiyatı kapsamında değerlendirildiği için, bazı meal sahipleri, yusallûne fiilini yakra’ûne’s-salevate/yetlune’s-salevate gibi alarak, “salevat okurlar” şeklinde mana bile verebilmişlerdir. Oysa Hz. Peygamber’e salevat, sünnet ahkâmına müteallik bir meseledir. Her müminin namazların son oturuşlarında ifa ettiği sünnet bu sünnettir.
Hz. Musa’nın vahyi ilk aldığı Tuva vadisinde emredilen salât da “destek ve çabayı seferber et” vurgusuyla kullanılsa gerektir: “Artık sadece bana kulluk et, adımın anılıp şanımın yücelmesi için salâtı ikame et/destek ve çabanı ayağa kaldır” (Taha 20/14).

Salât ikame edilince kıymetlidir

Salât ikame edilir. Kur’an’da yalınkat salâtın emredildiği yer nadirdir. Çoğunlukla “salât etmemiz” değil “salâtı ikame etmemiz” emredilir. Salâtı emreden âyetlerin muhatabı salâtı eda etmeyenlerdir. Fakat salâtı ikameyi emreden âyetlerin muhatabı namaz kılan müminlerdir. Bir şeyin ikamesi, onun doğru dürüst yapılması ve hakkının verilmesidir. Esasen ikame, “doğrultmak, ayağa kaldırmak” demektir. Kaldırmayınca yere düşen, konumunu kaybeden değerler için kullanılır. Salât da böyledir. İkame edilen salât sahibini doğrultur. Problem sadece namazı eda etmeme değil, eda edilen namazı ikame etmeme problemidir. Kur’an, namazın ikamesinden söz ettiği her yerde, zımnen bu probleme dikkat çekiyor demektir.
İkame edilmiş bir salât insanı ateşten kurtarır, ikame edilmemiş bir salât ise ateşte doğrultulur. Salâ (s-l-y) kökünün bir anlamı da “ateş”tir. Kelime bu tâli anlamı, ateşe yaslanan odun ateşle özdeşleştiği için almış olsa gerektir. Zira salât ile aynı kökten gelen se-yaslâ naran (Ateşe yaslanacak) ibaresinde, ateş tümleç olarak ayrıca zikredilmiştir. Bu da, sonucu teyit eder. Salât kelimesinin kökeniyle ilgili olarak kullanılan salleytu’l-‘ud bi’-n-nâr örnek cümlesinin anlamı “Değneği ateşte fırınlayarak doğrulttum” anlamına gelir. Manidardır. Bu kök anlamından şu ibretli sonucu çıkarabiliriz: Salâtla dünyada doğrulmayan ve salâtını dünyada doğrultmayanı, Allah âhirette ateşle doğrultacaktır.
Salâtı eda ettiği halde salâtı ikame etmeyen müşrik bir tipten söz eder Ma’ûn Sûresi… Bu tipin özellikleri sûrede şöyle dile gelir: 1) Dini yalanlayan kimsedir. 2) Yetimi itip kakan kimsedir. 3) Yoksulu doyurmaya teşvik etmeyen kimsedir. 4) Salâtı amacının dışına çıkarıp içini boşaltan kimsedir. 5) Salâtı gösteriş için kullanan kimsedir. 6) En küçük bir yardımı bile çok görüp engelleyen kimsedir. Kur’an, özelliklerini saydığı bu tür birinin üzerini şöyle çizer: “Yazıklar olsun böylesi salât sahiplerine!” (Ma’ûn 107/4).
Şu halde salâtı ikame etmenin içerisine, sadece Allah’ın hukukunu gözetmek değil, kulun hukukunu gözetmek de girmektedir. Sözün özü: İkame edilen salât kıymet kazanır. Tersi, salâtın içini boşaltmaktır ki, bunu yapanlar Yahudileşmiş İsrailoğullarıydı (Bakara 2/43, 83, 110; Nisa 4/162).

Salât devamlı kulluktur

İnsan kuldur. Kulluk süreklidir. Salât da süreklidir. Zira salât kulun Allah karşısındaki esas duruşudur. Kul kulluğundan tehlike ânında da vazgeçemez: “Fakat tehlikedeyseniz, yaya ya da binek üzerinde (namazınızı) eda edin!” (Bakara 2/239). Kulluk savaşta dahi terk edilemez. Sıcak bir çatışma ihtimali varsa, namaz tek rekâta kadar düşürülebilir. Teçhizatını kuşanmış olan müfreze nöbetleşe namazını eda eder (Nisa 4/101). Bu Kur’anî talimatın söylediği hakikat şudur: Sadık bir kulu Allah’a ibadetten can korkusu bile vazgeçiremez.

Salât davettir

Salâtın davet oluşunun en güzel örneğini Hz. Şuayb vermiştir. İnkârcı kavim ona şöyle soruyordu: “Ey Şuayb! Atalarımızın taptıklarını ya da mallarımız üzerinde keyfimizce tasarrufta bulunmayı terk etmemizi senin salâtın mı emretmektedir?” (Hûd 11/87). Hz. Şuayb’ın salâtı öyle etkili bir davetti ki, muhatapları bu tür bir salâtı şirklerine ve dünyevileşmelerine en büyük engel olarak görüyorlardı.
Hz. Ebubekir’in namazı nasıl davete dönüştürdüğünü biliyoruz. Mekke müşrikleri onun namazıyla yaptığı bu davetten rahatsız olmuşlar, namazda okuduğu Kur’an’ın etkisine kapılan insanlara bakıp, onu hâmîsi İbn Duğanne’ye şikâyet etmişlerdi. Yine Ammar b. Yasir’in namazı da bir davete dönüşmüştü. Evinin avlusunda kıldığı namazdan insanların etkilendiğini gören müşrik Mekkeliler onu kendisine eman veren Ebu Cehil’e şikâyet etmişler ve işkence sürecinin başlamasına sebep olmuşlardı.
Namazın davet niteliğini en güzel ifade eden sözler, tescilli İslâm karşıtlarından olan Fransız şarkiyatçı Ernest Renan’ın şu sözleridir: "Bir mescide girip de ta içten etkilenmediğim ve hatta diyebilirim ki, Müslüman olmadığıma hayıflanmadan çıktığım ân olmamıştır."

Salât keffarettir

Salât keffarettir. Hz. Peygamber ile özel görüşme talebine “necva” diyor Kur’an. Bu iş birileri tarafından istismar ediliyor. Hz. Peygamber’i gereksiz yere meşgul edenler çıkıyor. Allah istismarcıları ayıklamak için “özel görüşme sadakası”nı emrediyor. Kısa zamanda istismarın önü alınıyor. Tabii ki amaç gerçekleştiği için bu sadakayı vermek vacip olmaktan çıkarılıyor. Bu olayı aktaran âyet, kalkan sadaka yükümlülüğünün ardından namazı keffaret olarak takdim ediyor: “(Elçi ile) özel görüşme talebinizden önce sadaka türü bir şeyler vermekten dolayı sizde şafak attı, öyle mi? Hemen belli oldu bunu yapamayacağınız ve Allah sizin pişmanlığınızı kabul etti. Haydi, artık namazı hakkını vererek kılın, zekâtı gönülden gelerek verin, Allah’a ve Rasulü’ne itaat edin: zira Allah yaptıklarınızdan ayrıntısıyla haberdardır” (Mücadile 58/13).
Namazın keffaret olma özelliğini, Müzzemmil Sûresi’nde de görüyoruz. Zira gece ibadetinin hafifletilmesinin ardından gelen üç emirden biri namaz oluyor (Müzzemmil 73/20).

Salât ibadetler mecmuasıdır

Namaz toplayandır. Bu özelliğiyle dinin amelî yönünü bütünüyle kuşatır. Namazın toplayıcı özelliğini dört başlık altında ele alabiliriz:
1. İçinde ibadetleri toplayandır: Zira namazda Kur’an’da her biri ayrı ayrı emredilen birçok ibadet namazda cem olmuştur. Tekbir (kebbirhu), tertil (rattil), kıyam (ekim), ibadet (v’a’bud), dua (ud’ûnî), tesbih (sebbih), zikir (fezkurunî), kıraat (fakra’û), rükû (verke’û), secde (vescüd), şükr (en-işkurlî) bunlardandır.
2. Müminleri bir araya toplayandır: Zira İslâm cemaatinin tesisinde namaz bir numaralı rol oynar. Cuma’ya, müminleri bir araya getirerek cemaat yaptığı için bu ad verilmiştir.
3. Müminleri bir mekânda toplayandır: Cami, namaz müminleri bir araya topladığı için bu adı almıştır. Cami ilk İslâm müessesesidir. Allah Rasulü’nün Medine’yi teşriflerinde ilk yaptığı iş, evinden önce bir mescid bina etmek olmuştur. Cami, başlangıçta hem medresenin hem de tekke ve zaviyenin işlevini üstlenmişti. Medeniyet sürecinde bu kurumlar camiden bağımsızlaşacak ve ayrı birer kurum halini alacaktır.
4. Dağılmış hayatı toplayandır: Salât kozmik uyumun ibadete dönüşmüş biçimidir. Uyum esastır. Uyumsuzluk kaostur. Kaos Şeytan’ın düzenidir. Kozmik uyumun ibadete dönüşmüş hali olan namaz, bırakın sadece birbirine yakın hayat alanlarını, birbirine en uzak hayat alanlarını dahi toplar ve bir araya getirir. Mesela sevincin dorukta olduğu bayramlar ve hüznün dorukta olduğu ölümler. Bayram namazı ile cenaze namazının ortak yanı içerisinde yer alan ziyade tekbirlerdir. En sevinçli ve en hüzünlü anımızda salât bize Allahu Ekber demeyi öğretir. Zira salât, sevinç ânında da hüzün ânında da insanın dağılmasına, Allah’tan kopmasına mani olur. Onu duygu, düşünce ve eylem olarak toplar ve Bir’in huzurunda birlik ve dirlik halinde tutar.

Salât Allah ile sohbettir

Salât ilâhî randevuya gelmektir. Allah’la iletişim kurmaktır. Yani salât sohbet-i Rahman’dır. Namazda okunan Kur’an üzerinden insan Rabb’iyle söyleşir. Hz. Peygamber Fatiha’yı Allah-insan arasında bir diyalog olarak okumuştur.
Kul, “Hamd olsun âlemlerin Rabb’ine” dediği zaman Allah der ki:
—Kulum bana hamd etti.
“Er-Rahman er-Rahim” dediği zaman Allah der ki:
—Kulum beni sena etti.
Müzzemmil Sûresi’nin ilk âyetleri Hz. Peygamber’in bu okuması ışığında bir daha anlaşılmalıdır: “Sen ey ağır yük yüklenen (Nebi)! Kalk gecenin ilerleyen bir vaktinde! Gece yarısı, ondan biraz önce ya da sonra (fark etmez); ve oku Kur’an’ı sindire sindire. Çünkü biz sana ağır bir söz indireceğiz; elbet şu gece dirilişi var ya: işte o pek derin bir iz bırakır ve okuyuş açısından daha bir etkilidir” (Müzzemmil 73/1-6).
Salâtın en büyük tarafı, Kur’an’ın şahadetiyle zikrullah oluşudur: “Salâtı ikame et, çünkü salât (insanı) bellibaşlı her tür çirkinlikten ve kötülükten alıkoyar; hele zikrullah en büyük boyutudur” (Ankebût 45).
“Zikrullah”, iç içe geçmiş iki anlamı birden barındırır: “Allah’ı zikir” ve “Allah’ın zikri”. Zaten sohbet de iki taraf ister. İnsan salât ile Allah’ı zikreder. Gerçekte Allah insanı zikredince insan salâtla buluşur. Salâtla buluşan secdeyle buluşur. Secdeyle buluşan Allah’a yaklaşır (‘Alak 96/19).

Salât yaratılış amacını bilmektir

Anlamlılık ve amaçlılık yaratılışın temel kanunudur. Hiçbir şey anlamsız ve amaçsız yaratılmamıştır. Bir varlığın yaratılış amacına uygun hareket etmesi o varlığın salâtıdır. Tıpkı kuşların salâtından bahseden şu âyette buyrulduğu gibi:
“Sen (ey insan)! Göklerde ve yerde bulunan her bir varlığın -kanat çırpan kuş katarlarına varana dek- Allah’ın yüce kudretini dillendirdiğini fark etmez misin? Doğrusu onların hepsi de, O’na salâtı bilmektedir. Allah onların hareketlerini de bilmektedir” (Nûr 24/41).
Yukarıdaki âyette salât olarak geçen şey, şu âyette tesbih olarak karşımıza çıkar: “Yedi gök ve yer ve onlarda yaşayan her bilinçli varlık O’nu tesbih ederler” (İsra 17/44).

Salât arınmaktır

Salât her tür arınmadır. Hatta Şah Veliyullah Dihlevi’nin dediği gibi, din baştan sona temizlikten ibarettir. İman kalbin arınması, İslâm ikrarın arınması, namaz hayatın arınması, zekât malın arınması, oruç bedenin arınması… Namaz için şart olan abdest, organların arınmasıdır. Namazın kendisi ise tezkiye-i nefstir. Allah Rasulü, namaz kılan bir müminin durumunu günde beş kez ırmağa girip yıkanan kimseye benzetmiştir.

Sonuç

Sual: Biz namazı kılarsak, namaz da bizi kılar mı?
Cevap: Elbette! Eğer biz namazı Kur’an’da yer alan bütün boyutlarıyla kılarsak, namaz da bizi kılar. Namaz bizi kılınca, biz kabul olmuş ibadet oluruz. Varlığımız salât olur. Bu, varlığımızın Allah’a ve O’nun dinine “destek” olması demektir. Varlığı Allah’a ve O’nun dinine destek olanın desteği Allah olur: “Ey iman edenler! Siz Allah’a yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar” (Muhammed 47/7).
Sual: Şu halde, insan namazı terk edebilir mi?
Cevap: İnsan namazı, ancak namaz insanı terk edince terk eder. Bu ise insanın kendi kendini terk etmesi manasına gelir. Kendini terk eden, kendini kaybeder.
Allah’ım! Salâtımızı hayatımız, hayatımızı salâtımız kıl! Âmin.

Salât Sadece Kuldan Allah'a Yükselen Fiille Desteklenmiş Bir Dua Değil, ALLAH’tan Kula Da Fiili Bir İcabettir.

Namaz Müminler Cemaatine İntisabın Alâmet-i Farikasıdır.

Salât Duadır, Dua İse Edilen Kimseye Destektir. Kişi Kendisi İçin Dua Ediyorsa Destek İstiyor Demektir. Salât İstiğfardır, İstiğfar Af İçin Destek İstemektir.

Salât İbadettir, İbadet İse Kişinin İmanına Sunduğu Destetir. Salât Davettir, Davet Kişinin Dinine Ve Ait Olduğu Türe Desteğidir.

ALLAH’ın Kuluna Salâtı, Ona Desteğidir.

Salâtla Dünyada Doğrulmayan Ve Salâtını Dünyada Doğrultmayanı, ALLAH Âhirette Ateşle Doğrultacaktır.

Din Baştan Sona Temizlikten İbarettir. İman Kalbin Arınması, İslâm İkranın Arınması, Namaz Hayatın Arınması, Zekât Malın Arınması, Oruç Bedenin Arınması…

Mustafa İSLAMOĞLU
Powered By Blogger