31 Ağustos 2008 Pazar

beyin formatlama namazı (mehmet doğramacı)

Üniversite yıllarım… Bir grup arkadaşla Konya’dan İstanbul’a değerli bir alimi ziyarete geldik. Akşam bürosunda sohbetini dinliyoruz. Yatsı ezanı okunuyor.

Vaktinde kılınan namazın paha biçilmez kıymetine işaretle: “Haydi namazı eda edelim” buyuruyor. Israrlara rağmen imam olmayınca üzerime yüklediği imamet görevini yaparken arkamdaki zatın manevi ağırlığını omuzlarımda hissediyorum.

Farzdan sonra Vitri de kılıp tesbihat için yüzümü onlara döndüğümde: “Evlat, Vitrin zamanı gece yarısı; Teheccüd vaktidir!.. Rasülümüz ümmete kolaylık olsun diye yatsının peşine eklemeye izin verdi. Biz gece yarısı kılarız. Sen de öyle yapmaya çalış, olmaz mı?” diyor. Namaz sonrası biraz daha sohbet edip hayır duasını alarak ayrılıyoruz.

O günden sonra, yatsının hemen peşine iliştiriverdiğimiz Vitir Namazı hakkında hep düşünmüşümdür. Ezanı olmayan, beş vakit dışında ama Vacip sayılan, yatsıya eklense de asıl vakti gecenin içine yayılan bu namaz neyi işaret ediyor? Önemi ve getirisi ne?

Bunlar üzerine tefekkür ederken Tasavvuf literatüründe VİTRİYET kavramıyla tanışıyorum. Hakikat yolunda vitriyet mertebesi zirve!... Pek az kula nasip olan makamı konuşmak değil konumuz. Vitir Namazında ne saklı, onu anlamaya çalışacağız. Beş vakit namazda olmayan bir uygulama var vitirde: Üçüncü rekatın rükuuna gitmeden önce tekbir alınıyor ve Rasülullah(s.a.v)den kuvvetli rivayetlerle gelen Kunut Duaları okunuyor. Allah Rasülü bu namazı kılarken tam rükua eğileceğinde birden bire secde mahallinde alev alev yanan cehennem ateşini görmüş. Bunun üzerine yeniden tekbir alarak iki dua okumuş. Aşama aşama vitrin bâtınındaki manaları sezmeye çalışalım:

1-Yeniden Tekbir, Yeniden İman: İftitah Tekbiri; dünyevi değerlerin arkaya itilmesi, benliğin kırılarak sadece Allah’ın Sübhan oluşu bilinciyle öze yöneliş demek. İkinci tekbiri “Ey tekbir alan kulum, yeni bir tekbir daha al” şeklinde düşünürsek, ”Ey İman Edenler (B sırrı ile yeniden ) Allah’a iman ediniz” ayetindeki bilince bu tekbirle kapı aralanabileceğini hissediyoruz. İkinci tekbirle bizleri ayrı, özgün bir farkındalığa davet ediyor Rabbimiz. Bunu nereden mi anladık? Devam edelim….

2-Kullukta Sebat: Okunan duaların adı: KUNUT!... Kunut Arapça Ka-Ne-Te kökünden geliyor. Kanete; İhlasla Bağlılığını sürdürmek, Kullukta Devamlılık-Sebat demek. Kanete kökünden bir kelime olan “KÂNİTİYN=Kullukta ihlasla sebat gösterenler” ifadesini bir de ayetlerde görelim:
-Namazlara ve orta namaza devam edin. Kânitiyn olarak: Allah’a gönülden boyun eğerek yönelin. (Bakara/238)
-"Ey Meryem, Rabbin için Kânit olarak; ihlaslı ve amelde sebatlı olarak Secdeye kapan ve rükû edenlerle birlikte rükû et."(A.İmran/43)

Rasül rükua varınca cehennem gösterildi ya, kullukta müdavim olduğunu göstermek, bağını tazelemek üzere Rabbe yöneliş elzem oldu. İşte onun için Rahmet-i Rabbaniden yeni-diri bir güç elde ederek kulluk bilincini pekiştirmek üzere bu dualar okunuyor. Başlıkta yer alan Beyni Formatlama manası ile bu namazın ne alakası var? Açalım;

3-Abdiyyet Sözleşmesi: Kunut Dualarının ilki şöyle başlar;“Allahumme inna Nesteıynuke,ve Nesteğfiruke ve Nestehdiyk ve Nu’minü bike ve Netuubu ileyke ve netevekkelü aleyk!…”. İkincisi:“Allahumme iyyeke nabudu ve leke nusalliy,ve nescudu ve ileyke nes’a…..” diye devam eder. Birinci dua; İSTİÂNE, İkincisi TEABBUD ifade ediyor. İstiâne:Yardım ve Başarı isteğinin sadece Allah’a yöneltilmesi demek. İstiâne kavramı Fatihadaki VE İYYAKE NESTAIYN ayetinden gelişmiş.İyyake Nestaıyn: Sadece ve sadece senden yardım dileriz, demek.

Fatihadaki İYYAKE NA’BUDU den mülhem TEABBUD ise; Kulluk anlamında….
Abdiyyet(kulluk) mertebesinin Risaletten daha öncelikli ve üstün olduğunu Kelime-i Şehadetin MUHAMMEDEN ABDUHU VE RASÜLÜHÜ şeklinde tertibinden biliyoruz.

Şu halde, Vitir namazı ve onda okunan Kunut Duaları; Fatiha Suresinde yer alan İSTİÂNE VE TEABBUD SÖZLEŞMEMİZİN bir tekrarı, bilinç tazelemesi ve hatta yenilenmesi!... Kelimelerdeki anlam yenilenmeyi işaret ediyor:

-İnna Nestaıynuke: Sadece senden yardım dileriz.
-Ve Nestağfiruke: Sadece sana istiğfar eder,affımızı isteriz
-Ve Nestehdiyke: Hidayeti sadece senden isteriz.
-Ve Nu’minu B ike: B sırrı ile sana iman ederiz.
-Ve Netubu İleyke:Sana tevbe ederiz.
-Ve Netevekkelu aleyke:Tevekkülümüz sadece sanadır.
-İyyake Na’budu: Sadece sana kulluk ederiz.
-Ve leke Nusalliy:Namazı, Salatı sadece senin için yaşarız.
-Ve Nescüdü:Sadece sana secde ederiz.
-Ve İleyke Nes’a: Çalışmamız, gayretimiz sadece sanadır.

Beynin,bilincin tamamen formatlanması ise Kunutta geçen bir kavramda saklı…

Okumaya çalışalım;

4- VE NAHLEU: Kendimizi Formatlarız: Kunutun ilk duasının “Ve Nahleu ve Netruku men yefcuruk” bölümündeki NAHLEU kavramı başlığa çektiğimiz anlamı işaret ediyor. Önce Nahleu kelimesinin kökü olan Ha-Le-A fiilinin sözlük anlamlarına göz atalım:HA-LE-A:

-Karısından boşanmak.
-Kefeni soyup çıkarmak.
-Hükümdarı tahtından azletmek.
-Hakimi, Kumandanı yerinden etmek.
-Bir şeyi kökünden, yerinden söküp tamamen çıkarmak.
-Hayvanın bağını çözüp salıvermek.
-Ekin başağının buğdayla dolu dolu hale gelmesi, olgunlaşması.
-Ağacın yeniden yapraklanması.

Ve Nahleu ve Netruku men yefcuruk, kısa ve öz anlamı şu: ”Sana karşı kötülük işleyenleri terk ederiz, uzaklaşırız, onların hakimiyetinden çıkarız. ”Özde düşünecek olursak dışarıda uzaklaşılacak birileri yok!.. İnsanın Hakikat yolculuğu kendinden kendinedir. O halde bu uzaklaşmayı, azletmeyi de kendimizde düşüneceğiz. Sözlük anlamlarından istifade ile NAHLEU yu yeniden anlamlandıralım:

Allah’ım! Hakikatimizi yaşamaya engel olan bütün bağlardan, bütün aidiyetlerden BOŞANIYORUZ. Özümüzdeki Hakka perde çeken örtülerden SOYUNUYORUZ.

Bilincimize egemen olan, bizi hükmü altına alıp idareye kalkışan bütün BİLGİ-ŞARTLANMA-GELENEK-DUYGUSALLIK VE ÖNYARGILARI AZLEDİYORUZ! Onların EGEMENLİĞİNE SON VERİYORUZ! Yerinden oynamaz sanılan, bizi arzımıza bağlayan bütün KÖKLERİMİZİ SÖKÜP ÇIKARIYORUZ! Hayvani-beşeri boyutumuzla BAĞIMIZI KOPARIYOR, ne hali varsa görsün diyerek İLİŞKİMİZİ KESİYORUZ!

Allah’ım!.. Bunları başardıktan sonra, kulluk ağacımıza taze bir bengisu dökerek yeniden FİLİZLENMEK İSTİYORUZ! Kulluk tohumundan Abdiyyet başağı yetişsin, ŞUUR TANELERİ İLE BEYNİMİZ DOLSUN diye sana yöneliyoruz!..

Bütün bu manalar ortada iken bizim NAHLEU ya FORMATLAMA anlamı vermemiz çok görülmese gerek!.. Önce soyup-çıkarıp atma, hükmüne son verme, sonra da filizlenme ve tanelerin olgunlaşması tek kelimede birleşmiş. Bu ne demek?

Basbayağı format işte!… Beynimizi virüslerden temizleyip yepyeni programı yüklemek!..

***

Dostlar, Vitriyet Makamını elbette yaşayan bilir. Bizim dikkat çekmek istediğimiz;
Vitir Namazının sanıldığı gibi bir ara namaz olmadığı!… Vitir Namazının beyin-bilinç formatına kapı açan bir eşik olduğu noktası!..

Düşünün!... Güneşin radyoaktif etkilerinin neredeyse sıfırlandığı, gündüz birbirini sürekli etkileyen insan beyinlerinin uykuya daldığı, beyni yeni ilhamlara açan hormonların epifizden salgılanmaya başladığı Teheccüd saatinde Vitir Namazını, Kunut Dualarının anlamını düşünerek ve yaşayarak eda ediyorsunuz!.. Bu ne muhteşem bir hal değil mi?...

Son olarak şu hadislere bir bakar mısınız?

-“Vitir Namazı; Haktır. Vitre devam etmeyen benden değildir!..”
(Bunu 3 kere tekrarlar Rasül)

-“Ey Kur’an Ehli!.. Vitir Namazını ikame ediniz!.. Allah TEKtir, TEKi sever!...”

Rasülün Vitir Namazının önemine dikkat çekerken HAK-KUR’AN EHLİ ve TEK kelimelerini kullanması manidar değil mi?!..

Ne dersiniz, ”Namazlara ve Orta Namaza devam ediniz” ayetindeki Orta Namaz;

Vitir Namazı olabilir mi?!..

29 Ağustos 2008 Cuma

namazsız insan kaybolmuş insandır

namazsız insan kaybolmuş insandır!!!!!
Bir vakit namaz mı, hayat mı?” diye bir soruyla ve tercihle karşı karşıya gelsek ve gözümüzü hiç kırpmadan ve bir saniye bile düşünmeden “namaz” diyemeyeceksek, yaşadığımız hayatı “Hayy” olanın bir armağanı olarak göremiyoruz demektir.

Namaz, kulluk bilincinin zirve yaptığı duraktır. Bir insanın yükselebilecek olduğu en büyük makam, kulluk makamıdır. Namaz işte bizi buraya taşır. Bir insan kendini “kul” olarak kabul etmiyorsa, ne olarak kabul ederse etsin, fark etmez. O artık nefsinde ilahların çarpıştığı bir savaş meydanındadır ve “barış” denen nimetten de çok çok uzaklardadır.

Namaz, mü’minlere, Allahu Teala tarafından Mirac’da armağan edilen en güzel hediyedir. O Mirac ki, Cebrail’in huduttan öteye bir adım atamadığı, bir yerden sonra, Rabbin huzuruna yalnızca AşK’la girildiği bir ilahi tören! Zaman ve mekanın ötesinde, fakat aşkın en gizemli nağmelerini ruh ikliminde duya duya, insan olmanın şerefiyle ve seni yaratana “Rabbim” diyebilmenin mutluluğuyla “kul” olma onurunun insana hediye edildiği mutluluk diyarı. Bu diyarın mutluluğunu yalnızca kendisinin tatmasına gönlü razı olmayan Sevgililer Sevgilisi’nin
“Namaz mü’minin miracıdır.” diyerek Rabbi katında bize namazla şefaat etmesi, eğer uyuyan gözlerimizi hala uyandırmıyorsa, yazık!


Namaz, böyle bir iklimin diriltici soluğudur. Dünyanın dönüşü nedeniyle yeryüzünde ezan okunmayan bir an yoktur. Ve beş vakitin her anı dünyada mevcuttur. Dünya anbe an secde ederken, gökyüzünde melekler namaz şöleninde Allahıı tesbih ederken, her varlık kendi diliyle Allah; derken, insan, namaza durarak “Allahu Ekber” demiyorsa, kendi kıyametini koparmış demektir.

Namaz Mirac’dır ve Allah ile buluşmadır. Gözyaşlarıyla abdest almayan insan Rabbi ile nasıl buluşabilir?

Namaz, aşkta yok olmanın adresidir. Kendi varlığından başka varlık bilmeyenlerin o adrese gitmeleri nasıl mümkün olabilir? Namazsız insan, kaybolmuş insandır.


Namazla arınan gönül, duygularını aydınlatmıyorsa, sen kimin münevverliğinden (aydın) söz edersin?

Her sabah göklerden gelen diriltici sesi duyup, yeryüzüne merhametle dolmuyorsan, senin varlığından daha büyük eziyet mi vardır?

Secdede, aşkın doruklarında kainatın ruhunu sağamıyorsan, medeniyet meydanına “bozguncu” olarak indiğinin de farkında değilsin.


Namaz arındırıcı ve aydınlatıcıdır. Arınmamış ve aydınlanmamış insan bir şeyin başına geçer ve iktidar olursa, o yer fesada uğramış demektir.

Gece. Yıldızlar ayet ayet gökyüzünden asılıyor. Gökyüzünde şölen var: vaktin melekleri, insanoğluna ikinci kez eline geçiremeyecek olduğu “zaman dilimi”ni sunuyorlar.
“Kalkın ey insanlar, Rabbimiz, sabahı size hediye ediyor!”
diye nida ediyorlar.

insan uykuda. insan nefsinin kuyusunda. Kuyularda Yusuf yok. Rüyaları yılanlar basmış. Minareden bir ses: “Allahu Ekber!” Yusuf suretinde bir genç ayakta ve namazda: “Allahu Ekber!”

Kıyamet bugün de ertelendi, çok şükür.


Ve ruhumuzun kıyametinin ebediyyen ertelenmesi için hep birlikte haykıralım:

“Haydi namaza!”

bugün namaz için ne yaptın

Bugün Namaz için ne yaptın???
İşte bir namaz öyküsü İbret alabilen herkes için İbretimiz belki bir gün beratımız olur


AMA OLMUYOR OTURDUĞUN yere çakılı kalıyorsun Hoyrat bir el tutuyor seni Ne kadar çok hoyrat eller var değil mi?


Kalbin ne kadar arzuluyor secdeyi Ancak bu arzu sana kadar ulaşamıyor Ulaşsa bile cılız ve güçsüz bir sesten öteye gidemiyor Kalbinle aranda ses geçirmez bir duvar mı var dedin? Belki Belki başka şeyler Bilemiyorum Cansız ve sönmüş bir bedenin içinde hayat bulmaya çalışıyorsun öyle mi?


Durmalısın önce Sakinleşmelisin Ne kendi üzerine silahı doğrultup canını yakmalısın ne de bahanelere sığınmalısın İnsan kendini anlayabilmeli değil mi? Tamam Duracağına söz vermen sevindirdi beni


Melekler kalbine dokunamıyor diye üzülüyorsun Meleklerin kalakaldığını hissediyorsun Ağlayabilseler ağlayacaklar Senin için ağlayacaklar En derin acıyı çekecekler senin için Sana dünyanın en değerli armağanını-Ona yaklaşma hissini kalbine bırakamadıklarından dolayı üzgünler Sende mi üzgünsün? Farkındayım üzgün olduğunun Meleklerin yerine sen ağlıyorsun


Son bir gayret gösteremez misin? Onun için bunun yapamaz mısın?


Secdeye varmak için içinde en ufak bir istek yok öyle mi? Secdeye varmak için kalbinin bunu tam tamına istemesi gerektiğine mi inanıyorsun? Kalbin önce Ona yakınlık hissetmeli ve sonra bu seni secdeye götürmeli diye mi düşünüyorsun?


Secdeye varmak için böyle bir istek olması gerekli mi diye düşündün mü hiç peki? Düşünmedim mi diyorsun? Tahmin etmiştim


Zhinine bir çok amalar geliyor Eskiden secdeye varırken içinde büyük bir zevk mi vardı? Anladım Büyük bir hazla secdeye varıyordun eskiden İçinde büyük bir lezzet duyuyordun Kalbini Ona yakın hissediyordun Şimdi secdeye varmak içinde ne bir istek var, ne bir haz var Tüm lezzetini yitirdi kalbin Hatta sadece secdeye değil, hayata karşı yitirdi Yaşama lezzeti içindeki çölde kurudu gitti

İçinde hala bir istek yok Arzu yok Bedenin yorgun Ama kalbinde yangın var


Biliyor musun? İçinde hiç bir istek, arzu, haz, lezzet yoksa; işte şimdi özellikle secdeye varacaksın Özellikle şimdi Bu fırsatı kaçırmıyacaksın İşte şimdi secdenin zirvesinde olacaksın


Şaşırdın mı? Biliyordum şaşıracağını Seni secdeden alıkoyacak hoyrat el bunu ne kadar çok kullandı değil mi? Haz alamıyorsan, içinde bir arzu ve istek yoksa, secdeye varmak duygularında bir anlam ifade etmiyorsa orada ne işin var diyor değil mi? Hatta isteksizce yapılan bir secdeden Onun razı olmayacağını damı düşündün? Ne kadar çok hoyrat sesler var içimizde


Belkide yaşadığın kötü şeylerden dolayı secdeye varmaya kendini layık görmüyorsun Tahminim doğru çıktı mı? Hangi insan secdeye layık olduğu için varır ki? Secdeye Ona layık olabilmek için varmaz mıyız? Bir kere de böyle düşünecek misin?


Onun “Secde et ve yaklaş” demesini bir kere daha düşünebilir miyiz? Bak şimdi farkettim ben de birden Rab önce yaklaş demiyor değil mi? Kalbinde secdeye varmak için ne bir yakınlık, ne bir istek, bir lezzet bekliyor senden Tersine önce secde bekliyor Sonra yakınlaşma geliyor dikkat ettiysen


İçinde hiç bir istek yokken bile, hiç bir haz almıyorken bile secdedeysen, Onu ne kadar memnun ediyorsun Biliyor musun? Haz almak için değil Lezzet duymak için değil Rahatlamak için değil Tüm isteksizliğine rağmen sadece ve sadece Onun için secdeye varabilirsin artık


Zevk alıyor muyum diye, Ona şu an yakınmıyım diye de kendini sorgulamıyorsun Alnın orada olması yetecek sana İnan bak Kalbini rahat bırak yeter Kalbinin içini kurcalamıyorsun Orada istek, lezzet, arzu olup olmadığını yoklamıyorsun Kalbin kendi kararını kendi verecek


İnsan kalbini kurcalamamalı değil mi?


Kalbinin ateşini secde yatıştıracak Yatışmış bir kalple secdeye varmak değil artık amacın Çok iyi bir haber bu Bunu duymak gerçekten güzel bir haber


Hangi itfaiyeci ateşi söndürürken zevk alır ki? Ateş kadar ateşi söndürmek te yakıcıdır Namaz içindeki ateşi söndürme eylemiyse bu zevk alınacak bir eylem değildir illa da Rabbin kimi zaman zevk verir kimi zaman vermez Bu kararı Ona bırakıyorsun artık değil mi?


İçindeki tüm isteksizliğe rağmen Hiç zevk almasan da Çok zor gelse de İnsan kalkmalı ve içindeki ateşi söndürmeli Ateşi söndürme eylemi ateşe maruz kalmak kadar meşakkatli ve zordur Her zorluğun içinde ise bir kolaylık vardır


Şimdi Onu sevindirdin işte Şimdi melekler seni alkışladı Ve Ona haber götürmek için semaya yükseliyorlar melekler şimdi2 Hatta evren bile sevindi belki Kimbilir Hayır kimbilir değil Melekler sevindiyse evren neden sevinmesin? Aya mı bakıyorsun? Tebessüm ediyor mu dedin? Sana mı? Bence de


Alnın secdede O bu davranışından razı


İnsan başka ne isteyebilir ki? Bir de sen ondan razı olduktan sonra...

namazı dosdoğru kılmanın yöntemi (ö.karaaslan)

Namazı hissederek kılmak için:

1. Herşeyden önce namazı ciddiye almak gerekiyor.

2. Namazın hayatımızda yapacağı derin etkinin bilincinde olmalı ve bu etkiyi elde etmek bizim namaz kılarken motivasyonumuzu oluşturmalı.

3. Namaza başlamadan önce ruhi bir ön hazırlık yapmak gerekiyor. Namaza birden başlamak konsantrasyonu yakalamak için bir engeldir. Yani seccademizi serdiğimizde o an Rabbimizin huzuruna çıkmak için hareket ettiğimizi aklımıza getirmeliyiz.

4. Kılacağımız namazın belki son namazımız olabileceğini düşünmeliyiz.

5. Namaza durduğumuz vakit kimin manevi huzuruna girdiğimizi idrak etmeliyiz. Huzurunda durduğumuz varlığın yüce şanını ve azametini düşünmeliyiz..

6. Böyle bir varlığın huzuruna çıkabilmenin ne kadar mutluluk verici bir olay olduğunu hatırlamalıyız ve hissetmeliyiz.

7. Okuduğumuz ayet ve duaların anlamlarını ezberlemeli ve onları düşünmeliyiz. Ayet ve dualardaki anlamlar bizim namaz esnasındaki düşüncelerimizi/aklımızın faaliyetini yönlendirmeli.

8. Dünyevi duygu ve düşüncelere geçit vermemeye hassasiyet ve titizlik göstermeliyiz. Zihnin başka şeylere takılması oranını her namazımızda daha bir aşağıya indirmeliyiz. Namazın büyük oranı % 80, giderek %90, % 95, % 99 konsantrosyonlu geçmeli. İdeal olanı hedeflemek namazı ne kadar ciddiye aldığımızın göstergesi olacaktır. Bu konuda, Rabbimize yaklaşma, Onun hoşnutluğunu elde etmek için konsantrosyonu yakalama konusunda hırslı olmalıyız.

9. Namazdaki bedensel hareketlerin anlamını bilmeliyiz. Kıyam, rüku, secde gibi hareketlerin başlı başına sembolik anlamları vardır, bu hareketleri yaparken salt bu anlamları düşünürek o hareketleri gerçekleştirmenin bizim namazımıza katacağı birçok ulvi duygu ve düşünceler vardır. Buna paralel olarak okunan dua, ayet ve tesbihlerin anlamları idrak edilerek okunduğunda elde edeceğimiz manevi hazzı düşünün. Araya şeytanın vesvesesinin karışması için bir boşluk bırakılmamış olacak. Aksi takdirde rükua varırken bu rükunun anlamını o an düşünmezseniz aklınızın (o an) başka şeylere dalması kaçınılmaz olabilir. Bu anlık dalgınlık rükuda iken okuduğunuz tesbihatın anlamını düşünmekten sizi mahrum edebilir. Bu ikinci dalgınlık ve gaflet üçüncüsüne yol açabilir ve ila ahir. Namaz kesintisiz bir zikir eylemidir. Saniyelerinizi Allahı zikretmekle geçirmezseniz şeytan namazınıza müdahele eder. Bu olay ciddi bir konsantrasyonu ve bunu başarma konusunda yüksek bir iradeyi gerektirir.

10. Bir insanın Allahla olan ilişkisinin ne kadar güçlü olduğunun en önemli göstergelerinden birisidir namaz. Eğer namazınızdan memnun değilseniz Allahla sağlam bir rabıta(irtibat) kuramamışsınız demektir. Bu durum ise eğer müminlerden isek bizi kaygılandırmalı, bizi endişeye düşürmeli. Bu endişeyi duymak ise namazı dosdoğru kılma konusunda bizi yeniden motive eder ve gayrete getirir.

11. Sabah namazları bu bağlamda en çok önemsenmesi gereken namazlardır. Eğer her iki üç günde(veya her iki üç haftada) bir sabah namazlarını kaçırıyorsak namaz denen olgu bizim kalbimize daha henüz sinmemiştir. Allah için uykusunu bölüp kalkamayan insanların Onunla sağlam bir sevgi ilişkisi kurdukları iddia edilemez.

12. Namazı dosdoğru kılmak bir süreçtir. Bugünden yarına mutmain edici bir seviye yakalamak mümkün olmayabilir. Ancak bu konuya özen gösterirsek, her kıldığımız vakit namazından sonra bir muhasebe yapıp bir dahaki vakit namazında bir öncekisinde yaptığımız gafletleri, hataları tekrarlamamaya karar verebilirsek, ve ikinci vakit namaza durmadan önce de bu aldığımız kararı yeniden hatırlayıp namaza durabilirsek bu konuda kalbimizdeki samimiyetin derinliğine göre mesafe alırız.

13. Bizi namaz konusunda gerileten unsurlardan bir tanesi namazı bir alışkanlık ve mekanik bir olgu haline dönüştürmemizdir. Namaz kendi özünü ve canlılığını alışkanlık olduğu zaman kaybeder. Her kılınan namazı apayrı bir OLAY gibi algılayabilirsek ve gerçekten bu ruh haliyle namaza durursak alışkanlık, monotonluk ve mekaniklikten kurtulmuş oluruz.

14. Namazda ağlamak manevi duyguların iç dünyamızdaki tıkanıklıkları aşıp dışarıya yol bulduğunun bir göstergesidir ve bu haliyle manevi gelişim konusunda bir kilometre taşıdır.
-Onlara ayetlerimiz okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlardı.- ayetini hatırlayalım. Allah için en son ne zaman ağladık ? Namaz ağlamanın en uygun ve münbit zeminidir. Ağlamak için birçok sebep var: Allahın şanının ve büyüklüğünün azametini tefekkür ederek ağlamalıyız, günahlarımızı hatırımıza getirip bunların verdiği utanç duygusundan dolayı ağlamalıyız, müslüman olmanın, Ona hak yolda ibadet edebilmenin sevinciyle ağlamalız....

15. Namaz kılarken Rabbimizim bizim o anki haleti ruhiyemizi gördüğünü, bizi gözlemlediğini, gaflet içinde kılıp kılmadığımıza baktığını hatırlayın. İster misiniz ki Yüce Allah sizi bu halle kendi huzurunda görsün. Onun huzurundayken aklımızı başka şeylerle meşgul etmek suretiyle Ona karşı ne kadar çok ayıp ettiğimizi hiç düşündünüz mü ? Biz gerçekten O’na borçluyuz, namazı dosdoğru kılma konusunda bizim bir gönül borcumuz var. Ona karşı halis duygular içinde namazımızı eda edemiyorsak vay halimize.

16. Namazı hissederek kılma konusunda her birimizim yapabileceği ve yaptığı birçok güzel tecrübeler vardır. Namazlarımızı muhasebe ederken işin bu metodik boyutuyla ilgili de sürekli yeni dersler ve metodlar çıkarmaya çalışalım, namazı daha doğru nasıl kılabilirim sorusuna sürekli yeni cevaplar üretebilmeliyiz. Herkesin bu konuda mutlaka değerli tavsiyeleri vardır. Bunları paylaşırsak hepimiz biribirimizden faydalanmış ve Allaha daha fazla yaklaşma konusunda ilerlemiş oluruz.

17. Ne kadar yavaş kılarsak o kadar huşu içinde kılmak mümkün olur.
İnsanın nefsi namazdan hoşlanmaz. Fakat ruhu tadına varınca mest olur.
Nefis engelini aşmanın yolu namazı süratli kılmamaktır. Nefis bizi önce namazı hızlı kılmaya sevkediyor hemen başlar başlamaz. Bu ilk hamlesini durdurabilirsek onun şevkini kırmış oluruz.
Gerisi daha kolay olur. Bir deneyin...

18. Kişinin namaz konusunda kendisini elestirmesi ve rahatsız olması samimiyetine isarettir.
Nice insan var kalbinde hiç rahatsizlik duymuyor bu konuyla ilgili. Kalbdeki pişmanlik kişinin imanına delalet eder. Dolayısıyla burada bina edilebilecek bir zemin var demektir.

Bu zemin üzerine birşey bina etmek icin ise bazı metodları da bilmek gerekir.

Mesela üzerine bina edeceğiniz zeminin bu ağırlığı kaldırabilecek kadar güçlü olmasi gerekir.

Tıpkı bunun gibi İman da öncelikle güçlendirilmeli eğer namaz gibi disiplinli ve sürekli bir eylemi üzerine bina etmek istiyorsan. Kuran imanın artabileceğinden bahsediyor.

Kuran'da Allah "Indirdigimiz ayetler onlarin imanlarını artırır" buyuruyor. O halde yapılacak ilk iş:

"Kurani anlayarak sürekli okumak". Anlaşılmayan bir Kuran insanın imanını nasıl artırsın ?
Kuranla hemhal olmak bir nevi Allah'ın emirlerini yerine getirmek icin bir enerji kaynağıdır.

19. Namazdan zevk alabilmek, namazda sürekliligi beraberinde getirir. Bunun için

20. Kılınan namaz bir yük olarak algılanmamalı.

21. Namazda okuduğumuz ayet ve duaların manaları ezberlenmeli ve okunurken anlamı üzerinde düsünülmeli.

22. Namaz esnasında gerçekten kimin huzurunda el bağladığımızı düşünmeliyiz. Kainatı yaratan Allah'ın huzurunda bulunmaktan daha güzel bir duygunun olmayacağını sürekli hatıra getirmek gerekir.

23. Akla gelen dünyevi düşüncelere karşı uyanık olup bunları def etmenin mücadelesini vermeliyiz. En büyük engeller de zaten bu tür aklın başka yerlere gezintiye çıkmasıdır. Bunu gemleyebilmeliyiz. Konsantrasyonumuzu namaza toplamalıyız.

24. Allah'ın büyüklüğünü, azametini ve diğer sıfatlarını aklımıza getirip Allah'ı sıfatlarını namazımızda düşünmeliyiz.

25. Namazda istikrarlı olmak için hayatımızın diğer alanlarında da Allah'ın isteklerine göre yaşama konusunda bir kararımız olmalı. Yani hayatımızı İslam'ı yaşama arzusu kuşatmalı, aksi takdirde sadece bir-iki farzı yerine getirmek tad vermez, bunların etkisi geçici olur.

26. Bakışımızı kendi kalb dünyamıza, iç alemimize yöneltmeliyiz. Allah'la içten bir ilişki kurup bu ilişkiyi güçlendirme hususunda derinleşmeliyiz. O zaman namaz da zevk vermeye başlar, hayatımızdaki gerçek yerini alir.

27. Allah'a olan sevgimizi güçlendirecek konular üzerinde düşünmeliyiz. Mesela onun nimetlerini -kendi bedenimizdeki(kalp, göz, kulak, vs.) ve dış alemdekiler (yiyecekler, su, vs..)- sürekli hatırlamalıyız.

28. Allah'ı çok seven bir kişi namazından gafil olmaz ve namazı bırakmaz. Bu yüzden sevgimizi güçlendirirsek namazdaki azim de ister istemez güçlenecek.
Sevgi ise sevilen varlık çokca anılırsa, düşünülürse güçlenir.
O varlık niçin sevilmeli, sebepleri düşünüldüğünde sevgi de ister istemez güçleniyor:
Onun bizi var etmiş olması, varlık olmak, ruh, bilinç, akıl sahibi bir benlik olmak bile Allaha ömür boyu sükran dolusu bir kalp taşımak icin yeterli.

29. İbadetin maksadı ruh boyutu olduğu için, bu alanda ne kadar derinleşirsek o nisbette doğruda ilerlemiş oluruz. Yani maksadda derinleşmek aşırılık olamaz. Araçta 'derinleşmek' aşırılığa götürür. Mesela 'Allah sevgisini' ele alalım, Allah'a derin bir sevgi beslemenin eleştirilecek bir tarafı olabilir mi ?

Tıpkı bunun gibi, namazda da aslolan ayetlerin belirttiği gibi 'huşuyu' yakalamaktır. Namazın amacı budur 'Secde et ve Allah'a yaklaş' (Alak, 19)

30. İnsanlar kolaya kaçıp ibadetleri şekillere hapsetmişler. İbadetin ruhunu yakalamak zihnen ve kalben enerji sarfetmeyi ve mücadele etmeyi gerektirdiğinden bunu herkes göze almaz. Halbuki herşeyin bedeli vardır. Bedelsiz hiçbir kazanım olmaz.

31. Peygamberimizin söylediği söylenen bir sözünde şöyle geçiyor:
Namaz gözümün nurudur.

Günlük hayatta birçok meşguliyet var. Namaz ibadetimiz bunların arasında eda edilmektedir. Bundan dolayı diğer işler gibi monoton, rutin ve ruhsuz bir hal alma tehlikesi ile karşı karşıyadır.
Namaz bu işlerin içinden sadece biri haline gelirse namazımız gerçek namaz olmaktan çıkar.
Halbuki namaz günümüzün akışı içinde günde 5 kere heyecan verici, en önemli işimiz hüviyetine kavuşmalı. Bunu aynen bu şekilde namaza başlamadan önce düşünmeli ve hissetmeliyiz. Kendi kendimize telkin suretiyle: ‘Şimdi günümün en mühim işini icra etmek üzereyim.’ demeliyiz. Bu bilinçle kılmaya başlarsak devamı da büyük ihtimal bilinçli olur. Yani başı da ve sonu da iyi hazırlanmalı namazın.

Kısacası, namaz gündelik işlerimizin arasında da ‘gözümüzün nuru’ olmalı.

Namaz an’ında bedeni hareketlerimizin(rükuya gidiş, secdeye varış vs.) ne kadar normal akışa uyup uymadığını, yani hızlılaşıp hızlılaşmadığını gözlemlemeliyiz. Bunun amacı namaz baştan savma ve yuvarlamanın önüne anında geçmektir.

Bunu çağrıştıran bir durum görürsek hemen eski haline döndermeliyiz. Normal akışa geri döndükten sonra daha önce çalan alarm’da oluşan artı bilinçle namazı devam sürdürmeliyiz.
Böylece gözlemlemiş olduğumuz aksaklıkları hayra tebdil etmiş oluruz, daha bilinçli kılmak için bu hataları da vesile olarak kullanmış oluruz.

Kısaca namaz an’ında
‘aksaklıklar + bunları gözlem + sonuç çıkarmak/daha duyarlı hale gelmek + sonuna kadar bu duyarlılıkla kılmaya devam’
suretiyle namazı daha duyarlı kılma imkanımız doğar.

32. Namazı monotonluktan kurtarmanın bir yolu da namaz vaktini düşünerek namaza başlamaktır. Elbette hangi vaktin namazını kıldığımızın farkındayız. Bunu kasdetmiyorum.

Mesela sabah namazını ele alalım:

‘Sen, onların söylediklerine sabret. Güneşin doğmasından önce de batmasından önce de Rabbini övgü ile tesbih et. 20/130

Şimdi namaza başlarken

-ayetin bu emri aynen bu kalıbıyla aklımıza gelmeli ve

-o an Rabbimizin buyruğunu yerine getirmek üzere kalktığımızı hatırlamalı ve

-bunu tabiattaki durumla (güneşin doğmasından önce) irtibatlandırmalıyız

Böylece yaptığımız eyleme ayrı bir canlılık katmış oluruz.

Tabiattaki durumdan maksat yaptığımız bu işin boyutunu göstermesi açısından önemli. Güneş gibi muazzam bir yıldızın hareketine bağlı olarak siz Allah’a ibadet ediyorsunuz. Güneş de Allah’a secde etmektedir. Siz de onunla bir şekilde bağlantılı olarak aynı eylemi gerçekleştirmektesiniz. Burada kainatla bütünleşerek Yüce Allah’a yönelme hissi uyanmaktadır.

Bu tarzı her namaz vaktinde böyle tekrarlamalıyız.

Her vaktin kendine göre farklı bir hususiyeti de var. Bu da monotonluğa karşı bir özelliktir.

Bu suretle yapılan namaz eylemine bizim daha bir önem atfetmemiz ve daha canlı ikame etmemiz sağlanabilir. İnşaallah.

33. Namazı kılarken okuduğumuz ayet, dua ve tespihlerin her cümlesinden sonra kısa bir tefekkür süresi bırakılmalı.

Böylece hem namazı hızlı kılma zaafından korunuruz hem de daha duyarlı ve bilinçli kılarız. Bu tefekkür süresinde ayet ve duaların manasını düşünmek gerekir.

Burada önemli olan husus, her cümleye ayrı bir sürenin ayrılmasıdır. Yoksa bütün olarak manasını düşünerek kılmaya çalışsak bile bazı cümleleri yine de monotonluk ve gaflet içinde okuyup geçiyoruz. Ama bilinçli bir şekilde duraklarla okumak daha farklı olacaktır.

Örnek verecek olursak:

Subhane Rabbiyel Azim, dediğimiz zaman 'Allah'ı her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederim' cümlesi tefekkür edilmeli, burada vurgu 'tefekkür' kelimesi üzerindedir. Yoksa salt 'anlamak' yetmez. Tefekkür 'derin düşünmek' demektir.
Bu cümleyi rüku'da 2. sefer tekrarladığımızda da aynı şekilde bir tefekkür süresi ayrılması gerekir. Ve ila ahir.

Hatta Fatiha'dan sonra 'Amin'(Allah'ım kabul et) kelimesine bile bir tefekkür süresi borçluyuz. Her tefekkürün ifade edilen manaya göre bir ruh hali oluşmalı kişinin içinde.
'Amin' örneğinde kalırsak, edilen Fatiha duasından sonra tüm kalbimizle (Allah'ın kabul et) diyebilmeli ve onun duaları kabul eden olduğunu hatırlayarak ümitle dolmalıyız...

Namazda en çok tekrarlanan tesbih ifadesi 'Allah'u Ekber'dir. En çok tekrarlanan olmasından dolayı en çok gaflete geldiğimiz bir ifade olabilir.

Bu yüzden her 'Allah'u Ekber' nidasından sonra bir tefekkür süresi mutlaka bırakılmalı.

34. Namaz ömür boyu eda edilecek hepimizin önemini idrak ettiğimiz önemli bir farizadır.

Bu nedenle konuya uzun vadeli, bütün bir ömrümüzü gözönünde bulundurarak yaklaşmalıyız.

Yani namaz konusundaki gelişimimizi kısa vadeli gözlemlemek ve muhasebe etmek değil, bütün ömrümüzü gözönünde bulundurarak kendimize bazı hedefler koymalıyız.

Bu cümleden olarak:

Ömrümüzden geçen her yıl namaz konusunda ayrı bir derinlik edinmeyi kendimize hedef olarak koymalıyız.

Kendimize şu soruları soralım:

Kaç seneden beri namaz kılıyoruz ?

Bunca seneler namaz hususunda ne kadar derinleşebildik ?

Eğer vereceğimiz cevap menfi ise, aklımızı başımıza toplayıp senelik hedefler

belirlemeliyiz.

Bunu da Rabbimize karşı duyduğumuz haya duygusundan dolayı yapmalıyız.

35. Namazda hızlı ve acele kılmayı önlemenin yolu:

Hepimiz bu zaafa yakalanabiliriz. Ancak aceleye getirdiğimizi farkettiğimiz zaman namazın daha önemli olduğunu hemen aklımıza getirelim.

Hatta delilleriyle birlikte aklımıza getirelim. Neden namaz o an' için daha önemli ?

Ondan sonra insan tekrar sükunete kavuşuyor.

36. Rüku ve secdede ne düşünmeli ?:

Namazın en önemli rükunları olan rüku ve secdeyi hakkıyla değerlendirmek gerekir.

Her ikisinde de Allah'ı tesbih ettiğimizi unutmamalıyız.

Tesbih Allah'ın kudretini, şanını yüceltmek demektir.

Rüku ve secde an'ında Allah'ın gücünü, yüceliğini, azametini, sonsuz ilmi ve merhametini tefekkür etmeliyiz.

Zira söylediğimiz tesbih cümleleri: Sübhane Rabbiyel azim/a'la 'Allah'ı her türlü noksanlık ifade eden özelliklerden tenzih etmek demektir.'

Yani rüku ve secdeye gittiğimiz zaman, Allah'ı, biz bu şekilde düşünmeliyiz.

Ancak bu şekilde hakkıyla tesbih etmiş oluruz.

37. Namazda Başlangıcın Önemi:

Hep namazda gafletimizi şikayet ederiz.

Buna karşı aşağıdaki tavsiyeleri uygulamak insana çok şey kazandıracaktır.

Namaza Euzu-Besmele ile başlamanın önemine kısaca parmak basmak istiyorum:

Euzu billahi mineşşeytanir racim = Kovulmuş olan şeytandan Allah'a sığınırım

diyerek namaza başlamak okuyacağımız ayetleri bilinçli okumanın hazırlığını yapmak demektir.

Euzu-Besmele gaflete karşı bir kalkandır.

Kişi, kendisini namaz içinde meşgul edebilecek olan kovulmuş şeytandan Allah'a sığınmak suretiyle,

a) Allah'ın yardımını taleb etmiş oluyor,

b) Bu düşmana karşı teyakkuza geçiyor, onun oyun bozucu fonksiyonunu hatırlamak suretiyle.

Bismillahir Rahmanir Rahim = Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla/adına

demek suretiyle, kul yapacağı eylemin halisane olduğunu vurguluyor, bu hususta riyaya vb. gayri meşru niyetlere kapılmayacağına azmetmiş oluyor.

Artı, Allah'ın rahman ve rahim sıfatlarını anmak suretiyle O'nun merhametine kendisini teslim ederek namazı derin bir saygı ve sevgi ile kılmaya kendini hazırlamış oluyor.

Namaza (veya herhangi bir başka eyleme) başlangıç iyi/başarılı olursa, kişinin iradesine bağlı olarak devamının da iyi olması daha çok muhtemeldir ve daha kolaydır.

Başlangıç kötü olursa, daha Fatiha'nın ilk okuduğumuz ayetlerinde aklımız başka yerlere kayarsa, bunun farkında olacağımızdan motivasyonumuz da kırılarak devamında da aynı gaflet halini yaşamak mukadder olabilir.

Bu yüzden başından sonuna zihni ve kalbi bir disiplinle namazlarımızı ikame etmeliyiz.

Göreceksiniz, çook çook şeyler kazanacaksınız.

Rabbinize yaklaşmanın size vereceği manevi huzur ve lezzet sizi bu yolda daha da kamçılayacaktır. O halde önümüzdeki ilk vakit namazında bu tavsiyeleri uygulayalım ....

38. Namazı tekrar etmek:

Eğer kılınan namazdan tamamen tatminsiz ayrılıyorsak yeniden kılmak lazım. Eğer tekrar aynı durum yaşanırsa, biraz teneffüs edip yeniden kılmak lazım.

Namaz şaka değil, ciddi bir meseledir. İlk mücadele hep zor olur.

Buradaki vurguyu kalın puntoyla ifade ettim, yoksa tamamen eksiksiz kılana kadar yeniden kılalım demiyoruz.

'Ruhi tatmin' bu konuda bir ölçüdür.

39. Namaz öncesi dua:

Namaza başlamadan (iftitah tekbiri getirmeden ) önce namazı dosdoğru kılma konusunda kısa bir dua etmek:

'Allah'ım, namazımı dosdoğru kılmamı nasip eyle' vb. şekilde.

Ondan sonra tekbir getirip namaza başlamak kişiyi namazda bir nebze dahi olsa daha dikkatli kılabilir.

Bir deneyin...

40. Kısa kısa tavsiyeler:

  • İç duygularımızı dinlemek. İnsan aklı kılınan namazın doğru veya yanlış olduğunu bilir.
  • Namazı vaktinde kılmak.
  • Ayetleri biraz sesli okumak.
  • Namaz için özel hazırlık vakti ayırmak. (Misal olarak her namaz için 05-10 dak.)
  • Okunan ayetlerin anlamını ezberlemek ve okuma esnasında kendini ona vermek.
  • Namazda okumak için yeni Kur'an ayetleri ezberlemek (arapça + meal olarak)
  • Namazlarda sürekli olmak.
  • Namazı yavaş kılmak. Ayetleri düşünme zamanı ayırmak.
  • Namazları cemaat ile kılmak.
  • Namazdan sonra davranışları kontrol etmek. Davranışlarımızda iyiye doğru bir değişim var mı, yok mu diye.
  • Namazdan sonra birdahaki namaza kadar gündemi belirlemek. Namazdan sonraki motivasyonu (enerjiyi) bir işe kanalize etmek.
  • Namaz vakitlerine göre özel vakitlerimizi / günümüzü tayin etmek.

namaza başlarken bir de böyle düşünün

Namaza Baslarken Birde Böyle Düşünün



Namaza başlarken abdest alırsın
abdest alırken düşün ki ölmüşsün ve seni yıkıyorlar
yani guslunu aldırıyorlar
ölmüşsün sen
sonra abdest alıp namaza duruyorsun namaza gidiyorsun
bunu şöyle düşün
düşün ki öldün sana guslunu aldırdılar ve gömdüler
sonra melekler geldi
ve seni aldılar kabirden
ALLAH ın huzuruna çıkarmak için
iki melek yanında
ve mahkeme-i kubraya getiriyorlar
oraya girince huzura durunca
ALLAH ın azameti karşısında tekbir getiriyorsun
ALLAH en büyüktür diyorsun
namaza başlama tekbiri yani
onun azameti karşısında bu agzından dökülüyor
sonra ona hürmet olarak ellerini önünde bağlıyor
el pence duruyorsun
başın önünde
bakamıyorsun ona
bu arada
tüm herkes orda
dünyaya gelip gitmiş herkes
bütün insanlar
annen baban, ailen
akrabaların
komşuların
dostalrın
arkadaşların
seni tanıyan tanımayan herkes orda
huzurda
melekler orda
ALLAH orda
bütün insanlık orda
tüm insanlar
ve sen huzurdasın
iki melek ALLAH ın emri ile senin defterini çıkarıp okumaya başlıyor
dünyada yaptıklarını yapmadıklarını
gizlediklerini
günahlarını
ayıplarını
suçlarını
her şeyi okumaya başlıyor
bütün insanlar bunu duyuyor
annen baban akrabaların, komşuların, arkadaşların hhepsi sana bakıyor
sen kahroluyorsun
utanıyorsun
çünkü herşey ortaya dökülüyor
her şey açıklanıyor
her şeyini öğreniyor insanlar
gizlediklerini
günahlarını
yaptıklarını
ölüyorsun
kahroluyorsun
ağlamaya başlıyorsun
ve dayanamıyorsun artık
yüzünü gizlemek için eğiliyorsun
rükuya gidiyorsun yani
yüzünü gizliyorsun kimse görmesin seni diye
melekler kalk diyor ve dinle
bunlar senin yaptıkların diyor
sen ister istemez kalkıyorsun
ve tekrar okunmaya başlanıyor yaptıkların
artık ayakta kalacak mecalin kalmıyor
tanıdıklarının yüzüne bakamıyorsun
en önemlisi de ALLAH ın karşısında dayanamıyorsun
ve kendini yere atıyorsun
secdeye
yüzünü gizliyorsun
ellerinin arasına alıyorsun
ve ağlıyorsun
kimsenin görmesini istemiyorsun seni
yüzünü yere atıyorsun
melekler yine dürtüyorlar seni
kalk diyrolar doğrul
yüzünü kaldırıyorsun ama doğrulamıyorsun
o mecali bulamıyorsun kendinde
yine okunmaya başlayınca yine atıyorsun kendini secdeye
yüzünü yine gizliyorsun
kahrolup duruyorsun
melekler bu kez seni zorla ayağa kaldırıyorlar
ve dinle diyorlar.....

Ne dersiniz düşünmeye değer sanırım....

nasıl bir namaz (hasan el benna)

Nasıl Bir Namaz?

Bildiğiniz gibi -Allah sizi şereflendirsin- Müslüman Kardeş¤ler, nefislerini arındırmak, ruhlarını yenilemek ve ahlakları¤nı güzelleştirmek için en değerli yol olarak İslamı buldular, akaidlerini onun nurundan aldılar ve susuzluklarını onun fe¤yiz çeşmesinden giderdiler. Hiç şüphesiz sen de biliyorsun ki namazın İslamdaki yeri başın cesetteki yeri gibidir. Namaz, bu dinin direği, esası, rüknü, şiarı, ebedi varlığının görünü¤mü ve en. sürekli sembolüdür.

Öte yandan namaz, gözün nuru, vicdanın huzuru, nefsin neşesi, kalbin mutluluğu ve kul ile Rabbi arasında aracıdır. Namaz sevgi dolu ruhların yüce mertebelere yükselmelerini sağlayan bir basamaktır. İnsanı manevi nimetlere eriştirir, on¤ları cennet bahçelerine ulaştırır, onlara dünyada ve ahirette saadetin kapılarını açar. Namaz tetiği çekenin ruhunu aydın¤lık kılan bir kurşun yalımıdır. Onun zevkini tadan bilir.




Gözler kapanıp, hareketler son bulduğunda, insanların vü¤cutları yatakta ısınıp her seven sevdiğiyle basbaşa kalınca ge¤ce yarısı Ahiret korkusuyla, Rabbinin rahmetini umarak kal¤kan, huşu İçinde rukü ve secdelere kapanan şu kulun halin¤den daha tatlı, daha parlak ve daha güzel ne olabilir?

Bak şair ne diyor:

Senin yüzün hürmetine değilse,
Uykusuz kalmak boşuna...
Seni kaybetmekten kaynaklanmıyorsa,
Ağlamalar hep anlamsız...

Ah ey kardeşim, gecenin bu sakin vaktinde huzurda bir an durmak, kalp için bin vaaz dinlemekten daha tesirli, nefisle bin hadis rivayeti dinlemekten daha etkin, ruh için bin konferansa katılmaktan daha anlamlıdır. Dene, göreceksin. İh¤sanın ölçütünü anlatan Kurân âyeti de bu gerçeği gözler önü¤ne sermektedir:

"Onlar, bundan Önce güzel davranırlardı. Geceleri pekaz uyurlardı. Seherlerde istiğfar ederlerdi." (Zariyat, 51/16,17,18)

Bu ameli işleyenlerin mükafatı kimse tarafından tam anla¤mıyla tahmin edilemez:

"Yaptıklarına karşılık olarak onlar için ne gözler aydınla¤tıcı (nimetler)in saklandığını hiç kimse bilemez.'' (Secde, 32/17)

Onların amelleri de aynı şekilde gizli değil mi? Zaten baş¤kaları gözetlerken yapılan işten bir zevk alınır mı hiç? Aşık sevgilisiyle tüm gözlerden uzak bir şekilde başbâşa kalmadıkça zevkin doruğuna ulaşabilir mi? Yapılan bir iyiliğin karşılığı benzeri bir iyilikten başka ne olabilir?

Anlatıldığına göre Ebulkasım Cüneydi vefatından sonra rü¤yada görülür. Ona sorarlar:

— Rabbin sana nasıl muamele etti? Cüneyd:

— İşaretler kayboldu, okuduğumuz ibareler anlamını yi¤tirdi, bildiğimiz ilmin hiç bir faydası olmadı, eserlerimiz hep boşa çıktı. Bize yalnızca gece yarısı kıldığımız iki rekat namaz fayda verdi, diye cevap verdi.

Bu durum garibinize gitmesin değerli okuyucular, hiç bir şey kalbe, uzlete çekilip tefekkür dünyasına dalmak kadar fay¤da vermez. Hİç bir şey nefsi, gece vakti huşu ile kılInan namazdan daha çok temizlemez. Bu namaz kalbi parlatır, gü¤nahların pasını giderir, ayıpların kirini temizler, kalbe iman nurunu saçar, göğüsleri yakin İnanışın ferahlığıyla ferah¤landırır.

Asrımızda müslümanlar namaz karşısında tavırları ve ona bakış açılarına göre bir kaç sınıftır.

1. Bazıları namaza önem vermez, kılmaz, vaktini geçirir ve ehemmiyetini bilmezler. Onlara namazı hatırlattığında veya cemaatın namaz kılmaya başlayacağı bir yere tesadüf ettiklerinde derhal başlarını çevirirler. Onlar, küçümseyerek yüz çevirdikleri bu ameli basit zannederler. Halbuki o Allah ka¤tında değerlidir.

2. Onlardan bazıları da namazı engeller, namaz kılanları küçümser, onlara, gerici, yobaz, aptal vs. gibi isimler takar¤lar. Bu insanların namaz kılanlara eza ettiklerini, namaz hak¤kında garip iddialarda bulunduklarını, hayret ve dehşete dü¤şürücü saçma sözlerde bulunduklarını işitirsin. Sanki onlar Allanın şu âyetini hiç duymamışlardır.
"Yazıklar olsun o namazından gafil olanlara..." (Mâûn, 107/4,5)

3. Öte yandan eğer siz, İslam daveti için çalışan, kürsüler¤de İslami meselelerin savunuculuğunu yapan bazı kişilerin na¤mazı ihmal edip önemini küçümsediklerini duysan şaşkınlık¤tan dona kalırsın. Sanki Resulullah (s.a.v.) namazın mümin¤lere farz kılındığını ve dinin direği olduğunu bildirmemiş. Sanki onlar Resulullahın şu hadisini hiç işitmemişler:

"Kul ile şirk arasında namazdan başka bir engel yoktur. Kul namazı terkedince Allaha ortak koşmuş olur."

Biz bu insanlara sabahın aydınlığından daha açık, ışıktan daha aydınlık ve güneşten daha belli olan bu gerçeği açıkla¤maya çalışmayacağız. Ancak Allah’tan hem bizler hem de on¤lar için, hidayet ve doğru yola ulaşmak için yardım dileyeceğiz. Bu üç sınıftan sonra şimdi biz namaz kılan iki sınıf üze¤rinde duracağız.

1. Halkın ezici çoğunluğu. Bunlar namazlarını mekanik bir robot gibi kılarlar. Namaz adetini babalarından miras almış, uzun zaman kıldıkları için adet edinmişlerdir. Ne namazın sırlarını bilirler ne de tesirlerini hissederler. Onlar gerekli söz¤leri söyleyip gerekli hareketleri yaparak namazı sona erdirince farz olan görevlerini yaptıklarını, namazlarını eda ettikle¤rini, cezadan kurtulup sevaba nail olduklarını zannederler.

Aslında bunların zanlarının doğru bir yanı yoktur. Bu söz ve hareketler namazın yalnızca dış görünümüdür. Namazın ruhu onun anlamını kavramak, namazın dengesi huşu ve direği yaptığı tesiridir.

Bir hadisi şerifte şöyle buyrulur:

"Namaz, huşu, tevazu, dua ve münacattan... oluşur." (Tirmizi, Nesai)

Bu nedenle insanların bir çoğunun namazdan bir fayda el¤de etmediklerini,namazın onları kötülük ve fenalıklardan uzaklaştırmadığını, görürsün. Ancak eğer namaz mükemmel bir şekilde tamamlanırsa meyvesini verir, nefsi arındırır, kal¤bi temizler, sahibini günahlardan azad edip haramlardan uzak tutarak korur.

2. Bu sınıf ise namazın manasını anlayanlardır. Ancak bun¤ların sayıları çok azdır. Bunlar namaza ciddiyetle yönelirler ve onu mükemmel şekilde tamamlarlar. Namazlarını huşuyla kılar, düşünür ve huzura varırlar. Namazdan, ibadet zev¤kini tatmış olarak ayrılırlar. Allaha itaat etmenin huzuru kal¤bine işlemiş, ruhu Allanın pek nadir, O'nun ilmine ulaşanla¤ra nasib ettiği nuruyla aydınlatılmıştır.

Bir hadiste şöyle buyrulur:

"Bir kişi vaktinde namaz için kalkar, abdestini mükemmel bir şekilde alır, rükuunu, sücudunu huşuyla yaparsa namazı bembeyaz bir görümümle yükselir ve ona şöyle seslenir:

— Senin beni koruduğun gibi Allah da seni korusun.

Bir kişi de namazı vaktini geciktirerek kılar, abdestini gü¤zelce almaz, rükusunu, secdesini ve huşuunu yarım yamalak yaparsa namazı simsiyah bir görünümde yükselir ve ona şöyle seslenir:

— Beni zayi ettiğin gibi Allah da seni zayi etsin.
Bu namaz Allahın dilediği yere varınca eski bir elbise gibi buruşur ve sahibinin yüzüne çalınır." (Taberani, el-Evsat)

Bu nedenle namazlar, şekil, fiil, görünüm ve söz bakımın¤dan aynı bile olsalar insanların dereceleri ve sevapları farklıdır. Bu nedenle selefi salihin -Allah onlardan razı olsun- kalp¤lerini namaza tam olarak vermeye ve İbadetlerde huşulu ol¤maya çok önem vermişlerdir. Bundan dolayı müminlerin ilk vasfı şu olmuştur:

"O müminler ki, namazlarında huşu İçindedirler." (Müminun, 23/2)
Bu durumu bilen kardeşler derhal harekete ge¤çerek bu önemli sorunu çözmeye yöneldiler. Bu sorun nama¤zın güzelleştirilmesi sorunuydu. Kardeşler, bu has¤sasiyetleriyle nefislerini yenilemek ve ruhlarını arındırmak için en kestirme yolu seçtiklerini biliyorlardı.

"Ey inananlar, sabır ve namazla (Allah’tan) yardım İsteyin. Muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir." (Bakara, 2/153)
Ey Müslüman kardeşim. Bu noktayı iyi anla, namazda ih¤san derecesine eriş. Ve bil ki bizim aramıza katılmak için ata¤cağın ilk pratik adım namazını güzelleştirmende.

6 Ağustos 2008 Çarşamba

namaz terketmenin bahaneleri

Namazı hiç kılmayan veya sık sık kaçıran insanlar, birçok bahane uydururlar. Namaza engel gösterilen hiçbir şeye “mâzeret” gözüyle bile bakmadığım için, ısrarla “bahane” kelimesini kullanıyorum. Çünkü, namazın mazereti ancak ölüm riski, koma hâli ve bayılma gibi aşılamayacak engeller olabilir. Bunun dışında bizim nefsimizin gösterdiği engeller, çok basit ve kolayca aşılabilecek bahanelerden başka bir şey değildir. Şimdi bu bahaneleri tek tek işleyerek çürüteceğiz.

1. Önemini bilmemek
Namaz kılmamanın en büyük sebebi, önemini bilmemektir. Namazın ne büyük bir ehemmiyet ve kıymet taşıdığını bilmeyen nice Müslüman, “İşin var, sonra kılarsın”, “Neyse sonra kaza edersin” gibi cümleler kullanırlar.
Oysa namaz o kadar önemlidir ki, insanın yaratılış sebebinin en büyüğü budur.
Düşünün bir kere: Rabbimiz Kur’an’da meâlen, “Ben cinleri ve insanları, ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım” buyuruyor. (Zâriyât Sûresi: 56)
Daha ötesi var mı?
Hem Rabbimiz, hem Peygamberimiz (a.s.m.), en büyük ibadetin namaz olduğunu belirtiyorlar. Bu kadar açık gerçek ortada iken farklı bir şey düşünmek mümkün mü?
Bizim ve her şeyin yaratıcısı, bizi dirilten ve öldüren, ahirette bizi hesaba çekerek sonsuz bir mükâfat veya azap verecek olan Allah, çok açık ve net bir şekilde, bizi ibadet ve namaz için yarattığını buyuruyor, ısrarla namazı emrediyor. Bizim farklı bahanelerle namazı terk etmemiz, kendi kendimizi aldatmak ve başımızı kuma sokmak olmuyor mu?
Evet, içinde bulunduğumuz gafletten uyanalım. Namazı vaktinde, hiç kaçırmadan, ezan okunur okunmaz, dosdoğru ve hakkını vererek kılalım. Eğer hemen uyanmazsak, bilelim ki, Cehennemde uyanmak çok geç olacaktır.

2. “Allah Gafûr ve Rahîm’dir, affeder” düşüncesi
Namaz kılmayan insanlardan bazıları ve en başta nefsimiz, “Canım ne olacak, Allah affeder” der. Namazı terk eden nice insan, Rabbimizin af ve mağfiretinin sonsuz olduğunu, Onun her şeyi affedeceğini söyler. Oysa bu, şeytanın bir tuzağıdır.
Elbette Rabbimiz şirkin dışında bütün günahları affeder. Ama nasıl?
Şu ayet meali bizi bu konuda daima uyanık tutmalıdır:
“Ey insanlar! Rabbinizin emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakının. Ve öyle bir günden korkun ki, ne babanın evlâdına, ne evlâdın babasına hiçbir faydası olmaz. Allah’ın vaadi şüphesiz haktır; sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O çok aldatıcı şeytan da, Allah’ın azabını unutturup sadece affına güvendirerek sizi isyana sürüklemesin.” (Lokman Suresi: 33)
Son cümle apaçık bir şekilde “Nasıl olsa Allah affeder” diyerek, namaza karşı ilgisiz olmanın yanlışlığını ortaya koyuyor.
“Gafûr ve Rahîm” olduğu için namaz konusundaki ihmalimizden dolayı bizi affedeceğini umduğumuz Rabbimiz, açıkça bu konuda bizi uyarıyor, aldanmamızı istemiyor.
Biz şimdi, Rabbimizi Kendisinden daha mı iyi tanıyoruz ki, “Affeder, affeder” diye namazı terk ediyoruz? Sanki, “Allah her ne kadar Kur’an’da 70 defa namazı emrediyorsa da, merak etmeyin O merhametlidir, affeder” diyoruz.
Öncelikle şu gerçeği unutmayın: Rabbimizin merhametine ve affına güvenerek günah işlenmez. Ancak gafletle günah işlenmiş, ama sonunda pişmanlık duyulup af dilenmişse, o başka. Şu uyarıya dikkat edin:
“Allah katında makbul olan tevbe, o kimsenin tevbesidir ki, onlar bilmeyerek kötülük işlerler de, çok geçmeden pişman olup tevbe ederler. İşte onların tevbesini Allah kabul eder. ” (Nisâ: 17)
Demek ki, tevbenin kabul olabilmesi için günahın “bilmeyerek” işlenmesi ve çok geçmeden pişman olunması gerekir. Oysa namazını kılmayan nice insan, hem bile bile bu günahı işliyor, hem de hiç pişman olmadan her gün aynı günahı işlemeye devam ediyor.
Evet, Rabbimizin güzel isimleri içinde en fazla olan, “şefkat, af ve merhamet” manasını taşıyanlardır. Rahmetinin, gazabını geçtiğini belirten de Odur. Kendisine ortak koşmaktan başka her şeyi affedeceğini de belirtmiştir.
O kadar ki, ömründe bir namaz bile kılmadan affettiği ve Cennete koyacağı insanlar vardır. Ama, bütün ömrünü namazla geçirdiği halde ayağı kayıp Cehenneme yuvarlananlar da bulunmaktadır.
Gafletle günahı işleyip, sonradan ayılan, kendine gelen, şuurlanan bir insan, “Ben ne yaptım, ne büyük hata işledim” diye sarsılır, ciddi bir pişmanlık duyar ve affedilmesi için yalvarırsa, Rabbimiz affedebilir.
Dikkat edin: “Affedebilir” diyoruz. Çünkü, Allah’ın af ve mağfireti hiç kimsenin ipoteği altında değildir. Hiç kimse Ona ait bir yetki hakkında fikir yürütemez, Onu etkileyemez.
Ve en büyük günahlardan birisi, “Allah bana azap etmez” düşüncesi, bir başkası, “Ben nasıl olsa Cennetliğim” anlayışıdır.
Tabiî, “Allah beni affetmez”, “Allah beni Cennetine sokmaz”, “Ben kesinlikle Cehennemliğim” gibi düşünceler de yanlıştır.
Çünkü, Allah’ın ikramı, ihsanı, affı, bağışı, adaleti hiç kimsenin etkisi altında değildir. Rabbimiz, her hususta olduğu gibi, bütün fiillerinde de tek, bağımsız ve sorumsuzdur.
Bunun için diyoruz ki, bırakın günah işlemeden önce, samimiyetten uzak ve çelişki içinde, “Allah affeder” diye düşünmek; günahtan sonra içten ve yürekten tevbe ve istiğfar etsek bile neticeyi bilemeyiz. Ne, “Affedildik” dememiz, ne de, “Affedilmedik” diye düşünmemiz doğrudur. Ölünceye kadar affını ümit eder, azabından korkarız.
Bu bakımdan namaz kılmayıp, “Allah affeder” diye düşünmek, büyük hatadır ve namaz için bir özür olamaz.

3. Daha gençsin, yaşlanınca kılarsın
Namazın bahanelerinden birisi de, henüz genç olmaktır. Gariptir ki, ibadete ve namaza daha bir şevkle sarılmamızı sağlaması gereken gençlik, bazen engelmiş gibi gösterilir. Hatta nefsimiz ve çevremiz, “Daha gençsin, yaşlanınca kılarsın” diyebilir.
Halbuki yaşlanıncaya kadar yaşayacağımıza dâir kimin garantisi var? Kim Azrail’le sözleşme yapmış ki? Ölüm genç ihtiyar dinliyor mu?
Diyelim bize özel olarak garanti verildi, 100 sene yaşayacağız. Namaza ne zaman başlayacağız? Ölçü nedir? 60 yaşında mı, 80 mi, 90 mı, yoksa ölmeden bir gün önce mi?
Peki ergenlik çağından itibâren yaptıklarımızın hesabı sorulmayacak mı bize? Allah, “Ey yaşlılar, namaz kılın” mı diyor, yoksa “Ey iman edenler, namaz kılın” mı diyor?
İslâmı yaşamak yaşlıların işi mi? Peygamberimiz (a.s.m.), her insanın Allah huzurunda gençliğini nerede geçirdiğinden hesaba çekileceğini buyuruyor. Bu gerçekleri bildiğimiz halde nasıl olur da ezan okunurken ilgisiz kalabiliriz?
Evet genç olmak, bizi namaza dört elle sarılmaya sevketmelidir. Çünkü gençlik, hayırlı işler yapmaya en güzel vasıtadır. Gençlikteki enerji, faaliyet, gayret, güç ve kudret, yaşlanınca bulunamaz. Bu enerji ve heyecanı, Allah yolunda değerlendirmek gerekir.

4. “Zamanım yok” iddiası
Kimi insanlar, “Niçin namaz kılmıyorsun?” dendiğinde, “Zamanım yok” gibi kargaları güldüren bir bahane uydururlar. Şu saçmalığa bakın: Her şeye zaman var, ama yaratılış gayemiz olan namaz kılmak için zaman yok. Kim inanır buna?
Bir gün taksiyle gidiyorduk. On yaşındaki kardeşim öne oturmuş, şoförle sohbete tutuşmuştu. Bir ara söz namazdan açıldı.
Şoför, “Biz kılmıyoruz” dedi.
Kardeşim çocukluğun verdiği safiyetle “Vakit mi bulamıyorsunuz?” diye sordu.
Meğer adam çok mert birisiymiş, “Ne vakit bulamaması oğlum” dedi. “Tembellik ve ihmalkârlık.”
Bunun üzerine ister istemez güldük. Şoför, saf gerçeği çekinmeden, eğip bükmeden söylemişti. Çünkü, namaz kılmayı istedikten sonra zaman bulamamak gibi bir problem olamaz.
Hem söyler misiniz, zaman dediğimiz şeyi yaratan, bizim emrimize veren Allah değil mi? Allah bizi yaratıp, her şeyi emrimize veriyor, namazı emrediyor ve biz kalkıp diyoruz ki, “Ya Rabbi, kılacağım, ama zamanım yok.” Ne kadar tuhaf değil mi?
Rabbimiz bize koskoca bir ömür bağışlamış. Günde 24 saatten birini namaza vermemizi istiyor. O kadar şefkatli ve merhametli ki, 24 saatimizi ibâdetle geçirsek, Onu hakkıyla takdir etmiş olamayacağımız belli olduğu halde, O bizden bir saat istiyor.
Acaba kudretli bir zat size 24 altın bağışlasa, sonra onun birini isteyip, “Eğer bunu verirsen bir müddet sonra sana bir çuval altın vereceğim. Vermezsen hapse attıracağım” dese, bu teklifi reddeder miyiz? Asla! Peki namaza nasıl sırt çevirebiliriz?

5. “Çalışmak da ibâdettir” gerçeğini yanlış anlamak
Kimi Müslümanlar, namaz kılmamalarına bahane olarak, “Çalışıyoruz ya, çalışmak da bir ibadettir. Çocuğumuzun çoluğumuzun rızkını kazanıyoruz” diyorlar.
Şu bahanedeki mantıksızlık apaçık ortada değil mi?
Her şeyden önce “ibadet” kelimesi, dinî bir kavram. Bir söz veya fiile “ibadet” diyebilmemiz için onun Allah ve Resulü (a.s.m.) tarafından emredilmesi gerekir.
Kur’an’ın neresinde, “Namaza gerek yok, çalışmanız da ibadettir” diyor? Hangi hadis kitabında, “Çalışırken namaz kılmayın, o da bir ibadettir” diyor?
Namazı emreden Rabbimiz, bizim çalışacağımızı bilmiyor muydu? Evet, çalışmak ibadettir. Sadece çalışmak değil, yaptığımız her mübah iş, ibadet olabilir. Ama bir şartla: Önce namazı kılacaksınız. Sonra güzel bir niyet taşıyacaksınız.
Yani, “Asıl mal sahibi Rabbimdir. Rızkımızı O veriyor. Ancak bu rızkı kazanmak için bizim çalışmamızı emrediyor. Biz de Onun emri ve rızası dairesinde, helâl bir surette rızkımızı kazanmaya çalışıyoruz” diyecek, bu niyetle çalışacaksın. İşte bu niyet ve namazla her yaptığınız davranış ibadet olabilir.
Ama namaz kılmadan, mübah işlerimiz ibadet olmaz.
Hem ibadet olsa bile, bir ibadet bir başka ibadete bahane olamaz. Söz gelişi, “Namaz kılamam, oruç tutuyorum veya zekat veriyorum” demek, yanlıştır, çelişkidir. Çünkü, namazı da, orucu da emreden aynı zattır. Hiçbir ibadet bir başka ibadete engel değildir. Her birinin yeri ve zamanı ayrıdır.

6. Hiç bitmiyor, usanıyoruz
Belki nefsimiz şöyle diyebilir: “Bu namaz hiç bitmiyor. Sürekli kıldığımız için usanıyoruz.”
Bu sözler nefsimizin bir oyunudur. Çünkü, her gün yemek yiyoruz, su içiyoruz, havayı teneffüs ediyoruz. Hiç bıkıyor muyuz? “Artık yemek yemekten bıktım” diyen bir adam gördünüz mü? Mümkün değil. Çünkü, bunlardan lezzet alıyoruz.
Namazdan da lezzet almıyor muyuz? Her şeyin yaratıcısının huzuruna çıkmak, Ona derdini arzetmek, Ondan yardım dilemek, Onun ihsan ettiği kalp rahatlığına, ruh sükûnetine kavuşmak en büyük lezzet değil midir?
Siz hiç namaz kılıp da, şikâyetçi olan kimse gördünüz mü? “Aman ne kadar yoruldum, içim sıkıldı, namaz kıldım, kötü yollara düştüm” diyen bir tek insan gösterebilir miyiz? Tam aksine, kim namaz kılarsa rahat ve huzur içindedir. Çünkü namaz, akıl, kalp ve ruhumuzun gıdasıdır.
Bunun için namaz kılmaktan hiçbir zaman bıkılmaz. Akıl, kalp, ruh namazdan memnundur. Sadece şeytandan ders alan nefsimiz itiraz edebilir. Ona karşı mücadele etmek, nefsimizi eğitmek, hatta zorlayıp Allah’ın huzuruna getirmek gerekir.

7. Sihirli formül arayışı
Kimi Müslümanlar, namazla ilgili birçok konuyu bilir. Fakat yine de şöyle demekten kendini alamaz:
“Bunları biliyoruz, ama kahrolası nefsimizi ve şeytanımızı bir türlü yenemiyoruz. Ne kadar arzu etsek, içimizde bir isteksizlik var. Hattâ bazen Ramazan’da falan başlıyoruz, bayramdan sonra bırakıyoruz. Yılın birkaç ayında kılıyoruz, sonra terk ediyoruz. Cuma ve bayram namazlarına gidiyoruz, ama vakit namazları olunca başarılı olamıyoruz. Sen bize öyle bir şey söyle ki, namaza bir başlayalım, bir daha hiç bırakmayalım.”
Gerçekten beş vakit namaz kılamayan kardeşlerimizin bir kısmının durumu tıpkı söylediğiniz gibi. Hattâ adam dinî tahsil yapmış, Kur’an’ı baştan sona okumuş, yine de namaz kılmakta zorlanabiliyor.
Bunun da çaresi var. Her derdimize devâ olan Kur’an, bunun da yolunu bize göstermiş.
Yalnız şuna inanalım: Hiçbir derdin devâsı sihirli formüllerle bulunmaz. Hiçbir problem bir anda çözümlenmez.
Diyelim, bir hastalığa yakalandınız. Hemen bir iki hap yutup kurtulabiliyor muyuz? Bazen yıllarca süren tedâvi, hattâ ameliyat gerekmiyor mu?
Âilemizin geçimini sağlamak için parayı nasıl kazanıyoruz? Hiç günde bir-iki saat çalışıp, bir aylık geçimimizi sağlayabiliyor muyuz? Bir öğrenciyi düşünün: Sınıfı geçmesi için bir-iki dakika ders çalışması kâfi mi?
İşte bunlar gibi, nefis ve şeytanımızı mağlûp etmek için de, biraz uğraşmamız gerekecek. Önemli bir savaşı hiçbir şey yapmadan, yattığımız yerde kazanabilir miyiz?
Namazı isteyerek kılabilmemiz için, önce inancımızın çok güçlü olması gerekir. Çünkü inanç temeldir, namaz ve diğer ibâdetler onun üzerine binâ edilir. Taklidî ve zayıf bir îmanı, tahkîkî ve güçlü yapmanın yolu, Kur’an’ın inançla ilgili âyetlerini çok iyi anlamaktır. Bunların tefsirini okuyup îmanımızı güçlendirmek gerekir.
İşte bu hususta Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin Risâle-i Nur Külliyâtını çok okumak gerekir. Çünkü bu eserlerde, güçlü bir îman ve tefekkür dersi vardır. Ayrıca namazın önemini anlatan, teşvik eden çok kıymetli bahisler bulunmaktadır.
Bunun için onun yazdığı Sözler isimli kitapta bulunan 4., 9., 11. ve 21. Sözü, ayrıca Şualar’daki 6. ve 15. Şua’yı, anlayarak okumak büyük fayda sağlar. Hatta bu bölümleri, tekrar tekrar okuyarak müzakere etmek, birkaç arkadaşımızla derin hakikatleri anlamaya çalışmak gerekir.

8. Kılacağım, ama duaları bilmiyorum
Kimi Müslümanlar namaz için başka bir bahane uydururlar. Derler ki, “Ben namaz kılmayı tam bilmiyorum, duâların da bir kısmını ezberleyemedim. Böyle namaz kılamam ki...”
Oysa dünya hayatı için o kadar çok şey öğreniyoruz ki, neden ebedî hayatımız için birkaç saatimizi verip, bazı duâları öğrenmiyoruz? Geçici dünya hayatımız için o kadar çok teferruat bilgiler öğreniyoruz, dünya kadar paralar harcayarak kurslara gidiyoruz. Namazın kılınışını, farzlarını, vaciplerini, namazı bozup bozmayan şeyleri öğrenmek için biraz zaman harcasak, hiçbir şey kaybetmeyiz; ama çok şey kazanırız.
Hem dinimiz o kadar kolay ki, sadece Fâtiha, İhlâs sûreleriyle Ettahiyyâtü’yü ezberleyen bir kimse, bütün farz namazlarını kılabilir. Zaten diğerlerini öğrenmek de zor değildir. Namazla ilgili konuları hangi mü’minden ricâ etsek bize anlatır. Zaten bu hususta birçok kitap, teyp kaseti ve CD vardır. Bilen birisine sormaktan hiç çekinmeyelim. Dünyaya âit her şeyi soruyoruz da, ebedî hayatımızla ilgili bir hususu neden sorup öğrenmeyelim?

9. Çok yoğun işlerim var
Nefsin bir başka bahânesi, “İşlerim çok yoğun, vakit bulamıyorum. İşyerinde izin vermiyorlar. Okulda dersimiz var” gibi hususlardır.
Peki namaz en mühim iş değil mi? Acaba öğle paydosunda, teneffüslerde, dinlenme saatlerinde 5-10 dakika ayırıp namazı kılamaz mıyız? Hem namaz kılmak işlerimizin de rast gitmesine vesile olur.
Diyelim ki, okuldasınız. Giriş ve çıkış saatinize göre, zaman ve yer arayışına girmelisiniz. Bazı öğrenciler, okulda kılamadıklarını bahane ederek, hiçbir vakit namaz kılmazlar. Oysa okulda rastladığımız namaz vakti, bir veya ikidir. Kış günleri namaz vakitleri kısa aralıklarla geldiği için biraz zorlanabiliriz. Ama uzun yaz günlerinde ciddi bir problem olmaz.
Bazen teneffüs süresi çok kısadır. Abdest ve namaza kâfi gelmez. Ama gönlünde namaz aşkı olan bir kimse, bir teneffüste abdest alır, diğerinde namazını kılar. Yine de süre ve yer sorunu varsa, sadece farzını kılmakla yetinirsiniz. Çünkü, öncelikle ondan sorumluyuz.
Kimi okullarda namaz kılacak yer yok. Bunun için hiç değilse farzını, boş bir sınıfta, depoda, okulun herhangi bir yerinde kılmaya çalışmak gerekir. Seccade olarak büyükçe plâstik bir torbayı kullanabiliriz. Marketlerde satılan büyük boy çöp torbalarını kolayca cebimizde taşır, istediğimiz her yerde kılabiliriz.
İsteyene namaz kılmak için yığınla formül vardır. Namaz kılan üç genç, üniversiteye hazırlık kursuna gidiyorlardı. Birisi, akşam namazını kılamadığından söz etti. “Nasıl olur?” dedim. “Siz kılamazsanız, kim kılabilir?” Dersanede namaz kılacak yer olmadığını, hem teneffüs süresinin de sadece beş dakika olduğunu söyledi. Çevredekilerden kıbleyi öğrenip, bir sıranın üstünde kılabileceklerini anlattımsa da, “Hayır, milletin gözü önünde utanırım, kılamam” cevabını verdi.
Oysa dersanenin yakınında cami vardı. Önceden abdest alındıktan sonra akşam namazının farzı pekâlâ yetişebilirdi. Hatta farz içindeki bazı sünnetleri terk ederek namazı daha kısa zamanda yetiştirebilirlerdi. Zaman kazanmak için, hiç kılmamaktansa, Sübhaneke, Salli-Barik dualarını okumadan, rükû ve secdedeki tesbihleri de bir kez söyleyerek zaman kazanabileceklerini ifade ettim. Cami uzak olsa bile civardaki bir esnafın dükkânında kılabilirlerdi. Çünkü, ülkemizde namaz kılan insan az değil. Durumumuzu açıkladığımızda birkaç kişi kabul etmese de, elbette kılacak yer gösterenler olacaktır. Hem kılmayanlara da namazın ne derece önemli olduğunu hatırlatmış olurduk.
Bir keresinde akşam namazı kılacaktık. Lüks bir otelde çalışan, yeni Müslüman olmuş birisiyle görüşmüştük. Arkadaşım, “Burada mescit yoktur, ama yine de soralım ki, böyle bir ihtiyaç olduğunu hatırlasınlar” demişti. Gerçekten de olmadığını söylediler. Ama sormamız faydalı olmuştu. Bütün Müslümanlar, mescide ihtiyaç duydukları yerde bunu sorup araştırsalar, sorumlu kişiler de mutlaka ilgilenirler.
Bizler namaz için çırpınalım, Allah yeri de, zamanı da hazırlar. Dinimiz bize çok kolay şartlarda mı ulaştı? Kızgın çöl kumlarında yatırılıp üstüne taş konarak işkence gören Bilâl-i Habeşî’nin yaşadıklarını heyecanlı ve meraklı bir masal gibi okuyoruz. Oysa onun gibi binlerce acı ve işkenceye, bu güzel dinin bize ulaşması için katlanıldı.
Biz de birazcık sıkıntı çeksek ne olur ki?

4 Ağustos 2008 Pazartesi

Sana geldim geldim ey namaz



Sana geldim ey namaz

Yüzüm tutmuyor seni terki dile getirmeye
Seccde de yüzüm olurmusun ey namaz
Bak, beden kirinden arınmış
Bükülmez denilen bel rükü naralarında
Seni terk eden halim yine senin haline bürünmüş
Edebine boyarmısın beni ey namaz
Sabahım olurmusun
Her tekbir bir tövbe misali
Girizgaha niyet misali cennete hazırlığım olurmusun

Sana geldim ey namaz
Yüzüm tutmuyor nefsi sana tercih ettiğimi soylemeye
Beni günahıma tercih edermisin ey namaz
Günün bölünmüşlüğünde seni düşünmedim
Dünya ile hal olup keyfin haline girdim
Gün ortasında beni toplayan hal olurmusun
Günün gelişmesinde sükunete gelişim olurmusun ey namaz

Sana geldim ey namaz
Yüzüm tutmuyor hadisi unuttum demeye
"Kim sabah ve ikindi namazını kılarsa cennete girer"
Dilim varmıyor seni kazalarda terk ettim demeye




Sana geldim ey namaz nefsi kazalarıma
Yaramı sarar yardımım olurmusun
Bak, toprağa gelmeye dizlerim secdende
Dilim varmıyor kibrimi soylemeye
Kibrimi yakan kibritim olurmusun
Her yanış bir yıkanış misali
Cennete hazırlığım olurmusun ey namaz

Işığına yandığım güneş gitmek üzere
Yıldızlar keşfe çıkacakmış sanki
Aldandım güneşlerin ışığına yıldızların nazına
Akşamları karanlığıma nur olurmusun ey namaz
Sustu alem, bir ezan gökkubbede
Kıyamet mi kopacak koşturmada bedenler
Farzına yetişeceğim en güzel telaşım olurmusun


Sana geldim ey namaz
Akşamıma nur olurmusun
Ayın her hali seni anlatır
Etrafında yıldızlar saf tutmakta
Aşıklar seni seyre dalmakta
Bedenler kıyamda ruhlar gökkubbede sohbette
Rahman ve rahime götürenim olurmusun ey namaz
Sana geldim geldim ey namaz
Beş vakitte birliğimi O'NA götürürmüsün

Senai DEMİRCİ

Namazda huşu açısından insanlar 5 kısımdır

Birinciler

Zalimler,bunlar kendi kendilerine zulmedenlerdir.Onlar namazın abdestinide,vaktini de,hudud ve erkanınıda zayi etmişlerdir.

Ikinciler

Bunlar abdeste,vakitlere,hudud ve zahiri erkana riayet etmişler ancak şeytanın vesvesesini def etmeye çalışacaklarına,kendilerini vesveseye kaptırmış hayallerde kaybolmuşlardır.

Üçüncüler

Bunlar namazın hudud ve zahiri erkanına riayetle birlikte şeytanın vesveselerini defetmek icin gayret gösterenlerdir.Bu adam düşmanı karşısında var gücüyle cihad eder ki,namazı mahvolmasın.işte bu adam bir vakitte hem namaz hem de cihad ile meşguldur.

Dördüncüler

Bunlar namaza kalktıklarında namazın hudud ve erkanına mükemmel derecede riayet ederler.Kalplerini de namazda hazır tutarlar.bütün çabaları namazı tam ve mükemmel bir şekilde eda etmektir.Kalpleri de namaza Rablerinin ibadetine gark olmuştur.

Beşinciler

Bunlarda 4.cüler gibidir.Ayrıca o kalbi yüce Allahın önünde kurban etmiştir.kalp gözüyle Allah´a bakmaktadır.Sanki o yüce zati gözüyle görüyormuşcasına ondan korkar,kalbi muhabbet ve onun azametiyle doludur.Onunla Rabbi arasındaki perdelerin hepsi kalkar.Işte bu adam kelimenin tam anlamıyla namazda Rabbi ile meşguldur.

*Birinciler cezalandırılmaya mustehaktır.
*Ikinciler hesaba çekilmeye...
*Üçüncüler mağfiret elde ederler.
*Dördüncüler ecir ve sevaba ererler.
*Beşinciler ise Rablerine yakınlaştırılmış kullardır.
onların gözlerinin serinliği namaz iledir.dünyada her kimin gözünün serinliği namaz olursa ahirette Allaha yaklaşmak ile gözü serinleyecek olan onlardır.Hatta daha dünyada iken Allah yaklaşarak göz serinliğine kavuşurlar.Kime bu hal nasip olursa o kişiyi görmekle gözler serinliğe kavuşur.

Namazı dosdoğru kılanlardan olabilmek temennisiyle ...

NAMAZIN SIRLARI

NAMAZIN SIRLARI (ŞEHABÜDDİN SÜHREVERDİ HAZRETLERİ’NDEN)




Varid (kalbe d)olduğuna göre, mü'min namaz için abdest aldığında, şeytan korkusundan ondan uzaklaşır.
Çünkü o, Melik'in huzuruna girmeye hazırlanmaktadır.
Tekbir alınca İblis ondan saklanır, yani onunla arasına duvar çeker ki, kendisine bakıp onu da Cebbar olan Allah'a yöneltmeye kalkmasın.

Kul "Allah-u Ekber" diyerek tekbir alınca, Allah-u Teâla kulunun kalbine bakar, gerçekten orada kendisinden daha çok değer verilen bir varlık yoksa:
"Söylediğin gibi kalbin de, Allah'ın azametini tasdik ediyor" buyurur.

O'nun kalbinden çıkan nur, Arş'ın melekutunu tutar.
Bu nur sayesinde, yer ve göklerin melekutu ona açılır. Ve bunların hepsi kendisine hasenat olarak yazılır.

Cahil ve gafil biri de namaza kalktığında, sineklerin bir damla bala üşüştüğü gibi, şeytanlar onu sarıp ağına düşürür.
Böyle bir tekbir aldığı zaman, Allah-u Teâla onun kalbine bakar.
Eğer kalbinde Allah'dan değerli bir şey varsa:
"Sen yalan söylüyorsun. Senin kalbinde en büyük olan, söylediğin gibi ben değilim" buyurur.

O anda namaz kılanın kalbinden bir duman çıkar ve semaya varır.
Bu bulut onun kalbine melekut için bir perde olur. Her geçen gün, bu perdenin karanlık ve katılığı artar.
Nihayet, şeytan onun kalbini tutar ve ona üfürmeye, vesvese vermeye ve yaptıklarını güzel göstermeye çalışır.
O kimse namazı bitirinceye kadar bu hal üzere bulunur ve ne yaptığının farkında bile olmaz.

Nitekim haberde varid olmuştur ki: "İnsanın kalbinin etrafında şeytanlar dönüp dolaşmazsa, insan semanın melekutunu görebilirdi.

Zahire ait, adabı tam olduğu gibi, batıni edepte kemale eren temiz kalpler, semavi kalplerden olurlar. Ve namaza girerken ‘tekbir’ ile semaya dahil olurlar.
Allah-u Teâla, semayı şeytanların tasarruf ve tasallutundan korur.
Bu yüzden şeytan, semavi kalplere de girecek yol bulamaz.



Böyle kalpler için tehlike olarak, bir tek nefsin havatırı kalır.
Nefsin havatırının kalp semasına hücumları, şeytanın tasarrufunun kesilmesi gibi kolay olmaz.
Ancak Hakk'a yakınlıkları murad olunan kalpler, yavaş yavaş bu yakınlığı elde edebilir ve sema katlarına yükselebilirler.
Sema tabakalarının her birinde nefsin zulmeti diğerinden farklıdır. Semâvatı geçmek için, havatır daima nefsin zulmeti ölçüsünce azalır ve nihayet Arş'ın önünde durur.
Orada Arş'ın nurunun tesiri ile nefis havatırı tamamen kaybolur. Nefsin karanlığı kalbin nurunda, gecenin karanlığının gündüzün ışığında kaybolması gibi yavaş yavaş kaybolur.
Bu şekilde adabın hakkı gerçek anlamıyla verilmiş olur.

Bizim namazın adabına dair bu saydıklarımız pek azdır. Namazın durumu bizim tanıttığımızdan çok büyük, anlattığımızdan çok mükemmeldir.
Bazı tasavvuf zümreleri, hata ile namazdan maksadın “Zikr-i İlahi”den ibaret olduğunu sanırlar. Zikir hasıl olunca da namaza gerek olmadığını söyleyerek sapık yollara girerler ve batıl düşüncelere dalarlar.
İlahi ahkamı yok sayıp, helal ve haramı redde kalkışırlar.

Bir başkaları da, bu konuda belki sapıklıktan uzak, fakat kendilerini hal açısından noksan bırakan bir yola girerek, sadece farzları kabul ile nafilelerin faziletlerini inkara kalkışırlar ve çok basit ruhi bir hale aldanıverirler. Amellerin faziletini ihmal ederler.
Her heyet ve harekette de Allah'a ait bir takım sırlar ve hikmetler bulunduğunu bilmezler.

Haller ve ameller, ruh ve cisim gibidir. Kulun dünyada amellerden yüz çevirmeye devam etmesi şaşkınlık ve taşkınlıktır.
Ameller ve hal ile tezkiye görür, iyileşir ve güzelleşir; hallerde ameller sayesinde gelişir.




Şehabüddin Sühreverdi; Avarifü’l Mearif, sayfa: 404-405

NAMAZDA İKEN NAMAZDA OLMAK

NAMAZDA İKEN NAMAZDA OLMAK



BU BAŞLIK okuyucu tarafından garipsenebilir, fakat bunu bize armağan eden Mevlana hazretleridir. Müritlerinden biri “Efendim namazda iken nasıl olmak gerekir?” şeklinde bir soru sorması üzerine,
Mevlana:
“Namazda iken namazda olmak gerekir”
diye cevap vermiştir.

Bunun manası şudur: Namaz kılarken, kişinin namazda olduğunu unutmaması, namazın gereklerini yerine getirmesi, fikren, aklen, okuduklarını, yaptıklarını takip etmesi, Allah’ın huzurunda olduğunun idrakinde olması, namaz miracına yakışır bir şekilde, dünyadan sıyrılması, kendini yalnız namazla meşgul etmesi, başka meşgaleleri geride bırakması, “Namazda iken namazda olma”nın birer açılımıdır.

Bu yazımızda, bu açılımları Gazali’nin de işaret ettiği (İhya, 167-169) birkaç basamakta açıklamaya çalışacağız:

1. Kalbin huzuru: Kalbin namazda hazır bulunup görev alması demektir. Kalıbını kâbeye doğru yönelten kulun, kalbini de Hakiki mabud olan Allah’a yöneltmesi bu huzurun temel esprisidir.

Dünyevî meşgalelerden kurtulmuş, miraç yolculuğuna başlamış, kesretten vahdete/yaratıklar meclisinden sıyrılıp Yaratanın huzuruna çıkmış, ilâhî huzurdaki duruşunun idrakine varmış bir kalp, gerçek huzura kavuşur ancak ve namazın huzuruna huzur katmış olur.

Huzuru kazanmak: Huzuru kazanmak, kalbi namazda hazır etmek için, namazın en önemli bir görev olduğuna inanmakla mümkündür.
Çünkü kalp, mutlaka bir şeylerle meşgul olacaktır, tembel ve boş duramaz.
Duygu ve düşüncelerimizde hangi konuya öncelik verirsek, gönlümüz de ona önem verir ve onunla meşgul olur.
Kalbin namazda devreye girip hazır olması için, ona namazın önemini hatırlatmamız gerekir.
Kişinin himmeti neredeyse, kalbin kıymet ölçüsü de oradadır.

2. Zihnin kavraması/anlaması: Bundan maksat namazdaki söz ve hareketlerin ne anlama geldiğini kavrayıp bilmektir. Bazen kalp okunan lafzın yanında hazır olduğu halde, onun manasıyla ilgilenmemiş olabilir.
Oysa, daha önce hiç akla gelmeyen güzel incelikler namazda insanın zihnine, kalbine gelebilir ve bunlarla çok güzel bir rotaya girebilir.
“Namaz her türlü kötülük ve hayasızlıktan alıkoyar” (Ankebut, 29/45) mealindeki ayette bu gerçeğe de işaret edilmiştir.

Namazdaki söz ve hareketleri anlamanın yolu da her şeyden önce kalbi devreye sokmaktan geçer.
İnsan zihni, kalbinin önem verdiği konulara yönelip orada yoğunlaşır.

3. Tazim göstermek: Namaz kılan kimsenin, huzurunda bulunduğu yüce Allah’ın sonsuz büyüklüğünü kavraması, ona karşı saygıyla dolması namazı namaz yapan unsurlardan biridir.
Zaten namaz ve ibadetin farz kılınmasının en büyük hikmeti, Allah’ın azametini kalplere yerleştirmektir.

Tazimin kaynağı iki şeydir:

• Her şeyin dizgini elinde, her şeyin anahtarı yanında—ilim ve kudretiyle—her şeyin yanında hazır ve nazır olan Allah’ı yakından tanımak. Ki bu imanın gereğidir.

• Her şeyiyle Allah’a muhtaç olan kendi nefsinin fakirliğini, acizliğini, hakirlik ve küçüklüğünü idrak edip bilmek.
En küçük bir varlık olarak en büyük bir varlığın huzurunda olduğunu anlamak ve bu saygının bir sonucu olarak da içinde huşu duymaktır.

4. Heybet/Mehabet: Bu kavram, ileri derecede büyük görülüp de saygı duyulan bir varlık karşısında hissedilen ürperti duygusu anlamına gelir.

Mehabetin kaynağı da Allah’ı yakından tanımaktır.
“Kulları içinde Allah’a karşı gereği gibi saygı duyup ürperti hissedenler ancak âlimlerdir” (Fatır, 35/28) mealindeki ayette belirtildiği üzere, Allah hakkındaki ilim ve bilgi arttıkça, ona karşı duyulan saygı ve mehabet de o nispette artar.

Rivayete göre Hz. Aişe şöyle demiştir:

“Hz. Peygamber (a.s.m.)’le normal sohbet ederdik.
Namaz vakti gelince sanki ne biz onu tanımışız, ne de o bizi tanımış..”

(Gazali, İhya, I/160). Bu tavır, Allah’a karşı duyulan saygının olduğu kadar, görev sorumluluğundan kaynaklanan bir kaygının da ifadesidir.

5. Reca/Ümit: Öyle sultanlar var ki, insanlar onların büyüklükleri karşısında korkup ürperir fakat onlardan iyilik namına bir şey ümit etmez.
Namaz kılan kimse ise, sultanlar sultanı olan Yüce Allah’ın huzurunda; bir yandan büyüklük ve azameti karşısında ürperti duyup iki büklüm olurken, diğer taraftan iman ettiği sonsuz rahmetini ve kılmakta olduğu namazın büyük bir mükâfatını ümit etmektedir.

6. Haya duygusu: Bu duygu yukarıda arz edilen unsurların bir süspansiyonu hükmündedir.
Mehabetinden ürperdiği, rahmetini ümit ettiği Rabbinin huzurunda olduğunu düşünen bir kulun içinden şimşekler gibi çakan, kalbinin derinliklerinden kopup gelen nefsinin kusur saçan sinyalleri onun bütün benliğini sarar da benzi sararmaya başlar.


HER yönden kusur ve ayıplarla kirlenmiş bir kimlikle, her yönden mükemmel, kusurlardan uzak kutsal bir varlığın karşısında olduğunu, şanına layık bir tarzda kulluğunu sunamayacağının endişesini taşıyan ve bunu idrak eden kimsenin öz benliğini utanç ve hayanın kaplaması kadar tabii bir şey olamaz.

bir namazın seyri

Kıyamınla kıyametini başlatıyorsun. Kalk ayağa. Kıbleye yönel. Tekbir getir. "Allahuekber. ." Ayağına takılan, yolunu kesen, emellerini yok eden, hayallerini engelleyen ne varsa, hepsinden daha büyüktür O. Ayağına takılanı kaldıracak inceliği, emellerini gercekleştirecek şefkati, seni hayallerine eriştirecek gücü O'nun büyüklüğünde bulacaksın. Bunu bilerek, teslim ol Rabbine, kaygılarını ve korkularını rahmetinin kucağına bırak usulca. Kaldır ellerini ve bir gün nasılsa huzurunda hareketsiz kalacak bu bedeni, bütün hücreleriyle O'na teslim et. Ayağa kalk ve "buradayım ey Rabbim" de. "Evinden kaçan kulun, yuvadan uçan kölen yine Sana geldi. Buradayım! Geldim! Huzurundayım!"


Elini bağlamakla kötülükten çekiliyorsun. Dünya telaşının nabızlarını ne kadar da kuvvetli alıyorsun. Öyle bir rüya ki dünya, içinde uykunu da uyanıklığını da kaybetmişsin, uyanmaktan korkuyorsun. Rüyasında gördüğü rüyayı anlatan adam gibi, kendini uyanık sandığın yerde uykunun en derin yerindesin. Kendini burada kalmaya razı etmişsin, simdiye razı olmuşsun. Ötesine gönlün de gözün de kapalı.
İşte şimdi, dünya telaşını ellerinle geriye atıp tekbir getiriyorsun. Büyük bildiklerinden de büyük olanın huzurunda kaygılarını küçültüyorsun, telaşlarını durultuyorsun, korkularını dağıtıyorsun. Sağ elini sol elinin üzerine koyup serden el cekip hayra uzanıyorsun, yokluktan yüz çevirip varlığın kalbine akıyorsun. Varlığın göğsünde cılız bir nefes kadar hafifliyor, sadeleşiyorsun.
"Subhaneke" fısıltısında, sonsuz gürültüler ortasında, bitmez telaşlar arasında, meyvesiz koşturmalar sonrasında Seni işiten, en ince sızılarına, en gizli arzularına kulak veren Rabbinle tanışıyorsun.



Eğilmekle doğrultuyorsun kendini. Rükûlarında koca bir dünyanın yükünü atıyorsun omuzlarından. Azim olan Rabbinin huzurunda eğilip başkalarına izzetini ilan ediyorsun. "Subhane Rabbiye'l-Azim." Bedenin egiliyor; ruhun doğruluyor. Başın alçalıyor; kalbin duruluyor. Yüzün yere dönüyor; alnına rahmet dokunuyor. Yalnızlaşıyorsun rükûda; telaşlarda unuttuğun, dünya çölünde kaybettiğin kendini yeniden buluyorsun.
Tutup dizlerinden kendini kendine doğru çekiyorsun. Kendine gelmek için kendinden geçiyorsun.

Oturmakla hayatın kalbinde yer tutuyorsun. Tahiyyata otur şimdi ve gözlerini ellerine kilitle. Diri olan her şeyin selamını söylerken dirileri diriltene, ölüleri diriltene dön, ellerini eline vereni bil.
Ellerinin ne kadar da kuçuk kaldığını hatırla hırsların karşısında. Elinde kalanların seni avutamayacağınıanla. Sahiplendiklerinin hepsi avuçlarının içinde ama avucun boş olacak bir gün.
Biriktirdiklerinin hepsi şimdi yanında ama avucun boşalacak bir günün akşamında.


Secde ederek başını göğe ağdırıyorsun. Yüzünü toprağa sür şimdi. Evine dön. Sılana koş. "Subhane Rabbiye'l-A'la." Başını yere koyarak sıfırla kendini. Rabbine de ki: "Sen varsın. Sen a'lasın. Eksiklikten uzaksın, noksanlıktan muallasın, kusurdan mukaddessin. Kusur bende. Benden yana eksiklik. Bende saklı acizlik. Bende bekler fakirlik. Yalnız Sana muhtaç olma zenginliğimdir secdem. Yalnız Sana kul olma şerefimdir secdem." Secdeler ruhunun saltanatıdır. Varlığını huzurunda hiçlediğin andır secden. Rabbinin şahdamarı yakınlığından kalbine yakınlıklar emdiğin yerdir secde. Ruhunun muştular buldugu demdir. Miracinin 'kab-i kavseyn'idir secde. Seni beni aradan çıkardığın yerdir secde. De ki: "Dediğini yapıyorum, secde edip yaklaşıyorum. Sana yaklaşıyorum. Tüm uzaklıkları uzaklara bırakıyorum. Tüm aldanışları tuzaklarda bırakıyorum."


De ki: "Yüzümde secdelerimin izini bırak ey Rabbim. Alnıma rahmetinin nefhasını bırak ey Rabbim. Kalbime En Sevgili'nin aşkını bırak ey Rabbim. Secdemden dirilt beni. Secdemde öldür beni. Secdemde durult beni. Secdemde dogrult beni."


Tenini kalbine bitistiriyor her namaz. Ve sabah gelince yeniden, tenine dokunur ötelerin hülyası. Göğsüne değer bin İsa nefhasi. Yusuf kokulu gömlekler sarılır tenine. Musa gibi ellerini göğsünden çıkarırsın. Uzakta bir ateş görmüşsün gibi kıvılcımlanır gökler. Yeniden dirilir gibisin.
Unuttuğunu da unuttuğunu hatırlarsın yastığının kuytusunda. Rüyalardan dönersin. Yeniden yüklenirsin hicranları. Biriktirmeye başlarsın yeniden. Çoğaltmaya ayarlarsın kendini yine. Lakin, hala yırtıktır hayatın cepleri.
Ayaklarının ucuna dökülüyor zamanın parçaları. Bir secdenin pınarında söndürüyorsun kalbinin yangınlarını.

Senai DEMİRCİ

kılmazsam yaşayamam

Biz her namazı son namaz olarak kılarız. İkindiyi kıldık. Şu an ölebiliriz. Akşama yetişirsek, akşamı da son namazımız gibi kılarız. Yatsıya yetişmek diye bir garanti yok elimizde... İnsanın ölmesi çok basit... Kalp durdu mu işimiz bitti. Kalbimizi çalıştıran ,ALLAH kalbimize dur dese, bir sonraki namaza yetişemeyiz!
İnsanda tembellik kulağı vardır. Yani her insanda zaman zaman tembellik olabilir. Önemli olan, tembellik ibadete mani olmasın. Dinlenmek iyidir. Uyku ne büyük nimet. Amma uykuyu tembelliğe dönüştürmesi kötü. Uyuyalım amma sabah namazına engel olmasın. Tembellik duygumuz içimizden üflüyor; "Yahu yat!" Açlık kulağımızla açlığımızı hissediyoruz mesela. Organların insanlara hükmetmesidir bu. Vücut diyor ki: "Ben yorgunum!" Onun sözüne kulak asıp yatıyoruz.

İnsan ebediyen yaşayacağını zanneder. Ölmek aklına bile gelmez. İnsan şöyle düşünmeli: "Ölmeden şu akşam namazımı da kılayım..."

Ben bu yaşa geldim. Düşünüyorum; elimde hiçbir şey yok. Öldüğüm anda elimde kalacak tek şey ibadetler... Tek kazancım ibadetler. Gerisi boş... Çok güzel yemekler yedik. Hepsi gitti. Gezdik eğlendik. Hepsi geçti. Para biriktirdik, yiyemedik. Şöhretimiz dağlar kadar yükseldi. İşe yaramadı. Elimizde bir tek şey kaldı. İman ve ibadet... Sanki ömrümüz boşa geçti. Her şey boşmuş...

Üstad diyor ki:

"Her gün her gün ekmek yersin, su içersin, havayı teneffüs edersin; sana onlar usanç veriyor mu? Madem vermiyor; çünkü ihtiyaç tekerrür ettiğinden usanç değil, belki telezzüz ediyorsun. Öyle ise, hane-i cismimde senin arkadaşların olan kalbimin gıdası, ruhumun ab-ı hayatı ve lâtife-i Rabbaniyyemin hava-yı nesîmini cezb ve celb eden namaz dahi, seni usandırmamak gerektir." (21. Söz)

Bir ömür boyu nefes alıp verdik. "Yeter artık, nefes almayacağım!" diyor muyuz? Bir ömür boyu su içtik. "Artık su içmeyeceğim!" diyor muyuz? Öyle bir iman gerek ki, namaz su gibi, hava gibi olsun...

"Kılmazsam yaşayamam." diyebilmek...

Ben öyle şahıslar gördüm ki, odasında bir tane rahle var. Kendisi kıbleye dönmüş, namazda oturur gibi oturuyor. Uykusu gelirse, başını rahleye koyuyor. Her anı secdede... "Namaza doyamıyorum!" diyor. Rabb'imiz böyle mübarek kulları ne de güzel övüyor: Onlar ki namazlarını sürekli kılarlar aksatmazlar. (Mearic 70/23) Onlar ki namazlarını muhafaza ederler. (Mearic 70/34)

Eğlenceler, dünya hayatının meşgaleleri bize hastalık verirken, namaz kılmak, hastalıklarımıza ilaç gibi tesir ediyor. Kalbimiz rahatlıyor. Üzüntümüz hafifliyor. Elemler geçiyor...

Biz namazı bitirdik, sarhoş kadehi bitirdi, kumarbaz oyunu bitirdi...

Bugün, şu an ölsek, namazımız bize arkadaş, yoldaş. Gerisi burada kalacak...

Powered By Blogger