30 Eylül 2007 Pazar

GELİN İŞE NAMAZDAN BAŞLAYALIM!..

GELİN İŞE NAMAZDAN BAŞLAYALIM!..



Kalıplar Manaları Taşıyıcı Olmalı

İnsanın Rabbiyle münasebetinde asıl olan manadır, özdür, ruhtur. Fakat onları taşıyan lafızlardır, şekillerdir, kalıplardır. Bundan dolayı mutlaka o lafızlara, kalıplara dikkat edilmeli. Esas alınan manayı, mazmunu o kalıpların taşıması lazım. Dolayısıyla kalıp ve şekillerin hiçbir manası yok denilemez. Zâhirî ahkam onlara bina edilir. Ne var ki, namaz vardır namazdan içeri, oruç vardır oruçtan içeri. Onun için buyurulur ki "Kad eflehal mü'minûn. Ellezîne... -Mü'minler kurtuldu. O mü'minler ki..." İsm-i mevsûlün sılası "hüm fi salâtihim hâşiûn" şeklinde geliyor. Yani "Onlar, her zaman namazlarında huşû içindedirler." "Hüm yusallûn - Onlar namaz kılarlar" demiyor. Sebata ve devama işaret eden bir kalıp kullanılıyor. Yani buyuruluyor ki; ne zaman olursa olsun namazda haşyet yaşayanlardır; huşû arayanlardır kurtulanlar.

Bir insanın sadece namazına bakarak onun namazda huşû arayan biri olup olmadığını biz belirleyemeyiz. Bu, insanın vicdanı ile Allah arasındadır. Dolayısıyla biz kendimizi hüsnü zan etmeye zorlarız. Ama bazı kimseler namazlarında, oruçlarında öyle dikkatsizdirler ve iffetleri mevzuunda çarşıda pazarda öyle sulu hareket ederler ki; insan ne kadar hüsnü zan ederse etsin, şahit olduğu hareket hakkında olumlu düşünceyi İslami çerçevede bir yere koyamaz. Mesela; hemen tekbir alır, sen daha Fâtiha'nın yarısına gelmeden rükua varır. Burada kendini ne kadar zorlarsan zorla ona namaz kıldı diyemezsin. Mesela, rükuda hakkını vere vere, kelimeleri güzelce telaffuz ederek bazı fukahaya göre bir kere "Sübhâne rabbiyel azîm" demeli. Çok hızlı söylüyorsa manası yoktur onun. Bazı fukahaya göre ise onu en az üç defa söylemeli. Onun için rükuda ve secdede lâakal üç defa yavaş yavaş, kelimeleri tam telaffuz ederek bu tesbihi söylemeliyiz. Daha az söylüyorsak başkalarını hüsnü zanlarında zorlamış oluruz. Böylece bazı kalıplar, bizim onunla eda etmeye çalıştığımız mana, muhteva ve mazmunu taşıyıcı olmaz. Dolayısıyla hakkımızda hüsnü zan edenler vehme ve kuruntuya hüsnü zan etmiş olur.

Çok kimselerin hızlı hızlı okuduğu Fâtiha Kur'an değildir. Çünkü Kur'an öyle inmemiştir. Böyle alelacele okunan Fâtiha ile kılınan namaz namaz değildir. Bir nefeste, o nefes bitmeden sureyi sona erdirme telaşıyla, soluğun tıkandığı yerde hızlıca ve can havliyle alınan ara nefeslerle okunan Kuran'la kıraat farzı yerine gelmiş olmaz. Lafızlar manaların kalıbıdır ama kalıp manaya uygun olması lazım. Bast-ı zaman olabilir o ayrı. Birisi bana demişti ki; "Hakkını vere vere okuyarak beş dakikada kırk veya doksan rekat kıldım."Âdet-i ilahi açısından bu her zaman olmaz. Bir kere müyesser olan da caka yapıyorum diye onu söylerse bir daha ona da müyesser olmaz.


Namazda Huşû ve Hudû

Namazda "iç tâdil-i erkân" sözü çok kullanılmamıştır. Bu huşû ve hudû ile alakalı. Huşû ve hudû, namazın mazmununa bağlı meseleyi götürmektir. Rica ederim, namazda huşû ile alakalı bu kadar tahşidât-ı çok bulmayın. İman ve namaz ikiz kardeştir; şu kadar var ki, iman az önce doğdu. Üstad namazın beş vakte tahsisini anlattığı yerde onun manasının ne olduğunu da açıklıyor. Muhyiddin İbn Arabi Fütühat-ı Mekkiye'de namazın manasıyla alakalı şeyler ortaya koyuyor. Şah Veliyyullah Dehlevî namazla alakalı bir kısım hususlar söyleyip onun ehemmiyetine dikkat çekiyor. Ben onun için bazı arkadaşlara rica ettim; ne olur arkadaşlardan bir kaçı doğru dürüst namaz kılsalar da örnek olsalar. Yoksa bu işin içinde olan kimseler arasında dahi -hakîkî manasıyla- namaz kılınmıyor. Beş vakit yatılıyor kalkılıyor ama namaz kılınmıyor.

Ayrıca, "feveylün lilmusallîn" de anlatılan sadece sehiv meselesi değildir. Namazla alakalı o kadar çok eksiğimiz var ki. Mesela; "ve izâ kamû ilassalati kamû küsâlâ - Namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar" bunlardan birisi. Hadislerde insanın o türlü namazı insanî davranışın dışında addediliyor. Namaz bir insanî davranıştır. Fakat o çizgi içinde kalınmadığı zaman yapılan hareketler hayvanî hareketlere benzetiliyor. Mesela, imamdan önce rükua giden kimse için "İster misiniz Allah rükudan kalkarken suretlerinizi eşek suretine çevirsin!.." deniliyor. Demek ki imamdan evvel harekete geçme meselesi kulluk çizgisinden çıkma manasına geliyor. "Herhangi biriniz secdeye gittiği zaman horozun daneyi gagaladığı gibi yapmasın" deniliyor. Bakın o bir hayvan davranışı: Alnını yere vurup kaldırma bir hayvan davranışı. Allah (celle celâlühü) O'na karşı yapılan ubudiyette bizi insanî davranışa çağırıyor. "Köpek gibi ellerini yere sermesin" deniliyor. Oturmadan secdeye, secdeden rükûya, rükûdan kıyama kadar davranışların hayvan davranışlarından farklı olmasına dikkat çekiliyor. Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) bu mübarek sözleriyle bizi bir insanî davranış mecmuasına çağırıyor. Evet, huşû ve hudû ancak o kalıplarla ifade edilir. "Ben huşû ve hudû içindeyim." dediğin zaman hayvanî kalıpları aşman gerekir. Allah'ın huşû ve hudû atiyyesini ancak o atiyyeyi taşıyabilecek matiyyesi götürebilir.


Namazın İnkişafı

Bir de namazın ruhu, manası hemen inkişaf etmeyebilir. Kendisinde namazın ruhu inkişaf eden bir insan en tatlı bir işle meşgulken fırlayıp namaza durmak ister ve namazdan zevk alır. Her zaman olmasa bile çok defa der ki: "Keşke dünya hiç bitmese ve ben hep ayakta dursam böyle." Ama bunun inkişaf etmesi için insana bazen yirmi, bazen otuz, bazen kırk sene lazımdır. Kırk sene kemerbeste-i ubudiyet içinde o kapıda durursun ve namaz ancak o zaman inkişaf eder. Namazın mahiyeti inkişaf ederse ne olur: sen o zamana kadar hep bir altın namaz damarını aramak için madende toz-toprak içinde dolaşmıştın, fakat ısrar ettin. Bu damardan oraya gidiliyor dedin. Bu damar, o damar; bu damar, o damar dedin ve birgün kendini o hazine içinde buldun. O ana kadar o çalışmaların hepsi altın olur mu olmaz mı?

Ayet-i kerimede "Ve tebettel ileyhi tebtilâ" buyuruluyor. Fiil tefâul babında olduğu için bir zorlama ifade ediyor. Ve başlangıçta Hazreti Peygamberimize böyle hitap ediliyor. Ama Efendimiz zamanla o hale geliyor ki, "Sizin yeme içme ve cinsî münasebete karşı duyduğunuz arzuyu ben namaza karşı duyuyorum." diyor. Aynen öyle de bu hususta gereğince ısrarlı olsan ve sabretsen, namazın mana peçesinin senin içinde açılmasını beklesen, sonunda sana deseler ki "cennette sofralar hazırlanmış"; sen, "Namazımı kılayım ondan sonra. Namazımı feda edemem ben." diyecek hale gelirsin. Azrail aleyhisselam gelse "Müsâde edersen vakti giren namazımı kılayım, kaçmasın. Ondan sonra ne yapıyorsan yap." dersin. Öyle bir ruh haleti hasıl olur ki; ölecek bile olsan namazını eda etmeye çalışırsın. Namazlaşırsın artık. Hazreti Hubeyb'in şehid edilmeden önce bütün teklifleri geri çevirip sadece namaz kılmak istemesini de bu şekilde anlayabiliriz; artık namaz onun ruhuna mal olmuştur.


Namaz Koridoru

Namazı vaktinde kılmak çok önemlidir; ilk vaktinde kılmak evlâdır. Bütün fakihler, muhaddisler, müfessirler bu noktaya dikkat çekerler. Bununla beraber, siz hayatınızı öyle standart hale getirmişsinizdir ki; kerahet vaktine girmeden namazlara belli vakitler tahsis edersiniz. Namazı ve ona bağlı ibadetleri huzur-u kalb ile edâ etmek için o vakti kollarsınız. Ezanın ezan, kâmetin kâmet olması lazımdır. Onların duaları var. Bunların hepsi adım adım konsantrasyon adına çok şeyler ifade eder. Bir sofranın bile bir adabı vardır. Önce ne konacak sonra ne konacak bir usulu bir adabı vardır. Yemekten tam lezzet almak için bunlara uyulur. Namaz mâide-i semâviyesinin tadını çıkarmak için de onlara uymak lazım.

Namaz Allah ile senin arandaki bir alış-veriştir. Seni Allah'a o kadar hızlı ve o kadar yakın hale getirecek namazdan başka bir şey yoktur. Bir kere başta nazarî planda senin zihninde o asıl kıymetine ulaşmalıdır. Yani; henüz tatmamışsın, duymamışsın, hissetmemişsindir ama nazarî planda "bu, budur" demen lazım. Çünkü sendeki arayış duygusunu bu kabullenme meydana getirecektir. Arayış duygusunu tetikleyecek, ona start verecek şey budur. Böyle bir duygun yoksa, namazın içinde buna ulaşma düşüncen yoksa, neyi hedefleyeceksin ki sen onda? "Rabbim bana burada O'na kul olma fırsatı veriyor. Ben şimdi kemâl-i edeble, kemerbeste-i ubudiyet içinde bu taabbüdî işi O'na bir arzedeyim. O ne kadar büyük, ben ne kadar küçüğüm; O ne kadar sonsuz, ben ne kadar sıfırım.. işte ona göre ben bunu edâ edeyim. Kulluğumu ifade etme fırsatıdır bu, küçüklüğümü haykırma fırsatı, azametini ilan etme fırsatı." Evet, önce bu duyguyla dopdolu olmak lazım.

Huzurun iki manası var: Birincisi, zevk-i ruhânîye erme. İnsan "keşke olsa" diye düşünebilir ama bana göre ona da talip olmamak lazım. Huzur, senin küçüklüğün, sıfırlığın ve hiçliğinle beraber kabul buyurulman.. huzur anını ve huzurda kendini ifade etme imkanını elde etmen. İşte bu huzura bağlı olarak O'nun huzuruna talip oluyoruz.



Şeytanın Namaz Hırsızlığı

Namazda sağa sola bakmaya şeytanın namazdan hırsızlaması denilir. Yani; o, namazı tamamen çalamıyor da ondan bir kısmı hırsızlıyor. Erkânı çalamıyor. Son kozunu nazarları çalma ile kullanıyor. "Sağa baktırabilir miyim, sola baktırabilir miyim" diye çabalıyor.

Mevzumuz kalıplar-manalardı. Elfaz ve kalıplar, mana ve muhtevayı taşımalı diyorduk. Sen bana desen ki "Ben üç metrelik mekanda atımı bir koşturdum, bir koşturdum neredeyse çatlayacaktı!". Yapma yâhû! Üç metrelik yerde at koşturulmaz. Şimdi namazı öyle hareketlerle eda ediyorsun ve diyorsun ki "Bunun içine huşuu sıkıştırdım, huduu sıkıştırdım." Yapma yâhû! Bu hareketlerin içine huşû, hudû sıkışmaz.

Var mısınız namazdan başlayalım işe! Üstadımız ne kadar edepli insan. Ne diyor bakın: "İnşaallah tam ihlasa mazhar olursunuz. Beni de tam ihlasa sokarsınız." Ben de onun gibi diyorum: "İnşaallah tam namaz kılarsınız. Bana da tam namaz kılmanın adab ve erkanını talim edersiniz." O zaman kim kimin arkasına takılırsa kurtulur. Gelin hep beraber kurtulmaya karar verelim.

Namazdan hiçbir şey çaldırmamak lazım. O bir emanettir. Şeytan ne bakmadan çalsın, ne yatmadan kalkmadan çalsın, ne şundan ne de bundan. Tam tekmil namaz emanetinin emini insanlar olarak; hakikat-ı namaz misalî mahiyetiyle neden ibaretse ona uygun şekilde namazı edâ etmeli. Mesela, ben namazı ebedi yolculukta refik olacak, gökçek yüzlü, boyu posu, edası endamıyla hiçbir tarafı tenkit edilemeyecek uhrevi bir misalî vücuda sahip görüyorum. Şimdi bir yerde şeytanın hırsızlığına mani olamazsanız, o onun bir kulağına vurur, bir burnuna vurur, bir dudağına vurur. Bir yandan kolunu götürür, bir yandan ayağını... o hale getirir ki onun misâlî vücudu ahirette size ne der bilemiyorum. Mutlaka diyeceği şeyler vardır. "Allah hayrınızı versin beni zayi ettiniz" mi der, "beni berbat ettiniz" mi der, bir şey der mutlaka. Fakat orada rahatsızlık yaşamamak için sizin burada namaza rahatsızlık vermemeniz ve hırsız elinin ona uzanmasına mani olmanız gerekir. Hiçbir yerinden bir şey çalınmamalı. Bütün kalbiniz, hissiyatınız ve letâifinizle Allah'a müteveccih olmalısınız. Mebdedekilerin o meseleyi duyarak yapması zor. Yalan olur "duydum" derse. Fakat Allah bir gün o kapıyı aralar. Hele siz dişinizi sıkın; en önemli, en müsait vaktinizi ona verin ve zorlayın kendinizi. İnşaallah, bir gün gelir onu güzel edâ etme imkanı doğar.

İhtimal, hâkikat-ı salata ulaşmak için bazıları her gece bin rekat namaz kılıyordu. Üstadın ilk talebeleri özene özene namaz kılıyordu. Ben gerçekten namaz kılan insanlar gördüm. Bir kaç yüz rekat kılan çoktu, sayılamayacak kadar. Bu millet namaz kılmayı unuttu. Camiler şekillere bağlı kaldı. O halılar gözyaşına hasrettir şimdi. Seccadeler temiz alınlara hasrettir...

Namaz ibadetin kalbidir. Namazın her rüknünün kendine göre bir kıymeti vardır. Ama onun en kıymetli parçası alnın yere konması halidir, secdedir. "Kulun Allah'a en yakın olduğu yer secdedir" buyurulur. Namaz secde ile taçlanır.


20.01.2002
KIRIK TESTİ

Bu namaz ibadeti çok hoşuma gitti

Dokuzuncu Söz'ü Dinleyen İtalyan, Hemen Namaz Kılmayı Öğrenmek İstedi



Zaman Gazetesi yazarlarından Abdullah Aymaz, 16 Ocak 2005 tarihinde yayınlanan köşe yazısında, Sözler isimli eserde yer alan "Dokuzuncu Söz"le bağlantılı yaşanmış bir hadiseyi anlattı. Dokuzuncu Söz'ü dinleyen bir İtalyan'ın namaz kılmayı öğrenmek istemesiyle neticelenen hadise şöyle gelişti:
Almanya'da yaşayan ve Risale-i Nur'u iyi bilen vatandaşımız, internetten ulaştığı bir bilgiyle, Frankfurt'tan taksiyle Münih'e giden ve çok ucuza yanına yol arkadaşları arayan İtalyan asıllı birisiyle yola çıktı. Yanlarında bir Alman yolcu da bulunuyordu.
Meslekleri birbirine yakın olduğu için sohbete başladılar. Yolda namazının geçmemesi için bir benzinliğe yaklaşınca, vatandaşımız oraya girmelerini istedi. Bunun üzerine girdiler. Namazdan sonra yola koyuldular. Biraz sonra Alman arkadaşları Stuttgart'ta indi. Onun inmesinden sonra İtalyanla vatandaşımız arasında, namazla ilgili bir sohbet başladı. Çünkü İtalyan, İslamiyette ibadet ve namazın ne mânaya geldiğini sormuştu. Arkadaşımız, namazla ilgili olarak Üstad Bediüzzamanın "Dokuzuncu Söz" isimli eserini anlatmaya başladı. Özellikle namazın beş vakte tahsis edilmesindeki hikmetleri ayrıntılı olarak açıkladı.
Uzun süre yapılan sohbetin ardından İtalyan "Bu yolculuğumuz bir tesadüf değil. Senin benzinliğe girip namaz kılman bir tesadüf değil. Yoksa bu güzel sohbetimiz olamazdı" dedi.
Bu sohbetin ardından bir buçuk ay geçmiş; vatandaşımız belki de bu hadiseyi unutmuştu. Ancak çalan telefonunu açtığında hem bu hadiseyi hatırlamış, hem de kendisini şaşkına çevirecek bir istekle karşılaşmıştı. Çünkü İtalyan arkadaşı "Bu namaz ibadeti çok hoşuma gitti! Yanlış anlama, hemen Müslüman olacak değilim; ama namaz kılmayı nasıl öğrenebilirim? Bana yardımcı olur musun?" diyerek yardım talebinde bulunuyordu.



* Bu haber Risale-i Nur Araştırma Merkezi tarafından hazırlanmıştır. Kaynak gösterilerek veya izin alınarak yayınlanabilir.

MUHAMMED ESEDDEN BİR NAMAZ HATIRASI

MUHAMMED ESEDDEN BİR NAMAZ HATIRASI

Günde bir kaç kez namaz için toplanıyorlar ve eğer hava yağmurlu değilse namazlarını açıkta kılıyorlardı. Uzun tek bir safta toplanıyorlar ve Hacı da önlerine geçip imamlık yapıyordu. Hareketlerindeki düzen ve uyumla askerlere benziyorlardı; hep birlikte Mekke yönüne er, birlikte eğilir, sonra kalkar ve birlikte diz çökerek alınları üzerine yere kapanırlardı. İki secde arasında seccadesi üzerinde, yalın ayak, elleri önünde bağlı, dudakları sessizce kıpırdayan ve kapalı gözleriyle derin bir huşu içinde dalıp giden imamın, bütün kalbiyle dua ettiğini görürdünüz; ötekiler, imamlarının işitilmeyen sözlerini izliyor olmalıydılar,
Böylesine içten bir duanın bir takım mekanik bedeni hareketlerle birleştirilmesi beni nedense biraz tedirgin ediyordu bir gün, biraz İngilizce bilen Hacı' ya bu konuyu sordum;
Tanrının sizden ona duyduğunuz saygıyı eğilerek, diz üstü oturarak ve yere kapanarak göstermenizi istediğine gerçekten inanıyor musunuz? İnsanın sadece kendi , içine bakarak; yüreğin sükûneti içinde dua etmesi daha uygun olmaz mı? Bütün bu bedeni hareketlerin hikmeti ne?
Daha bunları söyler söylemez, pişmanlık duymaya başladım; yaşlı adamın dinî duygularını incitmek istememiştim. Fakat Hacı hiç de gücenmiş görünmüyordu. Dişsiz ağzıyla gülümsedi ve şöyle dedi:
- Başka nasıl ibadet edebiliriz ki Allah'a? O, bedeni de, ruhu da birlikte yaratmadı mı? Böyle olunca da insanın ruhuyla olduğu kadar bedeniyle de dua etmesi gerekmez mi? Bakın, biz Müslümanlar duamızı niçin böyle yaparız anlatayım size. Yüzümüzü Kâbe'ye, Allah'ın Mekke'deki beyt-ül Haremine çeviririz ve biliriz ki, o anda dünyanın neresinde olursa olsun, namaz kılan bütün Müslümanlar, hepsi yüzlerini Kâbe'ye çevirmişlerdir; bir tek vücut gibiyizdir ve düşüncelerimizin merkezi de O' dur. Önce ayakta durarak Kur'anı Kerimden bölümler okuruz, bunu yaparken, okuduğumuz kelâmın, insana hayatta dimdik ayakta kalması, sebat etmesi için verilen Allah Kelâmı olduğu bilinci içindeyizdir. sonra 'Allahu Ekber' (Allah en büyük! ) deriz; Bununla Allah'tan başka kulluk etmeye değer başka hiç kimsenin, hiç bir şeyin olmadığını dile getirir ve bunun apaçık bir gerçek olduğunu bir daha duyar ve bu gerçeğe bir daha tanıklık ederiz.
Sonra o her şeyden yüce olan Allah'a duyduğumuz saygıyı, bu yüceliğin önünde eğilerek gösterir, Onun gücünü, celâl ve azametini övgüyle anarız. Ve Onun önünde bir toz zerresinden, yokluktan, hiçlikten başka bir şey olmadığımızı, Onunsa bizim yüceler yücesi yaratıcımız, ve Rabbimiz olduğunu duyarak alınlarımızın üzerine coşkuyla yerlere kapanırız. sonra alınlarımızı yerden kaldırır ve oturup, günahlarımızı bağışlaması, bizi rahmetiyle yargılaması, doğru yola yöneltmesi, bizi sağlık ve rızkla nimetlendirmesi için dua ederiz, Onun haberini bize ulaştıran Muhammet (s.s.)'e, Ondan önceki peygamberlere, bize, kendimize ve doğru yolu izleyen herkese Allah'ın selâm ve rahmetini dileriz. Bize bu dünyada da öteki dünyada da iyilik ve güzellik ihsan etmesini niyaz ederiz Allah'tan. Ve sonunda da, başımızı sağa ve sola çevirerek, nerede olursa olsun, doğru yolda olan herkese selâm vererek namazdan çıkarız. Peygamberimiz böyle namaz kıldı, böyle dua etti ve kendisini izleyenlere de böyle yapmalarını öğretti, bu onların kendilerini isteyerek ve ta yürekten Allah'a teslim edebilmelerini -ki İslam'ın anlamı da budur ve Onunla da, kendi kaderleriyle de barış içinde yaşayabilmelerini sağlamak içindir.
Kaynak: Muhammed Esed, Mekke'ye Giden Yol.
Namaz'da Gaflet
Bildiğiniz gibi İslam Hukuku adında bir grubumuz var. Bu grup üyelerimizden biri aşağıdaki soruları sormuş:

SORU:
saygılar, ALLAH,IN BEREKETİ VE RAHMETİ ÜZERİNİZE OLSUN.
1-NAMAZDA İSTEMEYEREK DALMAK GÜNAH MI?KABUL OLMA DERECESİ NEDİR?
2-TEREVİH NAMAZLARINDA BAZEN SURELERİ OKURKEN İMAM BEYE YETİŞEMİYORUM VE ERKEN SELAM VERMEK ZORUNDA KALIYORUM, SİZCE GÜNAH MIDIR VEYA KABUL OLMAMA GİBİ Bİ DURUMU VAR MIDIR?

CEVAP:

Değerli kardeşim namaz konusuyla ilgili iki güzel soru sormuşsunuz,
Allah niyetinizi halis kılsın. Sırasıyla cevaplamaya çalışalım:

1. NAMAZDA İSTEMEYEREK DALMAK GÜNAH MI?
Namaz Kur'an-ı Kerim'de üzerinde hassasiyetle durulan, dinimizin temel
ibadetidir ve namazda asıl olan HUŞU içerisinde olmaktır. Hepimizin
çok iyi bildiği ve namazlarında sık sık okuduğu Maun suresinde yüce
Allah şöyle buyurmaktadır: "YAZIKLAR OLSUN O NAMAZ KILANLARA Kİ ONLAR,
KILDIKLARI NAMAZDAN GAFİLDİRLER". Müfessirler namazdan gafil olmayı.
Namazın gerektirdiği huşu içerisinde olmamak, namaza gereken önem ve
ciddiyeti vermemek, namazı oyun ve eğlenceye çevirmek şeklinde
yorumlamaktadırlar. Dolayısıyla bir mü'minin gerçekten namaz
kılmasının ön şartı gaflette olmaması, sizin deyiminizle dalmamasıdır.
Ancak insanlar çeşitli sebeplerle namazlarında huşudan uzak
olabilmekte, dünya işlerini düşünmeye dalabilmekte ve namazlarıın
gerektiği gibi eda edememektedirler. Namazda insanların gaflete
düştüklerinin bir delili olarak Fıkıh kitaplarında şöyle bir olay
anlatılır: Bir gün bir adam bir kese altınını kaybeder. Ne kadar
aradıya bulamaz. Soruşturuken kendsine İmam-ı Azam'a gitmesi tavsiye
edilir. O da İmam-ı Azam'a gelerek durumu anlatır. İmam-ı Azam'a ona:
Bu gece sabaha kadar namaz kıl bulursun der. Adam evine döner
abdestini alır ve namaz kılmaya başlar. Daha 3. rekata gelmeden
kesesini nerede düşürdüğünü hatırlar. Zira, namaza durduğunda o gün
nerelerden geçtiğini, nereye gittiğini, nerede düşürmüş olaibleceğini
düşünmeye başlamıştır. İşte insanların namazda huşu içerisinde
olabilmelerinin ne kadar zor olduğunu gösteren bu menkıbeden bizim
çıkaracağımız ders, tek başına değil, mümkün olduğu kadar daha fazla
cemaatle namaz kılmaya gayret etmemizdir. Cemaate de devam etsek yine
de huşuyu bulamayabiliriz. Bu taktirde namazımızda daima Allah'ın
huzurunda olduğumuzu aklımızdan çıkarmamaya gayret etmeliyiz. Nasıl ki
beldemize gelen büyük bir devlet adamı, vali yönetici vs. karşısında
edebi bozmamaya gayret ediyorsak, namazda da aynı şekilde olmalıyız.
Dünyaya ilişkin diğer bütün işlerimizden sıyrılmalı ve Allahın
huzurunda olduğumuzun farkında olmalıyız. Mevlana Celaleddin Rumi der
ki: "Ben namaza durduğum zaman, tekbir alırken bütün dünya işlerimi
iki elimin üstüne koyar ve tekbirle birlikte onları arkama atarım".
Mevlana'nın kastı namazda Allah ile kendisi arasında dünyaya ilişkin
işleri sokmadığıdır. Bizler de böyle kılabilmeliyiz. Dolayısıyla
namazda gafil, olmak, Allahın huzurunda olduğunun bilmemek yada
unutmak, hoş karşılanan bir tutum değildir. elbette ki bu durum zaten
istemeyerek olur, hiç kimse ben namazda dalayım da namazın nasıl
bittiğini farketmeyeyim diye düşünmez.

Günah olması kısmına gelince; elbette bunun büyük bir günah olduğu
söylenemez. Ancak, kendimiz de dahil olmak üzere alemleri yoktan var
eden yüce yaratıcı karşısında gaflet içerisinde bulunmak hoş bir durum
da değildir. Bu şekilde kılınan namazların kabul olup olmadığı
meselesine gelince; biz fıkıhçılar olarak ancak dış şartlara bakarız,
abdestiniz varmı, tekbiri doğru aldınız mı, kıraati yaptınız mı, vs.
bunun dışında kalan manevi haller ise fıkhen değerlendirmeye tabi
tutulamaz. Zahire göre hükmederek şekil şartları yerine getirilen her
ibadetin geçerli olduğu söylenebilir. ancak bu ibadetlerin Allah
katında makbul olup olmadığını ancak Allah ve o ibadeti yapanlar
bilebilirler
Allah bizleri namazlarında huşu içerisinde olan kullarından eylesin.

Diğer sorunuza gelince;

2. TEREVİH NAMAZLARINDA BAZEN SURELERİ OKURKEN İMAM BEYE YETİŞEMİYORUM
VE ERKEN SELAM VERMEK ZORUNDA KALIYORUM

Namazda imama uymak demek, her yönüyle ona tabi olmak demektir.
Namazlarda imamin kıraati, hanefi mezhebine göre cemaat için de
yeterlidir. Cemaatin ayrıca kıraatine gerek yoktur. Eğer Şafii iseniz,
fatihayı okumak vaciptir, hanefi iseniz kıraate gerek yoktur. Sizin
kastınız kaide-i ahire oturuşundaki kıraat ise, bu sünnettir, hiç bir
şey okunmasa bile imamın okuması yine yeterlidir. Dolayısıyla
yetiştirme gibi bir sorun yoktur.

erken selam vermekle kastınız, imamdan önce namazdan çıkmaksa,
namazınız bozulur iadesi gerekir. Yok eğer kıraati tamamlamadan selam
vermekse herhangi bir sakıncası yoktur.

http://islam-hukuku-sayfasi.blogspot.com

29 Eylül 2007 Cumartesi

Namazın İç Anlamı

Namazın İç Anlamı
Prof. Dr. Mehmet Demirci

Namaz kılmak İslam'ın şartlarından ikincisi ve ibadetlerin en önemlisidir. Günde beş vakit olarak her müslüman için farzdır. Beş vakit namaz tek başına ve topluca (cemaatle) kılınabilir. Namaz kılmak için yapılan câmiler İslam mimarisinin en önemli yapılarıdır. Haftada bir cuma namazları topluca camilerde kılınır. Yılda iki defa kılınan Bayram namazları da aynı şekilde toplu olarak kılınır. Cemaatle kılınan namazlar dînin sosyalleşmesinin en belirgin örnekleridir.
Bir hadiste: "Evimizin önünden akan bir nehir olsa, günde beş defa bu nehirde yıkansanız, üzerinizde kirden pastan hiç eser kalır mı? İşte beş vakit namaz böyledir, günahları siler süpürür."1 buyrulmuştur. Yani namaz insanın ruhunu yıkar, kalbini saf ve temiz hale getirir.
Kur'an-ı Kerim'in ifadesiyle, yerdeki ve gökteki bütün varlıklar Allah'ı tesbih ederler, (İsra 17/44) yani kendi dilleriyle O'na ibadet halindedirler. İşte namaz onların hepsinin ibadet şekillerini içinde toplamaktadır. Metafizik bir bakışla, dağların dikey, hayvanların yatay vaziyette; bitkiler kökleriyle besinleri aldıkları için onların da başları aşağıda olarak, hal diliyle fiilen Allah'a ibadet ve tâatte bulundukları söylenebilir.2
İnsan namazda kıyamda iken dikey, rükûda yatay bir halde bulunur. Secdede ise başı yerdedir. Bu sonuncu halde iken Allah'a âzamî derecede yaklaşır. Secde vaziyeti insanın Rabbine en yakın olduğu haldir. İnsan Allah karşısında maddî olarak ne kadar eğilir ve küçülürse, mânen o nispette büyür ve yücelir.
Namaza başlama tekbiri sırasında "Allah'ü Ekber" diyerek elini kaldıran insan sanki şunu demek ister: "Ben şu anda bütün dünyevî kaygıları ve maddî düşünceleri, kısacası Hak'tan gayri her şeyi elimin tersiyle arkaya atıyor ve yüce Mevlâ'nın huzuruna çıkıyorum." Bu niyet ve duyguyla ibadete başlayan kişi; namaz sırasında Allah'a tam bir yakınlık içinde olacaktır. Onun için "Namaz mü'minin mîracıdır."3 buyrulmuştur. Mîraç sırasında Sevgili Peygamberimiz nasıl ki, Allah yakınlığının son noktasını yaşamışsa, müslüman için de namaz, Allah'la beraber olmanın yoludur.
Kur'an-ı Kerim'de namazın kötülüklere engel olacağı belirtilir (Ankebut 29/45). Namaz kıldığı halde ahlâksız davranışlardan geri kalmayan kimse, büyük ihtimalle zamanla düzelecektir. Bunun örnekleri az değildir.
Namazın özü: a) Allah'ın huzurunda kalbin huşu ile yani saygı ve korku ile dolması, b) Dil ile Allah'ın anılması, c) Bedenle O'na âzamî derecede tâzim ve saygı tavrı sergilenmesinden ibarettir. Bu üç unsur öteki dinlerin ibadetlerinin de özü sayılır. Bu üçü arasında en önemli olan ise birincisidir. Dilsiz kimse ikincisini, kötürüm kimse de üçüncüsünü yerine getiremeyebilir. O halde namazda özün özü kalpteki Allah'a yöneliş, O'na olan sonsuz saygı ve sevgi duygusunu canlı tutuştur.4
Allah'ı seven ve sayan O'nun emirlerine uyup yasaklarından kaçacaktır. Sahibini ahlâksızlık sayılan tutum ve davranışlardan vazgeçirmeyen namaz faydasızdır. Kur'an'da gaflet içinde ibadet edenler için "Yazıklar olsun o namaz kılanlara" "(Mâun Sûresi) buyrulur. Hadiste: "Nice namaz kılanlar vardır ki, kıldıkları namazdan ellerine geçen sadece uykusuzluk ve zahmettir."5 denir. Yunus Emre şöyle der: "Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil / Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil."6
Kur'an-ı Kerim' de namaz "zikir", yani Allah'ı anma, O'nu hatırlama olarak da ifade edilir (Ankebut 29/45). Bir kimsenin namazı, o sırada Allah'ı hatırlaması ölçüsünde değer taşır. Gaflet içinde kılınan namaz şeklen namaz olsa bile, gerçek namaz olmaktan uzaktır. Bununla birlikte namaz sırasında bir an bile Allah'ı hatırlayıp, kendini O'nun huzurunda hissetmek dahi bir başarıdır. İnsan namaz kılarken en azından böyle bir huzur ânını yakalamayı düşünmelidir. Bu büyük bir mutluluktur. Bu ânın başlama tekbiri sırasında yakalanması daha uygun ve kolay olur.
Gerçek namaz mîrac olmaya aday namazdır. Gündelik namazlarımız onun taklidi sayılır. Özlenen o asıl namaza ulaşabilmek için ihlâs ve samimiyetle gayret göstermeye devam etmelidir. Hep aynı noktada çakılıp kalmak, bir gelişme göstermemek hoş değildir. "İki günü biri birine eşit olan ziyandadır."
Namazdaki hareketleri ve taşıdıkları mânâları biraz daha yakından ele alalım. İ. Hakkı Bursevi başlama tekbiri alırken iki elin birden kaldırılmasını şöyle yorumlar: "İşin gerçeği şudur: Sağ el âhiretten, sol el dünyadan ibârettir. Elleri kaldırmak ise, dünya ve âhiret ilgisini elden çıkarıp arka tarafa atmak ve her ikisi sebebiyle de büyüklenmeyi yok etmek anlamını taşır." Aynı müellifimiz, abdesti mâsivâdan ayrılmak, namazı ise Hakk'a kavuşmak olarak değerlendirir (Vudu ki mâsivâdan infisal, salât ki Hakk'a ittisaldir).7
Namazda ilk okunan dua olan "Sübhâneke" kelimesinin anlamı "Allahım seni tesbih ve tenzih ederim, sen en yücesin, sen en büyüksün" demektir. Bu düşünce ve duygularla Allah'a yönelen kul, O'nu içinde duymaya çalışır.
Daha sonra "Fâtiha" suresi okunur. Burada Rab'la bir konuşma söz konusudur. Önce Allah'a hamt edilir. O'nun âlemlerin Rabbi olduğu, her şeyin sahibi ve hâkimi bulunduğu belirtilir. "Yalnız sana kulluk ederiz." denir. Bu, tasavvufta "fark" makamının ifadesidir. Daha sonra "Yalnız senden yardım dileriz." denir. Bu ise "cem" makamının simgesidir.8 Yani bana kulluk etme imkan ve gücünü veren de sensin demektir. O halde: "Ya Rab, ben sana sığınıyorum. "Bizi sırât-ı müstakîme (doğru yola) ilet." diye dua ve niyazda bulunulur.
Bir kudsi hadiste Yüce Allah şöyle buyurur: "Ben namazdaki Fâtiha suresini kulumla kendi aramda yarı yarıya bölüştürdüm, kulumun istediği onundur." der ve şöyle devam eder: Kul "Elhamdü lillâhi Rabbi'l'âlemîn" dediği zaman, Allah: "Kulum beni senâ etti" der. Kul: "Mâliki yevmiddîn" dediği zaman, "Kulum beni övdü" der. Kul "İyyakena'budu ve iyyakenestain" dediği zaman: Allah: "Bu kulumla benim aramdadır ve kulumun istediği hakkıdır" der. Kul: "İhdine'ssırâta'l-müstakîm sırâtallezine en'amte aleyhim gayri'l-mağdubi aleyhim ve le'ddallîn" dediği zaman Allah: "İşte bu kulumundur ve kulumun istediği hakkıdır" buyurdu."9
"Rükû" eğilmek demektir. Allah'a saygının, Onun büyüklüğünü itiraf etmenin fiilî şeklidir. İnsan aziz (izzet sahibi, değerli) bir varlıktır. Başka fâni varlıklar karşısında eğilmek ona yakışmaz. Allah'ın huzurunda eğilip, kulluğun sâdece O'na âit olması gerektiğini bilenler, başkaları önünde eğilmezler. "Hakîkî hürriyet ubûbiyyettedir."10 Bir tek kapıya, yani yalnızca Allah'a kul olmasını bilenler başka kulluklardan; insana, paraya, mevkiye, şöhrete kul olmaktan yakalarını kurtarmış olurlar.
Rükûda Allah'ın azamet ve yüceliği dile getirilirken, doğrulunca da şükrün O'na mahsus olduğunu belirten sözler söylenir. Bir hadiste Allah'ın bu sözleri işittiği müjdesi verilir.11
Secde hâlinin, namazda insanın Allah'a en yakın vaziyet olduğuna evvelce değindik.12 Namazın sonunda okunan "Ettahiyyâtü" duasıyla ilgili şöyle bir görüş vardır: Bu dua, Miraç'ta Hz. Peygamber'le Yüce Allah arasında geçen bir konuşmanın hâtırasıdır.13 O mutlu anda Resulullah "Her türlü selâmın, duanın, güzelliğin Allah'a yönelik olduğunu" söyler. Allah da: "Ey Peygamber selâm/esenlik, rahmetim ve bereketim sana olsun." diye mukabelede bulunur. Bunun üzerine Hak Resûlü: "Esenlik ve güzellikler aynı zamanda Tanrı'nın iyi kullarının da üzerine olsun." der. Ve şehâdet kelimesiyle duasını bitirir.
Namazın mü'min için mîraç olduğunu söylemiştik. Namazını bu duygularla kılabilen kişi, Tahiyyat duasını okurken, onun anlamını da düşünerek aynı şuur ve aynı düşünceyi kafasında, gönlünde canlandırmaya çalışır.14 Böylece Rabbiyle konuşmasını devam ettirmiş olur. Bir hadiste, namaz sırasında Allah'ın kıble ile bizim aramızda olduğu belirtilir.15 Burada elbette maddî bir keyfiyet söz konusu değildir. Okuduğu sure ve duaların mânâlarını da göz önünde bulunduran kişi, namazda Rabbiyle karşı karşıyaymış, O'nunla konuşuyormuş gibi bir yakınlık duygusu hissetmeye çalışmalıdır.
Bu seviyeyi yakalayamamak namazdan vazgeçmeyi gerektirmez. Gönül ehli şöyle diyor: "Önünde beklediğiniz kapıyı cevap almak için çalınız. Cevap gelmeyince vazgeçen muhtaç değil demektir. Bu durumda ev sahibi ona ilgi göstermez. Bu yüzden namaz terkedilirse mânevî kayıp büyük olur."
Namazda Allah'ın huzurunda bulunduğunun farkında olmayan ve aklı fikri ticaretinde veya başka dünyevi işlerinde takılıp kalan kimse, gerçek anlamda namaz kılmış sayılmaz. Hz. Ali'nin, bacağına saplanan bir okun çıkarılması sırasında, onun vereceği acıyı hissetmemek için namaza durduğu ve o esnada çıkarma ameliyesinin yapıldığı söylenir.16 Gerçekten, zihin daha önemli bir şeyle ciddi şekilde meşgul olursa, fiziksel acılar duyulmaz.
Bu yönden namazın öteki ibadetlerden farklı bir özelliği vardır. Namaz kılan kimse, görünüş olarak da başka hiçbir şeyle meşgul olamaz. Namazı onu diğer işlerden alı kor. Meselâ oruç tutan bu sırada alış veriş yapabilir, Hac ibadetinin yapıldığı günlerde de bu mümkündür. Namaz sırasında ise bu kabil şeyler söz konusu değildir. Yûnus Emre şöyle der: "Bir dona kan bulaşacak yumayınca mismil olmaz / Gönül pası yumayınca namaz edâ olmayısar."17
İsmail Hakkı Bursevî beş vakit namaz için şöyle bir sıralama yapar: Sabah namazı sırr 'ın payıdır. Çünkü o, gecenin karanlığına yakın bulunması dolayısıyla, öteki namazlara göre "gayb"tır. Nitekim "sır" da sair kuvvelere göre gaybdır.
Öğle namazı rûh 'un payıdır. Çünkü ora rûhun zuhûru miktarınca tam zâhir oluş vardır. Ruh âlem-i halktandır. Zira her ne kadar bizzat görülmezse de, uzuvlar ve kuvvelerdeki tezahürleri cihetiyle eserleri müşahede edilir.
İkindi namazı kalb 'in payıdır. Çünkü o orda namazdır, nitekim kalb de uzuvların ve kuvvelerin ortasındadır. Bunun içindir ki "Kalb iyi olduğu zaman bütün ceset iyi olur, o bozulduğu vakit bütün ceset bozulur."18
Akşam namazı, kendisinde nurun batması dolayısıyla nefs'in payıdır. Nefs, "emmâre" mertebesinde karanlık ve siyahtır. "Levvame"de karanlığı hafifler. "Mülheme"ye intikal ettiği zaman aydınlanmaya başlar. Nihayet "mutmainne" olunca onun hali, güneşin doğuşu sırasındaki insan durumuna benzer.
Yatsı namazı, tabiat 'ın payıdır. Çünkü yatsı, tabiatın vasıflarından olan uyku vaktidir.19
Sufî müfessirimiz, namaz vakitlerini meleklerin kanatlarına benzetir, insanın onlarla mâna âleminde uçtuğunu söyler. Cesedi göklere yükselmeye yetmeyen için mânevî mîrâcı tahsil etmek üzere namaz konulmuştur. Mânevî kanat maddî kanattan daha güçlüdür. Namaz rekâtları, organların hareketine muhtaç bulunmak itibâriyla her ne kadar maddî bir görünüme sahipse de, sahip oldukları hususlar ve onlardan hâsıl olan neticeler manevîdir.
Namazda asıl olan "iki rekât" olarak kılınmasıdır. Bu da Allah'ın Cemâl ve Celâl'ine işarettir. Daha sonra bu iki rekât üzerine bir veya iki rekât ilâve edilmiştir. Şöyle ki:
Sabah namazı iki rekât olarak farz kılınmıştır. Öyle bir vakitte ki: Bir taraf gecedir, gece Zâtî Celâl mertebesi olan "Lâ taayyün" mertebesine işaret eder; bir tarafı gündüzdür. Gündüz vücûdî ve hakîkî Cemal mertebesi olan "Taayyün" mertebesine işaret eder. Ayrıca sabah namazının birinci rekâtı Celâl mertebesine, ikinci rekâtı Cemâl mertebesine işarettir. İki rekâtın toplamının birliği, kendisinde bu iki mertebenin toplandığı Kemâl-i Zâtîye işarettir.
Akşam namazı sabah namazının aksidir. Çünkü Ahadiyyet-i câmia onda gizli bunda açıktır. Nitekim akşamda birinci rekât Celâl'e, ikincisi Cemâl'e, üçüncüsü ise Kemâl-i câmia işarettir.
Yatsı namazı, dört rekâtıyle "Lâ taayyün"e işarettir. Burada gecenin vücûdu için celâl mertebesinde bilkuvve; zat, isimler, sıfatlar ve fiiller olarak dört taayyün söz konusudur.
Öğle namazı, dört rekâtı ile gündüzün vücûdu için cemâl-i ilâhî mertebesinde bilfiil aynı dört taayyüne işarettir.
İkindi namazı, dört rekâtı ile, bu vakitte başkalaşma (tegayyür) olduğu için bilfiil cemâl-i kevnîye işarettir. Bu tasnifte bir ölçüde namaz vakitlerinin özelliğine de değinildiği görülür.20
Müellifimiz namazın sonundaki selâmlar hakkında şu beyanda bulunur: "Namaz kılan, vuslat ve cem'in ancak tevhid ile gerçekleşeceğine işaret olmak üzere, namaza tekbirle girer; ayrılık ve fark'ın ikilikte olacağına işaretten namazdan iki selâmla çıkar. Tevhîde girdiği zaman vuslat âlemine girmiş olur. Buradan namazın maddî şekli ile elde edilen mânevi mîracın değeri anlaşılmış olur. Bunun için Peygamber (as), daimî mîraçta olmasına rağmen "Bizi rahatlat ey Bilâl!"21 buyurmuşlardır."
Serrac'a (ö.378/988) göre namazda kıyam edebi, Allah'ın huzurunda bulunma şuurudur. Kıraat edebi, Kur'an âyetlerini gönül kulağıyla dinliyormuş gibi, yahut da Allah'a okuyormuş gibi bir duyguyla okumaktır. Rükû edebi, Allah'ı yüceltmek, kendisini bir toz zerresi gibi görmek, "Semiallahü limen hamideh" sözünü Allah'ın işittiğini bilmektir. Secde edebi, Allah'a en yakın olma halini hissetmek ve O'nu aziz bilmektir.22
Hucviri (465/1072) namazın şartlarıyla ilgili olarak şu yorumları getirir: "Zahirde necâsetten, bâtında şehvet ve süfli arzulardan arınmak ve temizlenmektir. Zahirde elbiseyi necasetten temizlemek, bâtında bu elbiseyi helâl yoldan temin etmektir. Zahir kıblesi Kâbe, batın kıblesi Arş, sırrın kıblesi müşahededir. Nefs mücahedesi ile uğraşmak namazdaki kıyam gibidir. Zikr-i dâim namazdaki kıraat gibidir. Namazda huşûun şartı sağında solunda kimin bulunduğunu bilmemektir."23
DİPNOTLAR: 1. Müslim, Mesacid, 283. 2. Bu konuda bk. M. Hamidullah, İslama Giriş, 85; A. Avni Konuk, Fususu'l-Hıkem Terceme ve Şerhi, IV, 337, İstanbul, 1992. 3. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, IV, Yûnus suresi 10. âyetin tefsiri. 4. Bk. Şah Veliyyullah Dehlevî. Huccetullahi'l-Baliğa. I, 286, çev. Mehmet Erdoğan, İz Yayıncılık, İstanbul, 1994; S. Uludağ, age, 82. 5. İbn Mâce, Sıyam, 21. 6. Yunus Emre Divanı (M.Tatçı), 133. 7. İsmail Hakkı Bursevi, Kitâbü'n-Netice II, 62, Hazırlayanlar: Ali Namlı - İmdat Yavaş, Însan Yayınları, İstanbul ,1997. 8. Kuşeyrî, Risâle, çev. Süleyman Uludağ, 155, Dergâh Yayınları, İstanbul 1978. 9. Müslim, Salât, 37; İbn Arabî, Mişkâtü'l-Envâr, çev. Mehmet Demirci (Nurlar Hazînesi), 98-100, İz Yayıncılık, 2. baskı, İstanbul, 1994. 10. Bk. Kuşeyrî, Risale terc. "Hürriyet" bahsi, s.316. 11. Müslim, Salât, 62; Nurlar Hazinesi, 98, 12. Müslim, Salât, 215. 13. Bk. Ahmet Naim, Tecrîd-i Sarih terc, II, 876. Tahiyyat duasının bu mânâda yorumu için bk. Halûk Nurbaki, Tek Nur, 144, İstanbul 1989. 14. Bk. Sühreverdi, Avârifü'l-Maârif, çev. H.Kâmil Yılmaz - İrfan Gündüz (Tasavvufun Esasları) s. 393, Erkam Yayınları, İstanbul 1989. 15. Buhari, Salât, 33; Tecrid-i Sarih terc. II, 353. 16. Benzeri bir olay için bk. Hucviri, age, 441. 17. Yunus Emre Divanı (M.Tatçı), 56. Beytin yorumu için bk. Mehmet Demirci, Yunus Emre'de İlâhî Aşk ve İnsan Sevgisi, 127, 2. baskı, Kubbealtı neşriyatı, İstanbul, 1997. 18. Buhari, İman, 39; Müslim, Müsakat, 20. 19. İ.H.Bursevî, Ecvibe-i Hakkıyye, vr. 49/a-b, Süleymaniye K. Es'ad Efendi no. 152/2. 20. Bursevi, Ecvibe, vr. 53/a 21. Ebu Davud, Edeb, 86; Ahmed b. Hanbel, V, 371. 22. Ebu Nasr Serrac et-Tûsî, el-Luma, çev. H. Kâmil Yılmaz (İslam Tasavvufu), 160, Altınoluk Yayını, İstanbul, 1996. 23. Hucviri, Keşfü'l-Mahcub terc; (Hakikat Bilgisi) 436. Kaynak: Altınoluk Dergisi

Guslün İç Anlamı

Guslün İç Anlamı
Prof. Dr. Mehmet Demirci

Maddî temizlik aracı olan ibadetlerimizin ikincisi gusül, yani boy abdestidir. Gusül, ibadet niyetiyle bütün vücudun baştan ayağa yıkanması demektir. İslam dîninde, cinsel ilişki veya boşalmadan sonra, kadın ve erkeğin boy abdesti alması zorunludur.

Yıkanmanın dînî bir gereklilik olması, medeniyet tarihimizde temizlik ve su kültürümüzün olağanüstü gelişmesini sağlamıştır. Evlerdeki banyo imkânlarının kısıtlı olduğu devirlerde hamamların ne kadar önem taşıdığı açıktır. Tarihimizde yerleşim bölgelerinde yapılaşma sırasında önce hamam ve câmi gibi genel hizmet binaları inşa edilirdi. Orduların seferlerinde, bir yerde konaklanacağı zaman ilk önce seyyar hamam çadırları kurulurdu.

Guslün yani tepeden tırnağa yıkanmanın beden sağlığı bakımından önemi bellidir. Bu sebeple, cünüp olanlar, âdet ve loğusalık halleri sona eren hanımlar için zorunlu olan gusül, bu durumların dışında haftada bir Cuma günleri için sünnet kılınmıştır, yani makbul ve sevaplı bir hareket sayılmıştır. Abdest üzerine abdest, gusül üzerine gusül nur üzere nur (nûrun alâ nûr)dur.

Boy abdestinin iç anlamıyla ilgili yorumlardan birisi şudur: Cinsel ilişki esnasında insan, yaradılış gereği, maddî zevklere, bedenî hazlara dalar. Bu doğal olmakla beraber, insan hayatının yegâne amacı maddî "haz" değildir. Cinsel haz, neslin devamı için bir araçtır. Orada takılıp kalan bir kişi insanın rûhî-mânevî yönünü gözardı etmiş olur. O haz sebebiyle nefsin kirlenmesi söz konusudur. Kirlenen nefs "yukarı âlem"e ilgi duymaz.

Uzun süre kendisini tamamıyla mânevî hayata veren bir kimsenin, âniden dünyevî hayata yönelmesi uyumsuzluğa yol açtığı gibi, bütünüyle bedenî ve dünyevî zevklere dalan kimsenin birden bire mânevî ve rûhânî hayata yönelmesi de aynı şekilde uyumsuzluğa yol açabilir. Bundan dolayı, bu geçişlerin tedricî olarak yapılması gerekir. Abdest ve boy abdesti, bu geçişleri düzenlemekte ve kolaylaştırmakta bir aracı olur.

Bayılan veya fenalaşan bir kimsenin su ile serinletilerek kendine gelmesi gibi, cinsel ilişki sırasında kendinden geçen, ruhun etkisinden uzaklaşan kişi de yıkanarak tekrar kendine döner, mânevî âleme yönelmeye uygun hale gelir.1

Âşikârdır ki, cinsel ilişkiden veya ihtilâm olduktan sonra yapılan banyo, sadece manevî bakımdan değil, bedenen de faydalıdır. Vücuttaki gerilim ve gevşemeden sonra yıkanmak insanı dinlendirir, yorgunluğu giderir ve dinçleştirir.

Muhyiddin İbnü'l-Arabî (ö.638/1240) Fusûsu'l-Hıkem adlı kitabının son bölümünde, boy abdesti konusunda ilgi çekici bir yorum yapar. Hz. Peygamber'in " Bana dünyadan üç şey sevdirildi: Güzel koku, kadın ve gözümün nûru olan namaz." 2 anlamındaki hadîsini açıklarken şu düşüncelere yer verir: İnsan dahil her şey Hakk'ın tecellisidir. O bakımdan insanın bir kimseyi sevmesi, gerçekte aslını sevmesi demektir. Esasen en çok sevilmesi gereken Allah'tır.

Hadisteki ifadeye göre, Allah'ın sevdirmesi ile erkek kadına veya kadın erkeğe ilgi duyacaktır. Bu sevginin son noktası kavuşmadır. Maddî ve bedenî unsur söz konusu olunca kavuşmanın nihayeti cinsel yakınlaşmadır. İşte kadın erkeği, erkek kadını sevip, her ikisi de sonunda cinsî birleşmeyi istedikleri için, boşalma sırasında şehvet duygusu bütün vücutlarına yayılır; böylece âdeta erkek kadının, kadın erkeğin bedeninde ve şehvet duygusunda fâni olurlar.

Cinsel haz bütün vücûdu sardığından dolayı, gusül sırasında tepeden tırnağa yıkanmak farz olmuştur. Erkek ve kadın bu duyguyu birlikte paylaştıkları için her ikisinin de temizlenmesi gerekir. Allah kulları üzerinde gayyurdur, yani onların ne şekilde olursa olsun kendisinden başkasına yönelmesinden hoşlanmaz. Bu bir ilâhî kıskanmadır. Bu vasfından dolayıdır ki Yüce Allah, insanların kendisi dışındaki maddî şeylerden zevk duyduklarını düşünmelerini istemez. Bu sebeple erkek ve kadının cinsi duyguyla birbirlerinde fanî olmalarının etkisinden kurtulup Hakk'a bağlanmaları ve Hakk'a dönmeleri için, başkasıyla tat alma düşüncesinden doğan cünüplükten onları temizlemek istemiştir. Böylece her şeyin aslı ve gerçek varlık olan kendisini hatırlamalarına, O'na dönmelerine imkân hazırlamış olmaktadır.3

Gerek abdest gerekse boy abdesti, maddî bakımdan temizlik aracı olmakla birlikte, özü itibâriyle bunlar sembolik hareketlerdir. Asıl olan, Allah'ın huzuruna çıkmadan önce manevî temizliği sağlamak maksadıyla bir takım hareketlerde bulunmaktır. Suyun bulunmadığı veya su kullanmanın sakıncalı olduğu durumlarda, abdest veya boy abdesti yerine toprakla "teyemmüm" edilmesi bunu göstermektedir.

Hadis-i Şerifte; "Allah sizin dış görünüşünüze bakmaz, fakat kalplerinize ve işlerinize bakar." buyurur. 4 Yani önemli olan dış temizliği değil, iç temizliğidir. İç temizliğinin başta gelen vasıtalardan biri; göz yaşı dökerek, içi yanarak, tam bir pişmanlık duyarak Hakk'a dönmek, tövbe etmektir. Hz. Mevlânâ (ö.672/1273) şöyle diyor: " Bu görünen pislik bir parça suyla arınır. Fakat içte olan pislik arttıkça artar. İçteki pislikler anlaşıldı mı, göz yaşından başka bir şeyle temizlenemez."

Dipnotlar : 1. Neseî, işretunnisa,1 2. Bk. Muhyiddin İnbû'l-Arabi, Fusûsu'l-Hıkem, çev. Nuri Gencosman, 313-314, Milli Eğitim B. yayını, İstanbul 1952; A. Avni Konuk, Fusûsu'l-Hıkem Tercüme ve Şerhi, IV, 321-343, haz. Mustafa TAhralı - Selçuk Eraydın, İFAV yayını, İstanbul 1992. 3. Müslim,, birr, 32,33; İbn Mâce, zühd
Kaynak: Altınoluk Dergisi

Abdestin İç Anlamı

Abdestin İç Anlamı
Prof. Dr. Mehmet Demirci

Bilindiği gibi abdest almak için önce niyet edilir, eller güzelce yıkanır, ağız ve burun su ile temizlenir, yüz ve kollar yıkanır. Baş, boyun ve kulak arkaları ıslak elle silinir. Nihayet ayaklar iyice yıkanır. Bütün bu hareketlerin ne gibi anlamları olabilir?

Abdest, Allah'ın huzurunda bulunmak demek olan namaza hazırlıktır. Vücutça temiz olmak için alınan abdest veya boy abdesti, namazın ön şartıdır. Tabiî ihtiyaçlarını giderdikten sonra bu uzuvlarını temizlemek, ardından elleri yıkamak, nihayet abdest almak, sadece dış temizlikten ibaret hareketler değildir. Pislikler maddî olduğu kadar mânevî de olduğundan, abdest alırken manevî kirlerden arınmak da söz konusudur. Bu sırada geçmiş hatalardan pişmanlık duyup gelecek için iyi kararlar alınabilir. Pişmanlık ve tövbe geçmişimizi temizleyip arıtır.

İyi veya kötü hareketleri organlarımızla yaparız. El işler yapar, yıkar ve yazar; ağız yer içer, iyi ve kötü sözler söyler, konuşur; burun koklar, gözler görür, kollar saldırır ve yakalar; kulaklar işitir ve dinler; ayaklar ise bizi pek çok yere götürür. Bütün bunlar zaman zaman günah ve yasak sınırını aşabilir.

İşte abdest sırasında içimizden geçireceğimiz dualarla, söz konusu edilen olumsuz hareketlerin etkisinden kurtulmaya çalışabiliriz. Abdest alacak kimse önce niyet eder. Bu bir rûhî-mânevî hazırlıktır. Hakk'ın huzuruna çıkmaya niyet etmek ve hazırlanmak demektir. Sonra besmele çekerek ve Allah'ın yardımını dileyerek abdeste başlar.

Ağıza ve buruna su verirken insan şöyle düşünür veya duâ edebilir: " Allah'ım, adını anmak ve senin kitabını okumak için bana yardımcı ol. Cehennem kokusunu uzaklaştırıp bana cennetin kokusunu koklat."

Yüzünü yıkarken: " Mevlâm, senin dostlarının yüzleri ağaracağı gün yüzümü ağart, o sırada benim yüzümü kara çıkarma." der.

Sağ kolunu yıkarken: " Allahım, beni defteri sağ taraftan verilenlerden eyle, hesabımı kolay kıl." Sol kolunu yıkarken " Allah'ım beni, defteri sol taraftan verilenlerden eyleme." der.

Başını meshederken: " Ya İlâhî rahmetin beni bürüsün, üzerime feyzini ve bereketini indir, senden başka hiçbir kimsenin gölgesinin bulunmayacağı yerde beni Arş'ın gölgesinde gölgelendir." der.

Kulaklarını meshederken: " Allah'ım, beni söz dinleyip sözün en güzeline uyanlardan kıl, iyilerle birlikte cennete çağıran sesi işitmemi nasip et" diye düşünür.

Boynunu silerken: " Allahım beni cehennemden âzat et, boynuma mahcupluk zinciri geçirme." diye temennide bulunur.

Ayaklarını yıkarken: " Rabbim, ayağımı doğru yolda, sâbit kıl, beni senin yolundan ayırma." der.

Daha sonra kelime-i şehadet getirip şöyle niyazda bulunur: " Ya Rabbi, kötü işler yapmış olabilirim, insan gafildir, kendine zulmeder. Ama ben pişmanlık duyuyorum, sana dönüyorum. Affet beni, tövbemi kabul et, zira Sen tövbeleri kabul edensin. Beni pişmanlık duyanlardan ve tertemiz olanlardan kıl, iyi kullarının arasına kat. Beni çok çok şükreden, sabreden ve Seni ananlardan eyle."

Abdest alan insan samimî bir dille ve içten bir duyguyla, eksiklik ve hatalarını Hakk'ın huzurunda itiraf edip, bunları yumasını, yıkamasını ve silmesini kulluğa yakışan bir tavırla O'na arz eder, duasının kabulü için yalvarıp yakarır. Böylece bilinci ve içtenliği ölçüsünde ruhen temizlenip arınmış bir halde huzura varmaya, namaza durmaya hazır hâle gelir.

Bu tavrıyla kişi el, kol, yüz, ağız, burun ve ayaklardaki veya tüm bedendeki kirlerin su ile yıkanmasını sağlar. Ayrıca da, dua ve kulluk duygusuyla, bütün bunları, ruhun manevî kirlerden arınıp temizlenmesinin bir sembolü saymış olur. Su nasıl maddî kirleri temizliyorsa, tövbe de manevî kirleri yok eder diye düşünür. Halkın gördüğü yer olan bedenimi ve elbisemi temiz tutar da Hakk'ın nazar ettiği yer olan kalbimi tertemiz tutmazsam yanlış yapmış olurum diye inanır. Bedeni gibi kalbini de kötü ve kirli şeylerden arındırmaya çalışır.

Saygıdeğer bir şahsın yanına giren kimse yunup yıkandığı gibi, Allah'ın huzuruna varan kişi de temizlenir, kendisine çeki düzen verir. Dış temizlikle yetinen kimse, evine padişahı davet eden, bu amaçla evin dışını badana yaptığı halde içinin bakımını dikkate almayan kimseye benzetilir. Şemsî'nin dediği gibi: " Pâdişah konmaz saraya hâne mâmur olmadan." 2

Temizlik iki nevidir, biri beden temizliği öteki ruh temizliğidir. Beden temizliği olmadan namaz sahih olmadığı gibi, kalb temizliği olmadan da mârifet sahih olmaz. Beden temizliği mâ-i mutlak (temiz su) ile yapılır. Kalb temizliği için de hâlis ve saf bir tevhid gerekir. Olgun kimseler sürekli olarak zâhirde temizlik, bâktında tevhid üzere bulunurlar. Devamlı olarak abdestli olanı, sağ ve solundaki muhâfız meleklerin sevdiğine inanılır.3 Hakk'ın dergâhına yönelenlerin zâhirde ve bâtında abdestli olmaları gerekir. Zâhir abdesti su ile, batın abdesti tövbe ve Hakk'a dönmekle mümkün olur.

Yûnus Emre söylüyor: " Tanla durup başın kaldır ellerini suya daldır / Hem şeytanın boynunu vur hem nefs dahi ölse gerek." 4

Beyazid-i Bistâmî şöyle dermiş: "Ne zaman dünya düşüncesi gönlümden geçse abdest alırım; âhiret düşüncesi geçince de gusül yaparım."

*

Gönül ehli kimseler iç anlam olarak abdestin ve temizliğin beş derecesinden söz ederler. İçten dışa doğru bunun sıralanışı ve doğacak sonuçlar şöyle ifade edilir.

1. Rûhun abdesti: Rûhun, hayvanlık seviyesine ait bilgisizlikten ve Allah'tan gayri şeyleri görme gafletinden arınmasıdır. Bunu başarabilen kimsede Cenâb-ı Hakk'ı müşahede istîdâdı gelişir ve kalb aynasında tecellî parıltıları yanmaya başlar. Ruh Allah'tan gayrı şeyleri görmekten arınsa, Gaffar olan Allah'ın nûru onu kuşatır. Kötü düşüncelerini temizlese takvâ elbisesine kavuşur. Nefsin hîlelerini yıkasa, yani onların tuzağına düşmekten arınsa, iç huzuruna ve itmi'nâna ulaşır.

2. Sırrın abdesti: Burada "sır", rûhun rûhu demek olup; onun abdesti gösterişten (riyâ), arzu ve isteklerin esiri olmaktan, kendini beğenmişlikten, baş olma tutkusundan, aşırı dünya isteği ve mevki sahibi olma ihtirasından arınmaktır. Bunun sonuçları şöyledir: Sır, riyâ ve nefsanî arzular kirini yıkadığı takdirde, ihlâs nûru ortaya çıkar. Dünya sevgisinden arınırsa âhiret sevgisi doğar. Hırs ve tamahkârlığını yusa, kanaat ve tevekkül nurları görünür.

3. Kalbin ve gönlün abdesti: İki yüzlülük, bozgunculuk ve kötü ahlâktan uzak durmaktır. Büyüklenme yıkanınca, alçak gönüllük doğar. Çekememezlik kirleri yıkansa, iyilik; düşmanlık yıkansa, Allah sevgisi görünür. Hıyanet kirleri yıkansa, sözünde durma ve güven nûru doğar.

4. Dilin abdesti: Yalan, dedi-kodu, iftira ve boş sözden, insanların ayıplarını merak etmekten ve gizli hallerini ortaya çıkarmaktan, faydasız konuşmaktan uzak durmaktır. Yalan ve koğuculuk yıkansa, doğruluk ve vefâ doğar. İftira ve itham etme yıkansa, sevgi görülür. Faydasız ve boş söz bırakılsa yararlı şeyler konuşulur veya Allah'ın adı anılır. İnsanların ayıplarını araştırma huyu temizlense hoşgörü ışıkları parıldar.

5. Zâhir abdesti: Bu, bildiğimiz abdesttir. Yani dînî bilgi olarak öğrendiğimiz şekilde, temiz su ile abdest organlarını yıkamaktır. Sonuçları ise şöyle temenni edilir: Abdest alan kimsenin yüzünü yıkaması, mahşer günü yüzünün nurlu olmasına yol açar. Kolunu yıkayınca cömertlik nurları hasıl olur. Ayrıca amel defterinin sağ eline verilmesi gibi bir lûtfa erişir. Ayağını yıkayınca, âhiretteki manevî engelleri kolaylıkla geçme imkânı doğmuş olur. İşte bu tür temizlik ve bu mânâda abdest alış, Allah'a yaklaşmayı ve O'na kavuşmayı sağlar.5

*

Abdest alırken gerçekleşen dış temizliğin, iç temizliği ile birlikte gelişmesi için şunlar da tavsiye edilir: Eller yıkanırken kalbin de aşırı dünya sevgisinden yıkanması gerekir. Ağıza su alınırken, onunla boş şeyleri anmamaya azmetmelidir. Yüz yıkandığı zaman, yüzü Hak'tan başka şeylere çevirmemeye söz vermelidir. Ayağı yıkarken, Hak yolda bulunma gayreti pekiştirilmelidir.6

Abdest Hakk'a yönelmeye hazırlıktır. Hak kapısına yönelenler dış ve iç abdestine sahip olmayı hedeflemelidir. Zâhirle yetinen kimse için, dış temizlik kâfi gelebilir. İçi ile de yakınlık elde etmek amacında olan kimsenin ise, içini de temizlemesi gerekir. Dış temizlik su ile, iç temizlik ise tövbe ile ve Hakk'ın kapısına dönmekle mümkün olur.

Abdestin vücut temizliği ve sağlık açısından faydaları çok açık olduğundan, bu konuda fazla sözü gereksiz buluyoruz. Sadece şu kadarını söyleyebiliriz. Ağız ve burnun bir kaç defa yıkanması, boynun ıslak elle meshedilmesi, el ve ayakların yıkanması, vücuttaki kan dolaşımının, en uzak noktalardan uyarılması gibi bir pratik yarar sağlamaktadır.

Sevgili peygamberimizin şu sözünde, abdestin hem fizyolojik hem de manevî faydasını içeren derin bir hikmet gizlidir: "Öfke şeytandandır, şeytan ateşten yaratılmıştır. Ateş ancak su ile söndürülür, o halde öfkelendiğiniz zaman onu yenmek için abdest alınız."7

Bir miraç olarak namaz

Bir miraç olarak namaz ::
sadık yalsızuçanlar

Bediüzzaman, Birinci Dünya Savaşı'nda cephede savaşırken kaleme aldığı İşârâtü'l-İ'caz adlı eserinde, Bakara sûresini yorumlarken, namazın tadil-i erkânından söz eder ve şöyle der: "Namaz, kul ile Allah arasında yüksek bir nisbet, ulvî bir münasebet ve nezih bir hizmettir ki, her ruhu celb ve cezbetmek, onun şe'nindendir. Namazın erkânı, Fütuhat-ı Mekkiyye'nin şerhettiği gibi, öyle esrarı hâvîdir ki, her vicdanın muhabbetini celbetmek, namazın şe'nindendir. Namaz, Hâlık-ı Zülcelâl tarafından, her yirmidört saat zarfında tayin edilen vakitlerde, manevî huzuruna yapılan bir davettir." Bediüzzaman'ın atıfta bulunduğu bahis, Fütuhat'ın 69. bâbıdır. Muhyiddin-i Arabî, gerek Fütuhat-ı Mekkiyye'nin bu bölümünde, gerek Tenezzülât adlı eserinde, 'münacat' kavramını kullanır ve abdestten namazın nihayetine kadar yapılan ibadetin bütün rükünlerinin manevî anlamlarını açıklar. 'Münacat' kelimesi, Hz. Şeyh-i Ekber'in ıstılahlarına aşinalığı olanlar için, kuşkusuz namazı çağrıştırır. Allah ile münacata yönelen kişi, ilk olarak abdest alır. Bu, bir ön hazırlık, bir arınmadır. Yani, zekatın kök anlamındaki gibi, bir tezkiye ile namaza başlar mü'min. Ardından kıbleye yönelir. İbn Arabî'nin eserinde, Ruhu'l-Emîn, kıbleye yönelmenin sırrını şöyle öğretir: "Semana (ruhuna) söyle ki, letafetiyle sana perde olmasın. Arzına (bedenine) söyle ki, kesafetiyle sana perde olmasın." Yani, bâtındaki kıble şeriatın zahirde tayin ettiği kıbleyi örtmemeli, zahirdeki kıble de bâtındaki kıbleyi örtmemelidir. "Nereye dönerseniz dönün, Allah'ın vechi oradadır" âyeti, Ruhu'l-Emîn'in şu talimatında yansır: "Dairevî bir yüz ol ki, bedeninin Kâbe'ye yönelmesi kalbinin huzur-ı ilâhîye yönelmesine mani olmasın." Kıble konusunu, 'kıyam ve kıraatin sırları' takip eder. Hz. Muhammed'e (s.a.v.) 'cevâmiü'l-kelim' verilmiştir ve Kur'ân önceki vahiylerin tümünün hakikatini içermektedir. O halde, Kur'ân okuyan kişi, Kelamullah'ı, bâtındaki haline göre, değişen çok farklı şekilllerde idrak edebilir. Namaz kıraati olarak Fatiha sûresi ve buna ilave edilen bir diğer sûre ya da birkaç âyet okunur. O halde İbn Arabî'nin ilk temas edeceği de Fatiha sûresi olacak; birbirini takib eden cümlelerinde geleneksel olarak Fatiha sûresine işaret eden isimleri açıklayacaktır: "Bil ki, onun iki yönü ve ortası ya da iki kısmı ve bu iki kısmı birbirine bağlayan bir bağı vardır." Burada, Fatiha sûresinin hadis-i kudsîde işaret edilen özelliğine telmih yapılmaktadır: "Namazı, (yani namazın temel unsurlarından olan Fatiha'yı) Benimle kulum arasında ikiye böldüm." Allah'a ait olan kısım, ilk dört âyet; insana ait kısım ise, son üç âyettir. Kıraati, rüku ve secde izleyecektir. Mü'minin miracını, yani yükselişini teşkil eden bu inişin ilk aşaması olan rükuda, bedenin sadece üst kısmı eğilir. Ve bu sebeple, rüku, sema ve arz arasında kıyamın temsil ettiği rububiyet ile secdenin temsil ettiği ubudiyet arasında berzah olmaktadır. Böylece rüku, kendisinde yüksek (hakkıyye) ve aşağı (halkıyye) hakikatleri toplayan insanın çifte tabiatını izhar eder. İşte bu yüzdendir ki, rükudan doğrulan musalli, mahlukata (ve dolayısıyla mahlukiyet veçhesiyle bizzat kendisine) Allah adına haber vermekte ve "Allah, O'na hamdedeni işitmiştir" demektedir. Nitekim, hadise göre de, rükudan doğrulmuş kulun ağzından konuşan, Allah'tan başkası değildir. Bir kez daha hadislere atıfta bulunan Hz. Şeyh-i Ekber, bedenin yere yönelmesiyle Allah'ın gecenin son üçte birinde dünya semasına inmesi arasında benzerlik kurar. Secde mahalli olan yere doğru eğilen insan, Allah'a yakınlık aramaktadır. Çünkü âyette 'secde et ve yaklaş' (Alak, 96:19), hadis-i kudsîde ise "Kulum Bana bir karış yaklaştığı zaman, Ben ona bir arşın yaklaşırım" buyurulmuştur. Fakat, nasıl ki arza eğilerek secdeye kapanmak kısa bir sürede gerçekleşir, bu eğilişe karşılık gelen tecelli de kısa sürelidir. Bu tecelli sabit değildir ve sürmesini istemek de beyhude olacaktır. "O, tıpkı yağ gibi kayar" (Rahman, 55:37). Secdeyle ilgili bahiste Şeyh-i Ekber, tekrar Alak sûresinin 19. âyetine döner ve bu âyetten aldığı ilhamla, şunları söyler: "Seni yakınlığa (kurbet) çağıran, O'nun el-Karîb adıdır. Sen, muhibsin, mahbub değil. İşte bu yüzden sana '(secde et ve) yaklaş' denilmektedir; yoksa, '(secde et) sen yakınsın' denirdi. Bil ki, secde esnasında şeytanın etkisinden uzak olur ve masum hale gelirsin. Çünkü secden, onu teshir eder ve senin üzerindeki gücünü kaldırır. O, seni secdede gördüğü zaman sadece kendisini (ve Allah'ın emrine isyan ederek Hz. Âdem'e müteveccihen secde etmeyişini) düşünür. Azabının ateşiyle yanmakta olduğu halde seni muti görmekte ve kendisini bekleyen akıbeti müşahade etmektedir." Fütuhat'ın 69. bâbının secdeyi anlatan bölümünde İbn Arabî mü'minlerin Hz. Peygamber'i (s.a.v.) örnek alması gerektiğini hatırlatarak, üç kez tekrarlanan, "Sübhane rabbiye'l-a'lâ" tesbihinden sonra gelen şu nebevî duayı iktibas eder: "Kalbime bir nur ver. Kulağıma bir nur ver. Gözüme bir nur ver. Sağıma bir nur ver. Soluma bir nur ver. Önüme bir nur ver. Arkama bir nur ver. Üzerime bir nur ver. Altıma bir nur ver. Bana bir nur ver. Beni nur kıl." Nur ismi, aynı zamanda ism-i azamdandır. İbn Arabî şöyle der: "Namaz kılan, secdede, ikinci olarak beni nur kıl, demektedir ki, bu da, 'beni Sen kıl' mânâsına gelir. Secdenin ulaştırdığı kurbet, 'Beni benden al ve yegâne varlığım Sen ol ki, baktığım herşeyi ancak Seninle göreyim' halidir." Kıyam, rüku ve secdeden sonra da celse, yani oturuş gelmektedir. Allah, gökleri ve yeri altı günde yarattıktan sonra, 'arşa istiva etmiştir' (Hadid, 57:4) ve bu ilâhî istiva, tam olarak belirlemek gerekirse, Rahmân'ın istivasıdır (Tâhâ, 20:5). İbn Arabî, celse ve istiva arasında benzerlik kuracak; ve hem bu benzerlikten, hem de oturuş sırasında okunan teşehhütten pek çok sonuç çıkaracaktır: "Seni hakikatlere ulaşmak ve incelikleri idrak etmekten alıkoyacak hiçbir perde kalmamıştır. Ama, bu mahsusat âlemiyle mezcolmuş olman müstesna... Ayrımlanma (infisal) gelip birleşme zail olduğunda, hakikatler tecelli edecek ve o zamana kadar sana kapalı kalmış sırlara muttali olacaksın." Fakat, dünyadan zaten ilgisini kesmiş, Hz. Peygamber'in ifadesiyle 'ölmeden önce ölmüş' olan kişi için herhangi bir bekleyiş yoktur: "Sen, istiva makamına (kusursuz bir denge haline) ulaştın. Sema ve arzın tasarrufu altından çıktın." İzleyen cümleler, teşehhüdü oluşturan ibarelere karşılık gelecek şekilde sıralanmaktadır: "O halde, sureti üzere yaratılmış olduğun Allah'a salât et. Ardından sana hidayet getirmiş olan ve-nida kelimeleri aracılığıyla varlığı kesin olarak bildirildiğine göre-önünde bulunmakla onurlandığın Hz. Peygamber'e selam et." İşaret edilen nida kelimeleri, teşehhüdde Hz. Peygamber için kullanılan ve dilbilgisine göre, hazır bulunan ikinci şahsa (muhatab) has, 'yâ eyyühe' ibaresidir. "Sonra da, Allah'tan gelen bir selamla, kendini ve kendi cinsinden olan bütün varlıkları selamla. Çünkü (aynı zamanda esmâ-i hüsnâdan olan) Selam, senin Rabbindir. Ve Selam isminin derecesi senin (o andaki) tecellinin mahallidir. Ve nihayet O'nun birliğini ikrar ve her türlü şirki redd et (teşehhüdün sonunda yer alan kelime-yi şehadete telmih!). İşte o zaman senin kaybolman gerekiyor, çünkü arzu ettiğini bu gaybetin içinde bulacaksın." Namaz kılan kişi, iftitah tekbiriyle beraber girmiş olduğu namazdan çıkmak üzere, başını sağa çevirerek 'esselâmu aleyküm' demelidir. Bu selam, çeşitli anlamlar taşıyabilmektedir; ya da gafil bir musalli tarafından âdet saikiyle ve huzur-ı kalb olmaksızın telaffuz edilmiştir ve hiçbir anlam taşımayacaktır: "Namazda müslümanlar, iki topluluk halindedir ve dolayısıyla namazı kılmanın da iki şekli vardır. Bu iki şekli birleştiren kişiyse, bunlara karşılık gelen hakikatleri de birleştirmiş olacaktır. Bu iki topluluktan efdal olan, (namazdan çıktıkları sırada) Allah'ın bir isminin tedbirinden bir diğer isminin tedbirine geçtikleri için selam verenlerdir. Kullar, ayrıldıkları ve birleştikleri isimleri selamlamaktadır. Diğer topluluktakiler ise, ayrılmakta oldukları Rahmân'ı ve geri dönmekte oldukları mahlukatı selamlar."

kuyuya kerpiç atmak

Bir dere kıyısında yüksek bir duvar vardı. Duvarın üstüne de, susamış dertli biri çıkmıştı.
Suya ulaşmasına, susuzluğunu gidermesine o duvar engel oluyordu. Susuz adam da su için balık gibi çırpınıyordu.
Ansızın suya bir kerpiç parçası attı. Kerpicin düşmesi ile suyun çıkardığı ses, kulağına bir söz gibi geldi.
Suyun sesi bir sevgilinin sesi gibi tatlı idi. O su sesi, adamı üzüm suyu gibi mestetti.
Mihnetlere, dertlere uğramış adam, suyun tertemiz sesini duymak için duvardan kerpiç koparıp suya atmaya başladı.
Sudan da ses geliyordu. Su "Ey insanoğlu!" diyordu, "böyle kerpiç atmaktan, beni rahatsız etmekten sana ne fayda var?"
Susamış adam cevap verdi de, dedi ki: "Ey su, bu atıştan benim için iki fayda vardır. Bu yüzden kerpiç atmaktan vazgeçemem."
"Birinci fayda: Benim suyun sesini duymamdır. O ses, susuzlara rebâb sesi gibi pek tatlı gelir.
Su sesi, İsrâfil'in sesine benziyor. Ölü bile bu sesten dirilmededir.
Kerpiçler atmamın ikinci faydası da şudur ki: koparıp attığım her kerpiçle, duvar alçalıyor. Ben de suya biraz daha yaklaşıyorum.
Kerpici her koparışımda yüksek duvar, kerpicin azalması yüzünden biraz daha alçalıyor.
Duvarın alçalması bir yakınlık; onun ortadan kalkması ise kavuşmak, buluşmak olacak."
İşte, namaz kılarken secde etmek de "Secde et de yaklaş" âyetinde olduğu gibi, duvardan kerpiç koparmaya benzer.
Bu varlık duvarı yüksek bulundukça, baş eğmeye yani secde etmeye engel olur.
Bu toprak bedenden kurtulmadıkça, eğilip âb-ı hayata secde etmek ve ondan doya doya içmek imnkânı yoktur.
Bu varlık duvarı üstünde bulunanlardan kim daha fazla susamışsa, duvarın taşını, kerpicini o daha çabuk koparır atar.
Suyun sesine daha fazla âşık olan kişi ise, ona engel olan varlık duvarından daha büyük parçalar koparır. "

Hayatlarımızı namazın nuruyla hayatlandırmak duası ile...

28 Eylül 2007 Cuma

peygamberimizin son sözleri

Peygamber Efendimiz'in(s.a.v)olmeden Once Son Sozleri

Hazreti Peygamber s.a.s Ölüm döşeğindeyken her baygınlık geçirdiğinde ayılıyor ve sanki kendine daima ne istediği soruluyordu. Konuşmaya her gücü yettiğinde "NAMAZ KILINIZ NAMAZ! Muhakkak cemaatle birlikte namaz kıldıkça birlik ve beraberliğiniz bozulmaz! Namaz! Namaz! ' diyordu.

Hz Peygamber S.A.S ölünceye kadar namazı tavsiye etti ve O şöyle diyordu

Namaz

Namaz!

Arkadaşlar Ben şunun farkına vardım bi eve bir arabaya bir işe duyduğumuz sevgi Bir kıza ya da bir erkeğe duyduğumuz sevgi Sizce Allah la olan sevginizle kıyaslanabilir mi?

Şimdi herkes hayır tövbe haşa ASLA! Olurmu öyle şey diyecek eminim bende derdim.

Biraz mantıklı düşünelim aşık olduğunuzda kız arkadaşınız ya da erkek arkadaşınız için sabahlara kadar uyumaz , sürekli onu düşünür şu saatte şurda buluşalım dediği zaman saatlerce hazırlık yapar kavuşmayı bekleriz. Erkenden gider hediyeler alır sorunlar oldumu kendimizi paralarız. Ne derse yaparız belkide... Ölümü bile göze alırız çoğu zaman. Okul iş gelecek için kendimizi paralar uykusuz kalırız.

Peki ya Allah için ne yapıyoruz. Kendimizi kurtarmamız Cehennemde yanmamaız için namaz kılınız diyor ve bunu bize FARZ kılıyor ama kimse kılmıyor . Bize bir hayat vermiş ve onun kullanım klavuzu olan Kitabımızı bize gene bizden olan bir insanla bize bildirmiştir. Herşeyi yaratan bize sonsuz imkanlar veren SEVENLERİ KAVUŞAMAYANLARI CENNETİNDE kavuşturacağına söz veren Yüce Allah ımıza bize bukadar değer veren cennetiyle müjdeleyen O Tek e o sonsuzluğa neden sevgimizi veremiyoruz ? Neden bizden yapmamızı istediği şeyleri yapmıyoruz? Allah eşyayı bizim için bizide kendisi için yarattı ozman bizim için yarattı şeyin konumuna neden düşelim?

Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz Rabbından naklen anlatıyor; "Allahu Teala şöyle buyurdu; 'Ey Ademoğlu, seni kendim için yarattım. Eşyayı da senin için yarattım. O halde kendim için yarattığımı senin için yarattığımın ayarına düşürme."


"Ey Resulum! Sen de öleceksin , onlarda ölecekler. Sonra siz kıyamet günü Rabbinizin divanında davalacaksınız." zümer 30/31


Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz Rabbından naklen anlatıyor; "Allahu Teala şöyle buyurdu; 'Beni ne yerim aldı, ne de semam... lakin Beni Mümin, Taki, Vera hali sahibi kulumun kalbi aldı..."


Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz Allahu Teala'dan naklen anlatıyor; " Allahu Teala şöyle buyurdu; 'Yaklaşanlar, kendilerine farz kıldığım ibadetlerin edasında olduğu kadar hiç bir şeyde yaklaşamazlar...Gerçekten bir kul Bana nafilelerle de yaklaşır. Böylece Bana yaklaşanı severim. Sevince de kulağı olurum, eli olurum. Böyle ki oldum, Benimle işitir... Benimle görür... Benimle konuşur... Benimle tutar... Benimle yürür."

Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz Rabbından naklen anlatıyor; "Allahu Teala şöyle buyurdu; 'Bir kimse Bana bir karış yaklaşırsa Ben ona bir arşın yaklaşırım. Bir kimse Bana bir arşın yaklaşırsa Ben ona bir kulaç yaklaşırım. Bir kimse Bana yürüyerek gelirse Ben ona koşarak giderim."

Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz şöyle buyurdu; " Yüceliğine yüce, mübarekliğine mübarek Allah dünya semasına nüzul tecellisi eyler ve buyurur: Yok mu tebe eden?... Ki, onun tevbesini kabul edeyim. Hani duacı?... Ki ,onun duasına icabet edeyim."

Ehli Tasavvuf Üstadlarından Abdullah b. Mubarek öleceği anda gözünü açıp gülerek şöyle dedi;

"Çalışanlar asıl bunun için çalışsınlar !" saf-fat/61


Resulum De Ki" EĞER SİZ ALLAH I SEVİYORSANIZ BANA UYUN Kİ, ALLAH DA SİZİ SEVSİN!" (Ali İmran/31)

İMKÂNIM YOKTU” deme.

Kendine doğruyu söyle.

“Üşendim” de...

“Tembellik ettim” de...

“Canım istemedi” de...

“Yapmak içimden gelmedi” de...

Hiç değilse “yattım” de...

Ne dersen de, ama “imkânım yoktu” deme.

Unutma, iman en büyük imkândır. İmanı olanın imkânı tükenmez. Hatta kimi zaman “imkânım yoktu” demek, “imanım yoktu” demeye bile gelebilir.



Birileri önüne çıkıp şöyle sorabilir: “Falancanın imkânı var, fakat yapmıyor. Neden acaba?”

O zaman diyeceğin bir şey, vereceğin bir cevap yoktur.

İmanın makarrı olan yürek, bitimsiz bir güç merkezidir. Göz ferini, diz dermanını, yumruk fermanını yürekten alır. Tıpkı kaslara komuta eden sinir sistemi gibi...

Başını dik tutan kasların değil, o kasa komuta eden beynindir. Yumruğunu havaya kaldıran pazuların değil, o pazulara komuta eden beynindir.

Gittinse, ayağın değil yüreğin götürdüğü için gittin.

Gitmedinse, yüreğin yetmediği için gitmedin.

Yaptınsa, elin erdiği için değil aklın erdiği için yaptın.

Yapmadınsa, elin ermediği için değil yüreğin yetmediği için yapmadın.

Gördünse gözün olduğu için değil, dahası baktığın için değil, gönlün olduğu için gördün. Eğer gözü olan herkes görseydi, bunca “bakarkör”ün varlığını nasıl ve neyle açıklardık? Eğer göz görmenin yegâne organı olsaydı, gözü olmadığı halde bir çok göz sahibinin göremediği hakikatleri gören kafa gözü kör, kalp gözü açık yiğidi nereye koyardık?

Görmedinse göz olmadığı için değil, hatta “göz bakmadığı” için değil, “gönül akmadığı” için görmedin. Tıpkı yapmadıklarını gönlün olmadığı için yapmadığın gibi. Tarih bir işe baş koyanların, önce o işe gönül koyduklarının şahididir. Unutma ki, baş işe düşmeden iş başa düşmez.

“Yapacaktım ama, kimsem yoktu” deme.

“Kimsesiz” değilsiniz, “kimse, sizsiniz.”

Allah var, O yâr. Gerisi olmasa ne çıkar?

Yapacağı işte O’nu hesaba katmayanlar Besmelesizdirler. Besmeleli olanlar, yaptıklarını O'nun sayesinde, O'ndan aldıkları yetki ve güçle, O'nun yardım ve desteğiyle yaptıklarının bilincinde olanlardır.

O, elde var “Bir”dir.

O'nu yanında bilen kimseye muhtaç değildir, O'nsuz olanın kimsesi yoktur.

Görevini yapmak için sağına soluna ve dahi ardına bakanlar, O'nun gözetimi altında olduklarının, O'na karşı sorumlu olduklarının şuurunda olmayanlardır.

“Yürüyeceğim ama, kim gelecek?” deme, sadece yürü.

Yeter ki yürü ve iz bırak. Zamana ve mekâna bir soğuk damga gibi vur ayak izini. Yürüyüşünün tanığı olsun bıraktığın izler. Hiç iz bırakıp da izlenmeyen birini gördün mü? Unutma ki iz bırakanlar mutlaka izlenirler. İzlemeye gönlü olanlar, mutlaka iz ararlar.

Hem, baksana kendine. Sen, senden önce yürüyen birilerinin izini izlemiyor musun? Bunu ancak yolcu olduğunu unutmayanlar, yolculuğu her şeye rağmen sürdürenler bilir.

Zaten yol dediğin, izlerin icmalinden başka nedir ki?

Yolu yol kılan, biraz da senin ve senden önce yürüyenlerin izi değil midir? Zaman ve mekânda var olan tüm yolları, yolcular açmamışlar mıdır? Ve yolun kerameti yolcudan menkul değil midir?

Ve bir de “yapacağım ama, değerinin bilineceğinden umutlu değilim” deme.

Bir kere umut dediğin, imanın öz çocuğudur.

Çocuğuna kıyan, anasını ağlatır.

Umuduna kıyma ki, imanın ağlamasın.

Etrafına bak. Ne kadar umutlu adam varsa, hepsi de bir şeyler yapan, değer üreten, kıymet ortaya koyan kimselerdir. Yani yapanlar umutlu, yatanlar umutsuzdur. Handiyse birinin umuduna bakıp onun yapanlardan mı, yatanlardan mı olduğunu anlayabilirsin.

Hem yatanların umutlu olması hayra alâmet değildir, tabi ki yapanların umutsuz olması da...

Değerini kim mi bilecek?

Bu kaygı sahte değerlere yakışan bir kaygıdır. Sahici değerlere vurulanlar, “Değerim bilinir mi acaba?” diye kaygı duymazlar. Çünkü adı üstünde, değer değerini başkalarının bilmesine borçlu değildir, bu bir.

İkincisi, değer bilenlerin varlığı ve hâlâ bir şeyler yapıyor olmaları, değerin değerini takdir eden birilerinin her zaman mutlaka var olacağının en güzel ispatıdır.

Namaz markalı hayatlar

Namaz markalı hayatlar
M. Lütfi ARSLAN

Mehmet Lütfi Arslan ALTINOLUK'un üç aylık gençlik eki Söz Ola'nın ve ALTINOLUK English'in editörü. Marmara İngilizce İşletme mezunu. İnsan kaynakları yüksek lisansı yapmış. 2000-2002 yılları arasında ABD'de bulunmuş.
Burada Georgetown Üniversitesi'nde İletişim, Kültür ve Teknoloji dalında bir yüksek lisans daha bitirmiş. Halen iktisat doktorası devam ediyor. Okuyor, düşünüyor ve yazmaya çalışıyor. Önce kendi nefsine, sonra ulaşabildiklerine sabırla okumayı, düşünmeyi ve yazmayı tavsiye ediyor. Çünkü düştüğümüz yerin burası olduğunu düşünüyor. Lütfi Arslan 'la namaz üzerine konuştuk.

"Namazlı bir hayat, namazsız bir hayata göre çok farklıdır. Namazlı bir hayat, tutup hayatı, hayatın Sahibi'ne teslim etmek demektir. Hayatı, Sahibi'ne teslim etmiş birisinin hayatında hiç ummadığı bereketler, çıkışlar, açılımlar ve fütuhat olur. Namaz markalı hayatlar, ebediyen pörsümeyecek hayatlardır. "

Namaz Zamanı — İlk namaz arkadaşınız kimdi? İlk defa kiminle birlikte namaz kıldınız?

M. Lütfi Arslan — İlk namaz arkadaşlarım, aheste aheste abdest alışlarını büyük bir zevkle izlediğim, muhabbetlerine fark ettirmeden kulak kabarttığım mahallemizin yaşlı amcalarıydı. Birkaçından çekinirdim, azar da işittiğim olmuştu; ama çoğunluğu benim gibi bir bacaksızı aralarında görmekten memnun olduklarını hissettirirlerdi. Ben de belki böyle kocaman, saçı sakalı ağarmış pir-i fanilerle belirli bir disiplin içerisinde aynı hareketleri yapıyor olmanın imtiyazı ile camiye seve seve giderdim. Onlar gibi tesbih, takke taşır, onlarla avluda oturur, onlar gibi “ağır” takılmaya çalışırdım. Namaz kılışımı onlara benzetmeye çalışırdım. İlk namazlarımdan bu yaşlı amcaları ve adını o zamanlar henüz koyamadığım -şimdilerde ise ruhaniyet diye adlandırdığım- o tarif edilmez haletin her tarafımı sarıp sarmalamasının verdiği dinginlik ve huzur halini hatırlıyorum. Hamdolsun.

Namaz Zamanı — Namaz yedi yaşında emredilmiş bir ibadet; diğer ibadetler ise daha büyük yaşlarda emredilmişler. Bu farkın nedeni nedir? Bizi aydınlatabilir misiniz?

M. Lütfi Arslan — Doğrusu bunu cevaplayabilecek ilmi kudrete haiz değilim. Bunu söylerken bu konuda düşüncelerim yok demiyorum. Namaz hepimize emredilmiş en mühim ibadet. Hepimiz namaz kılmak zorundayız. Dolayısıyla hepimizin namaz hakkındaki söyleyecek bir şeyleri vardır. Benim de var. Diğer türlü bu mülakatı kabul edebilecek cüreti gösteremezdim. Bunu söyledikten sonra sorunuzla ilgili “düşüncemi” ifade edeyim.

Namaz, başta Kur'an olmak üzere, zikir, tesbihat, temizlik, sosyal ilişkiler, disiplin, tertip, zaman yönetimi gibi hemen şu an aklıma gelen birçok yönü olan câmî bir ibadet. Dahası diğer ibadetler içerisinde en sık ifa edileni. Haccı ömürde bir kez yapsanız oluyor. Zekatı senede bir kez veriyorsunuz. Orucu, hakeza, senede bir ay tutuyorsunuz. Ama namazla günde beş defa buluşmak zorundasınız. Başka bir nokta daha var. Bahsettiğim ibadetlerin hepsinde belli kayıtlar var. Nisaba malik olmak, güçlü, kuvvetli olmak vb. Ama namaza gelince ima ile bile olsa kılmamız isteniyor. Hani göz kapaklarınızı kaldırıp indirmeye mecaliniz olsa denir ya; bu halde bile göz kapakları ile namaz kılmak gerekiyor. Zannediyorum bu namaza özel bir önem atfetmemiz gerektiğini gösteriyor. Namaz ibadetler içinde belki diğerleri ile kıyaslanamayacak derecede önemli bir ibadet. Hatta şunu söylesek mübalağa olmaz herhalde: Rabbimiz bizleri namaz kılmamız için yaratmış. Namaz, yaratılışın gayesi olan ibadetin özü. Bu yüzden gözümüzü açıp etrafımızı algılamaya başladığımız ilk andan itibaren namaza muhatabız. Muhtemelen bu yüzden namaz küçük yaşlarda emrediliyor.

Namaz Zamanı — Yaratıcı insanı günde beş defa huzuruna çağırıyor. Hakkın karşısına bu kadar sık çağırılmanın hikmeti nedir?

M. Lütfi Arslan — Bu insan olmamızla ilgili bir durum. Biliyorsunuz insan kelimesinin üns, yakınlık ve unutma olmak üzere iki anlamı var. İçimize ilham edilmiş fücur ve takva gibi, çift yaratılmış her şey gibi, bu da bize ait “çift gerçekliklerin” en yalınlarından birisi. İmtihan da hangi tarafa meyledeceğimizle ilgili. Hangi tarafa meyledersek meyledelim, sonuçta sık sık çağırılmamız gerekiyor. Ünsiyet ehli iseniz, görmek, görülmek, hep yakında tutulmak istersiniz. Unutanlardan iseniz yine sık sık çağırılmanız gerekir ki hatırlayasınız.

Namaz Zamanı — Kuran'ı Kerim'de 32 yerde namaz kelimesi geçiyor. Bunlardan 28 yerde zekât ile birlikte zikredilmiş. Sanki bu durum Allah ile kul arasındaki ibadetin dışında namaz ve zekâtın toplumsal açıdan bir görev ifa ettiği düşüncesini akla getiriyor. Ne dersiniz?

M. Lütfi Arslan — Namazın namaz içi ve namaz dışı olmak üzere iki boyutu var. “Onlar ki namazlarında devamlıdırlar” ayet-i kerimesini sadece namaza devam etmek olarak değil, namaz halini namaz dışında da devam ettirmek şeklinde anlıyorum. Bu anlamda namaz kendine ait disiplini, tertibi, zamanlaması vd. ile hayatı da tanzim eden/etmesi gereken bir ibadet. Cami ve cemaat boyutu zaten malum. Cuma da öyle. Benim kastettiğim namaz eksenli bir hayatın kendine ait, asla başka bir hayata benzemeyecek bir dinamiğe sahip olacak olmasıdır. Namazlı bir hayat, namazsız bir hayata göre çok farklıdır. Namazlı bir hayat, tutup hayatı, hayatın Sahibi'ne teslim etmek demektir. Hayatı, Sahibi'ne teslim etmiş birisinin hayatında hiç ummadığı bereketler, çıkışlar, açılımlar ve fütuhat olur. Namaz markalı hayatlar, ebediyen pörsümeyecek hayatlardır.

Namaz Zamanı — Bir dönem Amerika'da da bulundunuz. Hiç tanımadığınız topraklarda ezan sesini işitince neler hissettiniz?

M. Lütfi Arslan — Doğrusu o topraklarda ezan sesini işitebilmeyi çok isterdim. Biliyorsunuz orada dışarıda ezan okunmuyor. Michigan'da Arapların çoğunlukta olduğu bir köyde bu müsaade verilmiş diye duymuştum ama oradaki 1200'den fazla camide maalesef ezan hala içeride okunuyor. Sizin de hissiyatınız içeride şekilleniyor. Hepsi geldikleri memleketin hasreti içinde ama bir taraftan bulundukları yerlerde var olma kavgası veren kardeşlerimizle kılınan namazları unutmak mümkün değil. Namaz iklimi bizim var olduğumuz, şekillendiğimiz, dönüştüğümüz bir ortam. Bunun belki daha güzelinden bahsedebiliriz ama daha az güzeli yok. Her taraf mescit, nereye dönersek O'nun vechi ile karşı karşıyayız.

Namaz Zamanı — Biraz özel olacak belki, kıldığınız en güzel namazı okuyucularımızla paylaşabilir misiniz?

M. Lütfi Arslan — “Kıldığım en güzel namaz” ifadesini “kılacağım en güzel namaz” diye tashih ediyorum. Ben hep o namazın hasreti ile “Allahü Ekber” diyorum zaten.

ARŞİV

  • GELİN İŞE NAMAZDAN BAŞLAYALIM!..
  • Bu namaz ibadeti çok hoşuma gitti
  • MUHAMMED
    ESEDDEN BİR NAMAZ HATIRASI

  • Namaz'da
    Gaflet Bildiğiniz gibi İslam Hukuku adınd...

  • Namazın İç
    Anlamı

  • Guslün İç
    Anlamı

  • Abdestin
    İç Anlamı

  • Bir
    miraç olarak namaz

  • kuyuya
    kerpiç atmak

  • peygamberimizin
    son sözleri

  • Namaz
    markalı hayatlar

  • namaz
    (serhat şeftali)

  • namaz
    (salih yusufoğlu)

  • Ezan bize
    neyi fısıldar?

  • namaz
    fıkıh (jale şimşek)

  • NAMAZ
    (ali budak)2

  • Namazlardaki
    ihmal tesbihata gösterilen ihmalle ba...

  • namaz
    (ali demirel) 2

  • namaz
    (ali demirel) 1

  • NAMAZ
    (ali budak)

  • NAMAZ
    KISA KISA

  • Namaz
    günahlara keffarettir

  • Efendimiz
    (sas) bir şeye üzülünce namaz kılardı

  • Namazın
    tıbbî sırları yeterince bilinmiyor

  • Secde
    uzaklardan eve dönüş gibi sanki

  • Namaz
    kesin olarak '5 vakittir'

  • Namaz
    vakitlerinin sırrı

  • Cenâb-ı
    Hakk’ın huzûruna girerken nasıl bir fikrî ...

  • Rükû
    insana tevazuyu öğretir

  • Abdest,
    namaza maddî ve manevî anlamda hazırlıktır...

  • Namaz,
    imanın ikiz kardeşidir

  • Her
    namazda okuduğumuz 'Fatiha' bize ne anlatıyor?...

  • Rabbimiz’i
    (cc) hatırlamak en büyük ibadettir

  • Namazla
    Diriliş mümkün

  • Namaz
    canlıların tesbihini hissedebilmektir

  • İbadetsiz
    ruhî gelişim olmaz mı?

  • Namaz,
    dünyayla bağları koparmaktır

  • Rükû,
    Allah’ın yüceliği karşısında saygıyla eğiliş...

  • Hadi
    anne gel, seninle namaz oyunu oynayalım

  • Namazdan
    sonra çocuğunuzun yanaklarından öpün

  • Namazdaki
    hareketler ne anlama geliyor? Kıyamın ru...

  • Namazda
    sağ eli, sol el üzerine bağlamak

  • Secde'nin
    ruhu nedir?

  • Sübhaneke
    duası bize ne anlatır?

  • Namaz
    İnsanı Kılar (ISMET OZEL)

  • abdestin
    amacı

  • Namazı
    Dosdoğru Kılmak - Mehmet ALAGAŞ

  • NAMAZ
    KILMASAM OLURMU?

  • Ey zaman!
  • Namaz /
    Necip Fazıl

  • Ana
    gibi yâr Ola Namaz

  • MAKSUDUM
    SENSİN DAYANAĞIM SEN

  • Muhteşem
    Bir Sevgi İletişimi: Namaz (Vehbi Vakkaso...

  • Namazdaki
    Sırlar (Osman Doğan)

  • Soru:
    Namazlarımızı derin bir kulluk şuuruyla eda ...

  • Namazı
    Huzur ve Huşu ile Tamamlamak

  • sabır
    ve namaz .... ( ibretlik bir yazi)

  • namaz
    4 çeşittir

  • milyonlar
    size dua etsin istermisiniz?

  • Namaz
    kılmak şerefinin yüksekliği..

  • ŞEYTANIN
    NAMAZA MÜDAHALESİ

  • SANA
    GELDİM EY NAMAZ

  • Ayrılık
    Vakti ve Son Namaz

  • BUYURUN
    MİRACA ÇIKALIM

  • Hazine'yi
    kaçırma...

  • Bir
    yerden duymuştum.

  • ALLAH'ın
    Mescidlerine Devamın Önemi

  • Haydin
    Namaza!

  • Namaz’ın
    incelikleri

  • NAMAZIN
    ÜSTÜNLÜKLERİ

  • Davetin
    Beş Hali

  • namazda
    huşusuzluk

  • Namazda Üç
    Mertebe Vardır

  • O'nun
    Huzurunda

  • NAMAZDAN
    TAT ALMANIN YÖNTEMLERİ

  • Namazın
    Esrarı

  • Namazın
    özü ve mânâsı nedir?

  • Namaz
    vakitlerinin 'sırrı'

  • Namaz
    İbadetinin İnananların Hayatındaki Önemi

  • Namazın
    tıbbî sırları yeterince bilinmiyor

  • Namaza Fikri
    Hazırlık

  • Namaz
    Kahramanı Olabilmenin Üç Şartı

  • 7
    NAMAZ AYETİ VE AÇIKLAMASI

  • Dinin
    Direği Namaz

  • Namazı
    hakkı ile eda etmek

  • Allahın
    bizlere lütfu namaz

  • Saflarimiz
    Dosdoğru Oldukça Kalplerimiz Doğrulur

  • Namazı
    vaktinde kılmak

  • Müslümanın
    Hayatında Namaz İbadetinin Önemi

  • Namaz
    anne kucağıdır

  • Namaz'ı
    Neden Bu Beş Vakitte Kılıyoruz?

  • Namazı
    Terk Etmenin 20 Bahanesi!

  • imanın
    en büyük alameti namazdır

  • sabah
    namazına nasıl kalkılır

  • Namaz'i
    Terketmenİn Korkunç Sonuçlari

  • Namazlardaki
    ihmal tesbihata gösterilen ihmalle ba...

  • namaz
    herşeyi güzelleştirir

  • namaz ağacı

  • Namazdaki
    Hareketlerin Anlamı

  • Namazdaki
    hareketler ne anlama geliyor?

  • Eşime
    namazın önemini nasıl anlatabilirim?

  • namazın
    önemi

  • Hadi
    hazırmısınız...?

  • HAKİKAT
    ÇİÇEKLERİ NAMAZIM

  • SAFLARIMIZ
    DOSDOĞRU OLDUKÇA KALPLERİMİZ DOĞRULUR

  • yogamı
    namazmı?

  • Namaz
    canlıların tesbihini hissedebilmektir

  • seccadenin
    feryadı

  • ayağa
    kaldır namazı

  • namazın
    tadı

  • namaz
    dünyaya meydan okuyuştur

  • Dostunuz
    randevuya gelmez ise!..

  • ruhum
    secdede kalsın

  • Sevgiliyle
    buluşma vakti: Namaz

  • GERÇEK
    NAMAZDA YANILMA

  • namaza
    durmak

  • RABBİM!
    KONUŞ BENİMLE… "

  • VERİLEN
    CEVAP

  • İBADETİN/NAMAZIN
    MANASI

  • NAMAZIN
    BAŞTAN SONA ANLAMI

  • KUR'AN-I
    KERİM'DE NAMAZ

  • Namaz
    Kılarken Halimiz…

  • Haydi
    şimdi NAMAZ vakti…

  • Namaza
    Sarılalım

  • namaza
    davet...EZAN...

  • Namaz
    Vakitlerinin Sırrı...

  • Hiç
    Miraca Çıktınız Mı?

  • Namaz
    Kılmıyorum Ama Kalbim Temiz”

  • NAMAZIN
    FAYDALARI

  • Bir gül
    ekin,

  • kalbin
    ayarı kaçarsa...

  • Randevunuz
    Var!!!

  • Secdeden
    Nasıl Lezzet Alınır?

  • KULUMA
    İSTEDİKLERİ VERİLECEK

  • Namazı
    Seviyormuyuz?

  • GENÇLİKTE
    NAMAZ

  • Neden
    bunca önemli namaz?

  • Namazı
    hırsıza kaptırmayın

  • KILMAZSAM
    YAŞAYAMAM

  • Bir
    gece kalkarsınız...

  • Rabbine
    kan ,Rabbine uyan..!!

  • KALIBINI
    SECDEYE,KALBİNİ KIBLEYE BIRAK...

  • namazın
    önemine dair

  • Namaz
    kılanın Allah katındaki değeri nedir?

  • SEHER:
    vakit arınma vaktidir...

  • NAMAZIM
    (HİKAYE)

  • Haydi
    kaybetmeden sarıl sevdana!

  • Namazı
    Hakkıyla Kılmak için..

  • Meleklerin
    seyrettiği namaz: Sabah namazı

  • NAMAZ
    KILMAYANDAN ŞEYTAN BİLE UZAKLAŞTI

  • Namazdaki
    hareketler ne anlama geliyor

  • Sıfır
    olmaktan, Sonsuz’uma sığınırım.

  • Nazlım,Niyazlım,Namazım
    ! Niye Terkettin Beni..?

  • AĞLAYALIM
  • 40
    YAŞINDASIN VE HALA ÜMMETİN BAŞINDASIN

  • Şeytanın
    namazı engelleme metodları

  • NAMAZA DAİR
    VİDEOLAR

  • NAMAZI
    NASIL KILMALIYIZ (VİDEO)

  • NAMAZA
    KENDİNİ VEREMEME (VİDEO)

  • NAMAZDA
    HUŞU 50

  • NAMAZDA HUŞU 49
  • RESULULLAH GİBİ NAMAZ KILMAK
  • HUZURA VARIŞ 7
  • HUZURA VARIŞ 6
  • HUZURA VARIŞ 5
  • HUZURA VARIŞ 4
  • HUZURA VARIŞ 3
  • HUZURA VARIŞ 2
  • HUZURA VARIŞ 1
  • NAMAZDA HUŞU 48
  • MELEKLER NAMAZINIZI SEYRETSİN Mİ?
  • GENÇLER NAMAZA KAMPANYASI
  • NAMAZI
    TERKİN SONUÇLARI

  • ABDEST:
    SULARI KUŞANMAK

  • NAMAZ
    VAKİTLERİNİN SIRRI

  • NAMAZA ÇAĞRI
  • NAMAZDA HUŞU 47
  • NAMAZDA HUŞU 46
  • NAMAZDA HUŞU 45
  • NAMAZDA HUŞU 44
  • NAMAZ ÜZERİNE
  • PİJAMA İLE NAMAZ
  • NAMAZDA HUŞU 43
  • BİR
    ÇOCUĞUN NAMAZ KILMA ÖYKÜSÜ

  • NAMAZDA HUŞU 42
  • RESULULLAHIN NAMAZI
  • HANGİ
    HALDE NASIL NAMAZ

  • NAMAZDA HUŞU 41
  • NAMAZDA HUŞU VİDEO
  • NAMAZDA HUŞU 40
  • NAMAZ VAKTİ (HİKAYE)
  • NAMAZ KILMAYANLARIN VAY HALİNE
  • NAMAZ REKLAMLARI
  • NAMAZ
  • NAMAZDA HUŞU 39
  • NAMAZDA HUŞU 38
  • NAMAZ
  • NAMAZ EN VAZGEÇİLMEZ İBADET
  • SECCADENİN
    HİKAYESİ

  • NAMAZ
    (ŞİİR)

  • SECCADENİN
    FERYADI

  • BAMBAŞKA
    NAMAZLAR 4

  • BİZİMLE
    NAMAZ KILDINMI

  • NAMAZDA HUŞU 37
  • NAMAZIN ESRARI
  • BAMBAŞKA
    NAMAZLAR 1

  • BAMBAŞKA
    NAMAZLAR 2

  • BAMBAŞKA
    NAMAZLAR 3

  • NAMAZIMI BİLE BİLE TERKEDİYORUM
  • NAMAZDA HUŞU 36
  • KİMLER ALDANDI
  • EZANI DİNLEMELİ ŞİMDİ SENİNLE
  • HAKİKİ
    DOSTUMUZ NAMAZ

  • ÇANAKKALEDE NAMAZ
  • NAMAZDA HUŞU 35
  • TUR İRTE NAMAZINA
  • NAMAZDA HUŞU 34
  • NAMAZDA HUŞU 33
  • NAMAZDA HUŞU 32
  • NAMAZDA HUŞU 31
  • NAMAZDA HUŞU 30
  • MÜMİNLERİN ÖZELLİKLERİ VE HUŞU
  • NAMAZDA HUŞU 29
  • NAMAZDA HUŞU 28
  • NAMAZDA HUŞU 27
  • NAMAZDA HUŞU 26
  • TEVBE
    VE NAMAZIN KIYMETİ

  • NAMAZDA HUŞU 25
  • NAMAZDA HUŞU 24
  • NAMAZDA HUŞU 23
  • NAMAZDA AKLA GELENLER
  • NAMAZDA HUŞU 22
  • NAMAZDA HUŞU 20
  • NAMAZDA HUŞU 19
  • NAMAZDA HUŞU 18
  • NAMAZDA HUŞU 17
  • NAMAZDA HUŞU 16
  • NAMAZDA HUŞU 15
  • NAMAZDA HUŞU 14
  • NAMAZDA HUŞU 13
  • NAMAZDA HUŞU 12
  • NAMAZDA HUŞU 11
  • NAMAZDA HUŞU 10
  • NAMAZDA HUŞU 9
  • NAMAZDA HUŞU 8
  • NAMAZDA HUŞU 7
  • NAMAZ KIL(M)IYORMUSUN?
  • NAMAZDA HUŞU 6
  • NAMAZDA HUŞU 5
  • NAMAZDA HUŞU 4
  • NAMAZDA HUŞU 3
  • NİÇİN NAMAZ KILALIM
  • NAMAZDA HUŞU 2
  • NAMAZDA HUŞU 1

  • ÖYLE HASRETİM Kİ EZAN SESİNE

  • namaz-f.gülen
  • KIL BENİ EY NAMAZ

  • NAMAZIM
  • Powered By Blogger